Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ali Hakan Altınay yazdı: Dünyaya bir sözümüz var mı?

Geçen yazıda iklim değişikliği, küresel salgınlar gibi insanlık olarak yüz yüze kaldığımız sorunların bahsi geçti. O bahsin bağlamı bu sorunlarla baş etmemize katkı verebilecek mega trendler idi. Belki konuyu biraz daha demleyebiliriz. Bu tür sorunlarla baş etme zorluğunun bir nedeni, sorunları tespit ya da teşhis etmemizle çözme ya da tedavi etme kapasitemiz arasındaki makas. Bu makasın çeşitli sebepleri var tabii ama pek az dikkat çektiğini sandığım bir başlık, Birleşmiş Milletler gibi uluslararası kuruluşların insan kaynağı politikası.

Birleşmiş Milletler kurulurken Fransız bir diplomat BM’nin dilediği üye ülkenin bürokrasisinden çalışan alabilmesi için BM maaşlarının üye ülkeler arasında memurlarına en yüksek maaşı verene endekslenmesi kuralını getirir. Belki ilk bakışta masum gibi görünebilecek bu kural orta vadede BM’de olağanüstü muhafazakar bir kurum kültürü oluşmasına neden olur. Her işte maddi ve manevi getiri, tatmin aynı anda yan yana bulunuyor ama BM gibi bir kurumda dünyanın birçok ülkesi için astronomik olacak maaşlar ödendiğinde o kuruma aslen parayla ilgilenen insanlar doluşuyor ve o çok önemsedikleri maaşlarını riske etmemeye yeminli, son derece temkinli vasat oluşuyor. 

Bu yapısal eğilime bir de esnek omurgaları yüzünden seçilen genel sekreterler eklendiğinde ödlek bürokratların ruhsuz genel sekreterleri (İngilizcesi feckless bureaucracies with soulless secretary generals olurdu herhalde) ortaya çıkıyor. Hakkını yememek adına BM’nin bir tane esaslı genel sekreteri vardı: Dag Hammarskjöld. Merak eden hayatını ve tabii hangi ilke ve ülke uğruna hayatını kaybettiğini araştırmak isteyebilir. Onun zamanından beri BM’deki iri devletler ve özellikle daimi beş üyenin kuralı bir daha asla Dag Hammarskjöld’lara izin vermeyiz oldu. Bu ülkeler başarılı da oldular… Hiçbir genel sekreter ilke uğruna onları üzmedi. 

Global Civics işleriyle uğraşırken fazla temkinli BM’ye ödlekliğin fırsat maliyetini hatırlatmak için bulduğumuz yol, BM Genel Sekreteri’nin yapması istenebilecek konuşmayı dünyadaki üniversite öğrencilerine sormak oldu. Küresel sorunlar çözülmezse hep beraber ciddi bedeller ödeyecek gençlerde bir cesaret eksikliği yoktu. 2011’deki yarışmayı Türkiye’den (Sabancı Üniversitesi’nde öğrencim de olmuş) Sevgi Şairoğlu kazandı ve ödülünün bir parçası olarak New York’a giderek o dönemin BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon ile öğle yemeği yedi. 

Bir ay sonra BM Genel Kurulu’nun 2023 yıllık toplantısı gerçekleşecek; birçok devlet başkanı ve sair önemli şahsiyet BM kürsüsünden dünyaya hitap edecek. Kimse benden böyle bir şey istememiş olsa da Türkiye irfanı yüzyılının böyle bir vesile ile nelere imkan verebileceğini hayal etmeye çalıştım. Acaba dünyaya tüm ülke olarak etmek isteyeceğimiz bir çift sözümüz olabilir mi? 

Mesela:

