Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

SES Partisi seçimlerde ne yapacak? Genel Başkan Ayhan Bilgen anlatıyor

Türkiye 14 Mayıs’ta seçime gidiyor. Kamuoyunda heyecan dorukta, siyasi tansiyon yüksek. İttifaklar genişlemeye ve desteklerini artırmaya çalışıyor.

Seçim mevzuatında yer alan bazı yükümlülükleri yerine getiremediği için seçime girme yeterliliği bulunmayan Türkiye’nin Sesi Partisi ya da daha çok bilinen adıyla SES Partisi seçimlerde nasıl bir tutum izleyecek? Hangi cumhurbaşkanı adayını destekleyecek? Herhangi bir ittifaka açıktan destek verecek mi? Örgütlenme çalışmaları ne durumda?

SES Partisi Genel Başkanı Ayhan Bilgen, Ruşen Çakır’ın sorularını yanıtlıyor.

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. SES Partisi Genel Başkanı Ayhan Bilgen Ankara stüdyomuzda konuğumuz. Kendisiyle, yaklaşan seçimleri ve partisinin tutumunu konuşacağız. Ayhan Bey, hoş geldiniz.

Ayhan Bilgen: Hoş bulduk, teşekkür ederim. 

Ruşen Çakır: Partiniz 14 Mayıs seçimlerine katılamıyor. Ama bir açıklamanızı gördüm: “Seçimler 1 ay sonra olsaydı katılabiliyorduk” dediniz. Nedir bu olay?

Ayhan Bilgen: Partimizin kuruluşunun yaklaşık birinci yılı oldu. Biz Kasım ayında 41 il ve 1/3 ilçede teşkilâtlanmamızı tamamladık. Ama seçime girmek için, büyük kongreyi yaptıktan sonra 6 ay geçmesi gerekiyor. Seçimler Haziran’da olsaydı, seçimlere girme hakkını muhtemelen elde etmiş olacaktık. Ama Mayıs ayına alınınca, o 6 aylık süre dolmadığı için, seçime girme hakkını elde edemedik ne yazık ki. 

Ruşen Çakır: Peki, seçim Haziran’da olsaydı parti olarak seçime girmeyi düşünüyor muydunuz, yoksa birçok partinin yaptığı gibi, var olan ittifaklardan birine girmeniz mi söz konusu olurdu?

Ayhan Bilgen: Ben yeni sistemi dikkate almamız gerektiğini düşünüyorum. Tabiî ki parti kurullarında tartışıp birlikte değerlendirirdik. Ama bu yeni sistem, Cumhurbaşkanı’nın ayrı, milletvekillerinin ayrı seçildiği bir seçim sistemi. Dolayısıyla, biz parti olarak seçime girmeyi milletvekilliği seçiminde tercih ederdik. Başkan adayı çıkartıp çıkartmamak, gayet tabiî taktik olarak değerlidir, önemlidir. Bu karârı alan partileri ve liderleri de saygıyla karşılıyoruz. Ama 2 turlu sistemler, doğal olarak iki büyük adaya yarar aslında. Amerika’daki klasik sistemin de ifâde ettiği anlam budur. Amerika’da iki partinin adayının belirlenme süreçleri, en dinamik, “parti içi demokrasi” açısından en belirleyici dönemdir. Ama küçük partiler, yani Demokratlar ve Cumhuriyetçiler dışındaki partiler, genellikle kendilerini iki büyük partinin içinde ifâde ederler. Türkiye’nin de, ya parti sisteminin bu yeni hükûmet sistemiyle uyumlu hâle gelmesi lâzım, ya da biz parti sistemimizi böyle katı, sert parti disiplinin olduğu bir sistem olarak devam ettireceksek, başkanlık sisteminde bâzı esnemeler olması gerekir. Bir sistem analizi yaptım; pratik sorunun ötesinde, bu bir yapısal sorun. Türkiye’deki hükûmet sistemiyle parti sistemi arasındaki uyumsuzluk, bence önümüzdeki dönem ciddî krizler doğurma potansiyeline sâhip. Dolayısıyla, belki önümüzdeki seçimlerde bunu tekrar değerlendirme imkânı buluruz.

