Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Erdoğan neden kaybediyor?

Kamuoyu araştırmalarının büyük çoğunluğu Cumhurbaşkanı ve AKP lideri Recep Tayyip Erdoğan’ın bu kez seçimi kaybedeceğini gösteriyor.

Peki Türkiye’nin son 22 yılına damga vuran Erdoğan neden kan kaybediyor?

Ruşen Çakır yorumluyor.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler. Seçime 1 gün kaldı ve Yüksek Seçim Kurulu yasaklarına da 2 saat var. Bu seçimden önce yaptığım son yorum olacak. Daha sonra, yarın seçim yasakları kalktıktan sonra Medyascope canlı yayınında bayağı uzun uzun konuşacağız. Sonuçlar geldikçe onları da yorumlayacağız. Ama şimdiden –ben bir süredir zâten dile getiriyorum– cumhurbaşkanlığı seçimlerini Kemal Kılıçdaroğlu’nun kazanacağını düşünüyorum. Muhtemelen birinci turda kazanacak. Bu ihtimâlin her geçen gün arttığı kanısındayım. Özellikle Muharrem İnce’nin çekilmek zorunda kalmasıyla berâber iyice, daha fazla öne çıktığını düşünüyorum. Sinan Oğan’ın tek başına seçimleri ikinci tura bıraktırabileceği kanısında değilim. Ama tabiî ki %100 emin olmak diye bir şey söz konusu olamaz. Eğer seçimler ilk turda biterse hemen hemen tüm kamuoyu araştırmalarında önde giden isim Kemal Kılıçdaroğlu. Dolayısıyla onun kazanacağını söylemek mümkün. İkinci tura kalırsa da yine aynı şekilde, artık kesin bir şekilde Kılıçdaroğlu’nun kazanacağını düşünüyorum. 15 gün içerisinde Erdoğan’ın yapabileceği yolunda çok şeyler var, çok sert şeyler söyleniyor, olağanüstü şeyler söyleniyor. Her ne yaparsa yapsın aleyhine çalışacağını ve aradaki farkın artacağını düşünüyorum. Sonuçta Erdoğan devri artık kapanıyor bana göre. Bunu söylemenin benim için, kişisel öykümde, serüvenimde ayrı bir yeri var. Zîra gazeteciliğe 1985 yılında başladım. İslâmî hareketi çalışmaya başladım ve dolayısıyla Refah Partisi’ni de çalışmaya başladım. 1994 seçimi öncesinden îtibâren Refah Partisi’nin yükselişini dile getirdiğim için çok eleştiri almıştım. Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçilme ihtimâlini söylediğimde de aynı şekilde, Refah Partisi’nin 1. parti olma ihtimâlini söylediğimde de… yani “Erdoğan geliyor” dediğimde insanlar inanmadı. Bir süredir de “Erdoğan gidiyor” diyorum. Yine insanları iknâ etmekte zorlanıyorum. Olabilir. Dün olduğu gibi bugün de benzer bir deneyim yaşıyor olabilirim. Bu aslında keyifli de bir şey. Sonuçta bir dönemin açıldığına ve şimdi o dönemin kapanıyor oluşuna tanıklık ediyorum bir gazeteci olarak. İstanbul’daki son büyük mitingi, Erdoğan’ın mitingini izlemem de büyük ölçüde bu motivasyonla oldu. Bunun bir tür vedâ mitingi olduğunu düşündüm. Hâlâ o görüşteyim. Erdoğan devri artık kapanıyor. Yapılan komplo teorileri vs. bunların hepsi anlamsız bana göre. Yok “Bırakmaz”, yok “Şu olur, bu olur”. Kendisi de dün bir yayında söylemiş. Demokratik yollarla gidiyorsa onu kabul etmekten başka seçeneği yok. 

