Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

“Küçülme yanlısı komünizm”i savunan bir Japon best-seller

Romaric Godin’in Mediapart’ta yayımlanan “Küçülme yanlısı komünizm”i savunan bir Japon best-seller isimli yazısını Haldun Bayrı Türkçeleştirdi.

2 Mart 2023 — Mediapart

Japonya’da 500 bin satan bir kitabın genişletilmiş İngilizce versiyonu olan “İnsan Çağında Marx” (Marx in the Anthropocene) ve Türkçe’de Karl Marx’ın Ekososyalizmi: Sermaye, Doğa ve Ekonomi Politiğin Yarım Kalmış Eleştirisi (çev: Deniz Saygı,. Efil Yay., 2020) adlı kitapları bulunan Kohei Saito, “küçülme” (İng. degrowth; Fr. décroissance) yoluyla kapitalizmin aşılmasını savunmak için Marx’ın düşüncesindeki evrimin uyarıcı bir yeniden okumasını öneriyor.

2022 sonbaharında çok sayıda medya kuruluşu, şaşırtıcı görünen bir hâdiseyi Avrupa’ya ve ABD’ye duyurdular. Japonya’da Marksizm’den esinlenen bir kitap best-seller olmuştu. 2020’de yayımlanan Hitoshinsei no Shihonron (“İnsan ÇağındaKapital”), Doğan Güneşin Ülkesi’nde yarım milyondan fazla satmıştı. Yazarı Marksolog akademisyen Kohei Saito bir star hâline gelmişti ve büyük Japon medya kuruluşları onunla söyleşiler yapıyorlardı.

Bu hâdise, Japonya’da özellikle üniversitelerde köklü, üretken ve capcanlı bir Marksist gelenek bulunduğunu çoğu zaman unutan Batı’yı büyüledi. Kohei Saito bu gelenekten geliyor ve yıllardır Karl Marx’ın eserlerinde ekoloji sorunu üzerine çalışıyor. Çalışmalarından biri 2017 yılında Fransızca’ya da çevrilmişti: La Nature contre le capital (“Sermâyeye Karşı Doğa”, éditions Syllepse).

Japonya’da çok satan çalışması Fransızca’ya çevrilmedi, fakat 2023 yılı başında, bizzat yazarın “daha özenli ve akademik” diye nitelediği bir versiyonu İngilizce’de Marx in the anthropocene. Towards the idea of degrowth communism (« İnsan Çağında Marx: Küçülme Yanlısı Bir Komünizm Fikrine Doğru”) adıyla Cambridge University Press tarafından yayımlandı.

Kohei Saito 2018’de Hindistan’da bir konferansta

Kohei Saito bu kitapta Marksist külliyâta yeni bir güncellik kazandırmayı hedefliyor; bu yaklaşımda emekçilerin özgürleşme sorunları ile ekolojik krize karşı mücâdele birlikte ele alınıyor.

Ekolojik sorunlara duyarlı bir Marx fikri aslında yeni değil kuşkusuz. “Ekososyalist” akımdan çok sayıda düşünür bunu daha önce geliştirmişlerdi — özellikle 2000’li yılların başında John Bellamy Foster ya da Fransa’da Daniel Tanuro. Her ne kadar Kohei Saito bilhassa Marx’ın prodüktivist okumalarıyla boğuşurken kısmen bu çalışmalara dayansa da, Marx ve Engels’in Almanca’da yakın zamanda yayımlanan toplu eserleri (meşhur « MEGA », ya da Marx-Engels Gesamtausgabe) etrâfında dönen bir çalışmaya dayanarak bu mücâdeleyi daha ileriye vardırma niyetinde.

1868 ile 1883 arasında, yaşamının son on beş yılındaki not defterlerinde Marx’ın ilgisi doğa bilimleri sorunları ve kapitalist olmayan toplumlar üzerinde yoğunlaşır. Kohei Saito’nun okumasına göre o sırada Marx bir “epistemolojik kopuş” yaşamıştır.