Ruşen Çakır: Ayhan Bey, partiden ziyâde sizin şahıs olarak adınız Cumhur İttifâkı ile birlikte anıldı. Hattâ en son Mehmet Ali Kulat, yanılmıyorsam sosyal medyada ya da bir televizyon yayınında, sizi Kars’tan aday göstereceklerini söylemiş, Nedir işin aslı? 

Ayhan Bilgen: Burada üzerinde yorum yapabileceğim somut bir bilgi bize şimdiye kadar gelmiş değil. Bir nabız yoklaması, bir ölçüm olduğunu düşünüyorum. Parti olarak seçime giremediğimiz için, parti olarak muhâtap alınma, görüşme imkânı bugüne kadar olmadı. Bundan sonra olur mu göreceğiz. Biz partimizi kurduğumuz günden îtibâren hep şunu söyledik: Türkiye’nin, biraz önce altını çizmeye çalıştığım bu yeni hükûmet sistemi dolayısıyla iki kutupluluğa gidiyor olmasını tehlikeli görüyoruz. Toplumun tek kutupluluğu da demokrasi açısından risktir. Ama çok kutuplu bir toplumdan iki kutupluluğa geçiş, parti içi demokrasiyi gerektirir. Biz henüz o dönüşümü sağlayamadık. Siyâsî partilerimiz yeni sisteme yeterince entegre olamadılar. Dolayısıyla burada kişisel olarak bir milletvekilliği hesâbımız, beklentimiz zâten yok. Bunu çok net söyledik. Ama herkesle görüşmeye açık olduğumuzu, bir siyâset tarzı olarak Türkiye’de 120 civârında parti varken yeni bir parti kurmamızın da kerâmeti, hikmeti olarak görüyoruz. Yani biz herkesle görüşmeye, bütün ittifaklarla, bütün siyâsî partilerle ülke sorunlarında ortak çözüm üretmeye açık olduğumuzu zâten söyledik. Ama bizim bir başvurumuz yok. Bize yansımış, resmî, kurumsal bir talep yok. Ama bu ölçümlerin ardından bir teklif gelirse, herkesle konuşabileceğimizi, görüşebileceğimizi zâten söyledik.

Ruşen Çakır: Cumhur İttifâkı ve Millet İttifâkı’nın dışında, Emek ve Özgürlük İttifâkı, Ata İttifâkı, bir de Ahmet Özal’ın başını çektiği Türkiye İttifâkı var. Cumhur İttifâkı’nın da genişleme çabası içerisinde olduğunu biliyoruz. HÜDA PAR ya da Yeniden Refah Partisi’yle temaslar var. Demokratik Sol Parti ve ANAP’la da olduğu söyleniyor. Öte yandan, Kemal Kılıçdaroğlu en son olarak Bağımsız Türkiye Partisi’ni ve Milli Yol Partisi’ni ziyâret etti. Muhtemelen, Memleket Partisi’ni de ziyâret etmesi ve Muharrem İnce’yle de buluşması bekleniyor. Siz, Cumhur İttifâkı ve Millet İttifâkı’ndan herhangi birisinden ya da ikisinden birden görüşme teklifi gelirse, kabul edebileceğinizi söylüyorsunuz. Doğru anlıyorum değil mi? 

