Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

14 Mayıs’ta ne olursa mucize olur? | Ruşen Çakır ve Ateş İlyas Başsoy tartışıyor

Kimin kazanması mucize? Recep Tayyip Erdoğan mı, Kemal Kılıçdaroğlu mu? Parti, ittifak ve cumhurbaşkanı adaylarının seçim kampanyaları nasıl ilerliyor? Kim önde görünüyor? Seçim ilk turda biter mi?

Ruşen Çakır ve siyasal iletişim uzmanı Ateş İlyas Başsoy tartışıyor.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Ateş İlyas Başsoy stüdyo konuğumuz. Siyâsal iletişimci desem…

Ateş İlyas Başsoy: Olur.

Ruşen Çakır: Evet, seçimleri konuşacağız. 4 gün kaldı. Ateş, sen bomba gibi bir yazı yazdın BirGün’de köşende: “14 Mayıs’ta mûcize olacak mı?” Öyle bir başlıkla, değil mi?

Ateş İlyas Başsoy: Evet.

Ruşen Çakır: Tabiî buna insanlar ilk başta; “Erdoğan kaybedecek ve bir mûcize olacak” diye bakıyor, ama senin mûcizeden kastın başka. Ters köşe yapmışsın. 

Ateş İlyas Başsoy: Tam tersi, evet. Zâten o yüzden o başlığı yazdım. Hattâ ilk yazdığımda bir arkadaşım gördü, bir kafede yazmıştım yazıyı. Böyle yanıma geldi CHP’li bir arkadaş; “Gerçekten bir mûcize olacak ve kazanacağız değil mi?” dedi. Ben dedim ki: “Hayır, Kılıçdaroğlu zâten kesin olarak kazanıyor yani mantıklı düşünürseniz. Erdoğan’ın kazanması mûcize” dedim. O yüzden o başlığı tuttum orada, bir tartışma oluşturduğu için ve ondan bahsettim. Yani geçmiş iki seçim var; iki defa olan iki seçim var geçmişimizde. İki defa cumhurbaşkanı seçimi oldu ve iki defa İstanbul Büyükşehir belediye seçimi oldu. Bu ikişerli seçimler, iki çift seçim aslında bize bayağı bir ışık veriyor. Yani bu konularla ilgili bayağı bir bilgi veriyor. Bu konularla ilgili onlardan bahsettim.

Ruşen Çakır: Başka birisinin daha yaptığını gördüm, ama sen çok daha net yapmışsın zâten. Sezar’ın hakkı Sezar’a yapıp, Ekmeleddin İhsanoğlu’nun hiç de öyle kötü bir sonuç almadığını ve oradan hareketle o târihte Ekmeleddin İhsanoğlu bunu alıyorsa, bugün Kılıçadroğlu rahatlıkla alabilir diyorsun. Ve İhsanoğlu’nu bir anlamda Muharrem İnce’nin 2018 skorundan daha başarılı görüyorsun. Yanılıyor muyum?

Ateş İlyas Başsoy: Benim görmem değil, sayılar öyle gösteriyor zâten. İşte Ekmeleddin İhsanoğlu, o zaman Demirtaş ayrıca, yani “Biz Kılıçdaroğlu’nu destekliyoruz” dememişti HDP; “Biz kendi adayımızı destekliyoruz” demişti. Öyle de hesaplarsak Ekmeleddin İhsanoğlu %49 aldı ilk seçimde. Yani HDP oylarıyla berâber %49 aldı. O %49 aldıysa şimdi Kılıçdaroğlu %51 niye almasın? Arada çok az fark var. Yani bu yapıldıysa geçmişte şu an yapılmaması mûcize olur aslına bakarsanız. Çünkü birçok dezavantajı vardı Ekmeleddin İhsanoğlu’nun. Birincisi hiç tanınmıyordu. 12 Haziran’da galiba ismi söylendiğinde hiç kimse bilmiyordu. İsmi ilk söylendiğinde birkaç milletvekili vardı yanında, CHP’li milletvekili vardı ve herkes telefonunda google’ladı kim bu adam diye. Yani hiç kimsenin bilmediği bir insan ve başka birçok ilginç şeyleri var hani CHP seçmeni adına. Hiç hoş olmayacak olan veya çok rahatsız edici olacak bâzı özellikleri vardı. İşte, “17 yıl Suudi Arabistan Kralı’nın yanında yaşadım” diyor, “himâyesinde” diyor hattâ o kendi söylediği sözle. İşte, Mısır’da doğmuş. Anadili Arapça aslında bir anlamda; çünkü Arapça yaşamış hep. Yani bir CHP seçmeninin hoşuna gitmeyecek birçok özelliği var. Diğer yandan da gençlerin hoşuna gitmeyecek birçok özelliği var. O seçimi hatırlıyorsanız Acun’la ve Yılmaz Erdoğan’la vs. futbol oynuyordu Tayyip Erdoğan. Daha gençti, 59-60 yaşında falandı. Şimdi Tayyip Erdoğan 70 yaşında, o yaşta oldu. Ama Ekmeleddin İhsanoğlu o zaman 11 yaş büyüktü ondan. Bir yandan Selahattin Demirtaş bağlama çalıyordu. Ben hiçbir şey çaldığını görmedim Ekmeleddin İhsanoğlu’nun. Yani seçmene sempatik gelecek hiçbir yanı yoktu. Böyle bir insan %49 aldıysa HDP oyu ile berâber; Kılıçdaroğlu gibi zâten Türkiye’de 12-13 yıl tanınmış, partisine hâkim, partisinin oy verdiği, diğer partilerin birçoğunu kendi yanına çekmiş bir liderin 2 puan fazla almaması mûcize olur diye bir oran-orantı kurdum aslında.

