Seçimler öncesi saflar netleşiyor | Ruşen Çakır ve Murat Yetkin tartışıyor

14 Mayıs seçimlerine iki aydan daha az bir zaman kaldı. Süre kısalırken ittifaklarda kimlerin yer alacağı, nasıl bir seçim stratejisi izleneceği de netleşmeye başladı.

HDP-Kemal Kılıçdaroğlu görüşmesinin sonuçları ne olur? Kılıçdaroğlu, Muharrem İnce ile görüşecek mi? Erdoğan neden kendi ittifakını genişletmekte zorlanıyor? Mehmet Şimşek ve Yeniden Refah Partisi, Erdoğan’dan kendilerine gelen teklifi neden kabul etmedi? İttifaklar nasıl bir seçim stratejisi izleyecek, milletvekili listeleri nasıl düzenlenecek?

Ruşen Çakır ve gazeteci Murat Yetkin, ortaya çıkan ittifaklar mimarisini ve son siyasi tabloyu yorumladı.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Ankara’da gazeteci arkadaşım, meslektaşım Murat Yetkin’le birlikteyiz ve “Saflar netleşiyor” diye bir başlık attık, bunları konuşacağız. Murat, merhaba.

Murat Yetkin: Merhaba Ruşen.

Ruşen Çakır: Sen şimdi YetkinReport’da bu hafta için dedin ki: “Kılıçdaroğlu’nun önü açık, onun için iyi şeyler olacağa benziyor”. Bir HDP görüşmesini, bir de Muharrem İnce’yle muhtemelen görüşeceğini söyledin. HDP görüşmesi oldu ve görüldüğü kadarıyla başarılı geçti. Muharrem İnce görüşmesinin de yarın olacağı yolunda birtakım söylentiler var. Her neyse, bunu kenara koyalım; ama Kılıçdaroğlu için bu haftanın parlak geçmesinin en önemli hususlarından biri dün Erdoğan için yaşanan iki, hattâ senin son yazında yazdığın gibi belki üçüncü bir ret meselesi: Yeniden Refah Partisi, Mehmet Şimşek ve belki de HÜDA PAR. Bunların hepsi çok ilginç. Geçen haftaya bunlar damga vurmuştu. Mehmet Şimşek değilse bile Yeniden Refah ve HÜDA PAR üzerine çok konuştuk ve şimdi ilginç durumlar oluyor. İstersen Mehmet Şimşek’le başlayalım: Mehmet Şimşek’i ekonominin başına geçirme iddiası, beklentisi vardı. Bu uluslararası piyasalara sızdırıldı; aynı zamanda içerideki piyasalara da tabiî ki çok önemli bir mesaj vermeyi düşünüyordu Erdoğan ve hattâ şu anda uygulanan o yeni ekonomik programdan bambaşka, daha ortodoks politikalara geçeceği söyleniyordu. Ama Mehmet Şimşek kabul etmedi. Hattâ bir fotoğraf var, gördün mü bilmiyorum; gazeteciler Mehmet Şimşek’in çıkmasını bekliyorlar dışarıda, Mehmet Şimşek arka kapıdan çıkıyor. Eğer kabul etmiş olsaydı ön kapıdan çıkacaktı ve herhalde Ömer Çelik’le çıkıp, “İşte yeni dönem” diyecekti. Bunlar tam senin konun Murat: Ankara, Mehmet Şimşek, uluslararası finans çevreleri vs.. Burada açık bir çağrı ve açık bir ret var galiba, değil mi?