“Önemli bir antropolog ve arkeoloğun 2021’de çıkan kitabında bizleri ilgilendirebilecek ilginç bir detaya rastladım. Şu anda bulunduğumuz New York bölgesi ve onun kuzeyi ve doğusunda yaşayan Amerika’nın yerli halkları 1600’lerin başında karşılaştıkları Avrupalılar hakkında şöyle gözlemlerde bulunmuşlar: “Avrupalılar ziyadesiyle kavgacı, çekememezlik hali aralarında çok yaygın. Mal, mülk açısından zenginler ama paylaşmayı, dostlarını koruyup kollamayı bilmiyorlar. Bizim daha az eşyamız olabilir ama biz onlardan zenginiz çünkü özgürüz ve huzurluyuz. Onlar güvenceyi mülkiyette, biz ise birbirimizde buluyoruz. Mal konusundaki aç gözlülükleri, söz konusunda da geçerli. Devamlı birbirlerinin sözünü kesiyorlar, muhabbet etmeyi bilmiyorlar.” Bu tespitler bana çok ilginç geldi. Bugünkü sorunlarımız açısından da çok önemli ipuçları içeriyor olabilir. Ya gerçekten en büyük beceriksizliğimiz, eksikliğimiz muhabbete ve dinlemeye dair ise? Türkçe’de çok leziz bir ifade var, can kulağıyla dinlemek. Dinlemenin, duymanın otomatik bir faaliyet olmadığını, kulakla değil aslen yürekle ilgili olduğunu hatırlatan bir ifade. Konunun uzmanları Hıristiyanlığın Benedict ekolünde ve bir Doğu Asya felsefesi olan Taoculuk’ta da kalp ile dinleme ifadesi olduğunu söylüyorlar. Bilmediğimiz, yeterince dikkatli kulak vermediğimiz başka dünya kültürlerinde de benzer ifadeler, farkındalıklar olduğuna eminim. 

Güncel sorunlarımızdan bir tanesi sosyal medya çağının cesaretlendirdiği dijital edepsizlik (digital disinhibition). Yüz yüze baktığımız insanlara söyleyemeyeceğimiz şeyleri sanal ortamlarda rahatlıkla söyleyebiliyoruz. Halbuki bütün toplum bilimleri karşılıklı iyi niyet teyit edilmeden hiçbir anlamlı ilişkinin başlamadığını gösteriyor. Dünyanın her yerinde selamlaşma pratikleri bu farkındalık üzerine kurulu. Sosyal medyanın güncel hali ise değil asgari iyi niyet üretmek, geçmişten gelen iyi niyet rezervlerini çürütüyor. 

Türkçe’deki bir başka ifade olan muhabbetin etimolojik kökenleri sevgi ve dostluğa işaret ediyor. Günümüzde pek makbul bir faaliyet sayılan münazara yerine muhabbeti daha verimli, büyülü bulduğumu itiraf edeyim. 400 yıl önce buralarda yaşamış bilge insanların benzer şeyler düşünmesinden feyz alarak muhabbete alan, imkan açmayı, birbirimize yeni, temiz bir merakla, iyi niyetle yaklaşmayı öneriyorum. Sosyal medya edepsizliği bizi kızgınlığa ve yalnızlığa mahkum ederken bizim ihtiyacımız samimi bir muhabbet ve sahici bir merak.

Eğer sahici bir merak devreye sokabilirsek birbirimizle olan bağlarımızı keşfedeceğimizden eminim. Varlığın temel hakikati birliktir, dostlar. Ülkemdeki inanç ekollerinden birisi olan Mevlevilikte, kapı çalındığında “Kim o?” sorusuna “Ben geldim” diyene kapı açılmaz ama “Sen geldin” diyene kapı sonuna kadar açılır çünkü onu söyleyen varlığın birliğinin ayrımına varmıştır diye düşünülür. 

Descartes bize “Düşünüyorum öyleyse varım” dedi ama Afrikalı dostlarımız bize daha engin bir bilgelikte başka bir şey söyledi: “Varım çünkü varsın”. Biz öteki değiliz, birbirimizin hediyesiyiz. İnsanlık irfanının her sayfası, her katmanı bu temel gerçekliği teyit eder. Bu gerçeği unuttuğumuz ölçüde sığ, işlevsel bir mantıkla patinaj yapıp duruyoruz.

Türkiye’nin iki büyük şairi Yunus Emre ve Nazım Hikmet, bizlere büyük bir bütünün parçaları olmanın tadını anlatır ve bir ağaç gibi bir ve bir orman gibi kardeşçe yaşama ülküsünden bahseder. Bu sahiden de peşinden koşmaya, çabalamaya değer bir hedeftir. Ve hepimiz için, müşterek geleceğimiz için tek çıkış yoludur. Her hafta yeni bir kişiyi can kulağıyla dinlemeye başlamak kadar da ulaşılabilir, hepimiz için erişilebilir hedeftir.” 

Ne dersiniz? Böyle bir konuşma yapılmalı mı Eylül’deki BM Genel Kurulu’nda? Ya da Davos’ta, TED’de, Hyde Park’ta, Central Park’ta? Türkiye Yüzyılı böyle bir konuşmayı kaldırır mı ya da gerektirir mi? Bu ülkede sadece bir tane mi Sevgi Şairoğlu var?

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.