Ruşen Çakır: Peki şimdi Türkiye’nin koşulları var. Burada Millet İttifâkı var, HDP de destek veriyor vs.. Ekonomik sorunlar ortada, şu bu, ama sen bir de Kılıçdaroğlu’nun birtakım artılarını sıralıyorsun. Yani sâdece bunlarla yetinmiyor, üstüne koyduğunu söylüyorsun.

Ateş İlyas Başsoy: Evet, üstüne koyduğu bir sürü; şu anki konuşmaları, yaptığı iletişim… Meselâ bu kampanyada, az önce konuştuk, hiç tâkipçi olmadı; aksine Erdoğan tâkipçi oldu. Yani öyle garip bir durum var ki. İşte bu Giresun’da fındıkla ilgili vs.. Yani sanki 25 yıldır Kılıçdaroğlu iktidar ve Tayyip Erdoğan da muhâlefet gibi; sürekli onun söylediklerini tekrarlıyor ve duyulmasını, bilinmesini sağlıyor. Çünkü Tayyip Erdoğan seçmeninin bir kısmı, yani Türkiye seçmenin dörtte biri, Tayyip Erdoğan’ın seçmeninin yarısı neredeyse, yarısından fazlası ana kanal olarak TRT izliyorlar ve zâten çok çalışan işçi sınıfı, çok yorgun insanlar akşamları eve gelip çoluk çocuklarıyla biraz vakit geçirip bir dizi filan seyredip uyuyorlar. Sosyal medyayı filan da ancak futbol, kedi videosu için kullanıyorlarsa kullanıyorlardır. Şimdi böyle bir seçmenin normalde Kılıçdaroğlu’ndan haberi bile yokken, bütün kampanyada, bu İstanbul mitinginde filan resmen AKP, CHP reklamı yapıyor oldu. Çünkü psikolojik üstünlük, yani konuşma üstünlüğü hep Kılıçdaroğlu’nda bu seçimde. Bir de şimdi bunları izleyenler beni tanımıyor olabilirler. Bir yere bağlı olarak söylemiyorum. Ben hiçbir partinin üyesi değilim, kendi oyum farklıdır. Ama yani dışarıdan bir insan da olsam, Norveç’ten gelen bir siyâsal iletişim uzmanı da olsam bu seçimi böyle okurum. Yani konuşan kişi Kılıçdaroğlu, tâkipçi olan Erdoğan. Artı, az önce söylediğiniz gibi, benim unuttuğum daha doğrusu bir durum daha var: AKP her seçime, 2018’e kadar belki bütün seçimlerinde ekonomi olarak, kişi başı millî gelir olarak yükselen bir tabloyla girdi ve o yüzden her seçimde grafikler kullanıyordu. Bütün seçimlerine bakın AKP’nin, hep grafikler. Şu kadar eğitim arttı, şu kadar ne bileyim işte hastane arttı vs.. En önemlisi: Kişi başı millî gelir. Yani her bir kişinin ortalama geliri arttı derdi ve insanlar da bunu, özellikle kendi seçmeni, kentte yaşayan ve bunu hisseden; hani Özal’ın “orta direk” dediği seçmen bunu hissederdi. İlk kez bu seçimde, 2015’te bir sâbitlendi bu, 2015’te büyüme durdu, 2018’den îtibâren baş aşağı düşmeye başladı ve eğer biz 2002’deki dolar kuruyla hesaplarsak, 2002’de Türkiye’de 3000 doların altıydı çünkü kişi başı gelir, ilk geldiklerinde işte kriz olmuştu falan, o 3000 dolar 2014’e doğru 9000 dolara çıktı reel olarak. Dolar enflasyonuyla bakarsanız 12.000 dolara çıktı; ama onu saymayalım, çünkü elmayla elmayı kıyaslayalım. 3000’den 9000’e çıkan millî gelir, şu anda 5000’e indi reelde bakarsak, hani 2002’deki dolar kurunu hesaplarsak. İlk kez böyle bir seçime giriyor AKP. İlk kez kendi seçmeninin yarı yarıya fakirleştiği bir seçime giriyor ve bu da herhalde ezberleri bozuyor. Onların da konuşurken telâşlı olma sebebi bu. Yazarlardan bakıyorum ben. Okurum yani Yeni Şafak’ı, diğer gazetelerdeki yazarları filan. Hiç o eski emin halleri yok. Siz mitingler için filan da bahsettiniz. Yani çünkü kazanmaları imkânsız şu anda. Bu pazar günü seçimi kazanırsa AKP, bu bir mûcize. Bunu da taraftar olarak, fanatik bir insan olarak söylemiyorum. Yani bilimsel olarak, soğukkanlılıkla baktığımızda bir mâcize. Ve bunu kanıtlayan bir durum da, eğer mâcize olmasıyla ilgili kısmına gelirsek: İstanbul seçimleri. O da bize başka bir kanıt verdi, İmamoğlu seçimleri.

