Kemal Can ve Ruşen Çakır ile Haftaya Bakış (153): Akşener’in çıkışı, Kılıçdaroğlu’nun adaylığı

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, Genel İdare Kurulu toplantısının ardından yaptığı açıklamada, “Altılı Masa tek bir adayın tasdiki için çalışan bir noter masasına dönüşmüştür. Ne bir kumar masasında ne bir noter masasında olmayacağız” diyerek masadan kalktı. Akşener, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu ile ABB Başkanı Mansur Yavaş’ı da cumhurbaşkanı adayı olmaya çağırdı.

Millet İttifakı’nın 13. toplantısı dün (2 Mart) Saadet Partisi’nin ev sahipliğinde yapıldı. Toplantı sonrası altı liderin imzasıyla yapılan kısa yazılı açıklamada, “Cumhurbaşkanı adayımız ve geçiş süreci yol haritası konusunda ortak bir anlayışa ulaşmış bulunuyoruz. Genel başkanların partilerinin yetkili kurullarını bilgilendirmeleri sonrası nihai açıklamayı 6 Mart 2023 tarihinde kamuoyu ile paylaşmak üzere Saadet Partisi’nin ev sahipliğinde tekrar bir araya geleceğiz” denildi.

Kemal Can ve Ruşen Çakır, Meral Akşener’in Altılı Masa’dan kalkmasını ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığını değerlendirdi.

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. “Haftaya Bakış”la karşınızdayız. Kemal Can’la birlikte haftanın öne çıkan olaylarını konuşacağız diyecektim, ama bugünü konuşsak bile yeter Kemal. Ne dersin?

Kemal Can: Evet. Öne çıkan ve galiba seçime kadar da önde kalacak mesele bu olacak herhalde.

Ruşen Çakır: Ben hafta sonu Washington’a gittim. Ne yayın yaptım ne bir şey yaptım, tweet bile atmadım. Dün gece döndüm ve kendimi bir kâbusun ortasında buldum. Acayip bir şey… Konuşacak o kadar çok şey var ki, belki de hiçbir şey konuşmamak bile olabilir.

Meral Akşener’in yaptığı açıklamanın birçok boyutu var ve açıklamanın içinde ayrı ayrı ele alınması gereken birçok şey var. Olayın ambiyansı önemli. Akşener çok sert ve çok sinirliydi. Tabiî bir de bundan sonra ne olacağı, ne olabileceği gibi, aslında saatlerce konuşmamız gereken bir husus var. Ama istersen konuları parça parça ele alalım. Meselâ Akşener, Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş’a çağrı yaptı. Bir kere başka bir partinin belediye başkanlarına yapılan çağrı, her şeyden önce siyâseten doğru olmayan bir çağrı. Genel başkanları aday ve onlar da birkaç kere genel başkanlarının adaylığını desteklediklerini zâten söylemişler. Onlara çağrı yapıyor, onları bir tür isyâna teşvik ediyor. Demin sohbet ederken öyle konuşmuştuk.

Kemal Can: Ve onlara bir görev biçiyor. Millet için ve târihsel misyon açısından bu görevi üstlenmeleri gerektiğini söylüyor.

Ruşen Çakır: Bunu daha önce Ümit Özdağ, Mansur Yavaş için yapmıştı. Hattâ bugün bu çağrısını tekrarladı ve Mansur Yavaş’ın aday olması için pazar günü Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı önünde buluşma çağrısı yaptı. Şimdi, Ümit Özdağ’ın en kavgalı olduğu siyâsetçi olan Meral Akşener yaptı. Ben şahsen böyle bir şeyi kesinlikle değerlendireceklerine inanmıyorum. Sen ne dersin?