Marx ve ekoloji

Saito’ya göre, Marx 1867’de Kapital’i yayımladığında, kapitalizmin ekolojik çıkmazlarının daha o zamandan çok bilincindedir. Bunu “metabolik yarılma” (metabolic rift) mefhûmu etrâfında kuramlaştırır — bilhassa John Bellamy Foster vurgulamıştır bu mefhûmu. İnsan ile doğa arasındaki ilişki bir metabolizma olarak, yani uyumlu bir gelişmeyi mümkün kılan bir karşılıklı ilişkiler bütünü olarak kavranır.

Fakat değer üretimi ve bunun sonsuz birikimi merkezîleştiği vakit, doğal gereklilikler yadsınır: Doğal kaynaklar, mekân ve zaman, sermâyenin ve onun değerlendirilmesinin çıkarcılığına tâbi kılınır. Metabolizma yarılır ve bu “yarık kapitalizmde onarılmaz hâle gelir” diye vurguluyor Kohei Saito.

Kuşkusuz sermâye teknolojik yeniliklerle bu yarığı kapatmayı dener, ama bu denemeler hâdisenin yerini değiştirir sâdece: “Metabolik kayma” olur (« metabolic shift »). Örneğin, gübreler toprakların tükenişinin önüne geçmeyi sağlar, ama karbondiyoksit üretimi, suların kirlenmesi ya da haşarâtın yok edilmesiyle yeni metabolik zorluklara yol açar.

Marx tarafından daha 1860’lı yıllarda yapılmış olan bu tespit, Kapital’in 3. Cildi’nde not düştüğü gibi, “kapitalist üretimin gerçek engeli, kapitalizmin kendisidir” sonucuna vardırır. Ondan sonra, bu “yarığın” ancak, tam da üretim biçiminin aşılmasıyla üstesinden gelinebileceği bâriz görünmektedir.

Ama sorun, bunun nasıl olacağıdır. Kohei Saito’ya göre, son Marx, 1868 öncesi Marx ile çatışmaktadır; ama aynı zamanda, kadim yoldaşı Friedrich Engels’le de çatışmaktadır — Engels’in, Marx’tan kalan notlardan yola çıkarak Kapital’in son iki cildinin derleyicisi olduğunu da hatırlatalım.

Engels’in eleştirisi Batı Marksizmi’nde 1920’li yıllardan beri klasikleşmiştir. Engels, Anti-Dühring’deve Doğanın Diyalektiği’nde, diyalektik materyalizmin doğal düzende de geçerli olduğu fikrini geliştirmişti. Bunun sonucu olarak, sosyalizmin inşâsı ona göre, insana “doğanın gerçek ve bilinçli efendisi hâline gelme” olanağını veren doğa yasalarının bilincine varmaktan geçmektedir.

Engels’in görüşü Sovyetler’de karikatürleştirilmiş ve biçimsizleştirilmişken, Batı Marksizmi’nin tepkisi de Marksizm’i doğanın alanından çıkararak sâdece toplumsal alanla sınırlamak olmuştur. Buna göre Marx’ın düşüncesi toplumla sınırlıdır ve asla doğal küreyi kapsamamaktadır. Buna karşılık Foster’ın ekososyalizmi, bilhassa, Marx ile Engels’in düşüncesinin doğa alanında birliğini savunmuştur yeniden.

Kohei Saito burada farklı bir yol izliyor. Marx’ın düşüncesinin sâdece toplumsal olduğu fikrini reddediyor — ekolojik sorunla uğraşmakta yetersiz kılardı bu onu. Ama Engels tarafından Kapital’in son iki cildinin yazılması sırasında Marx’ın not defterlerindeki tercihlerine ve yeniden yazdıklarına dayanarak, bu sorunlar hakkında Engels’le aralarında bir kopuş fikrini de savunuyor.

Ekososyalizmin ötesinde

Bu yol ayrışmasının kaynağı, doğa ve toplum kavrayışındadır. Engels doğada insanlardan ve insan ilişkilerinden bağımsız, kendi diyalektiği uyarınca işleyen bir mâhiyet görür. İnsanlar için hedef, bu dış kuvvete hâkim olmak ve onu denetim altında tutmaktır. Ekososyalizm kendini bu çerçeve içinde inşâ eder.