Ayhan Bilgen: Evet. Biz siyâseti, konuşma, uzlaşma, birlikte iş yapma sanatı olarak okuyoruz. Yoksa kavga etmek için ringe çıkmadık; yani dövüşmek üzere yumruklarımızı sıkmadık. Tam tersine Türkiye’nin bütün sorunlarının iletişim yoluyla masaya yatırılmasını çok daha sağlıklı, değerli görüyoruz. Sonuçta bu bir yarış. Seçimi birisi kazanacak. Milletvekilliği konusunda hakezâ, centilmence bir rekabetin olmasını, demokratik koşullarda yarış olmasını değerli görürüz. Ama sonuçta kazananlar olacak, kaybedenler olacak. Önemli olan ülkenin kazanması, Türkiye demokrasinin kazanmasıdır. Biz zâten baştan bir ittifakı çok iyi görüyor olsaydık, ya da bir partiyi bütünüyle onaylayacak pozisyonda okuyor olsaydık, parti kurmazdık. Farklı bir parti kurduğumuza göre, farklı bir sözümüz, farklı bir tarzımız, farklı beklentilerimiz var demek ki. Dolayısıyla biz bu anlamda, kavgayı, siyâsetçilerin birbirleriyle konuşmamasını, diyalog kurmamasını ülke için tehlikeli görürüz. Konuşamamaktadır sorun, konuşmakta değildir. Bu anlamda ben ittifakları Türkiye demokrasisi için değerli görüyorum. Her iki ittifâkın muhtemel cumhurbaşkanı adaylarının çabasını da önemli buluyorum. Çünkü demin ifâde ettiğim gibi, bu sistem partileri büyümeye mecbur eder. Sonuçta ya ikinci turda ittifak yapacaksınız ya boykot edeceksiniz, sistemin dışında kalacaksınız ya da birinci turda işbirliği yapacaksınız. Bu, ya Parlamento için işbirliği olacak ya başkanlık sisteminde işbirliği olacak. Başka bir yolu yok. Eski sistemde olduğu gibi, “Biz ne kadar oy alırsak o kadar temsil ediliriz” diye Meclis için söyleyebilirsiniz; ama Başkanlık’ta, hükûmet veya yürütme organında öyle bir temsil imkânı yok. Seçilen Başkan sizi kabinesine alırsa ancak temsil edilebilirsiniz. Yani siz isterseniz üçüncü parti olarak %30 oy alın, tamâmen yürütme organı dışında kalırsınız. %30’luk oyu da sistemin dışında tutmuş olursunuz. Dolayısıyla bu sistem değişikliğini okumak, anlamak ve bu doğrultuda belki yeniden stratejileri, taktikleri konuşmak gerekir diye düşünüyoruz. Hiç kimseye kapımızın kapalı olmadığının altını ısrarla çiziyoruz. 

Ama bizim için politik olarak önemli birkaç başlık var, izninizde onu ifâde edeyim. Milletvekili sayısı, pazarlıklar falan… böyle bir yerde değiliz. Hiçbir ittifâka karşı da böyle bir pozisyon almayacağız. Ama bu üç konu, Türkiye’nin geleceği açısından son derece kritik: Birisi, uluslararası ilişkilerde nerede durulacağı konusu. Biz bu konuda küresel, bölgesel savaş riskinin çok yükseldiği bir dönemde, hem Güney Asya’da Çin-Amerika gerilimi konusunda, hem Ukrayna ve Suriye gibi konularda, Türkiye’nin bir savaşa taraf olmamasını, Türkiye’nin geleceği açısından hayâtî önemde görüyoruz. Bir savaşa taraf olup olmamak, bütün iç politika tartışmalarından, kazanımlardan kayıplardan daha hayâtîdir. Bu anlamda, İkinci Dünya Savaşı’nda Türkiye Devleti’nin o günkü hükûmetinin yürüttüğü stratejinin, önümüzdeki dönemde de dış politikasına hâkim olması gerektiğini düşünüyoruz. Maceracılığa, risk almaya hiç kimsenin, hele Türkiye’nin hiç lüksü yok. 

İkinci önemli konu, ekonomik krizdir. Seçmenin gündemi, depreme kadar ekonomi üzerinden şekilleniyordu. Ekonomide planlamacı bir modelin kriz yönetiminde olmazsa olmaz olduğunu düşünüyoruz. Yani serbest piyasayı, sınırsız sorumsuz, demokrasinin olmazsa olmazı gören eğilimi problemli görüyoruz. Elbette sermâye düşmanı değiliz. Elbette yatırıma, sermâyeye ihtiyâcımız var; ama planlama krizden çıkışın tek yoludur. Bunu İkinci Dünya Savaşı’nda Almanya deneyimledi. Birinci Dünya Savaşı’nda Amerika Keynesyen politikalarla gördü. Türkiye’nin planlamacı, müdâhaleci… Bunun altını çiziyorum, kim ne derse desin, bu asla piyasa düşmanlığı değildir. Toplum yarârının finansın ve sermâyenin daha üzerinde olmasıyla ilgili bir politik değerciliktir. Bu konuda netiz.

