Türkiye’de toplumun fay hatları: Levent Gültekin ve Ruşen Çakır tartışıyor

Ruşen Çakır ve Levent Gültekin, 10. gününe gelinen deprem felaketi ve bundan hareketle toplumun fay hatları üzerinde durdu. Gültekin, toplumun deprem felaketine gösterdiği ani refleksin çok umut verici olduğunu belirtti ve bunun bir toplum olabilmek adına kıymetini vurguladı. Gültekin ayrıca, “Bir tarafta siyasetin bize dayattığı umutsuzluk vardı, diğer tarafta da depreme verilen refleksle siyasetin yarattığı kutuplaşma kaynaklı fay hatlarının çatırdadığını gördük” dedi.

Toplumun fay hatları videosunu yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Toplumun fay hatları: Levent Gültekin ve Ruşen Çakır tartışıyor

Toplumun fay hatları videosunun tam deşifresi:

Ruşen Çakır: Merhaba iyi günler. Stüdyoda konuğumuz Levent Gültekin. Kendisiyle depremi ve depremden hareketle toplumun fay hatları meselesini konuşacağız. Hoş geldin Levent.

Levent Gültekin: Hoş bulduk. 

Ruşen Çakır: Bu konu senin çok gündeme getirdiğin bir olaydı. Hatta herkesin kendi odasında oturduğu bir ev benzetmesi yapıyordun ve herkesin evin salonunda birleşmesi gerektiğini söylüyordun. Diken’de yazdığın yazıda deprem sonrası gösterilen reflekslere bayağı olumlu bakmıştın. Bu felaket Türkiye’yi hakikaten o salonda buluşturabildi mi?

Levent Gültekin: Bir kere, çok ağır bir felaket yaşadı ülke. Vefat edenlere Allah rahmet etsin diyeyim. Çok büyük bir acıydı. Aslında, bir taraftan ağır bir felaket, ama öbür taraftan da yükselen bir umut. Böyle tuhaf bir tablo ile karşı karşıya kaldık. O yükselen umut toplumun deprem felaketine gösterdiği ani refleks. Yani o yardımlaşma duygusu, kenetlenme, genci kadını, yaşlısı, köylüsü, Kürdü, Alevî’si, dindarı, Sünnî’si, başörtülüsü, başörtüsüzü. Biz bir ânda bir toplum olduk. 

Daha önce, siyasetin bize dayattığı bir gruplar ve kabileler anlayışı vardı. O onunla didişiyor, o onu yenmeye çalışıyor, öteki onu ezmeye çalışıyor. Ama depremle beraber böyle bir toplum refleksi ortaya çıktı. Birbirimizin kimliğine bakmadan, Maraş’ta enkaz altında kalanın da kimliğine, inancına, mezhebine, hangi partiden olduğuna bakmadan, Hatay’da da öyle Adıyaman’da da öyle, gencinden yaşlısına, zengininden fakirine, herkes böyle bir anda bir ülke tutkusuyla ‘’Aman ülkemizi bu enkazın altında bırakmayalım’’ tutkusuyla, bence bir destan yazıldı. Bir tarafta, siyasetin dayattığı bir umutsuzluğumuz vardı.

Toplumun fay hatları: Levent Gültekin & Ruşen Çakır tartışıyor

Ama hem depremde ülkenin fay hatları kırıldı hem de toplumsal anlamda, siyasetin yıllardır dayattığı o kutuplaşmanın yarattığı o fay hayatlarının çatırdadığını gördük. Mesela, televizyonlarda gördüm bıyıklı böyle MHP’li biri ‘’Bugüne kadar terörist dediklerimiz bize bakıyorlar. Ama bizden olanlar ortalıkta gözükmüyor’’ dedi.  Ya da bir bakıyorsun, mesela Nişantaşı’nda başörtülü bir kadınla başı açık bir kadın yan yana aynı koliyi tutuyorlar. Ya da Şırnak’taki teyzeler toplanıp ekmek pişiriyorlar deprem bölgesine gönderiyorlar. Kimse giderken ‘’bir dakika ben Maraş’a gidiyorum. Burada AK Parti’nin oyu %70’’ demiyor mesela. Ya da ‘’Hatay’a gidiyorum. Burada Alevî inancına sahip insanlar…

Ruşen Çakır: Dün İsmail Saymaz’la bir yayın yaptım. O Hatay’daydı biliyorsun. Hatay’da ilk iki üç gün kurtarma ekipleri gelmeyince, vatandaşların büyük bir kısmı, kendilerinin iktidardan yana olmadığı için böyle yapıldığını düşünmüşler. Ama Maraş’ta da Malatya’da her yerde aynı.