Kemal Can: Bugünbelediye başkanlarının imzâlı bir açıklaması olacağı söylendi. Biz yayına girene kadar o açıklama çıktı mı tam bilmiyorum. İmamoğlu ve Mansur Yavaş’ın da imzâladığı söyleniyor. 11 büyükşehir başkanının Kılıçdaroğlu’nu destekleyen bir açıklaması olacakmış. Zâten o açıklama da resmî olarak yapılırsa, o çağrının da bir önemi kalmaz. İmamoğlu, bu sabah katıldığı bir canlı yayında, “Adaylığım bir mesele değil. Şu anda elbette genel başkanımız adaydır” dedi. Mansur Yavaş daha önce benzeri bir açıklama yaptı. Meral Akşener, bu gelişme üzerine başka hamleleri bekleyerek mi söyledi? Yoksa kendi pozisyonuna başka birilerini de ortak etmek ve o seçeneksizlik sarmalında yalnız kalmamak için mi söyledi? Yani retorik bir çağrı mı? Bir şey bekleyerek mi çağırdı? Yoksa daha sonra kendisinin ya da partisinin adına aday gösterilecek bir isim için bir zemin mi yarattı? Bilmiyorum.

Ruşen Çakır: Sanki biraz şöyle bir boyutu var: “Biz aslında Altılı Masa’dan bir ortak aday çıkmasına karşı değildik, Kılıçdaroğlu’na karşıydık” diyorlar.

Kemal Can: İşin ilginç tarafı,şimdiye kadar Kılıçdaroğlu’na da, “Karşıyız” dememişti.

Ruşen Çakır: Ama Altılı Masa toplantısında, “Biz İmamoğlu ya da Mansur Yavaş”ı önerdik, ama hiç tartışılmadı bile” deyip masayı terk etmiş. Kemal, her şey bir yana, kim aday olacak? Bir iddiaya göre en büyük ihtimal, İYİ Parti’nin kendi içinden partili ya da partiye yakın bir ismi aday göstereceği. Nasıl 5 yıl önce Meral Akşener kendisini gösterdiyse –bu sefer kendisi olacağını sanmıyorum– yine bir aday gösterecek. Muhtemelen Kılıçdaroğlu aday olduğu için HDP aday göstermeyecek diye tahmin ediyorum. Sonuç olarak, cumhurbaşkanlığı için Erdoğan, Kılıçdaroğlu, İYİ Parti’nin adayı, bir de imzâ toplarlarsa Muharrem İnce gibi birileri olacak. Seçim de ikinci tura kalacak. Görünen o. O zaman buradaki anahtar soru şu: İlk turda İYİ Parti’nin adayına oy vermiş olanlar, ikinci turda kime oy verecek? Ne dersin?

Kemal Can: Tabiî iş kaçınılmaz olarak böyle bir şeye doğru evriliyor. Burada İYİ Parti tamâmen tek başına bir pozisyon mu alacak? Yoksa senin söylediğin gibi başka partilerle birlikte yeni bir zemin mi oluşturacak? Belki dediğin gibi, parti içinden olmayan bir adayı desteklemek gibi bir seçenek de olabilir. Hemen bu gelişme üzerine, dün akşamki krizden hemen sonra, Muharrem İnce’nin “Nerede kalmıştık?” tweet’i atmasından öyle bir sonuç çıkabilir. 

Ruşen Çakır: Ona verilen cevâbı biliyor musun? “ ‘Adam kazandı’da kalmıştık” demiş birisi.

Kemal Can: Dolayısıyla orada sanki seçenekmiş gibi birtakım hamleler duruyor. Ama zaten Meral Akşener’in bu hamlesi, şu an îtibâriyle hem senin biraz önce işâret ettiğin üslûp açısından, hem yaratacağı siyâsî sonuçlar açısından, bir kurucu hamle değil. Dolayısıyla yaptığı çağrıları sonuç almak üzere yapılmış çağrılar olarak görmüyorum. Bundan sonra oluşacak seçenekleri de kurgulayarak yapılmış bir kurucu siyâsî hamle olarak görmüyorum. Bu, reaktif bir siyâsî hamle. Bu reaksiyonun bu kadar sert olmasının nedeni de, aslında bu işin bütün taraflarının, karşısındakinin seçeneksizliğine yüklenerek, onu seçeneksizlikle kendi tezine ya da iki tarafın da birbiri için iddia ettiği gibi dayatmasına mecbur bırakacak bir zorlama ile son âna kadar götürmeleri. Aslında bu tür sıkıştırmalar pek çok alanda yaşanan bir şeydir. Bu tür sıkıştırmalar, karşındakini zorlarken seni de bir mecbûriyete doğru iter. Akşener de, Kemal Kılıçdaroğlu da bunu yaşadı. 