Murat Yetkin: Öyle. Ama ben sözüme müsaadenle Nevruz kutlamasıyla başlamak istiyorum. Hem senin hem Medyascope izleyicilerinin Nevruz’unu, dünyanın en eski bayramını kutlarım. Ve evet, Mehmet Şimşek’ten başlayalım: Şimdi, Mehmet Şimşek görüşmesi olduğunda ne olmuştu o saate kadar? Yani 20 Mart’ta o saate kadar ne olmuştu? Kemal Kılıçdaroğlu HDP yöneticilerini ziyârete gitmişti. Evet, CHP heyetiyle gitti; yani CHP’nin Genel Sekreteri, Grup Başkanvekili, Genel Başkan Yardımcısı, bütün parti kademelerini temsilen bir heyetle gitti. Ama aynı zamanda da Millet İttifâkı’nın cumhurbaşkanı adayı olarak gitti, böyle kabul edildi. Ve orada öncelikle şunu îzah etmişlerdi: Neden biz Meclis’te görüşüyoruz da HDP Genel Merkezi’ni ziyâret etmedik? Hem HDP hem CHP taraflarından gelen beyanlar: “Çünkü biz –burası önemli– Kürt sorunu dâhil bütün sorunların Meclis çatısı altında çözülmesinden yanayız”. Yani bu açıdan sembolik değeri çok yüksek bir şeydi. Aynı sıralarda, dediğin gibi işe Yeniden Refah Partisi Genel Başkanı Fatih Erbakan, Binali Yıldırım’ın temaslarını –nezâket ziyâreti demişti; ama ne olduğunu istersen açarız, hepimiz biliyoruz– bunu reddetti. Reddetmekle kalmadı, kendisi de aday oldu. Yani “Cumhur İttifâkı’yla işbirliği yapmıyoruz, ama oyumuz Erdoğan’a” diyebilirdi; bunu da demedi. Bütün bunların üstüne Mehmet Şimşek görüşmesi âdeta Adalet ve Kalkınma Partisi tarafından bir can simidi gibi sunuldu: “İşte bakın, Mehmet Şimşek”. Neden Mehmet Şimşek? Ya, Mehmet Şimşek’i görevden alan kimdi? Yani bu politikalara şimdi dönmek, işâretini verdikleri –ki bu bence yanıltıcı işârettir– o ortodoks politikaları savunan Mehmet Şimşek değil miydi? Ekonominin başında değil miydi? Şimdi Hazîne ve Mâliye Bakanı’nın –ki Erdoğan çok başarılı buluyor Nurettin Nebati’yi– yani onun yerine mi geçirecek? Yoksa Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’a ortak mı getirecek ikinci cumhurbaşkanı yardımcısı olarak? Yani orada da bir sembolizm var. O da, görüşme Beştepe’de cumhurbaşkanlığında değil AK Parti Genel Merkezi’nde yapıldı. Yani orada da bir sembolizm var: “Mehmet Şimşek yuvaya dönüyor”. İkincisi, neden Mehmet Şimşek? Çünkü Mehmet Şimşek uluslararası finans çevreleriyle iç içe bir insan. Yani uluslararası finans çevreleri Türkiye’ye son dönemlerde baktıklarında, iki ismi tanıdılar: Ali Babacan ve Mehmet Şimşek. Şimdi Mehmet Şimşek’in gelmesi sanki böyle bir, “Biz uluslararası sermâyeye karşı değiliz canım, bakmayın böyle işte atıp tutmamıza. Bakın, Finlandiya’nın NATO üyeliğine izin verdik, İsveç’e de veririz, onlar koşulları yerine…” filan. Bütün bu alt anlamlar, satır aralarında bütün bu mesajlar vardı. Kürsüler kuruldu işte, dediğin gibi gazeteciler dizildi, çıkılacaktı. Çıka çıka Ömer Çelik çıktı ve dedi ki: “Olmadı bu iş”. Olmadı deyince de işte, “Ama bize her türlü yardım edecek. İşleri nedeniyle aktif siyâsete girmesi uygun değilmiş” diye konuştu. Fakat Mehmet Şimşek’in Twitter hesabında yaptığı açıklamada bir detay daha vardı. Dedi ki: “Uluslararası finans şirketlerindeki işlerim nedeniyle…” Yani Ruşen, Mehmet Şimşek’in kullandığı tercihe bakar mısın? Yani bir tarafta Cumhurbaşkanı diyor ki: “Ya gel, bak tam gelmenin zamânıdır. AK Parti’ye faydan olacaksa şimdi olacak. Gel istersen cumhurbaşkanı yardımcılığı da vereyim, istersen bütün ekonomiyi sana emânet edeyim. Yeter ki gel” diyor. Mehmet Şimşek diyor ki: “Ya, benim dışarıda çok işlerim var”. Yani buraya vurgu yapmak istiyorum, nasıl bir tercih kullanıldığına. Aynı zamanda meselâ bürokrasiden ve iş dünyasından Adalet ve Kalkınma Partisi’nde milletvekili olmak isteyen sayısının ne kadar az olduğunu, ne kadar düşük profilde olduğunu da eklersen, bir trendi gösteriyor, bir eğilimi gösteriyor bu. 