Üçüncü konu da Kürt sorunu başta olmak üzere temel fay hatlarında demokratikleşmeyi, yani Alevîler’in, Kürtler’in taleplerini ülkenin birlik bütünlüğüyle birlikte ele alacak, çözecek bir irâdenin gelişmesini hayâtî öneme sâhip görüyoruz. Bu üç konuda, politik ana hatlarda uzlaştığımız takdirde, biz işbirliğine, ülke yönetiminde de katkı sunmaya açığız.

Ruşen Çakır: Sizin öykünüze gelelim. En son Kars’ta belediye başkanıydınız. HDP’den seçilmiştiniz ve orada en sona bırakılan belediyelerden birisi olarak hedef gösterildiniz. Çünkü birçok HDP’li belediyeye kayyum atandı. Sizin olayınız biraz daha zaman aldı, ama sonuçta siz de benzer bir şeyi yaşadınız ve bu daha hâfızalarda. Ayhan Bilgen denince hâlâ Kars geliyor akıllara. O zaman insanlar soruyorlar — herhalde size de soruyorlardır: Meselâ nasıl oluyor da Cumhur İttifâkı böyle bir teklif yapabilir? Ya da, nasıl oluyor da Cumhur İttifâkı böyle bir teklif yaparsa Ses Partisi ve Genel Başkanı Ayhan Bilgen herhangi bir şekilde görüşme teklifine râzı olur? Bunu herhalde ilk defâ benden duymuyorsunuz. Bu sorulara nasıl bir cevap veriyorsunuz?

Ayhan Bilgen: Biz siyâseti geçmişte yapmamak üzere yola çıktık. Siyâseti gelecek için, yarınlar için yapmak lâzım. Elbette tepkilerimiz, eleştirilerimiz var. Ben 52 yaşımı tamamladım. 15 yaşından beri sivil toplumda, siyâsî alanda hep muhâlif oldum ve Türkiye’de bir muhâlefet boşluğu olduğunu düşündüğümüz için yola çıktık. İktidar olmak toplumun bir teveccühüdür, ilgisidir. Olursunuz ya da olamazsınız, ama muhâlefet bir konformizm değildir. İktidar olamadığınız için muhâlif olmamalısınız. İlkesel îtirazlarınız olur. Ben şimdiye kadar yaptığım bütün îtirazların, eleştirilerin arkasındayım. Türkiye’de kayyumlar devrinin bitmesi, siyâsî partilerin kapanma devrinin bitmesi gerektiğini düşünüyorum. Ama kişisel olarak bir intikam alma, öfkelerle hareket etme lüksümüz yok. Sonuçta öyle değerlendirme yaparsak, benim, diyelim ki dokunulmazlıkların kaldırılması sırasında da olumlu oy kullanan CHP’ye karşı da tahammülsüz olmam lâzım. Eğer o gün, yani 2016 yılındaki o ek 20. madde Meclis’ten geçerken CHP destek vermeseydi, ben tutuklanıp 8 ay Silivri’de kalmazdım. Ama hayâta böyle bakamayız. Yanlışlar yanlıştır. İki yanlıştan bir doğru olmaz. Biz kişisel hırslarımız, korkularımız, öfkelerimizle siyâset yapamayız.