Peki neden böyle oluyor? Bu konuda bir kâğıt aldım ve üzerine yazmaya başladım. Bayağı bir doldu ve bir yerden sonra da frene bastım. Aslında gerekçeleri sıralarken aldığım notlar. Bunların büyük kısmını burada kaç yıldır söylüyorum. Erdoğan’ın krizinden bahsediyorum. Yönetememe krizinden bahsediyorum. Erdoğan’ın şapkadan tavşan çıkarma imkânı kalmadığını, aslında elinde şapka da kalmadığını söylüyorum ve birtakım başlıklar var. Meselâ “Tek Adam” olan Erdoğan’ın yalnızlaştığını ve çevresi tarafından iyi beslenemediğini, halbuki AKP’nin ilk yıllarında çok daha kolektif bir irâdenin olduğunu söylüyorum. AKP’nin artık bir parti olmaktan çıktığını, bir âile şirketine dönüştüğünü özellikle vurguluyorum. Ekonominin yolunda gidememesi ile berâber artık özellikle alt gelir gruplarına dağıtabilecek çok fazla bir şeyinin kalmadığını, insanları bu anlamda kendi etrafında mobilize edemediğini ve de Kılıçdaroğlu’nun “Beşli Çete” diye tanımladığı ama sayıları çok daha fazla olan kesimlere yönelik yaptığı kıyakların artık sürdürülemez olduğunu düşünüyorum. Bu gibi bir yığın başlık var. Bunları biraz daha, özellikle seçim bağlamında tekrar açmaya çalışacağım. Başka şeyler de var. Özellikle bu seçim döneminde, “Neyi yanlış neyi doğru yaptı?” bahsinde birazcık konuşmak istiyorum. Ama şunu söylememe izin verin: Aslında Erdoğan 2015 Haziran ayında yenilmişti ve o yenilgiyi kabul etmedi. Ahmet Davutoğlu’nun başbakanlığında ve parti liderliğinde ülkeyi Kasım’da yeni bir seçime soktu. O arada neler olduğunu hepimiz maalesef biliyoruz. Ve sonra bu yenilgiyi öteledi. Ardından darbe girişimi, şu, bu vs.. Ama en büyük yenilgisini 2019’da aldı. Aslında bugünkü yenilgi 2015’te başlayan ve ertelenen 2019 yerel seçimlerinde taçlanan olayın devâmı. 2019’dan 4 yıl sonra Erdoğan’ın yerelde değil, tüm ülke genelinde devrinin kapandığına tanık olacağız. 

2019’da 25 yıllık İstanbul ve Ankara yönetimi sona ermişti. Özellikle İstanbul, Erdoğan için çok acı bir yenilgiydi. İki kere yaptırdı seçimi. İkincisinde çok daha farkla yenildi ve bu kampanyasını, bugün yaptığı gibi yine beka üzerine kurmuştu ve bunun bir işe yaramadığını orada gördü; ama bugün yine tekrarlıyor. Bugün yine tekrarlıyor olması aslında tek kelimeyle çâresiz olduğunu bize gösteriyor. Erdoğan’ın çok bildiğimiz bir sözü var: “İstanbul’u kazanan Türkiye’yi kazanır”. İstanbul’u kaybeden de Türkiye’yi kaybetti 2019’da. Aradan geçen 4 yıl içerisinde İstanbul’u yeniden kazandığına dâir ortada hiçbir işâret yok. Bence de bu seçimin kaderini yine İstanbul belirleyecek. Özellikle cumhurbaşkanlığı seçiminde İstanbul’da kim önde tamamlarsa o cumhurbaşkanı seçilir diye düşünüyorum. 2019 îtibâriyle Ekrem İmamoğlu, Binali Yıldırım’a karşı kazandı. Aradan geçen süre içerisinde bunun devam ettiğini ve Millet İttifâkı’nın, HDP’nin de açık desteğiyle, Kılıçdaroğlu’nu İstanbul’da birinci yapma ihtimâlinin çok güçlü olduğunu ve dolayısıyla da Türkiye’yi kazanma ihtimallerinin çok güçlü olduğunu düşünüyorum. Erdoğan’ın İstanbul’u yeniden kazanma amacıyla yaptığı il başkanı değişikliği vs., birtakım kampanyalar; en son düzenlediği büyük İstanbul mitingi… tabiî bunların hepsinin bir anlamı var, ama büyük İstanbul mitingi de demin de dediğim gibi bir vedâ mitingini andırıyordu. Orada o mitinge damgasını vuran yine Erdoğan’ın bu kampanya süresince öne çıkardığı negatif dil. Erdoğan’ın kaybının en büyük göstergesi, yani “Neye bakarak Erdoğan’ın kaybettiğini anlıyorsun?” diye sorarsanız, öncelikle yaptığı “Bay Bay Kemal”, “Bunlar FETÖ’cü”, “Bunlar Kandil’den tâlîmat alıyor” gibi söylemlerin Erdoğan’ın kaybının bir îtirâfı olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. O mitingde insanlara Kılıçdaroğlu’nun “Alevî” videosunu, Canan Kaftancıoğlu’nun bizim kanalda, Medyascope’ta söylediği bâzı sözleri gösterdi. Yani rakibinin propagandasını yaptı. Bu arada işin içerisine PKK’lıları falan katarak karalamaya çalıştı. Bu arada PKK propagandası da yapmış olduğunu bir şekilde söyleyebiliriz. Bu negatif kampanya, kaybın en büyük göstergesi; aynı zamanda kaybı hızlandıran bir husus. Buna karşılık Kılıçdaroğlu pozitif bir kampanya yaptı. Erdoğan, “Bunlar gelirse şu olacak” derken, Kılıçdaroğlu, “Biz gelirsek şu olacak” dedi ve bununla da adım adım bir şeyi inşâ etti.