Levent Gültekin: Her yerde öyle. Yani olağanüstü bir duygu oluştu. Ben aslında şunu fark ettim: Biz istersek çok kolay bir araya gelebiliyormuşuz. Bir tarafta HDP var; kendi çapında çalışıyor. Diğer tarafta İYİ Parti var; kendince ülkenin bir yerinde tutmaya çalışıyor. Bir tarafta AK Partili seçmenler var; onlar ülkenin iyiliği için bir şey yapmaya çalışıyor. Öbür tarafta CHP’liler koşturuyor. Aslında buydu yapmamız gereken. Bu birliktelik duygusunu yaratmaktı. 

Londra’da çok sevdiğim bir dostum var, çok yakın bir dostum, bir iş adamı. Yaklaşık 10 TIR gıda göndermiş Türkiye’ye. Orada ağırlıklı olarak kendileri organize etmişler. Kendisi Maraşlı. Bunun altını özellikle çiziyorum. Alevî inancına sahip bir dostum. Yardım TIR’larını Adıyaman’a gönderdiklerini söyledi. ‘’Niye Adıyaman?’’ diye sordum. ‘’İki nedeni var’’ dedi. Bir tanesi, buralarda Maraşlı çok zengin var. Az çok Maraşlıların elinden tutan var. Ama Adıyaman neredeyse sahipsiz kaldı. İkinci bir nedeni daha var. Ben özellikle Adıyaman’ı seçtim.

Deprem ve toplumsal birliktelik

Çünkü aramızdaki o Sünnî-Alevî duvarı biraz daha yıkılsın, bizim onlara koşmamız lazım’’ dedi. Aslında benim yıllardır savunduğu bir duyguydu bu. Bu duyguyu sağlayabiliriz. Mesele ülkemiz olduğunda, kimliğine, inancına, mezhebine, yaşam tarzına bakmamayı öğrenmek çok kolaymış. Buradaki en büyük sorunumuz, Türkiye’de, bu depremle oluşan bu toplumsal birlikteliği temsil edecek bir siyasetin henüz olmaması. Sadece temsil etmek değil, alıp büyütecek, yüceltecek, topluma daha da yayacak, daha da kalıcı hâle getirecek bir siyaset anlayışı. Bence, siyaset ne yazık ki bu birliktelik duygusunun önünde hâlâ bir engel gibi duruyor.

Ruşen Çakır: Kendi gözlemimi aktarayım. Bu olayın yaşandığı coğrafya, sığınmacıların sayısının en yüksek olduğu yerler. Hatay, Osmaniye, Kilis, Gaziantep, Urfa… Bu olayla beraber, zaten teşvik edilen, kışkırtılan o sığınmacı karşıtlığının daha da tırmanmasına çok elverişli bir zemindi. Hatta bunun için açık açık Zafer Partisi başta olmak üzere bayağı bir çalışma da yaptılar, yapanlar da oldu. Özellikle Hatay çevresinde çıkan yağma haberleri genellikle Suriyelilere atfedildi ama açıkçası, ben o kadar büyük bir şey görmedim. 

Levent Gültekin:  Bence de. Suriyeliler de mağdur. Orada mazlum durumda o insanlar. Evini yurdunu terk etmiş gelmişler. Deprem altında kalmışlar. Doğal olarak burada kendilerini misafir gibi hissediyorlar. Belki dönüp bakılmayacağını hissediyor. Evet, belki ister istemez sahipsiz kaldılar çadır kentlerde, uzaklarda. Mesela, bütün kışkırtmalara rağmen, mesela Ümit Özdağ’ın yaptığı provokasyonlara tepki verenlerin sayısı çok yüksekti sosyal medyada. Ayrımcılık vurgusu yapanlara karşı tepki çok yüksekti. Bu, olağanüstü bir şey. Ben o kadar umutlandım ki. Bir taraftan depremin acısını yaşarken, bir taraftan da böyle tepkiler.

Toplumun fay hatları: İktidar ne yaptı?