İki yıl boyunca, bu Masa kurulduğu andan îtibâren, o masada konuşulması gereken şeyler masada konuşulmadığı, bunun dışarıdaki faaliyetlerle, dolaylı zorlamalarla sonuç almaya bırakıldığı ve son âna kadar itildiği için ve bu son anda ancak masayı tekmeleyen yıkıcı bir hamleyle finalize olduğu için, etkisi yüksek oldu. Kimse için sürpriz olmadı. Kılıçdaroğlu’nun adaylığı da kimse için sürpriz değil. Neredeyse iki senedir Kılıçdaroğlu’nun aday olma ihtimâlinden bahsediliyor. Hattâ depremden önce, “Aday olma” diye CHP Genel Merkezi’ne giden birileri bile olmuştu. Anketler, “noterlik” tartışmaları uluorta zâten konuşulmuştu. Doğrudan liderlerin ağzından bile bunları duymuştuk. Partinin ikinci sözcüleri, parti mensupları zâten bunu dillendiriyordu. Dolayısıyla, sanki Kılıçdaroğlu’nun adaylığı bu son toplantıda birden sürpriz olarak geldi ve Meral Akşener de buna reaksiyon verdi gibi bir durum yok. Akşener’in bunu istemediği, buna direndiği, “kazanacak aday” argümanı başta olmak üzere çeşitli argümanları ileri sürdüğü biliniyor — ki “kazanacak aday” argümanı başından îtibâren siyâsî olarak sorunlu bir argümandı. Bütün bunları kullanarak îtiraz edeceğinin de bilinmedik bir tarafı yok. Sâdece taraflar ve bunu izleyen herkes, “Sonunda bir ortak nokta bulunacak. Bu mecbûriyetler başka bir tür hamleyi imkânsız kılar, birinden birinin geri çekilmesiyle sonuçlanır” diye düşünüyordu. Ama herkes, kimin geri çekileceği üzerine zorlamasını son âna kadar devam ettirdi ve bu seçeneksizlik bu sonucu doğurdu.

Meral Akşener’in bu kadar yüksek perdeden bunu dillendiriyor olması, biraz bu mecbûriyetle davranmış ve reaktif bir hamle yapmak zorunda kalmış olmasıyla ilgili. Çünkü meselâ kolaylıkla şöyle bir çıkış da yapabilirdi: Diyelim ki bugünkü açıklamada, adaylık meselesindeki gidişâtı doğru bulmayan, teknik bir îtirazda bulunuyor. Şu cümle kolaylıkla kurulabilirdi: “Biz bu yanlışın parçası olmayacağız. Biz yetkili organlarımızda da buna karar verdik, bunun parçası olmayacağız. Umarız bunu değiştirirler, bu yanlıştan dönerler” diyebilirdi. 

Ruşen Çakır: Yanipazartesi günkü toplantıya bir şans bırakırdı.

Kemal Can: Bu bir kurucu hamle olarak okunabilirdi. Ama sonuçta, neredeyse kişisel ihtirastan, zâten Masa’nın bütününü de içerecek biçimde milletin dediğini dinlememe kararlılığına, böyle bir iddiaya, hattâ bir millet târifine vardırılan bir çıkış olduğu zaman, bu seçeneksizliğin bu hamlenin sonrasına da taşındığını görüyoruz. Sonuçta ne yapacak? Bu hamleden sonra “Pardon” demelerine ve dönüş hamlesine imkân vermeyen bir çıkış.

Ruşen Çakır: Seçimin sonuçlarını çok etkileyecek bir hamle olduğu kesin. Hem cumhurbaşkanlığı seçimi hem de milletvekili seçimlerini etkileyecek. Sonuç olarak ittifakla girilecekti, ortak liste üzerinde konuşulacaktı… Böyle bir boyutu var. Bir de şöyle bir boyutu var: Burada, İYİ Parti’nin yaptığını şundan benim çok aklım almıyor. İYİ Parti’nin buradan kazanabileceği ne olabilir? Tamam, diyelim ki, “Biz bu oyuna gelmiyoruz, bu dayatmaya karşı çıkıyoruz” diyorlar. Gururuna yediremiyor, bunu anlıyorum. Ama bu attığı hamleden sonra İYİ Parti ne diyecek? “Ya, tabiî ki Kılıçdaroğlu’nun dayatmasına karşı geldi. Helâl olsun İYİ Parti’ye!” ya da “İYİ Parti’nin adayına!” deyip gidecek kaç kişi olur? Ama tam tersine, “Bunca zaman birlikte hareket ediyoruz dediniz, niye bozdunuz? Yok muydu başka yolu?” diyecek olanın sayısı daha fazladır.

