Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Flanör (65) | Ayvalık Uluslararası Film Festivali’nin ardından: Düet belgeselinin hikayesi, Mahsa Amini’nin ruhu ve harika filmler

Ayvalık’ın haşin rüzgârı açık hava sinemasında perdeyi dalgalandırıyordu. Ayvalık efektiyle film izlemek bu olsa gerek. Salonlarda gösterimler, eski İstanbullu (ya da yeni Ayvalıklı) seyircilerin sorularıyla, paylaşımlarıyla yoğun geçiyordu. Film çıkışlarında sakızlı muhallebi, kahve ya da akşam birası vardı. Elif Akbıyık, müdâvimi olduğu festivali izledi. İşte izlenimleri.

Duvarı süsleyen bir festival afişi (Fotoğraf: Elif Akbıyık)

Bu yıl, 14-19 Eylül tarihlerinde yapılan festivale üçüncü gününde, 6 saat süren bir gece otobüsü yolculuğunun ardından varıyorum. Festival ekibinden Yunus ve genç bir gönüllü beni otogarda karşılıyor. Sabahın erken saatlerinde deniz durgun ama güneş “Ben daha bir yerlere gitmedim, buralardayım” diyor, deniz de pırıltısıyla davetkâr. Yunus’a defalarca sorduğum, onun da hep aynı kibarlıkla cevapladığı, “Denize nerede girilir?” sorusunun cevabını bir kez daha alıyorum.

Yunus, Ayvalık Müzik Akademisi‘nde (AIMA) çalışan bir müzisyen. Kışları İngiltere’nin başkenti Londra’da yazları Ayvalık’ta geçen, kıskanılası bir hayat kurmuş kendine. Film festivali için de konuk ağırlama görevini üstenmiş. Ekibin bütün insanları ayrı bir güzel ve çoğu Ayvalık’ta yaşıyor.

Elif Akbıyık Ayvalık’ta…

Molasız yolculuğun etkisini atmak, vücudumu biraz açmak için eşyalarımı otele bırakır bırakmaz dışarı atıyorum kendimi. “Uzun bir yürüyüş yapar sonra erkenci gazetecileri kahvaltıda yakalarım” diyorum. Hava daha güzel olamazdı herhalde ama Ayvalık’ın içinde denize girmeyi önermiyorlar. Bayağı bir yol kat etmek lazım. Bu fikri erteliyorum. Bakkala girip, içecek bir şeyler alıp otele döneceğim. Voleybol maçı varmış gece, onu konuşuyorlar. Bakkal müşterisine maç izlenimlerini anlatıyor. Gece geç saate kalıp maçı izlemiş. Bizimkiler ezmiş geçmiş, rakibimiz dişimize göre değilmiş. Ebrar Karakurt, Balıkesir Edremitli. Ayvalık’a 1 saatlik bir mesafede Edremit. Bu civarda Filenin Sultanları’na ve Ebrar’a ayrı bir ilgi ve destek olduğunu, Edremit Körfezi’nin diğer tarafında yaşayan ailemden de duymuştum. Avrupa Şampiyonluğu gelince konvoylar eşliğinde kutlanmış burada. Ebrar da yakın bir zaman önce tatil için buradaymış.

Ayvalık’ta kahve içmek… (Fotoğraf: Elif Akbıyık)

Otele dönüyorum. Kahvaltı masaları dolu. Yeni günün izlenecek filmlerinin heyecanı var. Önceki favoriler konuşuluyor. “Canavar” filmi herkesi etkilemiş. Üzerine film izlemek zor olacak. “İlk günden, ilk filmden arşa çıktık” diyorlar. Akşam en son Fikret Reyhan’ın “Cam Perde” filmini izlemişler, sonu tartışılıyor. Daha önce filmi izleyenler sonunu farklı hatırlıyor. Herkes kendi sonuna göre duygusunu anlatıyor. Anlaşılan film sonu ekiple söyleşi de çetrefilli geçmiş.

Bugün izlenecek filmler genelde Fransız ve yemek, aşk konulu… Akşam da kokteyl var. Orada buluşmak için sözleşiyor herkes. Sonrasında herkes Karusmaki’nin son filmi “Sararmış Yapraklar”ı açık havada izleyecek olmanın heyecanını yaşıyor. Geçen sene akşamları serin ve rüzgârlı hava yüzünden filmleri bitirmekte zorlandığımı hatırlıyorum. Şansımıza hava durgun ama Ayvalık rüzgârı bu, ters köşe yapabilir istediği zaman.

Düet belgeselinin afişi

Ben ise dün akşam gösterilen “Düet” belgeselinin yönetmenleri İdil Akkuş ve Ekin İlkbağ ile öğleden sonra röportaj için sözleştim.

Filmi daha önce özel gösteriminde izlemiştim. Çekimi 4 yıl süren belgesel, 2 milli senkronize yüzücünün; Mısra Gündeş ve Defne Bakırcı’nın, 2020 Rio Olimpiyatları’na hazırlık sürecini ve kadın sporcu olarak mücadelelerini anlatıyor. Belgeselde salgının yarattığı dünyadaki belirsizliğin spora yansımalarını da görüyoruz.