Bir muhafazakâr dindar bir arkadaşımla konuşuyorum. Bana dedi ki: ‘’Deprem bölgesine gittim. Saçları uzun, dövmeli, küpeli gençleri gördüm, harıl harıl çalışıyorlar. İnanılmaz etkiledi bu beni’’ dedi. Çünkü Türkiye’de yıllardır şöyle bir duygu vardı: Bu gençler apolitik. Hayatla ilgilenmiyorlar, ülke ile ilgilenmiyorlar. Şimdi bu yıkıldı. Bu ülkenin gençleri, enkaz altındaki vatandaşları için seferber oldular. Şimdi bu çok çok kıymetli bir şey. Dediğim gibi, kimse kimsenin kimliğine bakmadı. ‘’Bu Kürt’tür, bu Alevî’dir, bu dindardır, bu başörtülüdür’’ demedi. Elinde olan her şeyi seferber etti. Mesela şunu da duydum: Bir tanıdığım evine mobilya almış, marangozda çalışan bir cila ustası, mobilyayı getirmekte gecikmiş. Niye geciktiğini sormuş ustaya.

Bir pikap aracı varmış, onu satıp deprem bölgesine yardıma gitmiş. Beni en çok etkileyen tweetlerden birini gördüm. Yurtdışında yaşayan bir kadın yazmış. ‘’Ben 20 yıldır yurtdışında yaşıyorum. Türkiye ile bir bağım kalmamıştır diye düşünüyordum. Fakat 10 gündür uyuyamıyorum. Demek ki benim bütün canım, duygum, hâlâ o ülkede. Bu kurtarma duygusunu siyasette gösterebilmiş olsaydık, Türkiye bugünlere gelmezdi. Biz ülkemizi bu tek adam rejiminden, bu yıkımdan, demokrasiden, hukuktan uzaklaşmaktan, kurumların çürümesinden… Ben hep ülkenin gasp edildiğini söylerdim. Bütün programlarımda Tek Adam rejimini ülkeyi gasp etmek olarak tanımlardım. O yüzden, ancak el ele verirsek buradan çıkabileceğimizi söylüyordum.  Salona gelmekten kastım, birbirimizi yenmek üzere değil, odalar arası rekabet değil, parti rekabeti değil. Biz bu ülkedeyiz. Diyarbakır’da birinin burnu kanadığında burada uyuyamıyoruz. Hatay’da enkaz altında bir çocuk sesi duyduğumuzda, hiçbirimiz sabaha kadar uyuyamıyoruz. Biz bir bütünüz. Hatay’ıyla, Diyarbakır’ıyla, Edirne’siyle, Kars’ıyla Konya’sıyla, Dersim’iyle bir bütünüz.

Ruşen Çakır: Peki, bu konuda iktidar ne yaptı?

Levent Gültekin: Sadece iktidar değil. Siyasetçiler bu duyguda değiller. 

Ruşen Çakır: Teker teker gidelim. 

Söylemek ve yapmak arasındaki fark

Levent Gültekin: İktidarı ayıralım. İktidarın tabanı var bence onların da canı yandı. Mesela bugün Serdar Akinan’ın attığı bir tweet var: ‘’Burada muhafazakâr vakıflar gece gündüz koşturuyorlar, gözlerimle gördüm’’ diyor. Muhafazakarlar da koştu. AK Parti seçmeninin de canı yandı. Ama siyaset meseleyi çıkara döktüğü için… İktidarın tek bir dedi var: Pozisyonunu korumak, hatalarını, ihmallerini unutturmak ve görmezden gelmek. Ben burada siyasetçiler anlamında konuşmuyorum.

Burada ortaya bir tablo çıktı: Biz AK Parti’liler, HDP’liler, CHP’liler, bütün partiler, Alevîler, Kürtler,  dindarlar istersek el ele verebiliyormuşuz, istersek destan yazabiliyormuşuz, istersek omuz omuza, cebimizdeki son kuruşu birbirimize harcayacak bir duyguya gelebiliyormuşuz istersek. Ve üstelik farklılıklarımızı da koruyarak. Mesela kimse ‘’Bir dakika abi bu Kürt. Ben bununla yan yana gelmeyeyim’’ ya da ‘’Bunun başı açık ben onunla yan yana gelmem’’ demedi. Bir video vardı, görmüşsündür. İstanbul’da Nişantaşı’nda yüzlerce metre uzunlukta bir insan zinciri. Elden ele yardım kolisi yükleniyor kamyonlara. Orada başı açık olan da var, ‘’laikçi teyze’’ de var. Zaten bu duyguya gelebilseydik… 