Ruşen Çakır: Şimdi şöyle bir şey söylemek istiyorum. Dün Altan Tan’la bir yayın yaptım. Altan, 2002 seçimleri döneminde Ankara’da yaşadığı bir olayı anlattı. Bir arkadaşları onlara demiş ki: “Gidin, genel merkezleri dolaşın –Anavatan, Doğru Yol, AKP, Saadet Partisi vs.–, bir gidin dolaşın, bakın bakalım ne görüyorsunuz?” demiş ve ondan sonra bir tarafta in cin top oynarken, bir tarafta kapıda köfteciler, ciğerciler. O kapı tabiî ki AKP’nin kapısı. 2002 seçimleri, yani AKP’nin tek başına iktidar olduğu ilk seçimden bahsediyor. Şimdi normal şartlarda AKP’ye bir akın olması lâzım, değil mi? Yani bir bakıyoruz, duyduğumuz, birtakım köşe yazarlarının adı geçiyor, yok Hatay Vâlisi, yok bilmem ne… Hani kaçanlar dışında böyle bir isimler, şunlar bunlar yok. Meselâ Mehmet Şimşek’le açsalardı kapıyı, belki onu gören birileri de girecekti. Değil mi?

Murat Yetkin: Evet. Şimdi o kalabalıklar ya da işte aday adaylığına hücum hangi partide yaşanıyor biliyor musun Ankara’da? Cumhuriyet Halk Partisi’nde. Altan Tan’a selâmımı söylersin görüştüğünde. Baksın bakalım başka hangi partiler aday başvuru sürelerini uzatıyorlar? Adaylık için para yatırılıyor ya partilere? O ücretleri indiriyorlar filan. Bir ona da baksın, faydalı olabilir yani gözlemleri açısından. Ama şu anda tablo farklı, gerçekten farklı. Şimdi tekrar konuya dönersek, Erdoğan bir günde iki ret cevâbı alırken, hem Erbakan’dan hem Şimşek’ten ret cevabı alırken; Kılıçdaroğlu bir “Hayırlı olsun” aldı. Gazeteciler artık toplantıdan sonra HDP’liler, Pervin Buldan ve Mithat Sancar Kılıçdaroğlu ve arkadaşlarını yolcu ederken, “Hayırlı olsun” diyorlar. Şimdi bu “Hayırlı olsun” iki şekilde yorumlanabilir. Bir tânesi: Yani anlaştılar ama hemen açıklamayacaklar, o anlaşmaya “Hayırlı olsun” diyorlar. İkincisi: Yok, son derece görünür anlamı, işte aday oldu ya? “Adaylığınız hayırlı olsun” diye. Yani bence bu ikincisi aslında daha güçlüdür. Yani daha hafif gibi görünüyor; ama daha güçlüdür. Çünkü adaylığını bir şekilde olumlamış, olurlamış demiyorum da onu olumlamış bulunuyorlar. 