Ruşen Çakır: Burada zâten şöyle de bir husus var; şu anda seçimde yine baskın olan muhâlefeti, özellikle Kemal Kılıçdaroğlu’nu kötülemeye, karalamaya yönelik bir kampanya var ve bunun da temelinde beka ve terör iltisaklı olması suçlaması var. 2019’da bütün kampanyayı bunun üzerine kurmuşlardı ve başarısız olmuşlardı. Bu sefer aradan geçen zaman zarfında bu olayı kullanmanın –çünkü hep sürekli PKK meselesini vs. onları kurcalıyorlar ya da üretiyorlar birtakım şeyler; meselâ Murat Karayılan’ı CHP videosunda oynatıyorlar filan gibi– bunların bu sefer bir şekilde tutabilme imkânı var mı?

Ateş İlyas Başsoy: Bu son kitaplarımı yazınca AKP’den de birçok insan beni aradı. Cumhurbaşkanı danışmanı olan insanlar aradılar, konuştular filan, yemekler yedik. Ve o zaman onlara dedim ki: “Aslında Kılıçdaroğlu’nun işini zorlaştıracak, ama ülke adına da yararlı olacak bir şey önereyim size. Diyalektik iletişimi bırakın”. Kitapta da o yazıyor. Yani, “Karşıtlar oluşturup, zıtlaşma, Karagöz-Hacivat oyunu iletişimini bırakın. Diyalojik iletişime geçin” dedim. Bu nedir? İşte, Mücella Yapıcı’nın hapiste olmamasıdır. Demirtaş’ın, Kavala’nın hapiste olmamasıdır. Yani, “Toplumu böyle birtakım yerlerden basınçlar altına alıp, işte sen teröristsin, sen bilmem nesin iletişimi size seçimi kaybettirecek ileride. Çünkü toplum, artık o eski toplum değil” dedim. Anlattım bunları. Kitapta da anlatıyorum zâten. Ama her nedense bunu yapıyorlar. Yani benim bu söylediğim aslında AKP’nin lehine bir şeydi. Yani AKP bunları yapsa, Türkiye şu an böyle daha diyalojik iletişime uygun bir sohbet, yani o ilk geldikleri zamanki gibi, hani 2002’de geldiklerinde ne kadar böyle özgürlükçü bir söylem vardı. 2007’de devam etti bu filan. Hep karşılarında bir ceberrut devlet vardı, sanki o devlete karşı savaşan özgürlük savaşçıları gibiydiler. Şimdi neden bu tam mücâdele ettikleri kişilerin diliyle konuşuyorlar bunu anlamıyorum. Çünkü onlara da yararlı değil. Çünkü onlar da öyle oldular. 

Ruşen Çakır: Evet, belki ceberrut devlet onlar oldu. 

Ateş İlyas Başsoy: Evet, işte o yüzden. Ama bunu şimdi iletişim adına… ben siyâsetçi değilim veya işte, gazeteci de değilim burada. Siyâsî vitrine koyacakları bir kendi vizyonları yani, kendi görüntüleri. O kendi görüntülerini neden böyle kurguluyorlar? Yani Osman Kavala hapisteyse bir oy fazla mı kazanacak AKP? Yani seçmen için önemli mi o? Seçmen için önemli olan bir durum mu? Bunları neden devam ettiriyorlar kısmını gerçekten anlamıyorum ben. Onların lehine düşünerek anlamıyorum. Bana meselâ gelseler şimdi AKP’nin tepesindekiler, bize bir fikir ver deseler bunları söylerim. Zâten kitapta da söylüyorum bunu. Önümüzdeki dönemde de yani seçim bitecek, muhtemelen Kılıçdaroğlu kazanacak, görünüş, veri o. Ben o zaman da bir muhâlif olarak Kılıçdaroğlu’na şunu diyeceğim; esas Türkiye’de iki sorun var, yıllardan beri, hattâ doğduğumdan beri iki temel sorun var. Bunlardan biri Kürt sorunu, biri de yoksulluk sorunu. Yani Türkiye’deki bu gelir eşitsizliği veya Türkiye’nin yeterince üretememesi. Bu her iki sorun da bir partinin yapacağı bir şey değil. Bütün partilerin ortak mutâbakatla yapması gereken sorunlar. Yani AKP Çözüm Süreci yaptı 2010’ların başında, kötü bir şey miydi? Kötü değildi, ama bunu CHP’ye rağmen bir siyâsal kampanyaya dönüştürdüğü an devlet ikiye bölündü, yani halk ikiye bölündü ve oradan bu iş patladı bir sürü hatâlardan ötürü. Şimdi aslında bütün bunları tekrar biz yapıp, 2050’lere, 2060’lara barış içinde, zengin, müreffeh bir ülke olarak girmemizi engelleyen hiçbir şey yok. Biz dünyadaki en iyi iklim kuşağında, dünyadaki en iyi coğrafyalara sâhip mükemmel bir ülkeyiz. Neden böyle bir gerginlik içindeyiz anlamıyorum. Neden herkes öfkeli? Neden araba kullanırken yandaki adam ters baksa adam tabancasını çıkarıyor filan? Neden biz böyle bir ülkeyiz? Yani çöl ülkesi olsak anlayacağım. Kutuplarda soğuk bir ülke olsak anlayacağım. Zâten iklimi ılık bir ülkede insanların bu kadar sertleşmesi, bu kadar öfkeli olması, bolluk içinde bunca yokluk olması bence partiler üstü bir sorun. Bu iki sorunu konuşmalarını isteyeceğim bütün partilerin.