Bir başka husus da şu: İYİ Parti’nin merkezde yerleşme iddiasını güçlendiren hususlardan birisi de, Altılı Masa’da ve daha önceki belediye seçimlerinde gösterdiği ittifak yapabilme potansiyeliydi. Şimdi, yaptığı bu hamleyle İYİ Parti kendi geleceğini de çok ciddî bir şekilde riske attı. Benim en çok kafamın takıldığı yer burası. Bütün argümanlarını zâten biliyorduk, îtirazlarını biliyorduk. “Noter” meselesini zâten söylemişlerdi. Ama bu kadar kestirip attığın zaman nereye gideceksin? Pireye kızıp yorgan yakmak gibi bir şey oldu. Kendisinin üzerinde de yorgan kalmıyor ki. Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçilme ihtimâlini iyice düşürüyor, tamam. Ama öteki taraftan, İYİ Parti’nin bir câzibe merkezi olma şansını da yok ediyor. Çok alenen yanlış yapmış birisine, “Yok kardeşim, ben seninle daha fazla yürümüyorum” diye karşı çıkıldığı, “Helâl olsun” denecek bir durum yok. İnsanlar “Bir yıl boyunca niye konuşmadınız?” diyecek. Ortada yapılmış çok büyük bir yanlış, ahlâksızlık yok. Bir sorun var, tamam, ama bu sorunlar bu kadar sert bir kopuşu gerektirmiyor. Bence siyâseten burada herkes kaybedecek, ama en çok kaybedecek olanın İYİ Parti olduğu kanısındayım.

Kemal Can: O “kazanacak aday” kavramından başlayan mesele şu: Kazanacak adayı belirlemek ve bu belirleyicilikle sağlanacak kazanç için yola çıkıp, kaybedecek adayı kaybettirmek ve bundan en az zararla çıkmaya çalışmak gibi bir seçeneğe sıkışmış durumda. Daha doğrusu hem önemli parçası olacak, hattâ diğer küçük bileşenleri de elimine ederek belirleyici aktör hâline gelecek, hem kazanan adayı belirleyecek hem sonrası için büyük bir siyâsî avantaj elde edecek biri olmak için yola çıkıp, şu anda, kaybettiren ve kendisi de kaybeden biri olmak seçeneğine sıkışmış durumda. Ama buna gelirken de o kazan-kazan zorlamasının bunu sağlayamayacağını gördükten sonra yaptığı siyâsî hamle, aslında zarardan kâr etmeye çalışmak. Çünkü tezlerden biri neydi? İYİ Parti’de, “Kılıçdaroğlu’nun kazanma riski var, ama Kılıçdaroğlu’nun adaylığından en çok kaybeden biz olacağız” tedirginliği vardı. Hattâ aday popülaritesinin yanında, Kılıçdaroğlu’nun adaylığı durumunda İYİ Parti’nin oy kaybını gösteren birtakım anketler koyuyorlardı. “Biz kaybediyoruz. Biz kaybettiğimiz için bu seçeneğin arkasında duramayız. Çünkü bu hem muhâlefetin toplam kaybını hem de bunun içerisinde bizim kaybımızı gösteriyor. Dolayısıyla biz bunun parçası olamayız” diyorlardı. Bunu değiştirmek yerine bu denklemi değiştirmeye yöneldiler. Bu denklem değişmeyince, bu sefer, senin dediğin anlamda, buradan siyâsî ve bence seçim sonucu açısından da önemli bir kayıp alabileceği bu hamleye kendini mecbur hissetti. Partisindeki baskı buna mecbur bıraktı diye düşünüyorum. 

