Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Muhalif siyasetçiler ne zaman iktidarı eleştirmeye başlayacaklar?

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) politika faizini bir kere daha artırdı, beklentiler doğrultusunda yüzde 30 seviyesine çıkardı. Muhalefet partileri ise ekonominin gidişatı hakkında sus pus, bir şey söyleseler de “Bir NAS vardı”dan öte geçemiyorlar. Peki muhalefet partileri neden bir şey söylemiyor? Ne zaman iktidarı eleştirmeye başlayacaklar? Muhalefet partileri hayati konularda neden sessizler?

Yayına hazırlayan: Gamze Elvan

Merhaba, iyi günler. Bugün Merkez Bankası fâizi bir kere daha artırdı, işler tersine döndü. Azaltılıyordu fâiz, sonra artırılmaya başlandı. Muhâlefet partilerine baktığınızda, şu âna kadar bu konuda herhangi bir çıkışa tanık olmadık. Daha önceki fâiz artırımlarında olduğu gibi, bir zamanlar en fazla yaptıkları, Erdoğan’ın “nass” deyip fâiz indirimini ısrarlı bir şekilde savunuyor olması ve Erdoğan’ı bir anlamda tutarlı olmamakla suçlamanın ötesinde bir çıkışa tanık olmadık. Daha doğrusu şöyle sormak lâzım: Fâiz artırılması doğru mu? Hükûmet doğru bir şey mi yapıyor? Merkez Bankası’nın karârı doğru mu? Yoksa yanlışsa neden yanlış ve ne yapılması gerekiyor? İşte siyâset böyle anlarda önemli ve muhâlefet partileri böyle anlarda önemli. Ama muhâlefet partilerinin çok hayâtî konularda uzun bir süredir sessiz kaldıklarını ya da çok genelgeçer lâflar ettiklerini, onun ötesinde bir şey söylemediklerini görüp tanık oluyoruz. Ve herhalde Erdoğan’ın iktidarda en rahat olduğu bir dönemi yaşıyoruz şu anda. Bu böyle sürecek anlamına gelmez; ama seçimlerden sonra bugüne kadar yaşanan sürece baktığımız zaman, Erdoğan’ın ve iktidârın diğer parçalarının hallerinden son derece memnun olduklarını görmek mümkün. İşin ilginç tarafı, özellikle ekonomi konusunda Cumhur İttifâkı’nın paydaşlarından eleştiriler var. Özellikle Yeniden Refah Partisi ve Genel Başkanı Fatih Erbakan çok açık bir şekilde iktidârı yeni uygulamasıyla, yani orta vâdeli programla (OVP) eleştiriyor, bunu çok ciddî bir şekilde eleştiriyor. Bunda ne derece samimi ya da değil, bunlar bir yana; ama iktidârın içerisinden gelen muhâlefetin daha fazla dikkat çektiğini görüyoruz. Nitekim güvendiğim birtakım gözlemcilerin bana aktardığına göre, özellikle Anadolu’da AKP seçmeni içerisindeki gayrimemnunların yöneldiği adres olarak Yeniden Refah Partisi gözükebiliyor. Şu anda Millet İttifâkı’nı oluşturan altı partiye baktığımız zaman, bunların bir kısmı zâten ortada pek yok. Arada sırada yaptıkları birtakım basın açıklamaları var; ama meselâ Saadet