Ruşen Çakır: Şimdi istersen, tam HDP meselesine değinmişken, Yeniden Refah’ı bir kenara bırakalım, sona saklayalım. Şu HÜDA PAR meselesine girelim. Bugünkü yazında şunu diyorsun: “Erdoğan Bahçeli’yle görüştü. Acaba burada Bahçeli MHP’nin, Cumhur İttifâkı’na HÜDA PAR’ın dâhil olma ihtimâlinden duyduğu rahatsızlığı mı dile getirdi?” diye. Bu tam bir Murat Yetkin üslûbuyla, anlıyoruz ki burada bir sorun var. Bunu ben de başka kaynaklardan duydum ve aslında HÜDA PAR’ın adı ilk açıklandığı aandan îtibâren, bildiğim bir yapı. Hizbullah’ı biliyorum, HÜDA PAR’ı biliyorum ve MHP’yi biliyorum. Yani HÜDA PAR, MHP’nin olduğu bir ittifakta yer almakta zorlanır; ama kabul eder. Ama MHP’nin bu kadar rahat hareket edebileceğini düşünmüyorum. Özellikle de tam HDP ile CHP işbirliği yapıyor. Ve ne diyecekler: “Bunlar PKK ile işbirliği yapıyor” diyecekler değil mi? Ama öteki tarafta, kendisi de Hizbullah’la işbirliği yapıyor görünecek ve her şey bir yana, en son Gaffar Okkan’ın ve polislerin öldürülmesiyle finali yapmış bir örgütten bahsediyoruz. Orada çok ciddî bir çatlak var herhalde.

Murat Yetkin: Yani çatlak olduğunu söyleyemeyeceğim; ama rahatsızlık kesin var. Bunu da parçaları birleştirerek söylemiyorum; bizzat MHP’nin bâzı yetkili isimleriyle konuşarak, onlardan aldığım izlenimle söylüyorum. Yani HÜDA PAR konusuna, senin dediğin gibi Kürtçülük çerçevesinde, HDP nasıl PKK’yı terör örgütü olarak niteleyemiyor, Kürtçülük yapıyor suçlamasıyla geliyorlar; öbür tarafta sadece Kürtçülük yok, bir de şeriatçılık var. Yani bu Milliyetçi Hareket Partisi içinde Atatürk’e önem veren, laikliğe önem veren çok ciddî bir kesim var biliyorsun. Bunları rahatsız ediyor. Ama bu, Bahçeli’nin “Cumhur İttifâkı’na bunlar destek vermesin” demesine mi yol açtı, başka bir şeye mi yol açtı? Fakat şundan emin olabiliriz ki bu konu görüşülmüştür. Yani başka türlüsü, ne derler, Demirel’in eski bir lâfı vardı: Eşyânın tabiatına aykırı. Görüşmelerin sıralamasına bakarsak da, bu Bahçeli-Erdoğan görüşmelerinin frekansı giderek yükseliyor yani. Neredeyse birkaç günde bir görüşür hâle geldiler. Bu görüşme de Yeniden Refah’tan ret cevâbı geldikten sonra oldu. Yani daha önceki programlarda yoktu meselâ. O gün muhtemelen programa konmuş bir şey. O yüzden üçüncü ret ihtimâli de olabilir diye yazdım ben. 

Ruşen Çakır: Peki, Yeniden Refah’a geçecek olursak, şimdi bunun birkaç boyutu birden var Murat. Öncelikli boyutu tabiî Fatih Erbakan’ın son anda direksiyonu kırması. Her hâlükârda, senin bugünkü yazının başlığında olduğu gibi, ret cevabı; yani birisi Mehmet Şimşek’ten, birisi Fatih Erbakan’dan. Ve demin de bahsettiğin gibi, reddetmenin dışında kendisi aday da oluyor. 

Murat Yetkin: Kategorik bir ret diyebiliriz buna. 

Ruşen Çakır: Burada şimdi olayın bir bu boyutu var. Bence bir başka boyutu da kadın meselesi, kadın hakları meselesi ve burada Yeniden Refah’ın açık pozisyonu ve Özlem Zengin’in başına gelenler –ki sen bunu da yazmıştın; hem Türkan Elçi hem de Özlem Zengin’e benzer linç ayrı alanlardan diye–; ama şöyle bir şey var: Sanki Yeniden Refah’ın çekilmesinde Özlem Zengin gibi pozisyonu olan kadınların… — ki Erdoğan âilesinden bâzı fertler de olduğu ileri sürülüyor, bilmiyorum senin de kulağına geldi mi?