Ruşen Çakır: Ben hep söylüyorum ya? “Muhâlefetin kaybetmesi mûcize, ama bu mûcizeyi gerçekleştirmek için ellerinden geleni yapıyorlar”. Sonuçta burada Erdoğan’ın aleyhine bir şey yok. Birisi kazandıysa o da Erdoğan, öyle değil mi? Buradan iktidar çok şey elde etti. Bir kere, Erdoğan bu zamâna kadar yaptığı bütün Altılı Masa küçümsemelerinde, “Bakın, ben haklı çıktım. Daha bir arada oturamıyorlar bile” lâfını rahatlıkla söyleyecek. Ondan sonra kafası karışan insanları avlayabilecek. Bu, ona ya da bir başkasına oy verip vermeme meselesi değil, bâzı insanların sandığa gitmemesine yol açabilecek bir hamle. Bu tür kopuşlar sonucunda, inadına Kılıçdaroğlu’na verenler ya da “Tabiî ki Kılıçdaroğlu’na vermeyeceğim. Onun dışında kime verirsem veririm” diyenler olacağı gibi, çok sayıda insanın da, “Eski tas, eski hamam. Nasıl olsa bir şey değişmeyecek. Nasıl olsa kazanamayacaklar” duygusuyla, muhâlefete meyyal olup oy vermelerini engelleyecek.

Bir de meşhur kararsızlar vardı ya? Herkes onun derdindeydi. Kararsız şimdi niye buraya gelsin ki? Diyelim ki kararsız. AKP’ye oy veriyordu ama sonra AKP’ye oy vermeyi düşünmüyor ve muhâlefete, Altılı Masa’ya bakıyordu. “Acaba?”diye kafasından bir soru geçiriyordu, “Akşener mi, Babacan mı?” diyordu. Şimdi niye gelsin ki? Böyle acayip bir şey oldu. Çok garip bir şekilde her hâlükârda tamâmen iktidâra yarayan bir şey oldu.

Kemal Can: Zâten şimdi şöyle bir tablo ortaya çıkacak. Asıl bundan sonraki sürecin nasıl yürütüleceği önemli. O yüzden bugünkü açıklamanın sertliği ve dozu önemli. Çünkü bundan sonra, kendi zarârını minimize etmek için nasıl devam edeceği kritik. Zâten bir zarar olduğu açık. O zarârı göze alarak bu hamlenin yapıldığı da açık. Yani hem birilerine zarar veriyor hem kendine zarar veriyor. Çünkü “kazanamayacak aday” kavramı etrâfında bir yıldır yürütülen kampanya; zâten bir aday yıpratma kampanyası olarak, başka hiçbir şeye ihtiyaç duymadan yürütülen çok kuvvetli bir kampanya. O kampanya yürüyordu. Bir de bugün üstüne, tamâmen kişisel egolar ve kişisel küçük hesaplarla davranan bir aday profili çizildi. Daha da ötesi –gerçi Akşener bugün öyle bir şeyi çok îmâ etmedi ama–, İYİ Parti çevrelerinde “milletin irâdesi” vurgusunun altında milleti târif ediş biçiminde ve “Biz hep aynı yerdeydik” diye bir târihsel sıralama yaparken, bazı noktalarda yaptığı vurgu, açıkçası bize şunu düşündürtüyor: Bundan sonra zarârını aza indirmek için, kaçınılmaz olarak CHP ya da Kılıçdaroğlu’nun arkasındaki kampanyaya bir baraj koyması gerekiyor. Çünkü CHP’den İYİ Parti’ye geçmiş bir oy var. Onu durduracağı temel argümanlardan birinin, “HDP bize tercih edildi” gibi bir iddia olması ihtimâli, bütün muhâlefetin içinde ve senin söylediğin gibi iktidârın kullanabileceği kozlar açısından, birdenbire çok daha yıkıcı bir şeye yol açabilir. Zâten –HDP için– “masanın altındaki aktör” söylemine, Akşener olmasa bile İYİ Parti içerisinde buna çok yakın olan, bunu dillendirecek sözcülerin olduğunu biliyoruz. Kampanya böyle bir şeye evrilirse, eğer kendileri bir aday çıkartırsa ve çıkartacakları aday böyle bir dile yönelirse, bu başka bir efekti yaratacak. Yani konu şu anda sâdece ne kaybedildiği değil, kaybedilecek bir şeylerin daha olduğu. Biraz daha yol var.