Önceliklerimiz

Bence birinci önceliğimiz, ülkemizi ayağa kaldırmak. Türkiye tek adam rejimine geçmekle, enkazın altına sürüklendi. Hukukun, demokrasinin olmadığı, kurumların olmadığı bir ülke, enkazın altına sürüklenmiş bir ülke demektir ki şu ânda onun faturasını ödüyoruz. O Tek Adam rejimine, demokrasiden, hukuktan uzaklaşmaya yöneldiği an, mahalle kültürünü, parti taraftarlığını bir tarafa bırakıp, o duyguyla hareket etmemiz lazımdı. İktidar da bunu yapamadı bana göre, muhalefet de… 

Ruşen Çakır: Söylediklerini çoğunu Kılıçdaroğlu da söylüyor. Bugün de söyledi. 

Levent Gültekin: Söylemekle yapmak arasında fark var. Ben Kemal Bey’i çok şaşkın bir şekilde izliyorum. Türk siyasetinde tanıdığım en kibar, en hoşgörülü, en nazik siyasetçilerin başında Kemal Kılıçdaroğlu geliyor. Kendisini o kadar çok eleştirmişimdir ki. Ama karşılaştığımızda, tek bir gün bile kendisinde en küçük bir yüz ekşitmesi görmemişimdir. Çünkü hoşgörülü, kibar bir siyaset anlayışı var. Fakat Kemal Bey’in bunu bırakıp da Erdoğan’a benzeme çabasını anlamıyorum. Böyle meydan okuyan, ‘’erkekseniz gelin beni tutuklayın’’ diyen tavrını doğru bir siyaset olarak görmüyorum. Dirayetli olmakla, kararlı siyaset yürütmekle, kaba ve kavgacı olmak arasında bir çizgi var. Kemal Bey, bulunduğu yerde sağlam durmak, iktidara taviz vermemek, iktidarın suçlarını görmezden gelmemek, iktidara ortak olmamak konusunda doğru şeyler yapıyor. Ama bunları yaparken kullandığı üslubu Tayyip Erdoğan’a benzeme çabası olarak görüyorum. Çünkü üzerine oturmuyor. 

İyiliğin önemi

Bir de, siyasetçiler ne kadar iyi niyetle çalışırlarsa çalışsınlar, doğal olarak yaptıkları her şey üzerlerinde üniforma olduğu için, toplum onları parti çıkarı olarak algılıyor. O yüzden, partilerden bağımsız olarak söylüyorum: Biz bu duyguyla yeni bir Türkiye yaratabiliriz. O hippi dedikleri, uzun saçlı, küpeli gençlerin katılımı, canını siper edercesine koşturan… Demin öreğini verdiğim Alevî bir iş adamı arkadaşımın yaptığı. Aklına ‘’Ben yardımı Adıyaman’a göndereyim’’ diyor. Niye? ‘’Çünkü orada Alevîlerle Sünnîler arasında bir önyargı varsa, hem onu kırmamıza yarar hem de Adıyaman biraz sahipsiz kaldı. Çünkü ünlüler daha çok Hatay’a ağırlık verdiler. Maraşlı zengin iş adamları yurtdışında çok fazla, Maraş’a oradan yardım gidiyor’’ diyor. Biz bu duyguyla yepyeni bir ülke yaratabiliriz. Bence topluma bakmamız lazım. Toplumun da kendisine bakması lazım. 

Burada yapmamız gereken tek bir şey var. Siyasi taraftarlıktan vaz geçmemiz gerekiyor. Bir partiye oy verebiliriz, bu çok başka bir şey. Ama bu partilerin kulu kölesi, taraftarı olmaktan uzaklaşmamız gerekiyor. Şunu bilmemiz lazım: A partisinden bana daha yakın olan, Hatay’da enkazın altında kalan vatandaş. B partisinden bana daha yakın olan, Adıyaman’daki…

Ütopik mi?

Ruşen Çakır: Ama bu söylediğin bana biraz…

Levent Gültekin: Ütopik mi geliyor?

Ruşen Çakır: Her şeyiyle siyaset. Daha düne kadar, seninle burada ‘’Aday kim olacak?’’ meselesini tartışıyorduk. 

Levent Gültekin: Tamam. Ama bu duygumuz olmadığı için. Mesela, biz bu depremde kimin önde olacağını tartıştık mı? ‘’Kim biraz daha fazla ön planda?’’ dedik mi? Hayır. Herkes koştu. Kimin gücü neye yetiyorsa.