Türkiye’nin yarınlarda neye ihtiyâcı var? Kayyumların bitmesine ihtiyâcı var. Türkiye’nin demokratikleşmeye, yeni sivil anayasaya, özgürlüklere, inanç ve kimlikler konusunda eşitlikçi, özgürlükçü bir ülkeye ihtiyâcı var. Ben bundan sonrasına bakarım. Bundan sonrasını kim yapabilecek ona bakarım. Yoksa geriye dönüp birbirinizin bagajı üzerinden siyâset yaparsanız… Bana da çok eleştiri yapılıyor. Ben HDP’ye girerken bütün çevremden tepki gördüm. MAZLUM-DER’deydim. Daha muhâfazakâr, mütedeyyin ya da İslâmî hassâsiyeti olan çevreler ya da sağcı, milliyetçi çevreler, “Sen HDP’ye nasıl girersin?” diye çok ciddî tepki gösterdiler. 

Ruşen Çakır: Sizinle yıllar önce Konya’da karşılaşmıştık, hatırlarsınız. Bağımsız adaylar ortak toplantısı vardı. 

Ayhan Bilgen: Evet, “Bin Umut adayları”.

Ruşen Çakır: O dönemde Konya’dan milletvekili adayıydınız. Ben de gazeteci olarak oradaydım. MAZLUM-DER Genel Başkanlığı’ndan, böyle bir Kürt hareketinin içerisinde kampanyaya girmenin ne kadar zor olduğunu biliyoruz. Ona bizzat tanık olduk. HDP’de yıllarca siyâset yaptınız. Üst düzey görevlerde de bulundunuz ve ayrıldınız. Biraz önce Kılıçdaroğlu, Millet İttifâkı’nın cumhurbaşkanı adayı olarak HDP yöneticileriyle görüştü. Bir saate yakın bir görüşme oldu. Verdikleri mesajlar genel olarak olumlu. Tabiî ki doğrudan bir karar beyan etmedi HDP yöneticileri, ama belli ki yetkili kurullarıyla konuşup ilk turda aday çıkartıp çıkartmamayı ya da Kemal Kılıçdaroğlu’nu destekleyip desteklememe karârı verecekler. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz bu buluşmayı ve HDP’nin muhtemel karârını?

Ayhan Bilgen: Ben HDP’den ayrılırken de, HDP’ye dâhil olduğum dönemde hangi duygu, kaygı ve beklentilerle dâhil olduysam, ayrılırken de katkı sunamadığımı, katkı sunamayacağımı, sistemin kilitlendiğini gördüğüm için ayrıldım. Siyâsete hiçbir zaman, “Ben ne olacağım?” duygusuyla bakmadım. Ben HDP’nin dışlanmasını yanlış buluyorum. O zaman da söyledim: HDP’yi siyâsal sisteme dâhil etmeden Türkiye’de bir değişimin, dönüşümün sağlıklı biçimde gerçekleşmesi mümkün değil. Ama bu kilitlenmeyi aşma konusunda, HDP’nin de üzerine düşen sorumluluklar var; iktidârın da, muhâlefetin de sorumlulukları var. Dolayısıyla eğer HDP’nin oyuna, HDP tabanının desteğine ihtiyaç duyuluyorsa, bunun sâdece açık, şeffaf, hesap verilebilir olmasını ilkesel olarak önemserim. 

Son belediye başkanlığı seçiminde yapılmış yöntemin sorunlu ve sıkıntılı olduğunu herkes gördü. Evet, sonuç alıcı diyebilirsiniz; ama ben o meşhur tâbirle, seçmenin tekrar “bağrına taş basacağı”nı düşünmüyorum. Sonuçta yasal bir partiyse, muhâtap alınması, desteğine başvurulmasını ister. Yasama süreçlerinde Meclis’te bugünkü iktidar partisi tarafından o başörtüsü düzenlemesi konusunda anayasa değişikliği için ziyâret edildiği zaman da aynı şeyi paylaştım. Bugün seçim için kapısının çalınmasını da sağlıklı ve değerli görüyorum. Burada kapalı kapılar arkasında oyun kurmak, plan yapmak yerine, açık, şeffaf biçimde, HDP eğer bir yasal partiyse, siyâsal sistemde hangi ittifakta yer almak istiyorlarsa, kendi ittifakları, kendi adayları ya da mevcut ittifaklar ya da adaylardan birisinde olmak, parti kurullarının kendi karar vereceği bir şeydir. Ama ilkesel olarak, ben bu durumu olumlu görüyorum. 