Murat Yetkin: Ruşen’ciğim, ileri sürmeye gerek yok. Sümeyye Erdoğan Bayraktar KADEM’in önemli bir ismi. Bütün bu ekip, yani Özlem Zengin, Derya Yanık, sonra Sare Aydın var meselâ İstanbul Milletvekili, o da karşı çıktı. Bu isimlerin tamâmı KADEM’in kurucu kadroları. Yani kimi başkanlık yapmış, kimi yöneticilik yapmış, ismi cismi belli insanlar. 

Ruşen Çakır: Yani sonuçta olayın AKP içerisinde… hani ne denir? Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olma ihtimâli, boyutu da var. Meselâ dün akşam Kılıçdaroğlu, gece 22.00’de yaptığı videonun başında tekrar muhâfazakâr kadınlara seslenmeyi ihmal etmedi. Yani o yarayı tekrar kaşıdı. Ama yani her iki boyutu birden: onların bırakması, içeriden direnç gelmiş olması, ikisinin de ayrı ayrı çok siyâsî değeri var sanki.  

Murat Yetkin: Kesinlikle buna katılıyorum. Yara kaşıma deyimine müsaadenle çok katılamayacağım. Çünkü bu çok önemli bir konu. Yani kadınların hukukunun korunması gerçekten çok önemli bir konu. Burada Özlem Zengin ile sen de konuşmuşsundur, ben de konuştum; Özlem Zengin’e gelen saldırıların çok büyük kısmı Adalet ve Kalkınma Partisi içinden ve İslâmcı kesimin içinden ve yani hani burada inanılmaz tehditler ve ağza alınmayacak küfürlerle filan… yani böyle bir şey. Derya Yanık da orada bir tutum sergiledi — ki Bakan, yani netîcede Cumhurbaşkanı’na danışmadan da böyle bir şey söylemiş midir bilmiyorum. Fakat birinci aşamada, evet, AK Parti içindeki, şöyle diyeyim, eğitimli-şehirli kadınların îtirâzı bir işe yaradı ve kamuoyundan da buna gelen destek bir işe yaradı — bu bir. İkincisi: Bu konu açıldığında, Binali Yıldırım –ki temâsı kuran kişi, yani Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın AK Parti’deki vekili, değil mi? İki vekilinden biri– ne dedi? “Yok ya! Biz oraya dâvete gitmedik, öyle nezâket ziyâretine gittik”. Ya, şimdi sen kendini Fatih Erbakan’ın yerine koy. Daha önce demişsin ki: “Biz destek vermeyi düşünmüyoruz”. Sonra bir gün Binali Yıldırım, Cumhurbaşkanı’nın da selâmını söyleyerek geliyor. Bu ilk başta, “İşte, Yeniden Refah da katılıyor” diye iktidar yanlısı basınca pompalanıyor kamuoyuna. Sonra sorun çıkınca, “Aa, yok yok. Biz onlara nezâket ziyâretine gittik canım, konuşmaya gitmedik”. Bu küçümsemeyi hangi parti kaldırır Allah aşkına? Yani eskilerin Osmanlıca diliyle “istiskal” derler biliyorsun. Yani önce doğrudan gidip bir talepte bulunuyorsun; sonra, “Yok talep, ben öylesine bir merhaba diyeyim demiştim” filana getiriyorsun. Bence bu kategorik ret idi. Yani hem Cumhur İttifâkı’na destek olmayı reddetmek, hem de karşısına aday olarak kendisini koymak da işte bu küçümsemenin, istiskalin payı olduğuna inanıyorum. Yani: Kardeşim, seçim zamânı kapımı çalıyorsun, sonra, “Yok yok, ben öyle seçim için çalmadım” filan diyorsun. Böyle bir şey hakîkaten sadece Yeniden Refah için değil, kimse için kabullenilemez yani.  

Ruşen Çakır: Peki Murat, tekrar HDP meselesine gelelim. Kılıçdaroğlu’nun adaylığı ilk açıklandıktan sonra Mithat Sancar’ın Fatih Altaylı’ya söylediklerini hatırlıyorsun: “İlk turda bitirelim”. Selahattin Demirtaş’a ben sordum, “Kılıçdaroğlu’nun adaylığı hakkında ne düşünüyorsunuz?” diye. “Tüm Türkiye’nin adayı olması lâzım” diye çok pozitif bir cevap verdi. Ben zâten bu olayın olmuş olduğunu düşünüyordum. Dün yanlış hatırlamıyorsam 1 saate yakın görüştüler ve bayağı kalabalık da görüştüler. 