Bir diğer husus, karalama kampanyalarının tam tersi etki yaratması: Kadın karşıtlığı. Aslında bu İstanbul Sözleşmesi’nden çıkıldığı andan îtibâren başlayan bir şey. Erdoğan’ın kazancında bu 21 yıllık iktidarda kadınların rolü çok fazladır. Bunu özel olarak, net bir şekilde söyleyebilirim. Ama kadın haklarına yönelik kayıtsız tavrı, hattâ bunları kadınların elinden alma yolunda attığı adımlar bence çok ciddî bir şekilde; özellikle gençlerde, genç kadınlarda Erdoğan’ın aleyhinde bir gelişmeye yol açıyor. Bir de bunun üstüne HÜDA PAR ve Yeniden Refah gibi kadın hakları düşmanı partileri ittifâkına alarak bunu iyice katmerlendirdi. HÜDA PAR’ın gelmesinin ayrı bir yönü de Hizbullah meselesinden dolayı var. Hizbullah, İslâmî kanatta da çok beğenilen bir yapı değil. Hattâ büyük ölçüde nefret edilen bir yapı. Erdoğan’ın HÜDA PAR’a kadar mecbur kalması, kaybettiğini bildiğinin göstergesi ve aynı zamanda kaybı telâfi etmek yerine kaybı daha da derinleştiren bir olay oldu. Onu defalarca söyledik, uzatmayalım. Ancak ittifak hamleleri, Erdoğan’ın ittifâkına katmaya çalıştıkları onu güçlendirmedi; tam tersine güçsüzlüğünü gösterip güçsüzlüğünü derinleştirdi diye söyleyebilirm.

Tabiî ki her ne kadar Türkiye’deki insanlar otoriterliğe yatkın gibi gözükse de, bu ülkenin bir demokrasi geleneği var. Parlamenter Sistem geleneği var, oy verme geleneği var. 12 Eylül’ü yaşayanlar bilir. 12 Eylül’ü de alkışladılar; ama 12 Eylül’den sonra yapılan ilk seçimde de 12 Eylülcülerin öne sürdüğü ismi değil, bambaşka bir ismi, Turgut Özal’ı seçtiler. Türkiye demokrasiyi öyle yabana atan bir ülke değil. Erdoğan da demokrasiyi dile getirdiği ölçüde güçlendi, demokrasiden uzaklaştığı ölçüde kaybetmeye başladı. Ve bir diğer husus, demokrasiden neden uzaklaşıyor? Çünkü iktidârını korumak her şeyden önce gelir oldu Erdoğan için. Gezi ile başladı bu. 17/25 Aralık’la sürdü, 15 Temmuz’la sürdü. Bunların hepsini kendisine yönelik hamleler olarak gördü ve kendisiyle yakın çevresini korumak için ipleri iyice elinde tuttu. Yargıyı iyice denetimi altına aldı, özgürlükleri iyice kısıtladı, demokrasiden iyice uzaklaştı. Ama onun artık bir yerden sonra faturası var ve 2015 Haziran’ında gelen bu fatura 2019’da tekrar geldi ve şimdi tekrar önüne geliyor.