Sonuçta burada asıl üzerinde tartışma yapılan konunun aşılması gerekiyor. Yani silâhla demokratik siyâset arasındaki ilişkinin açılmasında herkes sorumlu davranmalı. Kimseyi dışlayan, yok sayan bir tarza girilmemeli. Bu konuda da muhâlefetin iktidardan daha ileride bir yaklaşım ortaya koyması ancak alternatif bir formül olabilir. Sonuçta önümüzde net bir resim var. Bugünkü iktidar, 2011-2015 arasında, öyle ya da böyle bir çözüm süreci işletmeye çalıştı, ama başarısız oldu. Sorumluluk kimindi, suçlu kimdi bilmiyorum. O tartışmaya girmek için vaktimiz uygun değil. Ama bugünkü muhâlefet eğer bundan daha ileride bir şey yapabileceğine dâir güven vermezse, bir umut, bir alternatif olması çok mümkün olmaz. Burada başka ayrıntılı bir tartışmaya girmek istemiyorum. Bir açıklama yapıldı ve o açıklamada her türlü sorunun çözüm yerinin Meclis olduğu vurgulandı. Bu doğru ve yerinde bir tespittir. Ama artık biraz daha net ve açık olmak, bir rol oynamanın ötesinde, toplumun HDP’ye yönelik kaygıları ya da HDP seçmeninin diğer partilere dönük kaygı ve beklentisi neyse, bunları konuşarak aşmak lâzım. Halının altına süpürdüğünüzde sorunlar kangrenleşiyor ve film ummadığınız yerde kopuyor. Ben bu açıdan bu ziyâreti önemsiyorum. Umarım ülke için, Kürtler için ve Türkiye için de değerli faydalı bir görüşme olmuştur. 

Ruşen Çakır: Bir de, diğer tarafta, yani Cumhur İttifâkı’nda HÜDA-PAR olayı var. O konu da bayağı konuşuldu, Hizbullah’la ilişkisi, geçmişi, onun devâmı olup olmadığı… HÜDA-PAR Erdoğan’a desteğini açıkladı. Cumhur İttifâkı’nın içerisinde yer alma yolunda da müzâkereleri sürüyormuş. Siz bu olaya nasıl bakıyorsunuz? Çünkü bildiğiniz bir yapı. Hem Kürtler arasında çok güçlü, hem de İslâmî bir unsur. İslâmî hareketten gelip Kürt hareketinde siyâset yapmış birisi olarak, sizin bu yapıyı bildiğinizi tahmin ediyorum. Bu gerçekten önemli bir gelişme mi, yoksa çok da abartmamak mı lâzım?

Ayhan Bilgen: Ben siyâsette iki ajandanın her zaman sorunlu olacağını düşünüyorum. Siyâsette açık ve net olmak en önemli kazanımdır. Dolayısıyla bence burada odaklanılması gereken şey, ilkesel yaklaşımdır. Eğer HDP ile ilgili dışlayıcı bir tavır takınıyorsanız, HÜDA PAR için de aynı tavrı takınmak anlamlı olabilir. Ama birisini dışlamıyorsanız, birisini varlığıyla masada normal görüyorsanız, gayet tabiî diğerini de öyle göreceksiniz. Ben silâhla, şiddetle mesâfe konmasında demokratik kanalların güçlendirilmesini önemli kazanım görüyorum. Bu, geçmişi onaylamak, kabullenmek, halının altına süpürmek değil. Ama bir başlangıç yapmak, yeni bir sayfa açmak, yeni bir şans tanımak bence önemli. Dolayısıyla, ben HDP’nin muhâtap alınıp görüşülmesi gibi, HÜDA-PAR’la görüşülmesini de Türkiye siyâseti için önemli görüyorum.