Partisi’nin, Gelecek Partisi’yle yerel seçime birlikte girecekleri yolunda bir açıklamaları oldu. Fakat çok da fazla heyecanlandıran bir açıklama olmadı bu. Demokrat Parti zâten yok, DEVA Partisi –ilginçtir– bir dönem çok fazla konuşulan DEVA Partisi’ne, arada sırada biz gazetecilere gelen birtakım açıklamaları ya da sosyal medyada gördüğümüz birtakım açıklamalar dışında, fazla tanık olmuyoruz. Meselâ Ali Babacan ne yapıyor? Kendi YouTube kanalında Besim Tibuk ile yayın yapıyor. İYİ Parti ve CHP tabiî ki en çok bakmamız gereken partiler. İYİ Parti’de Akşener son dönemde bâriz bir şekilde Zafer Partisi’yle sığınmacılık konusunda yarışa girmiş durumda. Ama onun dışında, iktidâra yönelik eleştirilerinin ne olduğunu ben çok fazla görmüyorum. Fakat özellikle geçmişe yönelik, yani seçim yenilgisine yönelik açıklamalar bitmek bilmiyor. Akşener bu olayı 2018 seçimlerine kadar taşıdı biliyorsunuz; Abdullah Gül’ün ortak adaylığına karşı çıkmasına kadar getirdi — o defter de sürekli olarak açılıyor. CHP’nin kendilerine milletvekili ödünç vermeleri meselesini tekrar cevaplandırıyor vs.. Geçmişle ilgili birtakım hesaplaşmaların içerisinde. Bu hesaplaşmaların hepsi de diğer muhâlefet partileriyle — çok net görüyoruz. Akşener’in en parlak isimlerinden olan, özellikle Türkiye’de ekonominin bu kadar merkezî bir sorun olduğu bir dönemde Ekonomik İşlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Bilge Yılmaz, Kılıçdaroğlu’nun adaylığını dayatmasına yönelik eleştiriler getiriyor. Eyvallah, haklı ya da haksız, bu ayrı bir tartışma konusu; ama esas olarak bizim ondan ve partisinden duymayı beklediğimiz ve kendilerinin de bir şekilde îmâ ettiği, “düştüğü yerden nasıl kalkılacağı” konusunda pek bir şey görmüyoruz. CHP bir başka âlem, bunu biliyoruz. En son neye tanık olduk? Kemal Kılıçdaroğlu İstanbul’da ilçe başkanlarıyla yaptığı toplantıda, “Ben çalıştım, siz çalışmadınız” demiş, şikâyet etmiş. CHP kendi içerisinde bir hesapla meşgul. Zâten Özgür Özel’in genel başkan adaylığını açıklamasıyla berâber, iktidar savaşı daha bir görünür olmaya başladı. Onun dışında CHP kendi içerisinde kavga etmekten fırsat bulduğu zamanlarda diğer partilere, ama diğer muhâlefet partilerine lâf yetiştiriyor ve bu arada tabiî ki –onu unutmak mümkün değil–, Kemal Kılıçdaroğlu ve Faik Öztrak kendi partilerinin önemli bir ismini, Sezgin Tanrıkulu’nu iktidâra resmen kurban ettiler, sâhip çıkmadılar. Tam tersine, sâhip çıkmamanın ötesinde, onun hakkındaki birtakım şeylerin yapılmasına sarı ışık yaktılar diyelim. Çünkü Sezgin Tanrıkulu’nun söylediklerinin hiçbir şekilde kabul edilemez olduğunu beyan ettiler. 