Ruşen Çakır: Koşmayanlar da var. 

Levent Gültekin: Tabii, koşmayan da mutlaka vardır. Ama iyiliğin çok daha yüksek olduğunu gördük. Diyelim ki 3 yağma varsa, milyon tane yardım var. Yardımı değil, yağmayı yüceltmek doğru değil. Tabii ki her şeyiyle siyaset. Ben de böyle ütopik bir hayâl kurmuyorum. Biz değişirsek siyaset değişir. İyiliği yüceltirsek, siyaseti iyiliğe yöneltiriz. Biz kendi aramızda particiliği, taraftarlığı bırakırsak, siyasetçileri de ona yöneltiriz. Biz kendi zihnimizde Alevî, Kürt, Atatürkçü, dindar, muhafazakâr ayrımını kaldırırsak, siyasetçileri de ona zorlarız. ‘’Türkiye birinci önceliğimiz. Vatanımız olmazsa biz olmayız. Türkiye ayakta kalmazsa, Alevîliğin bir anlamı yok, dindarlığın bir anlamı yok, Kürtlüğün bir anlamı yok’’ diyecek duyguya gelirsek, HDP’yi de, CHP’yi de, herkesi de hizaya getiririz.

Toplumun fay hatları: “O” fotoğrafın hatırlattıkları

Ruşen Çakır: Seni dinlerken gözümün önüne Deniz Baykal’ın cenazesindeki o fotoğraf geldi. 

Levent Gültekin: Doğru. 

Ruşen Çakır: Daha birbirinin elini sıkamayan siyasetçiler…

Levent Gültekin: Onlar bizi temsil etmiyorlar. Tayyip Erdoğan Türkiye’yi temsil etmiyor. Bence Kılıçdaroğlu da Türkiye’yi temsil etmiyor, Meral Hanım da. Siyasetçiler Türkiye’yi temsil etmiyor. Siyasetçilerin tamamı, o canını dişine takan 25 yaşındaki gencin gerisinde kaldılar. Onların tamamı, bir ineğini satıp, yardımı deprem bölgesine gönderen o 70 yaşındaki teyzenin arkasında kaldılar. Siyasetçilerin tamamı, Kars’ın Digor ilçesinde toplanıp, belki 1 aylık yiyeceği ile ekmek pişirip deprem bölgesine gönderen o kadınların gerisinde kaldılar. Siyasetçilerin tamamı,  Londra’daki iş adamı arkadaşımın gerisinde kaldılar. 

Bir tarafta insanlar ağlıyor, gördük bunları değil mi? Yunanistan ekibi enkaz altından bir çocuk çıkardığında, insanlar ağlıyor. Bir tarafta bu var. Ama bir tarafta da, kendi halkına, ‘’sürtük’’, ‘’sırtlan’’, ‘’şerefsiz’’ diyen Devlet Bahçeli var. Biz nerede konumlanacağız, buna karar vermemiz lazım. MHP’lilerin şunu düşünmesi lazım: ‘’Ben kimin yanında duracağım? Ben Hatay’da gece gündüz bana ekmek taşıyan Ahmet Şık’la mı aynı duyguyu paylaşıyorum yoksa depremde ortalıkta tek bir gün gözükmeyen MHP ile mi aynı duyguyu paylaşıyorum’’. Bence buna karar vermeleri lazım. Ya da ‘’Ben, kapı kapı dolaşan Garo Paylan’la mı kendimi daha yakın hissediyorum, yoksa Tayyip Erdoğan’ın yanında poz verip, çocuklar kazakla dururken atkılarına sarılan o ‘’godaman’’ siyasetçilerle mi daha yakınım?’’ Her birimizin oturup ‘’Bu siyasetçiler bizi temsil etmiyor’’ diyecek duyguya gelmemiz lazım.

Ruşen Çakır: Sözünü kesiyorum ama Garo Paylan’ın 2018’de Meclis Genel Kurulu’nda imar affı ile ilgili yaptığı konuşma.