Bu bağlamda Kürtler’i kaybetmiş olmasının çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bu seçimin kaderinde yine Kürtler birinci derecede rol oynuyor. Eğer Kılıçdaroğlu’na yönelik bu kadar açık bir destek olmasaydı, Kılıçdaroğlu’nun kazanma ihtimâlinden belki de bu kadar bâriz bahsedemezdik. HDP ya da Yeşil Sol Parti ve onların dâhil olduğu Emek ve Özgürlük İttifâkı önce aday çıkarmayarak, ardından Kılıçdaroğlu’nu alenen destekleyerek bu seçimin kaderini büyük ölçüde belirlediler. Selahattin Demirtaş’ın Kılıçdaroğlu lehinde duruşlarını da özellikle katmak lâzım. Erdoğan, Kürtler’i ya da Kürtler’in bir kısmını kazanabilmek için HÜDA PAR’ı kattı. Bu ne getirir bilmiyorum, ama götürdükleri olduğunu biliyorum. Çünkü bölgede de HÜDA PAR’ın geldiği Hizbullah geleneğinden canı yanmış çok insan var ve bu hâlâ birçokları için çok ciddî bir şekilde hâfızalarda duruyor. Dolayısıyla Kürtler’i kazanma açısından pek bir hamle yapamayan, bunu Öcalan’dan gelebilecek bir açıklamaya bağlayan –ki o açıklama da gelmedi– Erdoğan, sonuçta Kürtler’i iyice itici birtakım söylemlerle çıktı. Zâten MHP’nin koalisyonda yer alması öteden beri Kürtler’le arasındaki mesâfeyi açıyordu. 

Şimdi bakıyoruz: “Ne yapar ne eder, kazanır” algısı çoktan çöktü. İstanbul seçimlerinde 2019’da da çökmüştü. Bu sefer hâlâ bunu yaşatmaya çalışanlar oldu; ama yenilmezlik algısı, “Erdoğan kaybetmez, kaybetse de bırakmaz” algısından özellikle muhâlefet seçmeni büyük ölçüde arındı. Kendi tabanı da bundan uzaklaşıyor. Erdoğan’ın kaybedebileceği fikri egemen olmaya başladığı andan îtibâren –ki kamuoyu yoklamaları bunu gösterdi– bu sefer insanlar daha fazla uzaklaşmaya başladılar. Tereddütte olanlar da Kılıçdaroğlu’na daha fazla yönelmeye başladılar. Burada o şeyi yönetemedi. Gücünü göstermek için başvurduğu birtakım açık ya da örtülü gözdağları, tehditler de onun aslında güçsüz olduğunu gösterdi. Sadece Erdoğan’ın değil, Erdoğan’ın çevresindeki yakın isimlerin; meselâ bir Süleyman Soylu’nun, Fahrettin Altun’un ve diğerlerinin söyledikleri her şey, tehditvâri şeyler, sözüm ona uyarılar, aslında bir acziyeti gösterdi ve iktidardan, Erdoğan’dan uzaklaşmayı hızlandırdı. Gelecek, DEVA, Saadet partilerinin Kılıçdaroğlu’nu destekliyor olmasını da hiç yabana atmamak lâzım. Sonuçta Erdoğan tabanından Kılıçdaroğlu’na gidebilecek oyları kolaylaştıracak partiler bunlar. Özellikle Temel Karamollaoğlu’nun altını bu noktada çizmek lâzım. 