Bakıyoruz: “Muhâlefetin muhâlefete muhâlefeti” olayı var. Bu yayının başlığını “Muhâlif muhâlifin kurdudur” diye koymayı düşündüm — işte tam anlamıyla buna tanık oluyoruz. Aradan geçen 100 küsur gün içerisinde muhâlefet partilileri arasında gördüğümüz, ya sessizlik, suskunluk ya da kendi partilerinin içlerinde bir de partiler arasında düne kadar ittifak halinde olanların yarışı var. Meselâ Meral Akşener ne yaptı? İzmir’de belediye başkan adaylarını açıkladı, Ümit Özlale’yi açıkladı — ilginç, diğer yerlere sıra gelmedi, ama İzmir’i açıkladı. İzmir’i sığınmacılardan ve kokudan kurtaracaklarını söyledi. Tunç Soyer de hemen cevap verdi. O, artık İzmir’de koku kalmadığını söyledi. Belli ki önümüzdeki dönemde eğer İYİ Parti aday çıkaracaksa –ki çıkaracaklarını söylüyorlar–, tabii ki esas olarak Antalya, Mersin, Adana gibi yerlerde. Ankara ve İstanbul için ben hâlâ çok emin değilim aday çıkaracaklarından; ama diyelim ki orada aday çıkaracaklar ve tabii kî bir şekilde oradaki belediye başkanlarını eleştirmek durumunda olacaklar. Dolayısıyla şu hâliyle baktığımızda ortada aslında bir muhâlefet yok, bunu kabul etmek lâzım. Kurumsal anlamda bir muhâlefet şu anda varlığını sürdüremiyor. Toplumun içerisinde iktidardan memnun olmayan ve belki de sayıları artan, iktidârın uygulamalarından, özellikle ekonomik politikalarından rahatsız olup başka bir çözüm bekleyen, uman insanların sayısı artıyor; ama o sayı arttıkça muhâlefet partilerinin o insanlarla arasındaki mesâfe açılıyor. Şu hâliyle bakıldığı zaman Türkiye’de en ciddî sorunun önümüzdeki yerel seçimlerde sandığa gitme meselesi olacağı düşüncesindeyim. Bugün îtibâriyle bakıldığında, Adalet ve Kalkınma Partisi’ne ya da MHP’ye ya da diğer iktidar ortaklarına oy vermeyi düşünenler gidebilir; ama kendini şu ya da bu şekilde muhâlif hisseden insanların oy verebilme, oy verme motivasyonlarının çok ciddî bir şekilde düşük olduğunu kabul etmek lâzım. Bunun giderilmesi için öncelikle muhâlefet partilerinin, seçim kayıplarını yaşamış olan muhâlefet partilerinin öncelikle bu yenilgiyi kabul etmesi, yenilginin bir anlamda muhâsebesini yapması, özeleştirisini vermesi gerekiyor — ki genel başkanlar düzeyinde bunu yapana pek tanık olmadık. Özgür Özel meselâ genel başkan adayı olarak bunu yapıyor, ama nereye kadar? Ekrem İmamoğlu bunu yapıyor, özür diliyor vs.. Bir yere kadar etkili oluyor, bir yerden sonra olmuyor. Ama seçim yenilgisini kabul etmesinin ötesinde, insanların bugünü ve yarını hakkında onlara bir şeyler söylemek gerekiyor. Şimdi bakıyoruz: Konuşmalar yapılıyor; meselâ Meral Akşener’in Afyon konuşması ya da kongre konuşması. Ya da televizyon programına çıkıyorlar — Kemal Kılıçdaroğlu çıktı, başkaları çıkıyor. Oralarda yaptıkları konuşmalarda –en son Akşener’in İzmir’de yaptığı gibi diyelim– başlığa çıkaracak lâf aradığımız zaman, genellikle bunlar mecbûren hep muhâlefetin muhâlefete muhâlefeti — çünkü oralarda çarpıcı lâflar var. Şu son dönemde açıkçası herhangi bir muhâlif liderin iktidârı zor durumda bırakacak herhangi bir sözü, herhangi bir çıkışı ya da hareketi olduğunu görmedim. Hatırlayalım: Seçimden önce, meselâ Kılıçdaroğlu bir yerleri “basardı”, değişik kamu kurumlarını yahut birtakım özel savaş şirketlerini “bastı”, kapısından da açıklamalar yaptı, yurtdışında birtakım binâların önünde açıklamalar yaptı ve meydan okudu. Ama Kılıçdaroğlu ne zamandır hiçbir yere gitmiyor. Yani şu anda gidip kapısının önünde konuşma yapacağı bir yer mi kalmadı? İllâki vardır, ama zâten kurumsal muhâlefetin şu andaki gündemi gerçekten ve gerçekten iktidarla hesaplaşmak, iktidârı sorgulamak değil. Esas derdi kendi iktidarlarını garanti altına almak. Bunu artık kabul etmemiz gerekiyor. Siz ne olursanız olun, ne kadar iktidarda olmasanız da, sizin yine birtakım küçük iktidar alanlarınız var. Eninde sonunda birtakım belediyeler var — ilçe belediyesi, il belediyesi vs.. Buraların birtakım kaynakları var. Hiçbir şey olmasa bile partilere gelen Hazîne yardımları var. Sonuçta herkesin kendine göre bir iktidârı var ve herkes öncelikle o iktidârını kaybetmemeyi esas dert edinmiş durumda. Dolayısıyla o iktidarlarını korumada çok ciddî bir sorun yaşadıkları için, yani genel başkanlığı kaybetme ihtimâli ya da belediye başkan adayı olamama ihtimâli vs. olduğu için, olay tamâmen içeriye dönmüş durumda. Bütün bunları yaparken de kendilerini toplumdan iyice izole ediyorlar. Topluma doğrudan seslenen bir muhâlefet lideri göremiyoruz ya da seslendikleri zaman aslında topluma bir şey söylemiyorlar, onların üzerinden genellikle diğer muhâlefet partilerine ya da siyâsetçilere lâf yetiştiriyorlar. 

Çok acayip bir dönem yaşıyoruz, daha ne kadar sürecek bilemiyorum. Ekim ayında Meclis açıldıktan sonra, grup toplantıları başladıktan sonra, mecbûren iktidâra da bir şeyler söylemek zorunda kalabilirler. Ama bu söylediklerinin lâf olmasının ötesinde bir şeyleri değiştirebilme ihtimâli olduğunu söylemek, olabileceğini söylemek gerçekten mümkün değil. Bu hâliyle giderse Erdoğan herhalde siyâsî hayâtının en rahat dönemini geçirecek. Yerel seçimlerin de, şu haliyle bakıldığı zaman Erdoğan için çok ciddî bir sorun olmayacağını kestirmek hiç de zor değil. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.