Aynı zamanda, her iki parti için, kendisi ve geçmişiyle ilgili sağlıklı muhasebe yapma, değerlendirme yapma, toplumun kafasındaki bu korkunun, algının ortadan kalkması konusunda da samîmî, güçlü adımlar atmasını da önemsiyorum tabiî ki.

Ruşen Çakır: Partinize baktığımda, birbirinden farklı yerlerden bildiğim isimler görüyorum. Başta siz varsınız. İslâmî hareketten gelenler var, Kürt hareketi içinde bir şekilde yer almış olanlar var. Alevî hareketi içerisinde yer almış olanlar var. Başkaları da vardır, belki de daha genç insanlar da vardır, bilemiyorum.

Ayhan Bilgen: Daha Türk milliyetçisi, siyâsette o gelenekten gençlik hareketlerinde bulunmuş arkadaşlarımız da var. Daha tasavvuf geleneğinden gelenler de var, hiç siyâsete girmemiş arkadaşlarımız da var.

Ruşen Çakır: Peki buradaki ortak nokta nedir? Ne buluşturdu bu kişileri?

Ayhan Bilgen: Biz Türkiye siyâsetinde, özellikle kutuplaşmadan rahatsız olan bir seçmen kitlesi olduğunu düşünüyoruz. Bu seçmen kitlesinin, Türkiye’nin geleceğini belirleyeceğini düşünüyoruz aslında. Hâlinden memnun olanlar, yani kendi partisini mutlak doğru görenler, ne pahasına olursa olsun partisinin yanında konumlananlar, zâten tercih îtibâriyle nettir. Ama bu seçimi belirleyecek olan, bu seçimin sonucunu şekillendirecek olan, anket firmalarının “kararsız seçmen” dediği, bizim “sessiz kitle, sessiz çoğunluk” diye târif etmeye çalıştığımız kitledir. Biz, siyâsette bugüne kadar çok yüksek sesle net, keskin mesaj vermemiş, ama Türkiye’de sağlıklı, olgun, siyâset dilini kavga kutuplaşma üzerine kurmayan, hizmet bekleyen, siyâseti daha teknik bir zeminde ele alan, okuyan bir kesim olduğunu düşünüyoruz. Dolayısıyla kimliklerimizin siyâsette ön planda olması ve kimlik çatışmasının, kimlik kavgasının siyâseti şekillendirmesini sorunlu görüyoruz. Aramızdaki önemli orta payda bu.

Cumhuriyet’in ikinci yüzyılına girerken, eski kavgalarla değil, yeni başlangıçlarla bir yol haritası şekillendirmeliyiz. Evet, kimliklerimiz özgür olmalı, eşit olmalıyız. Hiçbir kimlik diğerinden üstün değildir. Kimlik kavgası yaparak ikinci yüzyılı da tüketmemeliyiz. İçinden geçtiğimiz günler, bizim sembolik olarak da kuruluş târihimizi belirlediğimiz 18 Mart’la, yani hepimizin ortak târihî hâfızası Çanakkale ile Nevruz’un buluştuğu târihtir. Birkaç gün önce 18 Mart anıldı. Hepimizin dedeleri orada hayâtını ortaya koydu. Ama bugünlerde Nevruz Haftası. Yeni bir başlangıç, yeni bir sayfa, bahar, barış, bereket… Bunlar da sembolik olarak bütün insanlığın ortak değerleridir. Dolayısıyla burada kimlik siyâsetinden çok, değerler, program ve ortak yarınları kurma üzerine odaklıyız. Bizi bir araya getiren, buluşturan şey, Türkiye eğer kimlik siyâsetini aşabilirse bir altın çağı yaşayabilir, yeni bir başlangıç yapabilir. Bunun için de sessizlerin sesini yükseltmesi gerektiğini düşünüyoruz.

Ruşen Çakır: Son olarak şunu sorayım: Cumhurbaşkanlığı seçimde öne çıkan 2 aday var: Erdoğan ve Kılıçdaroğlu. Belki ilk turda, belki ikinci turda, %50 oyun bir fazlasını alan cumhurbaşkanı seçilecek. Sizin partinizde, tabanda, yönetimde, kadrolarda eğilim ne yönde? Hangisini tercih eder görünüyor? Yoksa “politik” bir cevap verip, “İyi olan kazansın” mı diyeceksiniz?