Bu “kartezyen” ikicilik (Descartes’taki katı ruh ve beden bölünmesini yineleyen), bilhassa Bruno Latour’un (2022’de vefat eden) temsil ettiği, İnsan Çağı’nda iç içe geçmiş iki mefhum olan doğal ile toplumsalı ayırt etmeyi imkânsız telakkî eden güncel bir “tekçilik/monizm” hareketiyle zıtlaşmaktadır. Bu görüş, toplumsal güçler tarafından doğanın “denetimi” mantığına da vardırabilmektedir.

Saito’ya göre son Marx’ın görüşü hem ortada hem daha karmaşıktır. Marx bir nevi “kartezyen olmayan ikicilik” biçimini benimser. Ona göre, insan toplumlarından önce de var olması hasebiyle doğanın bir özerklik biçimi vardır elbette. Bugün ekolojik krizin “geri döndürülemez” hâdiselerinden bahsediyor olmamız, toplumun denetimi altında tutamadığı bir doğa mantığının var olmasındandır.

Dolayısıyla tekçilik/monizm imkânsızdır; ama yine de doğanın insan için ancak toplumsal bir bağlamda var olduğunu ve bizâtihi bu bağlamın da doğada değişikliklere yol açtığını yadsımak imkânsızdır. Başka deyişle, toplumsalın doğal üzerinde belirleyici bir etkisi vardır. Her tarafta, “doğa” toplum tarafından değişime uğratılmakta ve yeniden şekillendirilmektedir.

Karl Marx’ın Londra’daki mezarı

Marx’ın son döneminde bulunan, iki metabolizma biçimi arasında, toplumsal ile doğal arasında bir diyalektiğin mevcut olduğu fikri buradan gelir. Doğa ve toplum karşılıklı olarak birbirlerinde değişikliğe yol açar ve birbirlerini etkilerler. “Marx târihsel, ekonomik ve ekolojik perspektiflerden yola çıkarak insanlarla doğa arasındaki ilişkinin toplumsal ve fiziksel dönüşümünü kavramaya uğraşmıştır” diye özetliyor Kohei Saito.

Kapital’in son cildinin redaksiyonu sırasında Engels’in kısmen sildiği, ama Marx’ın notlarında bulduğumuz da tam bu görüştür.
Kohei Saito, Marx’ın son dönemindeki görüşünü sezenlerden biri olduğunu düşünerek tekrar ele aldığı, uzun süre boyunca “Batılı Marksizm”in babası telakkî edilen Macar Marksist György Lukács’ın eserinin özgün ama tutkulu bir okumasıyla bu fikri geliştiriyor.


Doğa ile toplum arasındaki ilişki o zaman, Hegel’in terimleriyle söylersek: “Özdeş ile özdeş olmayanın özdeşliği” hâline gelir. Doğa ve toplum hiçbir yerde ayrık biçimde var olmaz; ama bu özdeşlik, karışmakta olan ile karışıma direnen arasındaki dinamik bir melezleşmedir.

Toplum ile doğa arasındaki bu ilişkide yine de bir “asimetri” vardır: “Doğa toplumsuz var olabilir, ama bunun tersi olamaz.” Kapitalizmden çıkan ekolojik kriz burada biçimlenir. Bu sistemde değer yasası fiziksel ve doğal bir “dayanağı” olmadan gelişemez; halbuki onun yönelimi sonsuz birikim yönelimidir. Dolayısıyla kaçınılmaz olarak o dayanakla çelişkiye düşer. O zaman da özdeş ile özdeş olmayan arasındaki gerginlikler sistemin bütünlüğünü tehdit eder. 

Bu kriz, “sermâyenin elastikiyeti”nden takviye bulduğu ölçüde daha da derinleşir. Bu mefhum, “yeşil büyüme”nin savunucularının küçülme yanlılarına verdikleri cevâbı temsil etmektedir. Sermâye intibak eder ve tüketimini azaltmak için teknolojiyi kullanır. Krizi büyüten, daha önce zikrettiğimiz bu “metabolic shift” (metabolik kayma) hâdisesidir; zîra özdeş ile özdeş olmayan arasındaki gerginliği, özdeş olmayanda ısrar ederek derinleştirir.