Ruşen Çakır: Kılıçdaroğlu’na yakın birisiyle konuştum. “Bildiğim tek bir şey var” dedi. “Ne?” dedim. “Seçim 14 Mayıs’ta olacak” dedi. Sence bu olayların neresinde iktidârın dahli vardır? Bir şekilde dahli olduğu kesin. Genellikle İYİ Parti üzerinden bakılıyor. Hattâ kimileri “Truva atı” dedi. Bunun haklı çıktığını söylüyorlar. Ama ben şunu da düşünüyorum: CHP’yle İYİ Parti arasındaki pazarlığın bir türlü gerçekleşememiş olması, meselenin neredeyse son güne bırakılmış olmasında, bence CHP’nin içerisindeki birtakım insanların da payı var. Bu böyle tek başına bir kişinin sorumluluğunda olan bir şey değil. Meselâ diğer partiler Kılıçdaroğlu’nun yanında durdular ve Meral Akşener “Kılıçdaroğlu onlara bir şey verdi” îmâsını yapıyor. “Küçük pazarlıklar” dediği hikâye de bu. Meselâ diğer partiler bir güç olsaydı gerçekten, bu olay kopmadan müdâhil olabilirlerdi. Diyelim ki Kılıçdaroğlu ile Akşener bir kopuşa doğru gidiyor. Gelin, müdâhil olun, bir şey yapın. Niye varsınız? Çok garip bir durum. Sonuçta iktidârın ne derece dahli var bilmiyorum, ama bence kesin bir şekilde dahli var ve bunu hızlı bir şekilde koza çevirecek. İki buçuk ay sonra seçim gelecek ve o zaman göreceğiz. 

Kemal Can: Evet. Nerede dahli olduğu ve nasıl operasyonel bir etkisi olduğu tartışma götürür. Ama ben açık kronolojide, meselâ İmamoğlu dâvâsının ve peşinden gelen Saraçhâne olayı ve devâmındaki hâdiselerin, bir biçimde iktidârın doğrudan dahli olmasa bile, biraz etkilerini yönetmeye çalıştığı bir mesele olarak devreye sokulduğunu o zaman da söylemiştim. Yani böyle bir hesap vardı. Zamânı kullanmak, zaman baskısını muhâlefet üzerinde artırmak ve iç gerilimlerini tetiklemek için bunun kullanıldığını, kullanılabileceğini söylemiştim. Meselâ orada sızdırılan, “Mazbata veririz, vermeyiz” meseleleri vardı. Hatırla, İmamoğlu’nun riskli aday hâline getirilmesinin, bir yandan “İktidar kimin aday olmasını istiyor?” tartışmasını tetiklediğini ve kazanacak aday meselesinin biraz daha “yatışmışken”, birden Saraçhâne sonrasında CHP ve İYİ Parti arasındaki gerilimin daha görünür ve açık hvle geldiğini unutmayalım. Şimdi bu süreçte ne kadar hesaplı bir iş olduğunu bilmiyorum, ama burada bir dahli var. O dâvâ, oraya birdenbire bu gerilimi hareketlendirecek bir şey sokmuş oldu. O dâvâ bunun için açıldı anlamında söylemiyorum. Ama o dâvânın, tam da orada ortaya konulup sonrasında da sonucunun belirsiz bir zamâna bırakılması, bence bu gerilimi yükselten faktörlerden biri oldu. Bu anlamda bir dahli olduğunu düşünebiliriz. Ama bundan sonra sürecin nasıl ilerleyeceğiyle ilgili, bence iktidar çok daha fazla enstrüman elde etmiş oldu. Her şey bir kenara, muhâlefet partilerinin kendi aralarındaki gerilimler, orada oluşacak türbülans, seçmenin bundan nasıl etkileneceği, toplam etki ve kaymalar anlamında ayrı, ama senin de birkaçına değindiğin şu tabloda, hemen aklımıza gelen “Neleri kullanabilir?” kısmında, büyük bir hareket alanı açılmış oldu.