Ayhan Bilgen: Ben daha fazlasını söylüyorum: “Biz kazanan tarafta olacağız” diyorum. Bu sefer de, “Kim kazanacak?” diye soruyorlar. Ben de, “Bizim de desteklediğimiz taraf kazanacak” diyorum. Tabiî bu arada çok formel bitmesin diye söyleyeyim. Biz o 1 aylık gecikme nedeniyle seçimlere girme hakkını elde edemedik, ama bâzı arkadaşlarımız, “Cumhurbaşkanı adayı çıkarabiliriz” diye gündem yaptılar. Ben de, “555 bin liramız yok, kimse kusura bakmasın. Onun için bu mümkün değil” dedim. 

Ben Kılıçdaroğlu’nun Türkiye siyâsetine değerli bir katkı yaptığını; değişimi, parti içi değişimi, partiler arası ilişkide değişimi zorladığını düşünüyorum. Daha önce kendisine de ifâde ettim, kamuoyunda da defâlarca söyledim. Ben önemli bir adım attığını, değerli bir girişimde bulunduğunu düşünüyorum. Erdoğan’ın da, geçmişte aldığı risklere baktığımızda, Türkiye’nin çok kangrenleşmiş sorunlarında cesur, risk alan bir liderlik ortaya koyduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla biz parti olarak şu noktadayız: İki adayın da ittifâkına ve programlarına bakacağız. Türkiye’nin yarınlarına dâir kim daha güçlü, kapsayıcı, kuşatıcı reform konsepti ortaya koyarsa, biz de tercihimizi o yönde yapmalıyız diye düşünüyorum. Çünkü Türkiye’nin yeniden yapılanmaya, yeni bir başlangıç yapmaya ihtiyâcı var. Sayın Kılıçdaroğlu’nun ittifak ilişkileri ya da Sayın Erdoğan’ın ittifak ilişkileri buna ne kadar imkân verir? Artılar eksiler, riskler ve imkânlar her ikisi için de var. Onun için galiba birkaç haftaya daha ihtiyâcımız var. Bugün îtibâriyle bu anlamda tercih yapacak bir pozisyonda değiliz, ama ilkesel olarak ne istediğimizi, ne beklediğimizi çok net biçimde ifâde ettiğimi sanıyorum. 

Ruşen Çakır: Peki o karâra vardığınız zaman bunu kamuoyuna îlan edecek misiniz?

Ayhan Bilgen: Gayet tabiî. Biz şöyle bakıyoruz. Siyâsette bir şeyi savunacak kadar karar vermişseniz, netseniz, bunu kamuoyuyla paylaşmak gerekir. Kapalı kapılar ardında bir siyâset yürütmek bence ahlâkî açıdan sorunlu. Tabiî ki bir tercihimiz olursa paylaşırız. Tercihimiz olmayabilir de. İkisininki de yeterli gelmeyebilir, ikisininki de sorunlu bulabiliriz, bu başka bir şey. Yarınlara dâir söylüyorum tabiî; geriye dönük çok tartışma yapabiliriz, ama birini diğerinden daha güven verici, bu reformları yapabileceği, Türkiye’yi, demin saydığım gibi bir savaşa sokmadan dış politikada yönetebilecek, ekonomide planlamaya dâir politikaları hayâta geçirebilecek ve Kürt sorunun çözümünde adım atabilecek bir irâde, bir niyet, bir güç, tutarlı bir konsept görürsek, destek veririz. 

Ruşen Çakır: Çok teşekkürler Ayhan Bilgen yayınımıza katıldığınız için.

Ayhan Bilgen: Ben teşekkür ederim. 

Ruşen Çakır: SES Partisi Genel Başkanı Ayhan Bilgen’le, önümüzdeki seçimlerde partisinin nasıl bir çizgi izleyeceğini konuştuk. Kendisine çok teşekkür ediyoruz. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.