Ruşen Çakır: Peki tekrar seçime gelecek olursak, bir Alevî videosu yaptı ve bence çok çığır açtı. Yani çok önemli bir şeydi. Sen izlediğinde ne dedin ona meselâ?

Ateş İlyas Başsoy: Ben izlediğimde çok çok beğendim. Çünkü yıllardır AKP’deki arkadaşlarımın, AKP’li insanların söylediği bir şey vardı; “Aslını inkâr eden bizden değildir” filan, sürekli burada bunu söylerlerdi. Tabiî işte ben Bursa’da Sünnî olduğumun farkında değildim çocukken. Ama Bursa’da bir Sünnî âilede doğmuş, büyümüşüm, hani 5 yaşında Kur’an’ı hatmetmişim. Bütün bu yaşadıklarımın ben bir farklılık olduğunun farkında bile değildim. Hep öyleydi yaşadığımız hayat. 20 yaşındayken ben ilk defa Alevî insanları tanıdım. Yani onların, bir azınlığın kendini, zulüm gören bir insanın kendini tanımlaması, “Ben buyum” demesinin ne kadar zor olduğunu onları tanıdıkça gördüm. Çünkü târihsel bir şey var. Nenelerinin nenelerinden, onların da nenelerinden kalma korkunç hikâyelerle büyümüşler. Aslında bırakalım bu siyâseti, bu seçimi; Türkiye târihi için bir dönüm noktası gibi bir şeydi o video. Çok içten bir videoydu. Bütün her kelimesine katılıyorum ve benim Kılıçdaroğlu’na sevgim ikiye üçe katlandı o videodan sonra. 

Ruşen Çakır: Bir de o aslında iktidârın bir tür silâhı gibiydi. Yani açıkça kullanmasa bile…

Ateş İlyas Başsoy: Evet, alttan alta…

Ruşen Çakır: Kılıçdaroğlu’nun Alevîliğine o seccâde meselesinde onun göndermesini yaptılar. O silâhı da elinden almış oldu.

Ateş İlyas Başsoy: Çok eskilerde kaldı onlar. Şimdi bunları da iletişim alanında konuşmak gerek. Seçimden sonra umarım, neden kaybettik diye konuşurlar. Çünkü ben Antalya seçiminde ilk öyle olmuştu; neden kaybettik diye ekipler çalışmıştı, AKP’den insanlar konuşmuşlardı. Bu 2019 seçiminde de öyle oldu. Neden kaybettik diye işte insanlar geldiler, konuştular. Umarım bundan sonra da görürler neden kaybettiklerini. Bir kere Türkiye’deki bu sosyolojik değişimi anlamıyorlar. Yani insanlar kentte yumuşar. Kentte kontrastlar azalır. Çünkü işte hep verdiğim örnek; bir sitede oturursun, sen avukatsın ve Trabzonlusun, yan komşun da doktor ve Diyarbakırlı. Yani biriniz Kürtsünüz, biriniz Türksünüz. Ve ikiniz de koyu bir şekilde böylesiniz; ama ikinizin de çocuğu aynı okula gidiyor, sabah onları servise bırakıyorsunuz. Kesinlikle yumuşar konuşmalarınız. Yani arada artık büyük coğrafî sınırlar olmadığı için, hani efsâneler yaratacak, “Bunlar çok kötü, bunlar acayip berbat insanlar” diye; “Yok, bizim Mehmet ya. Bizim Ayşe abla ya. Ne kötülüğü olacak?” gibi olduğu için, insanlar birbirlerini hep gördükleri için insanlar yumuşar. Ve 90’lı yıllardan sonra aslında TOKİ’nin de katkısıyla, aslında metroların da katkısıyla, birçoğunu da AKP’nin yaptığı bir şeylerin katkısıyla şehirde kontrastlar oluşması, şehrin çeperleriyle şehir merkezi arasında düşmanlıklar olması durumu artık eskisi gibi değil. Yani şu anda gidin, şehrin en uzak yeri Büyükçekmece’de Galataport’tan daha güzel mekânlar var. Yani Beylikdüzü’nde Kadıköy’den daha güzel mekânlar var, daha güzel mahalleler var. Yani artık böyle eskisi gibi kente yeni göçenlerin çok kötü hayat yaşadığı; gecekondular, yerden sular akıyor filan, çocuklar aç geziyor vs. öyle bir durum yok artık. Yani yaşam kavgası da zenginlik de yoksulluk da her tarafında kentin ve o yüzden kontrastlar yok. Kontrastlar 90’larda varken, yani o dönemde bunun üzerine siyâset yapmak elverişli bir şeydi. AKP de bunun üzerine yükseldi aslında. Aslında bütün sınıfsal kinin üzerine yükseldi. Yani o ortadaki yemeği yiyemeyen kenardaki insanların haklı nefreti üzerine yükseldi AKP. Ama şimdi artık o durum yok. Şimdi bu durum olmazken hâlâ o söylemi devam ettirmek, onlara bir kere “boomer diyorlar ya, “yaşlı”, yaşlı kalıyor. Torunlarına lâf geçiremiyorlar. Torunlarına komik geliyorlar. 