Murat Yetkin: 1 saat kadar sürdü.

Ruşen Çakır: Yani öyle iki kişi baş başa bir görüşme gibi değil; grup başkanvekilleri de var. Yani olabildiğince şeffaf bir görüşme oldu anladığım kadarıyla. Öyle esrârengiz bir görüşme olmadı. Meclis’te oldu. Onun sembolik değeri de var ayrıca. Anladığım kadarıyla bu iş bitti ve herhalde HDP aday göstermeyecek, Kılıçdaroğlu’nu destekleyecek ve HDP tabanı da çok ciddî bir fire vermeden Kılıçdaroğlu’na oy verecek. Ben böyle görüyorum. Katılır mısın?

Murat Yetkin: Zâten son birkaç gündür siyâset kulislerinde konuşulan tam olarak bu. Şöyle ki üçlü bir fayda burada gözetiliyor, eğer bu olursa formül. Yani bir iki gün diyorlar, bugün yarın demek ki, HDP’nin çıkıp, “Biz açıkça, kayıtsız ve şartsız Kılıçdaroğlu’nu destekliyoruz” demesi beklenmiyor, olursa sürpriz olur. Ama onun yerine aday göstermemesi, dolaylı destek vermesi bekleniyor. Şimdi az önce sen saydın, hani “Birinci turda kazanabiliriz” diyen isimleri. Onlara müsaadenle ben Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanı Erkan Baş’ı da eklemek istiyorum. Çünkü aslında TİP’in tuttuğunu, Emek ve Özgürlük İttifâkı toplantısının hemen öncesinde, “Biz milletvekili seçimlerinde berâberiz; ama her hâlükârda Kemal Kılıçdaroğlu’na vereceğiz TİP olarak” demesinin de HDP’nin öncülük ettiği Emek ve Özgürlük İttifâkı hattında bir kırılmaya yol açtığını –ki Emek Partisi de benzeri bir şekilde bir eğilim sergiledi, o da önemli bir değişken unsur o ittifâk içinde–, bunların etkili olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla böyle bir formül hem HDP’nin kendi tabanına karşı –ki kendi tabanında “Hiçbir şekilde biz bu partilere oy vermeyelim, adayımızı çıkaralım” diyen de var biliyorsun– hem kendi tabanına karşı, “Arkadaş, işte bu da bir uzlaşma formülü. Bakın, bizi istemeyen İYİ Parti’nin de olduğu Millet İttifâkı’yla değil bizim ittifâkımız. Kendi ittifâkımızla giriyoruz seçime. Ama aday çıkarmıyoruz ki ilk turda Erdoğan’ın seçilmeme şansını engelleyen biz olmayalım”. Hani Muharrem İnce’nin tersi gibi düşünüyorlar — birinci fayda bu. İkinci fayda: Eğer bu formül uygulanırsa, Kemal Kılıçdaroğlu’nun Akşener’e karşı elini rahatlatacak. Yani, “Bak arkadaş, ne diyorlarsa olmaz”. Zâten böyle bir talebi yoktu. Selahattin Demirtaş da bunu açıkça söylüyor; “Bizim ne masa, ne bakanlık talebimiz var arkadaş. Nereden çıktı bu?” diye. Üçüncü planda da Meral Akşener’in kendi partisine, kendi partisi içindeki hani o “ülkücü abiler” diye ifâde edilen ve özünde Kılıçdaroğlu’na, Kılıçdaroğlu’nun adaylığına da hoş bakmayan; ama HDP ile temas kurulmasına da Altılı Masa olarak, Millet İttifâkı olarak hoş bakmayan kesime karşı Akşener’in elini de rahatlatıcı bir formül diye ortaya çıkmış görünüyor. Bakalım o olacak mı olmayacak mı? Çünkü bir HDP açıklaması, “Kendi kurullarımıza danışacağız” diyor. Hem kurullarına danışacaktır, hem ittifak partilerine yeniden belki danışacaktır. O karârı yine de beklemek lâzım. Çünkü Ruşen, Ankara’da gün gün değişmiyor dengeler, saat saat değişiyor. İşte, programın başından beri bunu konuşuyoruz zâten. 