Ruşen Çakır: İktidar, kaç kere İYİ Parti’ye ve Meral Akşener’e çağrı yaptı, değil mi? “Gel bize” dedi. Şu hamle, Cumhur İttifakı’na gelme hamlesi değil, ama Cumhur İttifakı’nın işine yarar sonuçlar doğurdu. Meral Akşener, “Ben gitsem bile partim gelmez, tabanım gelmez” diyor, ama ben seçim öncesi ve seçim sonrası bir yeni milliyetçi ittifak seçeneğinin, yani bir sağ ittifak seçeneğinin hiç de yabana atılmaması gerektiği kanısındayım. Sonuç olarak MHP ile İYİ Parti’nin yan yana gelmesi değişik nedenlerle zor gözükebilir, ama MHP ile AKP’nin yan yana gelmesi de öyleydi. Sonuç olarak şu aşamada, seçim öncesinden ziyâde, seçim sonrasında böyle yeni bir iktidar koalisyonu ihtimâli de olabilir. Çünkü burada Meral Akşener kendisini muhâlefetten kopardı. Muhâlefet olduğunu söylüyor, tek adam rejimini eleştiriyor, ama bunlar bir yerden sonra çok fazla etkili olmayacak. Ne yapacak, nasıl bir seçim kampanyası inşâ edecek? Tek parti olarak iktidâra gelme imkânı yok. En fazla, Meclis’te bir grubu olacak. Adayını seçtirme imkânı da yok. Halbuki bir gün önce, bugün iktidâra gelme ihtimâli vardı, Meclis’te güçlü bir grubu olup daha sonra parlamenter sisteme geçirme ve sonra kendisini başbakan yapma ihtimâli vardı. Ama o, hepsiyle berâberdi. Şimdi oradan kendisini ayırdı ve o şansı kalmadı. 

Kemal Can: Başka bir şey daha söyleyeyim. Bugünkü açıklamanın dozuna bakınca: Sonrasında nasıl kampanya yapacak? Kaçınılmaz olarak, muhâlefetin diğer aktörleriyle –ki önemli olan zâten CHP ile nasıl ilişki kuracağı– oradaki îtirâzını ve onlarla ilgili meselesini kişiselleştirmek zorunda. Yani doğrudan Kılıçdaroğlu’na yüklenerek, onu “başka dilde şeytanlaştırmak zorunda”. Bugün onun işâretlerini gördük. “Bütün Masa’yı toplayan aktör” imajının ya da “bâzı fedakârlıklara girmiş ve muhâlefet birlikteliğini sağlamış kişi” imajının yıkılması, tam tersine bireysel hesapların peşinde bir aktör olarak kurgulanması gerekecek. Kaçınılmaz bir şey. “Bu nedenden ayrıldım” deyince, kampanyanı da buna îtiraz ederek kurmak zorundasın. Dolayısıyla böyle bir açmaz da var. Meselâ ekonomi programında kopsan, “Onların programı böyle, benim programım şöyle” diye bir şey anlatırsın ve “Bizim farklarımız var” dersin. Zâten seçmenin bildiği yaklaşım farkları var. Çeşitli meselelerde bunu koyabilirsin. Ama şimdi, kaçınılmaz olarak kampanya çok kişisel bir içerik kazanmak zorunda. Böyle bir şeyi de var. Doğrudan adaya saldırmak zorunda olduğu bir kampanyası var. Böyle bir kopuş da yaratmak zorunda.

Ruşen Çakır: Hiçbir iktidar perspektif kalmadı. Şu hâliyle İYİ Parti, insanlara en fazla, “Bana oy verin. Beni güçlü kılın” diyebilir. Ama bugün, 10 hafta sonra yapılacak olan seçimde, “Bana iktidârı teslim edin” lâfının artık anlamı yok. Bu açıklamayı yapana kadar vardı. 

Kemal Can: Çünkü başbakanlık iddiası, bu iktidârın yenilmesine bağlı, bir şarta bağlanmış bir şeydi. Yani, bu iktidârın yenilmesini riske sokan bir hamleyle, o talebin câzibesi ortadan kalkmış oluyor. 