Ruşen Çakır: Geçen bir araştırmada öyle bir bulgu vardı, AKP’nin yaşlılar partisi olduğuna yönelik. Bir de bu seçimde en çok konuşulan hususlardan birisi genç seçmen. Hattâ Muharrem İnce’nin bir ara yükselişi buna bağlandı. Kılıçdaroğlu son dönemdeki konuşmalarında, videolarında özellikle gençlere hitap ediyor. Erdoğan, meselâ benim gördüğüm, İstanbul mitinginde gençlere ayrı bir parantez açtı. Sence kim gençleri daha iyi yakalıyor?

Ateş İlyas Başsoy: Yani gençler, bir kere “delikanlı” deriz ya, kızı erkeği vs.. Biraz daha öfkeli, biraz daha tepkili, biraz daha haksızlıklara karşı daha sert olan insanlardır. Onlar da otomatikman muhâlif olurlar. Yani yine AKP’nin ilk zamanlarındaki bu kadroların genç olması, aslında içindeki o öfkeyle de çok özdeşleşiyordu. “Biz bu şehirde ikinci gibi görünüyoruz, öteki gibi görünüyoruz” öfkesi, “Kentliler, şehirliler bizi dışlıyorlar” öfkesi hakîkîydi o zaman. Ama şimdi o öfke, yani “20 yıldır sen varsın, doğduğumdan beri sen varsın ve ben hayâtı çok zor geçiriyorum” diyen gençlerin öfkesine dönüyor ve bu gençleri iknâ etmesi iktidarların, herhangi bir iktidârın, hele uzun dönemli iktidârın zâten yapısal olarak mümkün değil. Bu seçimin bir de şöyle bir özelliği var; Türkiye’de eskiden, 2010’lu yıllarda biliyorsunuz neredeyse her yıl seçim oldu. İlk kez 4 yıldır hiçbir seçim olmuyor. Ve bu yüzden de 5 milyon tâne yeni genç seçmen gelecek. Bu 5 milyon seçmenin çoğunluğu doğal olarak muhâlif partilerde oy verecekler. 

Ruşen Çakır: Peki, hâlâ söylenen bir şey var. Biraz önce “Transatlantik“te de Ömer’le bunu tartıştık. “Ne yapar ne eder kazanır” diyen kötümserler vardı. Şimdi, “İkinci tura kalırsa 15 günde çok şeyler olur, kazanır” ya da “Kazanamazsa da vermez”. Şimdi, bunlarla sen de karşılaşıyorsundur herhalde.

Ateş İlyas Başsoy: Karşılaşıyorum. 

Ruşen Çakır: Buna ne diyorsun? Meselâ bir yerden sonra buna söylenebilecek ne var bilemiyorum açıkçası.