Garo Paylan’ın konuşması

Levent Gültekin: Tabii. Bütün bunlar bize şunu gösteriyor. Mesela Garo’ya ‘’Ermeni’’ diyorlar, değil mi? Ama Mecliste bu ülkenin evlatlarını düşünen bir konuşmayı, bir Ermeni yapmış. CHP’liler oy vermişler imar affına. Şimdi bağırıyorlar ama oy vermişler.  Bu ülkeyi en çok sevdiğini söyleyen AK Parti, imar affını çıkarttı, reklamını yaptı. MHP ‘’Evet’’ oyu verdi. ‘’Kim bizim iyiliğimizi istiyor, kim bizimle?’’ diye dönüp bakmamız lazım. Çıkar için söylemiyorum. Muhalif olabilirsin, çıkar için toplumun yanında gözükebilirsin. Hayır, ben değerleri savunmaktan bahsediyorum.

Garo Paylan’ın oradaki konuşması bir siyasi propaganda değil, bir değer savunmasıdır. Ne diyor orada? ‘’Hırsızlığa, kaçakçılığa göz yummayalım. Halkımız enkaz altında kalır.’’ Mesela biraz önce bahsettiğim Londra’daki arkadaşım. Kimse yaptığını duymuyor, değil mi? Siyasetçi değil. Kimsenin oyunu istemiyor, kimsenin parasına talip değil. Ama kendi iç duygusuyla diyor ki: ‘’Yardımları Adıyaman’a göndereyim de Alevî-Sünnî arasındaki o duvar biraz kırılsın’’. Bu duygu ülkeye sahip çıkma duygusu. Benim söylediğim bu. Biz dönüşürsek, siyasetçileri dönüşüme zorlayabiliriz. Biz şu deprem ortamında ‘’Bir dakika, ne yaptık? Büyük bir destan yazdık’’ duygusuna sarılırsak… Bize dediler ki: ‘’Dünyada Türk’ün dostu yok’’. Ama Ermenistan ekibi geldi, çocuğumuzu enkazdan çıkarırken ağlıyor Ermenistanlı kurtarıcı. İsrail, Macaristan, Polonya, Katar, Azerbaycan… Dünyanın birçok ülkesi seferber oldu. ‘’Biz medeni ülkelerin bir parçası olabiliriz. İnşallah o ülkelerin başına böyle bir şey gelmez, ama olur da gelirse, biz de koşacağız onlara. Hepsine çok teşekkür ederiz’’ diyebiliriz. 

Levent Gültekin: “Kemal Bey de artık toplumun gerisinde kaldı”

Mesela dün, Almanya’ya dönen Alman kurtarma ekibini karşılayan Türkleri gördüm. Gurur duydum oradaki Türklerle. Biz böyle bir millet olmalıyız. Ne kadar kibar, ne kadar olağanüstü bir duygu: ‘’Ülkemize gittiniz, çocuklarımızı kurtarıp geldiniz. Teşekkür ederiz’’. Havaalanında sizi çiçeklerle karşılayıp, teşekkür edecek kadar nazik olmak. Bizim, bu çağdışı siyasetçileri buraya çekmemiz lazım. Çağdışı bunların hepsi. Daha depremin olduğu dakikadan itibaren ‘’Ben bunları deftere yazıyorum. Günü geldiğinde o defteri açacağım’’ diyen Tayyip Erdoğan da çağdışı, bir hafta boyunca susup, ertesi gün çıkıp ona buna hakaret eden, ağzına gelene küfür eden Devlet Bahçeli de çağdışı. Bence, kendi hoşgörülü, medeni çizgisini bırakıp, bağırmayı, çağırmayı, tehdit etmeyi siyaset zanneden Kemal Bey de artık toplumun gerisinde kaldı. Ne yazık ki. Ümit Özdağ gibi…

Videosunu izlerken utandım. Türkiye’de siyaset yapıyorsun. Bir konuşmasını izledim, aklım almadı. Diyorlar ki: ‘’Sen bir gence iftira attın. ‘’Suriyeli’’ dedin, ‘’hırsız’’ dedin, ‘’yağma yapıyor’ dedin. Suriyeli olmadığı, hırsız olmadığı, yağma yapmadığı da ortaya çıktı. Özür dileyecek misiniz?’’ Ben niye odan özür dileyeyim? Suriyeli gibi giyinmeseydi’ diye cevap veriyor Ümit Özdağ. Utanır insan. Bu adamın Türk siyasetinde kalmaması gerekiyor. Bizim bu tip kötülükleri toplum olarak dışarıya kusmamız lazım. ‘’Adıyaman’ımızı yeniden onaracak Reisimiz var’’ diyen Mehmet Metiner’i de kusmamız lazım. Bunu parti çıkarına gözeten bir CHP’liyi de kusmamız lazım, çıkarcılık yapan HDP’liyi de kusmamız lazım ve şöyle dememiz lazım: ‘’Ya adam olursunuz, değerlerinizle, yaklaşımınızla bizi temsil edersiniz…’’ Siyasi rekabet tabii ki olur. Ama önce ülkeyi bu enkazdan çıkaralım; bu birlikteliği kuralım

Seçimler ertelenir mi?