“Sermâyenin birikim mantığı insan yaşamına ve ekosistemin sürdürülebilirliğine yabancılaştığı müddetçe, gezegendeki tüm hadler aşılsa ve yeryüzünün koca koca parçaları uygarlığa elverişsiz hâle gelse bile, kapitalist sistem var olmayı sürdürebilir” diye not düşüyor Kohei Saito.

Marx’ın son dönemindeki “epistemolojik kopuş”u

Öyleyse bu görüş Marksist görüşte önemli bir değişiklik îcap ettirir. 1867’den önce Marx, kapitalizmin, üretici güçlerdeki emsalsiz gelişmesiyle, insanlığın sosyalizme ulaşmak için geçmek zorunda olduğu bir aşamayı temsil ettiği telakkîsindeydi. Öyleyse sosyalizm, kapitalizmin teknolojilerinin ve üretici güçlerinin yeniden ele alınmasını temsil etmekteydi. Engels’in tekrar ele aldığı ve ekososyalist düşüncesinin merkezinde olan fikir buradadır.

Ama Saito’ya göre, Marx’ın o son yıllarında geliştirdiği ve yukarıda tasvir ettiğimiz doğa ile toplum arasındaki bağlar görüşü zorunlu olarak işleri değiştirir. Şâyet kapitalist kalkınma ancak kapitalizmin el artırarak kaçışıyla karşılık verebildiği bir ekolojik krizi zorunlu olarak yaratıyorsa, kapitalist üretim güçlerinin gelişmesi artık olumlu bir gerçek değil, durdurulması gereken bir tehlikedir.

Marx teknolojilerin gelişiminin zorunlu olarak kapitalizm sonrasının maddî temellerini atmadığının bilincine varmıştır” diye özetliyor Kohei Saito. Ondan sonra, kapitalist olmayan toplumlar, özellikle de o dönemdeki Hindistan ya da Rusya’daki kırsal komünler, onun kapitalizm sonrası için esin kaynaklarını temsil eder. Marx’ın 1881’de Vera Zassoulitch’e yazdığı ünlü mektubu bu bağlamda anlamak gerekir. Bu mektupta, Rusya’nın kapitalist evreden geçmeden kırsal komünlere dayanarak sosyalizme ulaşabileceğini düşünmekteydi.

Kohei Saito’nun kitabının özgünlüğü de burada: Ona göre, son dönemdeki Marx “ekososyalizmin ötesi”ne geçmiştir ve görüşünü “ ‘küçülme yanlısı’ bir komünizm olarak tanımlamak daha isâbetli olur”. Somut olarak, kapitalist üretim güçleri tahripkâr olduğuna göre, komünizm bu üretici güçlerin bir kısmından vazgeçmelidir. Merkezî önemdeki küçülme fikri buradan gelir.

Bununla birlikte, Marx’ın görüşü ne gerici ne görecidir/rölativisttir, diye ısrar ediyor Saito: Bu görüş kırsal komünleri ve kapitalist olmayan toplumları ülküselleştirmez. Sâdece, özdeş ile özdeş olmayan arasındaki özdeşliğe saygı duyulan yararlı örgütlenme numûneleri hâline getirir bunları. Yani kapitalizmin aşılmasının târihsel hareketinde yararlı tecrübelerdir bunlar. Kitabın son bölümü de bu “küçülme yanlısı komünizm”in hatlarını kuruyor.

Kohei Saito’nun üzerinde ısrarla durduğu ana ilke, bolluk ve zenginlik ilkesi. Küçülme çoğu zaman bir zenginlik kaybı ve kapitalizm öncesi kıtlık dünyasına dönüş olarak yerden yere vurulur. Oysa öncesinde söyledikleri bu savı güçlü bir biçimde tekzip ediyor.

“Küçülme yanlısı komünizm”in çehreleri

Yazar, Marx’ın eserinin ilk sözcükleriyle, Kapital’in hakîkî başlangıcı diye adlandırdığı yerden başlıyor: “Kapitalist üretim biçiminin hüküm sürdüğü toplumlardaki zenginlik devâsâ bir metâ birikimi olarak belirir.”