Ateş İlyas Başsoy: 2019 seçiminde bunu gün gün yaşadık. 2019 seçiminden 9 ay önce biliyorsunuz Cumhurbaşkanlığı seçimi oldu ve orada Muharrem İnce’ye inanılmaz bir sevgi vardı, inanılmaz bir inanç vardı; “Bu adam sandığı tutar” filan diye. Yalova seçimini biliyorsunuz, hani gece öyle bir görüntüsü vardı; oy pusulalarının üzerinde uyuyor filan. İnsanların o inancını o gece, işte “Adam kazandı” filan diyerek yok etti. Ertesi gün verdiği beyânatla daha da yok etti. Sonra herkes “Bunu yapma” demesine rağmen kurultay süreci yaparak 2 ay süren bir şekilde nükleer bomba atmış gibi oldu CHP seçmenine. Ve CHP seçmeni, biz bu “Mart’ın Sonu Bahar” kampanyasını başlattığımızda, özellikle İstanbul, Ankara gibi yerlerde %10’lardaydı inanç. Yani bizim adayımızın, aday her kim olursa olsun seçimi kazanacağına inancımız %10. “Kazanması imkânsız, Ankara’yı alamayız, İstanbul’u alamayız” gibiydi. Ama sonra seçim başladı ve 31 Mart seçimine 2 hafta kala, 16 Mart’ta bir araştırma açıklandı. 16 Mart’taki araştırma da şöyleydi: “Oyumu İmamoğlu’na vereceğim” diyenler %54, ama “İmamoğlu kazanır” diyenler %32. Ben bu 32’yi görünce sevindim, 10’dan 32’ye çıktık diye. Ama bir yandan da tabiî çok üzüldüm, çünkü 32 ile 54 arasındaki bu fark birtakım insanların hâlâ, “Hayatta kazanamayız, kaybedeceğiz” dediğini ve bunun da birilerini etkilediğini gördük. Öyle oluyor, bu anketin okuması; insanlar sandığa gitmeyecek, bu da sandığa gitmeyi azaltır diye okunur. Ve endîşeliydim bu yüzden. Nitekim 13 bin oy farkıyla kazanıldı. Kıl payı kazanıldı ilk seçim. İstanbul’da 75 bin nüfuslu mahalleler var. Yani bir mahallenin iki sokağı kadar az bir oy farkıyla kazanıldı. Ve sonra bizim bütün bu tezlerimizi, yani hem Ekmeleddin, Muharrem İnce seçimlerinde varsayım olarak söylediğimiz –çünkü kanıtlamak için bir daha seçim olması gerekir aynı şartlarda– durumu kanıtlayacak bir şey oldu. Seçimin bir kere daha yapılma kararı alındı ve orada birdenbire 800 bin farkla kazandı İmamoğlu. Bir önceki seçimde aynı şekilde Binali Yıldırım var, İmamoğlu var, aynı İstanbul, hiç kimse uzaydan eklenmedi, aynı seçmenler; bir anda 800 bin kişi fark etti. Bu 800 bin kişiyi sonra analiz ettik biz, kim bunlar diye. Bunların bir kısmı, yani 4/1’lik bir kısmı yaklaşık AKP’den olan seçmen, AKP’li seçmen. Diyor ki: “Ben bir önceki seçimde Binali Yıldırım’a oy verdim, ama bu seçimde İmamoğlu’na verdim oyumu”. Şimdi bu seçim, bence her ikisi de anlatılması gereken bir durum. Bu seçimle ilgili de bunları konuşacağım. “Neden İmamoğlu’na verme kararı aldın?” dediğimizde şunu söylüyorlar bakın, iki tâne şey çok öne çıkıyordu: “Teşekkürler İstanbul” diye îlânlar çıktı ya? Bundan nefret etmiş insanlar — AKP seçmenini söylüyorum. Yani seçim hâlâ devâm ederken, hattâ seçim kazanılmışken, her yerde Binali Yıldırım’la Tayyip Erdoğan’ın îlânları var. Yani sanki böyle…

Ruşen Çakır: Kazanmışlar gibi. 

Ateş İlyas Başsoy: Aslında psikolojik bir şey. Bunu AKP seçmeni söylüyor bakın, karar değiştiren AKP seçmeni. Ve ömrü boyunca da AKP’ye vermiş seçmenler. İkinci olarak da şunu söylüyorlardı; orada VIP salonundan alınmadı ya? Bu da acayip bir travma yaratmış. Ama o karârı her kim vermişse İmamoğlu’na inanılmaz bir katkıda bulundu yani. Kim açmış telefonu, “VIP’e sokmayın” demişse; yani adamın karısı, çoluğu, çocuğu, bütün arkada bekleyen 1 milyon Karadenizli insanın gözü önünde, genç bir rap sanatçısının girebildiği VIP salonundan İstanbul’un yarısının oy verdiği bir insanı sokmamak inanılmaz travmatik bir etki yaptı. Bâzen böyledir, yani seçimlerde uğraşırsınız acayip kampanyalar yapayım filan diye; bir minicik hareket toplumda travmalar yaratır. Bu iki travma etkisiyle, bu AKP’ye geçmiş, oy vermiş seçmenin bir kısmı yine “İmamoğlu’na oy vereceğim” karârını almış. Ama bundan daha fazla olan bir 600 bin kişilik bir seçmen var. Bunlara soruyoruz; “Sen geçmişte hangi partiye oy verdin?” diye. Cevap: “CHP’ye oy verdim”. “Neden peki İstanbul’da gidip oy kullanmadın?” Cevap: “Çünkü kazanamaz diye”. Kazanamaz diye oy kullanmamış, veya şöyle insanlar vardı: “Hayal kırıklığına uğramak istemediğim için oy kullanmadım”. Normalde müdâhale edilmez, ben soruyordum, Maslak’ta plazada yaşayan bir genç erkek veya bir yaşlı insan düşünün, soruyordum: “Hayal kırıklığına uğramanız bu kadar önemli mi gerçekten? Velev ki hayal kırıklığına uğradınız, en fazla yapacağınız şey oy kullanmak. Neden kullanmadınız?” Cevap olarak; “Kullanmadım, ama sonra kullandım” diyorlar. 600 bin kişi… Bu 600 bin kişiyi İstanbul’a oranlarsak %7 filan fark ediyor bu. Demek ki Türkiye’de de 60 milyon kişi oy kullanacaksa, 4 milyon 200 bin kişi aynı durumda olabilir şu anda, aynı ruh hâlinde. 

Ruşen Çakır: Yani Kılıçdaroğlu’nun bir ara çok konuşulan “kazanamaz aday” meselesi, aday olmaması için söylenen. Kılıçdaroğlu’nun kazanma ihtimâlinin yüksek olduğunun görülmesi onun kazanma ihtimâlini artıracak diyorsun. 