Filmin yönetmenleri hem eski arkadaş hem de bu sporu yapmış kişiler. Hatta su altı çekimlerinde spora olan yatkınlıklarının faydasını görmüşler. Filmde Mısra ve Defne’nin çocukluklarına dair arşiv görüntüleri de kullanılmış. Belgeselin onları bu noktaya getiren azimlerinin ve yaşadıkları zorlukların yanı sıra yüzmeye dair ilk adımlarını aktaran güzel bir kurgusu var.

“Düet”, geçtiğimiz sene Antalya’dan beri epey festivalde gösterildi ve ödüller aldı. 22 Eylül itibarıyla da Başka Sinema kapsamında Türkiye’de gösterimde!

Yönetmen ikilisine “Voleybolcu kadınların Avrupa zaferi üzerine belgesellerini çekmek ister miydiniz?” diye sordum. Anlaşılan içlerinde bir ukde kalmış ama ne kadar özgür olabilecekleri konusunda şüpheliler.

Röportaj sonrası Ekin ve İdil’le beraber Kürşat Zeytin Evi’ndeki kokteyle gitmek üzere otobüse doğru yürüyoruz. Filmlerden çıkanlara karışıyorum. Juliette Binoche’un başrolünde oynadığı Tràn Anh Hùng’un filmi “Şeflerin Aşkı” zaten duyulara hitap eden bir film diye programda sunulmuştu. Anlaşılan doğruymuş, filmden çıkanların hepsi aç olduğunu söylüyor. Ayrıca Fransa, Oscar aday adaylığı için de bu filmi gösterdi.

“Narsistle Aşk” filminden çıkanlarsa başroldeki Melvil Poupaud’u yeterince narsist bulmamış. Son yılların dikkat çeken toksik ilişki denklemindeki narsist tanımına uymuyormuş, öyle diyorlardı.

Kokteyl, bu sohbetler eşliğinde geçerken Vural Sineması’nda İranlı yönetmen Jafar Panahi’nin Türkiye’de çekilen, kendisinde Tahran’daki evinden yönettiği “Ayı Yok” filminin gösterimi yapılıyor.

Ben filmi ertesi gün öğlen izlemeyi tercih ettim. Çok enteresan ve anlamlı bir gösterim oldu benim için. 16 Eylül aynı zamanda Mahsa Amini’nin gözaltındayken öldürülmesiyle başlayan eylemlerin de yıldönümüydü. Panahi de geçtiğimiz yıl protestolara destek verdiği için tutuklanmış, 7 ay sonra serbest bırakılmıştı.

Biz uyurken Tahran uyumamış ve öğleden sonra filmden çıktığımızda İranlı yapımcı da aramızdaydı ve telefonları susmuyordu. Şu an çalıştığı oyuncunun gözaltına alındığını söyledi ve söyleşi esnasında oyuncu kendisini aradı. Salondaki koltuklarımızda oyuncunun serbest kaldığını öğrendik. Sansür ve baskı şartlarında sinema yapmaya devam etme yollarını araştıran bir yönetmeni, yani yönetmenin kendisini anlatan “Ayı Yok”u, film içinde bir film olarak nitelendirebiliriz. Film bittikten sonra da biz izleyiciler filme dahil olduk adeta. Ama izleyici kalmak zorumuza gitti.

Zeynep Sayın’ı dinliyoruz (Fotoğraf: Elif Akbıyık)

Kokteylden sonra kalabalığa uydum ve Aki Karusmaki’nin 20’nci filmi “Sararmış Yapraklar”ı açık havada izledim. Karaoke barda tesadüfen tanışan bir süpermarket çalışanıyla inşaat işçisinin masum aşk hikayesi anlatıyor bu film. “O eski romantiklerden kim kaldı?” sorusuna umut ışığı yakıyor. Filmi festivalin logosuna da ilham olan Ayvalık’ın poyraz rüzgârı eşliğinde dalgalanan bir perdede izledik.

Sonraki günlerde festivalin verdiği “En İyi…” ödülünü senaryo dalında alan Umut Subaşı’nın “Sanki Her Şey Biraz Felaket” filmi, farklı anlatısı sebebiyle bende ayrı bir heyecan uyandırdı.

Programda genç yönetmen Fırat Özeler’in “Kavur” belgeseliyle paralel olarak Ömer Kavur’un Ayvalık’ta çektiği “Kırık bir Aşk Hikayesi” gösterildi ve film mekanlarını içeren bir rota çizilerek rehberli yürüyüş yapıldı.

Geçtiğimiz yıl kaybettiğimiz sinemanın dehası Godard’ı anmak için “Nefret” filmi gösterildi. Söyleşileri, etkinlikleri ve program seçkisiyle çok güzel bir festivali daha geride bıraktık. Zeynep Sayın söyleşisinde “Nefret” filmindeki “Seni trajik bir şekilde seviyorum” repliğini alıp, politik tiksinti ve bedeni istila eden utanma kavramlarıyla açtı.

Festivali bu yıl 8 binden fazla kişi izledi. 200’e yakın konuk vardı.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.