Saito’ya göre bu cümle ““zenginlik” mefhûmuyla onun kapitalizmdeki görünümü metâ arasındaki gerilimi vurgulamaktadır. Marx için toplumların zenginliği, “epistemolojik kopuş”unun da öncesinde, bu metâ birikiminden farklıdır; “kültürler, beceriler, serbest zaman ve bilgiler”den oluşan bir zenginliktir.

Bu çerçevede ise kapitalizm, metâya sâdece “toplumsal zenginliğin yoksullaşması” olarak odaklanmasıyla belirir. Oysa, diye ısrar ediyor Kohei Saito, bu toplumsal yoksullaşma aynı zamanda doğal bir yoksullaşmadır, çünkü doğa sâdece değerin maddî taşıyıcısı olarak tasarlanır. Dolayısıyla sâdece bu kullanıma indirgenerek ele alınmaktadır — ki bu da tahrîbâta ve tekbiçimliliğe yöneltir.

Bundan sonra, kıtlık mefhûmu bu mefhûmun ışığında yeniden yorumlanmalıdır. Herkesin kullanımına açık “kamusal” zenginlik ortadan kaybolup metâyı merkeze alan “özel” bir zenginlik onun yerini aldığı vakit belirir kıtlık. Yani bolluk ya da kıtlık mefhûmu bir “toplumsal mefhum”dur: Kullanımlara ve toplumla doğa arasındaki bir ilişki biçimine tekabül etmektedir. Kapitalist üretim güçlerinin gelişmesi yayıldıkça toplumdaki bu kıtlık da büyür.

Bu paradoks, küçülme yanlısı komünizmin ilk bir hattını şekillendirir. “Kıtlığı aşan bir toplum, kapitalizm öncesi toplumlarda yapay kıtlığın aşkınlığıyla daha yüksek düzeyde bulunan müşterekler bolluğunun yeniden inşâsı üzerine kurulabilir” diye açıklıyor Kohei Saito.

Başka deyişle, kapitalizm sonrası toplum, doğal kaynakları ortak bir mülk olarak idâre ederek kıtlık mefhûmunu aşabilir. Zîra bolluk bir “teknolojik seviye değildir, o bir toplumsal ilişkidir”.

Friedrich Engels’in doğduğu şehirdeki heykeli, Wuppertal, Almanya

Bir noktayı belirginleştirmek gerek: Kohei Saito “doğadaki kıtlığın” süreğenliğinin bu toplumun kurucu unsuru olması üzerinde ısrar eder. Mevcut kapitalist teknolojileri tekrar kullanan bir toplum tasarlayan Prometheusçu “bolluk komünizmleri”nden onun kastettiğini ayırt eden merkezî bir unsurdur bu. Saito’ya göre, bu cins bir tasarı, doğa ile toplumun özdeş olmamasını yadsıyarak, kaçınılmaz biçimde kapitalizmle aynı sınırlara toslayacaktır.

Küçülme yanlısı komünizmin çıkış noktası küçülme konusundaki tercihidir. Başka deyişle, doğa ile toplum arasındaki toplu metabolizmayı korumak için, toplumsal örgütlenmeyi doğa ile toplumun özdeş olmadıklarını kabullenmek üzerine temellendirmelidir. Toplumdaki kıtlığı bu hâricî kısıtlamanın içinde yıkmak gerekmektedir.

Kapitalizm sonrası bir toplumda aşılması gereken, olduğu hâliyle kıtlık değildir; toplumdaki, sermâye birikimine özgü kıtlığın nesnel koşullarıdır” diye ısrar ediyor Saito.

Toplumdaki bu kıtlık, üretimin özelleşmesine bağlı olduğuna göre, bunun ortadan kaldırılması da doğal kaynakların mevcut toplum ve gelecek kuşakların çıkarı gözetilerek “ortaklaşa” denetlendiği, işbirliğine dayalı bir üretimin yerleştirilmesinden geçmektedir. “Sermâyenin metâlaştırma (“commodification” – nesneleştirme) mantığına karşı, komünizm, zenginliğin ortaklaştırılmasını (“commonification”) arar” diye açıklıyor Kohei Saito.