Ateş İlyas Başsoy: Evet. Çünkü bu “Ben kazanamaz diye sandığa gitmeyeceğim” diyenler gerçekten psikiyatrik olarak ilginç bir şey. Ne diyeceğini de bilemiyorsun. Yani yapacağın da bir şey değil. Meselâ aynı kişi diyor ki: “Ben koyu Atatürkçüyüm”. Ben diyorum ki: “Bak, Atatürk 15 yaşından 35 yaşına kadar cephelerde mermiler üzerinde savaşmış. Adamın çekmediği çile kalmamış. Senin yapacağın okula gidip bir oy kullanmak ya. Bunu niye yapmıyorsun? Bu kadarcık bir şey. Kazan, kazanma bunu niye yapmıyorsun?” diye ben gerçekten o zaman takıntılı bir şekilde bu insanlarla konuşmuş sormuştum. Şu anda da bunu dinleyen kişiler varsa, bilin ki kazanılacak bu seçim; ama siz de lütfen “Ben kazanamaz diye oy kullanmam” demeyin. İstanbul’da gördük çünkü bunu. Yani sayısal olarak da baktık. 

Ruşen Çakır: Peki demin bahsettiğin o mağdûriyet, VIP olayı vs.. Geçen Erzurum’da bir taşlama olayı oldu. O sırada biz İstanbul’da Erdoğan’ın o bayağı kalabalık mitingini –ki bence miting başarılıydı yani, yapabileceği en görkemli mitingi yaptı– izledik. Ama insanlar ertesi gün ya da akşamdan îtibâren Erzurum’u konuştu, mitingi konuşmadı. Bir kere böyle acayip bir şekilde mitingin etkisini kırdı. Ama bu söylediğin meseleye de eklenecek olursa –bu tür saldırganlıklar şu âna kadar çok olmadı, ama oldu– bunlar saldırılana yarıyor, değil mi?

Ateş İlyas Başsoy: Evet. Türkiye’de garip bir demokrasi kültürü var. Bâzıları Rusya ile filan karşılaştırır veya Çin’le filan, o ülkeler hiçbir şekilde demokrasi görmemiş, târihlerinde de görmemişler; çünkü bir yol hattı değiller. Biz İpek Yolu’nun hattıyız ya. Burası târih boyunca hep ticaret için kullanılmış. Ticâret yapıyorsun, manavsın, satıyorsun. Karşındaki adam CHP’li, HDP’li, MHP’li diye ayıramazsın ki. Bütün derdin ona elma satmak, hepsiyle konuşacaksın. Ticâretin yoğun olduğu yerlerde böyle kontrastlar olmuyor ve demokrasi kültürü daha gelişmiş oluyor. Türkiye’deki demokrasi ve sandığa olan inanç hiç kimsenin kolay kolay kırabileceği bir inanç değil. O yüzden bu tip açık müdâhaleler toplumda çok ters tepiyor. Hatırlarsınız, Erdoğan bir kere “Atı alan Üsküdar’ı geçti” demişti, kalitatiflerde o da çıkıyordu İmamoğlu’nda, “Ya, kendisi olunca ‘atı alan Üsküdar’ı geçti’ diyor, kaybedince böyle yapıyor” diye. Bunlar gerçekten bir travma yaratıyor ve o seçim karârını değiştirebilecek kadar seçmen, fazla bir seçmen, daha bile fazla bir seçmen böyle bir durumda karşı tarafa oy veriyor. Yani Türkiye bu, “Eyvah, seçim gecesinde ne olur?” filan gibi bu tip panik yapmalar, yok işte; “Kaybedersek şeriat gelir” bilmem ne gibi konuşmalar 20-25 yıldır devam ediyor. Ben böyle bir şeyin hiç olacağını zannetmiyorum. Çünkü gerçekten bir demokrasi kültürü var Türkiye’de. 50 puan alırken AKP, CHP’yi yok edebilir mi? Yok etmeye teşebbüs bile etmedi. Yani o zaman CHP de AKP’yi yok etmeyecek. Seçimi kaybetse de AKP kadroları duracak, cumhurbaşkanı deneyimlerinden Kılıçdaroğlu yararlanacak. Şu anki konuşmalar gibi olmayacak işler. Yani öyle bir kaos ortamı filan olmayacak. Olamaz, çünkü devlette devamlılık var ve Türkiye’de demokrasi ve sandığa inanç kültürü var. O yüzden böyle karanlık tablolar çizenler, korku iklimi yaratanlar ve bunu CHP tarafında yapanlar aslında bilmeden zarar veriyorlar.

Ruşen Çakır: Peki ilk turda biter mi? Ne diyorsun?

