Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ali Hakan Altınay yazdı: Tadımlık insanlık irfanı

Eğer seçimi düşünmek dışında bir şeylere gereksinim duyuyorsanız size teklifim, aklımıza pek gelmeyen coğrafyalarda insanlık irfanının ipuçlarını keşfe çıkmak. Ne dersiniz? Var mısınız?

Aklımda üç örnek var… ilki Çin’den: Sıradan bir köyde sakin mizaçlı bir köylünün atı kaybolur. Komşuları köylüye gelip ne kadar üzüldüklerini anlatırlar. Köylü, “Bilmem… göreceğiz” der. İki gün sonra kaybolan at, yanında ehlileştirilmemiş bir yılkı atı ile döner. Köylüler bu sefer adamın ne kadar şanslı olduğunu konuşur. Onun cevabı ise değişmez: “Bilmem… göreceğiz.” Bir hafta sonra köylünün oğlu yılkı atına eyer vurup binmeye yeltenir. At onu sırtından atar, oğlanın ayağı kırılır. Oğlunun emeğinden mahrum kaldığını düşünen komşuları köylüye üzüntülerini bildirirler. Köylünün cevabı aynıdır: “Bilmem… göreceğiz.” İki hafta sonra Çin İmparatoru komşu ülkeye savaş açar, tüm sağlam gençleri askere alır. Köylünün oğlunun ayağı kırık olduğu için askere alınmaz ve savaşta hayatını kaybetmekten kurtulur. Komşuları yavaş yavaş köylünün kalendermeşrepliğinin hikmetini hissetmeye ve kabullenmeye başlar. Çin’de bizim Nasreddin Hoca hikayeleri kadar yaygın şekilde bilinen bu kıssanın başka coğrafyalarda da benzerinin olduğuna eminim. Onları araştırmayı folklor uzmanlarına bırakıp biz keşfe devam edelim.

İkinci örneğim, Kuzey Amerika yerlilerinin şeflerinden Seattle’ın “Dünya bize atalarımızdan miras değil, çocuklarımızdan emanet” tespiti. Kısa ama çok önemli bir tespit. Çok önemli çünkü mirasyedilik bir görgüsüzlükken, emanete hıyanet her yerde suçtur. Çok önemli çünkü doğayı çok fena sömürdük, tükettik. İngiliz bilim insanı Martin Rees, 21. yüzyılı sağ salim tamamlama olasılığımızı yüzde 50 olarak belirledi ve bunun bile iyimser bir tahmin olma olasılığı her gün artıyor. Kerterizimiz Elon Musk gibi kibir abideleri değil de Seattle’ın bilgeliği, irfanı olsaydı böyle olmazdı. Hem Çin’e hem Afrika’ya atfedilen bir deyiş var: “Ağaç dikmek için en iyi zaman 20 yıl önceydi. İkinci en iyi zaman ise şimdi.” İroniyi sezmişsinizdir mutlaka: Ağacı en iyi zamanda, 20 yıl önce, dikmedik diye dövünmek yerine, bunu şimdi yapalım, Seattle’lara bundan sonra kulak verelim.

Üçüncü ve son irfan örneğim Afrika’nın güneyinde ve özellikle de Güney Afrika’da kabul gören, yaygın olan ubuntu felsefesi. Bu felsefenin temel öğretisini Desmond Tutu İngilizce çok güzel ifade etti: “I am because you are; you are because we are” (Benim çünkü sensin; sensin çünkü biziz). Türkçesi İngilizcesi kadar güzel tınlamıyor ve Descartes’ın “I think therefore I am” (Düşünüyorum öyleyse varım) mottosuna olan nispet kayboluyor ama olsun. Cllifford Geertz, Richard Nisbett, Joseph Henrich atomize birey modelinin ne kadar istisnai bir paradigma olduğunu anlatmıştı… Tutu ve Afrikalı dostlarımız bize atomize birey yanılgısının alternatifini anlatıyor: Biz tabii ki ilişkilerimizin sonucuyuz. Bunu görmezden gelmek hem varoluşun hakikatinin sefil bir inkarı hem de olağanüstü yıkıcı sonuçlar veren bir yanılsama. “I am because you are”da beş kelimeyle ifade edilen temel gerçeklik sadece İngilizce’de ifade edilmiş en güçlü tez değil, bizim de Yunus Emre, Sadi Şirazi, Nazım Hikmet ve Ahmet Hamdi Tanpınar’dan iyi tanıdığımız bir farkındalık. Ekoloji biliminin tamamı bu farkındalık üzerine kurulu. Son dönemde ormanlar, ormandaki toprak altı mantar ağları hakkında yazılan kitapların ana tezi de bu. Öyle ki Merlin Sheldrake’in “Entangled Life” (Türkçesi Saklı Dünya başlığıyla çıktı) kitabında mantar ağlarına bir “şey” olarak değil, dinamik bir süreç olarak bakmanın analitik yararlarından bahsediyor. Belki hor görülen Afrika’nın hikmetinin hakkının teslim edildiği günleri de görürüz.