Ruşen Çakır: En önemli olan ve dakika dakika değişen konuyla noktalayalım: Muharrem İnce meselesi. Şimdi açık söyleyeyim, cumhurbaşkanı adaylığını ilân ettiği anda –tabiî ki olabilir–, ben, ikinci tura bırakamaz herhalde diyordum. Ama güvendiğim birtakım kamuoyu araştırmacılarıyla sohbetlerimden hareketle Muharrem İnce’nin, özellikle Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş olmayınca hayal kırıklığına kapılanların ve de ilk defâ oy verecek olan seçmenlerin bir kesiminde bir ilgi uyandırdığını ve cumhurbaşkanı adayı olarak bayağı bir oy alabileceğini ve bugün îtibâriyle söylenen rakamlar, tabiî 50-55 gün var, o arada değişir o ayrı; ama bugün îtibâriyle seçimi ikinci tura bırakıyor. Senin başta değindiğim yazında diyorsun ki: “Kılıçdaroğlu görüşecek Muharrem İnce’yle. Bakalım ne olacak?” Meral Akşener de Uğur Dündar’a açık açık dedi ki: “O da pekâlâ Millet İttifâkı’nın bir parçası olabilir” diye oradan yeşil ışık net bir şekilde yakıldı. Şimdi Kılıçdaroğlu ile Muharrem İnce’nin geçmişte birlikte çalışmış olmaları, bugün îtibâriyle lehte bir durum mu olur aleyhte bir durum mu olur? Çünkü geçmişlerde pozitif yönler var, negatif yönler var. Sonuçta ayrılıp başka parti kurmuş olan birisi var ve muhâlefeti de ciddî bir şekilde eleştiren birisi var. Herhalde görüşecekler bu hafta içerisinde ve görüşmenin konusu da bu olacak. Muharrem İnce adaylık başvurusunu da yaptı. Kılıçdaroğlu’nun yarın yapması bekleniyor; ama aday olduğu kesin. Ne diyorsun? Orada dakikalar îtibâriyle, an îtibâriyle ne görüyorsun? Nasıl bir şey çıkar?  

Murat Yetkin: Şimdi birincisi, Meral Akşener’in bu Muharrem İnce konusundaki sözlerini önemsiyorum. Önemli, çünkü yani açık konuşalım: %0.5 görünen partilerle işbirliği yaptıktan sonra, Memleket Partisi biraz daha fazla görünüyor onlardan. Gerçi Muharrem İnce’ye sorduğunuzda “%28’im” diyor. Ama ben olumlu görürüm. Yani muhâlefet bakımından faydalı görürüm. Muhâlefetin kazanması bakımından faydalı görürüm. Çünkü Ruşen, hep konuşuyoruz, işte ilk seçimde, ilk turda %50+1 diyoruz değil mi? Yani 1 oyun farkı olacak. Ha, onun karşılığında Muharrem İnce bunu söyleyebilir mi? Söyleyebilir. “SSen çekil adaylıktan ben aday olayım” filan demediği sürece böyle bir uzlaşmanın mümkün olduğunu düşünüyorum ben. Yani Muharrem İnce bunu diyebilir mi cevabını sen ver. Sence diyebilir mi? Yani Kılıçdaroğlu’na: “Tamam o zaman Kemal Bey, sen çekil ben aday olayım” filan diyebilir mi sence Muharrem İnce?

Ruşen Çakır: Yani onu demesine der de, ben sanki bir şekilde…

Murat Yetkin: İşte o yüzden büyük bir belirsizlik.