Ateş İlyas Başsoy: Yine varsayımlara bakarak; şu an araştırma sonuçları paylaşmak yasak biliyorsunuz. O yüzden insanlara geçen konuşmada, “Araştırmalara güvenmeyin” dedim. Araştırmaya zâten güvenmeyin; çünkü Türkiye’de 3 Mayıs’tan beri araştırma sonucu açıklamak yasak. Yani şu an birisi araştırma açıklıyorsa bir yasak işliyor demektir, suç işliyor demektir aslında. Ve dünyada da o araştırma şirketini meslekten men etme diye geçer. Türkiye’de maalesef o konuda da çok şeyler oluyor. Şu andan îtibâren böyle manipülatif şeylere insanlar hiç kapılmazsa ve herkes güleryüzle giderse sandığa; özellikle cumartesi günü dün Özgür Özel’le konuştum ben. Özgür Özel’e şey önerdim: “Ya, geçen seçim yapmıştık 31 Mart’ta. Onu yapsanıza” dedim. Kadıköy’de falan standlar görüyorum yan yana, baklava veriyorlar. Yani CHP onu yapmıştı; baklava, tatlı vs.. AKP standına, MHP standına. Yine öyle bir şey olsun. Kardeşlikle, güzellikle geçsin. Kesinlikle birinci turda kazanılacak bir seçim. Ancak işte şu “Eyvah kazanamayız” diyenlerin eli oy pusulasına gitmezse… Bir de o AKP’ye oy veren seçmenin eşikte duran bir kısmı var, şöyle kenarda bekliyorlar hâlâ, 5 puana yakın bir seçmen var kararsızlarda. Onların da en büyük şeyi bu esnaf, sanatkâr, kentte ikinci-üçüncü nesil yaşayan insanlar. Aslında daha kalabalıklar da; bunların 5 puanı filan eşikte duruyor. Yani “kararsızım” diyor ve onlar genellikle sonra AKP’ye dönerler. Çünkü son anda böyle bir durumları olur. Ama ilk kez bu seçimde biliyorlar ki karşı tarafta, ekonomiden çok iyi anlayan, çok güvendikleri bir kadro var. İşte Ali Babacan vs.. Onların çok saygı duydukları bir kadro bu. Hani bir CHP seçmeni belki hiç umursamıyor bunu, ama o seçmen için önemli olan bir isim var ve onun bir kadrosu var. Biliyorlar ki böyle olursa ekonomi tekrar düzelir. O yüzden onların da mantîken geçmesi lâzım. Onlar da geçerse 1-2 puanı, 56-57 ile ilk tur biter. Onların hiçbirisi geçmezse de 52-53 ile biter yani normalde seçim.

Ruşen Çakır: Peki bu “İkinci tura kalırsa Erdoğan kazanır” önermesini nasıl buluyorsunuz?

Ateş İlyas Başsoy: Bilmiyorum. O zaman da yine hatâ yapan kaybeder. Ne olur bilmiyorum. Bakın benim âilemde AKP’ye de oy veren var, CHP’ye de oy veren var, MHP’ye… her partiye oy veren insanlar var. Bunların içinde de dindar olan, namazında niyâzında insanlar var büyüklerden. Geçen böyle bir ara olduğumuz bir zamanda konuştuk. Onlara sorduğumda hepsi dediler ki: “Hep duâ ediyoruz. Namazlarımızda duâ ediyoruz”. “Ne diye duâ ediyorsunuz? Tayyip Erdoğan kazansın diye mi Kılıçdaroğlu kazansın diye mi?” dedim. Hepsi bakın; CHP’lisi de AKP’lisi de; “Türkiye kazansın diye duâ ediyoruz” dediler. Yani seçimin sonunda Erdoğan kazansa şu anda da Erdoğan zâten cumhurbaşkanımız değil mi? Ne değişecek ki? Hani böyle travma olacak; “Eyvah, yandık, bittik” durumlarını yapmak… Kılıçdaroğlu, “13. cumhurbaşkanı olarak geleceğim” diyor. Yani 12’yi atlıyor mu? Atlasa 12’yi yok sayar. Şu an Türkiye’nin cumhurbaşkanı var. O zaman da cumhurbaşkanı olacak. Biz seçimin sonu ne olursa olsun Türkiye kazansın diye bakmalıyız ve ben ne olursa olsun seçimin sonucunda Türkiye’nin kazanacağına eminim. Ve Türkiye kazansın diye hep berâber çalışacağız.

Ruşen Çakır: Çok sağ ol Ateş. Güzel bir sohbet oldu yine. Seçime az bir zaman kala, kaç gün, 4 gün değil mi? 4 gün kala Ateş İlyas Başsoy… Bu ‘‘Ş’’ ve ‘‘S’’leri çok kişi yaşıyor mu böyle?

Ateş İlyas Başsoy: Evet.

Ruşen Çakır: Ateş İlyas Başsoy’la güzel bir sohbet yaptık. Ateş çok emin Kılıçdaroğlu’nun kazanacağına. Ben de öyleyim. Dün bu konuda bir yayın yaptım ve oradan kısa bir bölüm kesti arkadaşlar. Çok kısa, 15 saniyelik filan. Bayağı bir ilgi gördü. Tabiî bunları söylemek riskli şeyler, ama bu bir temennî değil; sen iletişimci olarak, ben gazeteci olarak gördüklerimizden hareketle söylüyoruz, ama karârı tabiî ki seçmen verecek. Sonunda söylediğin “Türkiye kazansın” tespitiyle noktayı koyalım. Evet, Ateş’e ve izlediğiniz için sizlere çok teşekkürler. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.