En büyük başarısızlığı, muhâlefeti bölememek oldu. 3 Mart’ta çok sevindi, 6 Mart’ta çok üzüldü. O İYİ Parti’nin Masa’dan kalkması, ama sonra tekrar oturması… Eğer o Masa’dan kalkma olmasaydı belki İYİ Parti ile CHP arasındaki gerilim hâlâ sürüyor olabilirdi. Orada 3 Mart’ta Meral Akşener bütün cephânesini kullanmış oldu ve artık bundan uzaklaştı. Dün Ankara’da meselâ Meral Akşener’i Tandoğan Meydanı’nda dinlerken, onun Kılıçdaroğlu’ndan 13. Cumhurbaşkanı olarak bahsetmesini gülümseyerek dinledim — öyle diyeyim. Çünkü “Asla olmaz, seçilemez” noktasından, şimdi geldiği nokta… ve bu Erdoğan’ın en büyük başarısızlıklarından birisi oldu. Bu neydi? Kendisi bir şeyleri değiştiremiyor, kendisi seçimi kazanamıyor, dolayısıyla rakibinin oyununu bozmaktı. Ve bunun bir ikinci aşaması, yani 3-6 Mart olayından sonra Erdoğan’ın stratejisi seçimlerin ikinci tura kalması üzerine inşâ edildi. Konuştuğumuz herkes, AKP çevrelerinden herkes, hattâ muhâlefetin içerisinde de, kamuoyu araştırmacıları da seçimin ikinci tura kalacağını, yani Kılıçdaroğlu’nun önde olacağını ve Erdoğan’ın bu ikinci turda işi lehine çevirebileceğini söylediler. Hattâ bir yayın yaptım bununla ilgili, Bekir Ağırdır’la bir tartışmamız oldu. Ben “İkinci tura kalırsa ne olur?” diye bir yayın yaptım ve Kılıçdaroğlu’nun ikinci turda daha güçlü bir şekilde kazanma ihtimâlinin olduğunu söylemiştim. Bayağı bir zaman oluyor. Şimdi ikinci tur hesâbını yaparken en çok tabiî ki Muharrem İnce’ye güvendi Erdoğan. Çünkü Muharrem İnce Nisan ayında %10 ve üzeri gözüküyordu birçok kamuoyu araştırmasında. Ve bu hâliyle Sinan Oğan ne alırsa alsın seçim ikinci tura kalıyordu. Ve o ikinci tur süresinde, 15 gün içerisinde Erdoğan iktidârının yapabilecekleri; yok dolarla oynamak, yok birtakım gerginlikler vs. ve güven arayışıyla ikinci turun kazanılacağı hesâbı yapılıyordu. Artık yapılmıyor pek, dikkatinizi çekiyordur. Bu Muharrem İnce’nin çekilmesinden önce oldu. Muharrem İnce çekilmek zorunda kaldı; kaset vs. bunun bahânesi oldu. %10’nun üzerindeki İnce %1-2’lere kadar geriledi. Artık öğrenme şansımız da kalmadı şu hâliyle. Ama partisinin alacağı oyu göreceğiz. Ve bir ara %7 civârında olduğu söylenen Memleket Partisi’nin bu seçimde %1 alması bile bence büyük bir başarı oldu. Şimdi de Sinan Oğan’ın ikinci tura kaldırabilmesini temenni etmekten başka bir seçenekleri kalmadı. Çünkü onlar da biliyor ki ilk turda bitecek olan seçimin galibi Kılıçdaroğlu olacak büyük bir ihtimalle. 

Son günlerde konuştuğum değişik kademelerden bâzı AKP’liler, bana 1-2 ankette kendilerinin önde gözüktüğünü söylüyorlar; ama hiçbirisi %50’nin üzerinde bir oyu görmüyorlar. Onu kendilerinden duyuyorum ve büyük çoğunlukla da anketlerin ezici bir çoğunluğunun Kılıçdaroğlu’nu önde gösterdiğini biliyoruz. Dolayısıyla seçimi ikinci tura bırakma stratejisi ne derece akılcıydı; bence çok akılcı değildi. Ama çâresizlikten bulunan bir yöntemdi. O da artık büyük ölçüde iflâs etmişe benziyor. Sinan Oğan bu hâliyle bırakabilir mi ikinci tura? Bugün Kemal Can’la yaptığımız izleyicilerle olan yayında bu soru soruldu. Orada söyledim, tekrar söyleyeyim: Artık bu şansı kalmadı. Çünkü Sinan Oğan, Muharrem İnce’yle birlikte ikinci tura bırakabiliyordu. Muharrem İnce’nin çekilmesinden sonra, İnce’nin oylarını da alarak ikinci tura bırakabilmesinin çok yüksek bir ihtimal olduğu kanısında değilim. Hattâ Muharrem İnce’nin çekilmesinden sonra artık seçimi ikinci tura bırakma ihtimâli iyice azaldığı için, Sinan Oğan da pekâlâ oy kaybedebilir. Bu arada kendisinin, “İkinci tur öncesi bakanlık pazarlığı yaparız” gibi açıklamalarının da kendi tabanında belli bir hayal kırıklığı yarattığını biliyoruz. 