Ruşen Çakır: Onu zâten diyor. Meselâ bir yaptığı açıklama var ya? Hani diyor ki: “İkinci tura ben kalırsam Kılıçdaroğlu seçmeni bana oy verir, ama Kılıçdaroğlu kalırsa benim seçmenimin hepsini garanti edemem” lâfı da onu gösteriyor. Ben açıkçası bir şekilde anlaşacaklarını ve seçime çok az bir süre kala muhtemelen Muharrem İnce’nin Kılıçdaroğlu lehine çekileceğini tahmin ediyorum. Ama elimde bir kanıt vs. yok. Şaşırma kartımı da açık bırakarak söylüyorum.

Murat Yetkin: Aynen ben de öyle düşünüyorum. Çünkü Muharrem İnce’nin ne zaman ne yapacağı, biliyorsun, çok belli olmuyor. Kafasında değişik stratejiler var. O stratejilerin hangisini o anda piyasaya süreceğini kendisinden başka kimse tahmin edemiyor, bilemiyor.

Ruşen Çakır: Peki, bununla bitirelim dedik, ama bir iki şeyden de bahsedelim. Senin çok “sevdiğini” bildiğim Doğu Perinçek 100 bin imzâ toplayabilir mi? Geçen 100 bin imzâyı CHP sâyesinde toplayıp 98 bin oy almıştı biliyorsun. Şimdi yine başvurdu. Bir de tabiî –bu konuda susma hakkını da kullanabilirsin ama– Zafer Partisi var; meselâ seninle en son konuştuğumuzda hatırlıyorum bayağı bir üzerinde durmuştuk. Ama artık Zafer Partisi bir şekilde çok gündeme gelemiyor ve Muharrem İnce o alanı bayağı bir tutmuş gibi sanki.

Murat Yetkin: Şimdi kendi adayları var. Yani Zafer Partisi’nin de kurduğu bir ittifak var; Sinan Oğan biliyorsun adayları oldu. Dolayısıyla tavrını belli etti. Şimdi Suriyeliler konusuyla Zafer Partisi ve Ümit Özdağ bir yükseliş yakaladı, doğru. Ama deprem sonrasında bu Suriyeliler konusu biraz daha insânî bir boyut kazandı. Yani can kayıplarının neredeyse 5’te 1’inin Suriyeli olduğunu AFAD rakamlarına göre söylüyorlar, değil mi? Yani burada çok fazla köpürtülecek, üstüne gidilecek bir durum kalmadı ve safını da belli etti. Muharrem İnce ile ittifâk kurmaya çalıştılar; fakat Ümit Özdağ aday olarak Mansur Yavaş’ı gösterdiği anda Muharrem İnce masayı devirdi, “Ben burada dururken sen nasıl Mansur Yavaş’ı aday gösterirsin?” diye, biliyorsun. Çünkü Muharrem İnce’nin iddiası zâten, “Şu anda %28’im. İkinci turda Erdoğan’la ben kalacağım, %68 alacağım” diye. Gayet de net rakamlarla konuşuyor. Meselâ %65 demiyor, %68 diyor vs.. Yani bu kadar net hesapları var. Bence Ümit Özdağ parti olarak ve ittifak olarak acaba %3’ü mü hedefliyordur? Yani bunu tartışmak lâzım. Çünkü yeni yasaya göre biliyorsun %3 alan partiler Hazîne yardımı alabilecek. Hani böyle bir şey de var. Aynı şekilde örneğin Türkiye İşçi Partisi’nin de en az %3’ü hedeflediği konuşuluyor. Onlar da yine aynı nedenden dolayı. Bunlar da ikinci, üçüncü kademedeki dengeler diyebiliriz.

Ruşen Çakır: Evet Murat, burada noktayı koyalım. Yine keyifli, bayağı aydınlatıcı bir söyleşi oldu. Çok teşekkürler. İzleyicilerimize de teşekkür ederim. Tabiî seçime doğru birkaç yayın daha yaparız, şimdiden sözünü almış olayım senden.

Murat Yetkin: Ben teşekkür ederim. Kısmet.

Ruşen Çakır: Evet aldım değil mi sözü?

Murat Yetkin: Kısmet.

Ruşen Çakır: Kısmet, iyi.

Murat Yetkin: Yaparız, yaparız tabiî.

Ruşen Çakır: Murat Yetkin’e çok teşekkür ediyoruz. İzleyicilerimize de teşekkürler. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.