Ruşen Çakır: Sen öyle diyorsun ama Türkiye’nin gündeminde seçimlerin ertelenmesi meselesi var. Sen ciddiye alıyor musun bu meseleyi?

Levent Gültekin: Ciddiye alıyorum. Buraya gelmeden önce biraz araştırdım. Şimdi o sıcak duygudan, pat diye siyasetin çürümüşlüğüne geçtik. Aslında çok tedirginim. Çünkü büyük bir toplumsal çürüme var. Toplumsal dediğim, değerler anlamında. Kurumlar, siyasetçisi, bürokrasisi,  imar affından faydalanan toplumsal yapı. Şimdi o çürümenin ağır faturasını ödüyoruz ve bence, bunun faturaları giderek artacak. Önümüzde, Türkiye’nin bir enkazdan çıkması için -Tek Adam rejimini ‘’enkaz’’ olarak tanımladığım için enkaz diyorum- seçim bir fırsattı bizim için. Kırmadan, dökmeden, yıkmadan çıkma ihtimalimiz vardı. Şimdi bu deprem işleri bayağı zorlaştırdı. İktidarı köşeye sıkıştırdı. Aldığım kulis bilgilerine göre de iktidar henüz bir karar verebilmiş değil. Ertelemeyi bir çözüm olarak görmüyor, fakat vaktinde seçim yapmayı da bir çözüm olarak görmüyor. Ertelemeyi yaparsa ekonomiyi tutamayacağını düşünüyor. Erteleme yapmazsa, depremde oluşan öfkeyi yönetemeyeceğini düşünüyor. Bu bir sıkışmışlık hâli. Ben -Ben Tayyip Erdoğan’ın belki 15 gün, 1 ay, havayı döndürüp döndüremeyeceğine bakacağını düşünüyorum.

Bülent Arınç’a çok yakın bir kaç arkadaşım vardı; buraya gelmeden önce, onlarla konuştum. Bir arkadaşım, Bülent Arınç’ın açıklamalarının şahsi görüşü olduğunu, kesin bilgi olarak söyledi.

Ruşen Çakır: Ben de öyle tahmin ettim. 

Levent Gültekin: Samimi olarak ülkenin içinde bulunduğu duruma bakarak, seçimi ertelemeyi uygun bulduğunu…

Ruşen Çakır: Durumdan vazife çıkarmış yani.

Levent Gültekin: Evet. Hatta Cuma günü, seçim tartışmaları ile ilgili düşüncelerini daha açık bir şekilde Gürkan Zengin’e yorumlayacakmış diye duydum. Nerede program yapıyor bilmiyorum.

Ruşen Çakır: YouTube kanalı var. 

Erdoğan ne yapacak?

Levent Gültekin: Seçim ertelenir mi? Ertelenebilir. Çünkü iktidar sıkıştı Türkiye de sıkıştı. Ama Türkiye açısından seçimi ertelemek korkunç bir tehlike. Eğer seçim 1 yıl ertelenirse, ben artık Türkiye’nin seçim defterinin kapanacağını düşünüyorum. Eğer seçim ertelenirse, iktidar bir yıl sonra bu işin üzerine yatar anlamında söylemiyorum. Türkiye 1 yıl içerisinde yaşayacak benzer yıkımlarla, felaketlerle, her gün biraz daha… Çünkü ekonomisi, tarımı, demokrasisi, hukuku, kurumları enkaza dönüşmüş bir ülkenin kolay kolay belini doğrultması, toplumsal bütünlüğünü sağlaması yahut yarın ya da 3 ay sonra bir yerde başka bir deprem, yine bir enkazla karşılaşacak olmamız… Ben meseleye biraz böyle baktığım için ‘’Devlet gasp edilmiş, bu gaspı bir an önce sonlandırmanın yolunu bulmamız lazım’’ diye hep böyle feveran halde konuşuyordum. Hepimizde bir rehavet vardı. ‘’Sandık gelecek, bu işten kurtulacağız’’ diye bir rehavet vardı hepimizde ama böyle olmuyormuş, o çıktı ortaya.