Ruşen Çakır: İktidârın yenilmesini riske soktu; ama diyelim ki Kılıçdaroğlu kazandı… 

Kemal Can: O zaman da size rağmen kazanmış olduğu için, yine buradan alabileceği bir pay yok.

Ruşen Çakır: Diyelim ki Kılıçdaroğlu Erdoğan’a karşı kazandı. İYİ Parti”nin burada yapabileceği ne var? İktidârın parçası olamayacak. Sonunda AKP ve MHP gibi muhâlefete düşmek zorunda kalacak, öyle değil mi? Çok garip… Bir tarafta iktidar, bir tarafta muhâlefet var. Bir tarafta da ne olacağı belli olmayan bir İYİ Parti var gibi. Zâten kimlik sorunu olan bir partiye ekstradan şey getirdi. Neyse… Sonuçta kendileri bilir diyelim. Peki Kılıçdaroğlu bundan sonra nasıl yapacak?

Kemal Can: Bilmiyorum. İlk olarak ayaküstü “Taşlar yerine oturacak” gibi genel bir değerlendirme yapmış. Daha sonra bir açıklama yapacak mı ya da belki partisini toplayarak bir cevap verecek mi, Altılı Masa’nın pazartesi günkü toplantısı ne olacak? Bugün yaratılan şeye aynı tür bir dille karşılık vermeyeceğini tahmin ediyorum. Çünkü Kılıçdaroğlu eğer kaçınılmaz olarak adaylık perspektifi üzerinden devam edeceğini varsayıyorsa, bir cumhurbaşkanı adayı olarak İYİ Parti’nin seçmenini de içermeyi düşünmek ve ona göre politika üretmek zorunda.  Burada İYİ Parti’nin zorluğu, tam tersini yapmak zorunda kalmış olması. Kılıçdaroğlu’na kişisel olarak saldırıp CHP seçmenini kazanmaya çalışmak, tersini yapmak kadar kolay bir seçenek değil. Zor bir sıkıştırma hamlesinin sonunda hep berâber zor bir denklem ürettiler. Biz burada, 1 seneyi geçen sürede hep bu işin geç kaldığını ve yanlış şeylerin yanlış yerde konuşulduğunu söyledik. Açıkta konuşulması, halka anlatılması gereken şeyler, Masa’da konuşuluyordu. Masa’da çözülmesi gereken meseleler, alanda halledilmeye çalışılıyordu. 

Ayrıca, bu “kazanacak aday” meselesinde, anketler kısmında da problemli bir şey vardı. Çünkü orada da aslında bir yıldır sistemli bir kamuoyu oluşturuldu ve anketler de o kamuoyunun eğilimlerini ölçüyordu. Meselâ şöyle bir şey varsayalım: İmamoğlu ve Mansur Yavaş adaylığı hiç söz konusu olmadı –ki kendileri de çıkıp zâten aday olduklarını söylemediler– ve ana muhâlefet partisi bir adayı koydu, diğer partiler de adaylar çıkarttı ve onlar ankete götürüldü. Meselâ, İstanbul seçimi öncesinde İmamoğlu, anketlerde 15 puan geride çıkıyordu. Dolayısıyla, anketlerin ölçtüğü şeyle, anketleri kullanarak mutlak sonucu gördüğünü varsayarak buna göre bir siyâsî pozisyon alma iddiası, her iki cephe açısından da dayatmadır. Dayatmanın tek taraflı olmadığı bir kilitlenme ânını yaşadık. Umalım ki seçmen, bütün bunlardan doğru bir şeyi süzerek bir genel eğilim çıkartsın. Çünkü onların yapamadığını seçmen yapabilir. Bence bu ihtimal tamâmen devre dışı değil. 

Ruşen Çakır: Kemal, bugünlük burada noktalayalım. Yarın özel yayın yapacağız, zaten orada da olacaksın. Gerçekten târihî bir gün yaşadık. Artık bundan sonrasının da daha sert geçme ihtimâli çok yüksek. Zâten seçime 10 haftalık bir süre var. Her şey çok hızlı gelişecek ve biz de bunları yakalamaya çalışacağız. Burada “Haftaya Bakış”ı noktalıyoruz. Haftaya tekrar görüşmek üzere, iyi günler.

Kemal Can: İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.