Bu ve bundan önceki bazı yazılarda irfan kavramını kullandım. Belki kastımı biraz açmam yararlı olabilir. Bu kavramın güncel yaygın kullanımında Cemil Meriç’in irfan ile kültür karşılaştırmasının ve ilkini bize, ikincisini de Batı’ya yakıştırmasının rolü olsa gerek. Kültüre içkin olan işlevsellikse, irfanın temelinde farkındalık var. Yukarıdaki üç örnekte de tabii ki bir işlevsellik var ama işlevselliğin ötesinde bir tercih ve o tercihin temellendiği bir farkındalık var. Üstelik bu farkındalıklar birbirine komşu ve bir araya geldiklerinde, yan yana durduklarında adına insanlık irfanı diyebileceğimiz bir manzara çıkıyor.

Sizi bilmiyorum ama ben insanlık irfanının bu enfes örneklerinin, ifadelerinin ayrımına varmaktan aynı anda hem büyük bir keyif hem de hüzün duyuyorum. Keyfin nedeni, bu irfanın içine doğmuş olma ayrıcalığıyla ilgili. Hüzün ise Elon Musk, Donald Trump gibi kibir zenginlerinin yaygarasının bu bilgeliklere pek alan, oksijen bırakmayacağını bilmekten. Hüznümü biraz azaltmak için kendime hatırlattığım örnek ise John Berger. İstanbullu sanatseverlerin bile pek uğramadığı Beşiktaş’taki Resim Heykel Müzesi’ne uğrayan Berger, Şeker Ahmet Paşa’nın “Ormanda Oduncu” resminden çok etkilenir. Berger, Şeker Ahmet Paşa’nın ormanla arasında olması gereken uzaklığı koruyamadığı ve bu sayede resme baktığımızda bir yandan ormanın içinde yol alırken, bir yandan da kendimize dışarıdan bakıyormuşcasına ormanın bizi çevrelediği hissine kapıldığımızı tespit eder. Berger’e göre oduncu, katırı ile ormanda ilerliyor olması gerekirken sanki hareketsizdir ve kımıldayan hareket halinde olan ormandır. Biz ise bunu görmekten öte sezeriz (sezginin önemine arada sırada değiniyoruz. Henri Bergson, Rene Guenon’da sezginin merkeziliğinin en ulaşılabilir anlatıları olsa da sezginin vazgeçilmezliğinin tüm dünyaya yayılmış farkındalığı azimli bir arkeolojiyi beklemekte). Berger, Şeker Ahmet Paşa’daki ikiliği, çokluğu anlamlandırmak için Heidegger’den yararlanır ve bunları 1979’da yazar. O zamandan beri Berger okurları bu olağanüstü gözlemleri, tespitleri okur, esinlenir. Berger’e açık olan imkanlar, bizim için ziyadesiyle var. Heidegger’den öte Merlin Sheldrake, Nazım Hikmet, Tanpınar, Alan Watts, Tu Wei Ming bizler için kısa bir uzanma mesafesinde. Şamatadan, yaygaradan gözümüzü, kulağımızı biraz alabilirsek insanlık irfanının çok sayıda sürprizi, hediyesi köşenin hemen arkasında. Gelincikler, papatyalar, akşam sefaları her yerde… Yeter ki bakma ve görme cesareti bulalım.

e-mail: haltinay@globalcivics.net

Mektup adresi:
Ali Hakan Altınay
Silivri Ceza İnfaz Kurumları Kampüsü
Semizkumlar Mah. Çanta Cad. No: 162
Silivri Kapalı Cezaevi (9 no’lu Cezaevi), Koğuş: A47
İstanbul

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.