Evet, yine bugün Kemal’le olan yayında soruldu. Erdoğan 14 ya da 16 televizyon kanalına dün canlı yayına çıktı. Biz de Ankara’dan karayoluyla dönerken bir dinlenme tesisinde gördük. Dolmabahçe ofisinde bir dizi insan diyeceğim, gazeteci diyeyim mi bilemiyorum; onlar dizilmiş, Erdoğan onlara cevap veriyordu. Bu aslında hazin bir durum. Yayında söyledim, tekrar söyleyeyim: Bir zamanlar Erdoğan, AKP lideri ve başbakanken, her seçim öncesi ya da referandum öncesi son yayını –cuma akşamı yayınını diyelim, çünkü sonra seçim yasağı başlıyor– NTV’ye verirdi ve ben de NTV’de çalışırdım. O yayınların hemen hemen hepsinde ben de soru soranlar arasında yer aldım. En son Ağrı’da o meşhur “Ama öldü efendim” dediğim yayın. Biz orada sorardık, o da cevap verirdi ve sonuçta kendine güvenen bir Erdoğan çıkardı karşımıza. Her türlü soruya cevap veren bir Erdoğan. Tek bir kanala çıkıp –daha öncesinde sırayla diğerlerinde de çıkıyordu tabiî, ama en sonunda o târihte Türkiye’nin en îtibarlı kanalında çıkıp– orada tam anlamıyla her türlü meydan okuyuşa açık, kendine güvenen bir lider havası veriyordu. Uzun zamandır bu yok artık ve hep kendisine kayıtsız şartsız destek verenlere çıktı. Sonunda bunların etkili olmadığını görünce, aynı anda hepsine birden… Yani düşünebiliyor musunuz? 10 küsur kanal aynı anda hepsi birden Erdoğan’la canlı soru-cevap yayını yapıyor. Her birinin birer temsilcisi orada yer alıyor. Burada demokrasi dışında her şey var ve aynı zamanda da Erdoğan’ın nasıl zor bir durumda olduğu var. Böyle bir yayını izleyip oradan, “Ya, Erdoğan’a vermekten vazgeçmiştim, ama vereyim” diyecek kaç kişi çıkar? Hattâ “Erdoğan’a vermeyi düşünmüyordum; ama vereyim” diyecek kaç kişi çıkar? Hattâ böyle bir yayını baştan sona kaç kişi izler? Bu zâten olayı gösteriyor. Zamânında bizim yaptığımız yayınların, NTV yayınlarının reytingi alabildiğine yüksek olurdu, Erdoğan’la son gün yayınlarının ve her biri de çok yüksek sayıda insanların hâfızasında kalan bölümlerle kayda geçerdi. Şimdi Erdoğan sürekli bir yerlere çıkıyor; ama geriye çok fazla bir şey kalmıyor. Bütün bunlar da bize kaybettiğini ve bir devrin kapanmakta olduğunu gösteriyor. Bakalım, yarın bunu göreceğiz ve yarın gece ve pazartesiden îtibâren kaldığımız yerden yorumlarımıza devam edeceğiz. Tabiî ki seçim ikinci tura kalabilir, bu ihtimâli yabana atmamak lâzım. Ama ikinci tura kalsa da birinci çıkacak ismin Kılıçdaroğlu ve ikinci turda kazanacak olan ismin de Kılıçdaroğlu olacağı iddiamı koruyorum. Vatana millete hayırlı bir seçim olsun, ne diyelim… Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.