Marx insanların çevreyle etkileşimlerini bilinçli şekilde düzenleyebildiklerini söylediğinde, toplumsal ihtiyaçları üzerine bilinçli şekilde kafa yorabildiklerini ve gerekirse bunları sınırlayabildiklerini kastetmektedir” diye ekliyor Japon akademisyen.

Marx kapitalizmdeki eşgüdüm mefhûmunu geliştirmişti. Kapitalizm, emekçileri ürünlerinden tecrit ederek eşgüdümün gerekliliğini artırmıştır. Ama bu eşgüdüm soyut emeğe odaklanan değer yasası üzerinden yapılır. Emekçiler tarafından kavranılamaz.

Kohei Saito küçülme yanlısı komünizmin bu bilinçdışı eşgüdümün yerine bilinçli bir eşgüdümü, “sonsuz büyümeye engel olan ve ölçüsüz bir tüketimin taşıyıcısı dalların üretimini azaltan bir planlama ve bir düzenleme”yi getirdiğini düşünür.

Zenginlik doğanın ve emekçilerin kapasiteleri uyarınca üretilir ve Marx’ın Gotha Programının Eleştirisi’ndeki meşhur sözüyle, ihtiyaçlara göre yeniden dağıtılır. Bâzı dalların anlık büyümesini îcap ettirebilir bu, ama sorun orada değildir artık: Sonsuz metâ biriktirme ihtiyâcı ortadan kalkar ve emek çalışma zamânını azaltmak için yeniden düzenlenerek emekçilere serbest zaman bırakılabilir. Zîra yazarın asıl merâmı budur: Toplumun doğa nazarındaki yerinin bilinci, sâhici bir özgürlüğün inşâsını mümkün kılan yeni bir örgütlenmeyi teşvik etmektedir.

Kohei Saito’nun çalışması çok öğretici. Engels, Rosa Luxemburg ya da György Lukács üzerine tartışmaları da, son Marx’ı okuması gibi çok uyarıcı. 1960-1970 yıllarındaki eleştirel düşünce henüz çok Hegelci olan “genç Marx” üzerinde ısrar etmişken, 2010-2020 yıllarının eleştirel düşüncesi olgunluk dönemindeki Marx’ı yeniden keşfediyor ve son derece ilginç yeniden okumalar üretiyor bu.

Bir “epistemolojik kopuş” fikri, Marx’ın düşüncesinin önceki düşüncelerden anahtar değerinde unsurları muhâfaza ederek tedricî biçimde evrim geçirmesi ölçüsünde tartışmaya açık olma riskiyle karşı karşıya kuşkusuz — bunu Kohei Saito da bizzat üstü kapalı biçimde teslim ediyor.

Ayrıca, “küçülme yanlısı komünizm” imgesi, teorik temellerinin dışında çok güçlü bir özgünlük arz etmiyor. Böylelikle bu komünizm kısmen bâzı küçülme düşünceleriyle ya da meselâ “Komünizmin Çehreleri”ndeki (Figures du communisme, La Fabrique, 2021) Frédéric Lordon’la birleşiyor.

Bununla birlikte teorik temeli sırf anekdota dayalı değil. Çok sayıda Marksist’i, “üretici güçlerin gelişmesi” adına mevcut kapitalizmi kurtarmak istemeye fazla sık götüren teknolojik mitostan kurtulma imkânı sunuyor.

Siyâsî ekolojinin anti-Marksist refleksine karşılık vermeyi de sağlıyor; dolayısıyla onu geleceğin toplumu hakkında konumunu belirlemeye götürüyor. Son olarak da, özünde kapitalizmle bağdaşmaz olan karakterlerini kabul etmekten hayli sık yüksünen küçülme teorileriyle bir yakınlaşmanın yolunu açıyor.

Kısacası, Kohei Saito’nun Japonya kitapçılarındaki başarısı boşuna değil. Çalışması gerekli ve bereketli perspektifler açıyor ve ekolojik krizin aşılması üzerine tartışmaların merkezine konmayı hak edecek.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.