Bence, Erdoğan belki 20 gün,1 ay havayı dönüştürüp dönüştüremeyeceğine bakacak. Aldığım duyumlara göre, bu deprem sürecinde muhalefet içerisinde de bir uyuşmazlık, bir ayrışma olduğunu biliyorum. Kemal Bey, diğerlerinden biraz farklı bir çizgi izledi. Mesela ben Meral Hanım’ın doğru yaptığını düşünenlerdenim. Bence Meral Hanım deprem bölgesinde daha ağırbaşlı, daha olgun bir tavır sergiledi. Ama bu, şu demek değil. Dikkat ettim, sosyal medyada Meral Hanım’a ‘’niye suskunsun, niye itiraz etmiyorsun?’’ tepkileri geliyor. Suskunluk itiraz etmemek değil. Tabii ki itiraz edilir, iktidarın yaptığı ihmaller tabii ki anlatılır. Ben ‘’Deprem dönemindeyiz, siyaset yapmayalım’’ diyenlerden değilim. Depremin yarattığı felaket, oradaki ihmaller, imar affı, tedbir alınmamış olması, depremden sonraki organizasyonluk, bunların hepsi siyaset. 

Ama bunu böyle tehdit diline vardırmadan, kavga etmeden, meydan okumadan… Mesela bence Meral Hanım’ın ‘’ Devlet enkaz altında kaldı’’ cümlesi çok önemliydi. Çünkü bu iktidar hakikaten, sadece Hatay’ı, Maraş’ı Antep’i değil, Türkiye’yi enkaz altında bıraktı.

Anayasa nerede?

Ama seçimi ertelemeye karar verirlerse, ne yapılacağını bilmiyorum. Mesela ‘’Seçim ertelenirse bu bir sivil darbe olur’’ yorumları yapılıyor, sen de görmüşsündür. Bence iktidar, Anayasayı hiçe sayarak sivil darbeyi yıllar önce yaptı zaten. ‘’Tayyip Erdoğan ‘’Anayasayı dinlemiyorum’’ demedi mi? Dedi. Referandumda mühürsüz oyları kabul etti. O da bir sivil darbeydi. 2015 seçimlerinde çıkıp ‘’muhalefete hükümeti kurma görevi vermiyorum’’ dedi. Bana göre o da bir sivil darbeydi. O darbelerde de hiç bir şey yapmadın, alan verdin. Şimdi diyorlar ki ‘’sivil darbe’’. Muhalefetin önünde tek şık kalıyor. Eğer iktidar, YSK eliyle seçimi ertelemeyi, bu kanunsuzluğu isterse…

Çünkü öyle bir Anayasa yok ortada. Kimsenin de ‘’şuna uy’’ diyecek bir durumu yok, muhalefete tek seçenek kalıyor: Toplumsal muhalefeti iktidarın karşısına dikmek. Çünkü sözle, itirazla iktidarı durduramayacaklar, o belli. Muhalefet buna yönelir mi? Diyelim ki sine-i millete dönmek, Meclisten çekilmek, büyük ortak mitingler yapmak, iktidarı seçime zorlamak… Deprem psikolojisinin olduğu bir ortamda toplumda bu nasıl bir yankı uyandırır, bunu da bilmiyoruz. O yüzden ben bir sıkışmışlık görüyorum. Ama bütün bu sıkışmışlığa rağmen, bu depremde toplumda ortaya çıkan bu duyguyu da çok yüksek bir umut olarak görüyorum. 

Ruşen Çakır: Umarım bu umudun boş çıkmaz. Seninle belki de en kısa yayınımızı yapmış olduk. Güzel bir yerde bırakalım. Her şeyi de konuştuk. Çok teşekkürler Levent.   

Levent Gültekin: Ben teşekkür ederim. 

Ruşen Çakır: Levent Gültekin’le toplumun fay hatları meselesini konuştuk. Levent çok umutluydu. Umarım umutları karşılık bulur ve umarız bu felaketi en az kayıpla en hızlı bir şekilde atlatmış oluruz. Levent Gültekin’e teşekkür ederiz, size de bizleri izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler. 

  • Toplumun fay hatları videosunu podcast olarak da dinleyebilirsiniz.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.