Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ruşen Çakır izleyicilerin katılımıyla değerlendirdi: Türkiye sığınmacılar sorununu çözebilir mi?

“Halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etme”, “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” suçlamasıyla 20 Eylül’de gözaltına alınan 27 sosyal medya yöneticisinin 19’u serbest bırakıldı. Serbest bırakılan 15 kişiye yurtdışı çıkış yasağı ve adli kontrol şartı kondu. Aralarında “Muhbir”, “Aykırı” ve “Haber Report” yöneticilerinin de bulunduğu 8 kişi ise tutuklandı.

Gözaltıların ardından sığınmacı konusu tekrardan gündeme geldi.

Peki, halk gerçekten kin ve düşmanlığa tahrik ediliyor mu, Türkiye’nin sıklıkla değişen göçmen politikası nedir ve nereye gidiyor? Sığınmacı karşıtlığı nereye evrilebilir? Türkiye, sığınmacılar sorununu çözebilir mi?

Ruşen Çakır, sizlerden gelen soru, yorum ve önerilerle değerlendirdi.

Yayına hazırlayan: Altuğ Yerlisu

Merhaba iyi günler. Sığınmacılar konusunu konuşalım istiyorum. Hafta sonu sığınmacı karşıtı 8 kişi tutuklandı. Çok fazla bir yankı yaratmadı. Ama buna karşılık, Arap turistlere yönelik olarak yapılan bir video çok büyük tepki topladı. Burada Araplara yönelik çok ciddî bir tepkinin olduğunu görüyoruz. Sâdece sığınmacı karşıtı da değil, bu bir şekilde Arap karşıtlığıyla da iç içe geçmiş durumda.

Milyonlarca kişiden bahsediliyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan 5 milyon dedi. Ama meselâ Ümit Özdağ 11 milyon diye telaffuz etti. Rakamlar değişik, çünkü birçoğu kayıt dışı, tâtillerde gidip geri gelenler var. Çok karışık bir durumla karşı karşıyayız. Yıllardır süren bir sorun ve kolay kolay da çözüleceğe benzemiyor. İşte bu yayında bunu konuşalım istiyorum. Türkiye bu sorunu çözebilir mi? Nasıl çözer? Kim çözer? Bütün bunları sizlerin katılımıyla tartışmak istiyoruz. Benim ve Medyascope’un YouTube hesaplarından chat bölümlerinde sorularınızı, yorumlarınızı, eleştirilerinizi dile getirirseniz birlikte bu yayını yapabiliriz. 

Evet, siyâsetin gündeminde olan çok ciddî bir mesele. Sırf bunun üzerinden yürüyen siyâsî partiler var — meselâ Zafer Partisi. Ama aynı zamanda, son dönemde bu konuya takılan bir İYİ Parti var; seçimin ikinci turu öncesinde CHP de bu konuyu tekrar çok ciddî bir şekilde öne çıkarttı. Bütün partiler bu konuda bir şeyler söyleme ihtiyâcı hissediyorlar. Açık bir şekilde sığınmacı karşıtı olanların sayısı artıyor ve bunun tüm partilerde, iktidar yanlısı partilerde de olduğunu görüyoruz. 

Şimdi bir izleyicimizin, Doğan Özkan’ın yorumuyla başlayalım: “Erdoğan’ın en büyük şanssızlığı muhâlefetin belirli bir çizgisinin olmaması. O yüzden emekli olarak torunlarıyla zaman geçirmek yerine, sürekli yeni hamleler yapmak zorunda kalıyor.” Evet, buradaki yeni hamle ne? Sığınmacı karşıtlarına yönelik olarak yapılan operasyon. Bu operasyonun öyle çok kendiliğinden geliştiği kanısında değilim. Devlet politikasında çok ciddî bir değişiklik olduğunu düşünüyorum. Hattâ Millî Güvenlik politikasında bir değişiklik olduğunu düşünüyorum. Bugüne kadar çok fazla üzerlerine gidilmeyen, teşvik de edilmeyen ama üzerlerine gidilmeyen bir kesime bir savaş açılmış olabilir ya da bir savaş denemesi diyelim. Bu yapılan operasyonun sonrasında gelecek tepkilere göre bu şekillenecek, böyle gözüküyor. Ve bu anlamda baktığımız zaman, şu âna kadar gösterilen ve gösterilmeyen tepkilere baktığımız zaman, Erdoğan sanki sığınmacı karşıtlarını gafil avlamış gibi gözüküyor bana göre. Çok ciddî tepkiler olmadı, olacağa da benzemiyor. Bundan sonra özellikle sosyal medyada sığınmacı karşıtı yayınlar yine yaygın bir şekilde gündeme gelirse, o zaman belki yeni operasyonlar söz konusu olabilir. Doğan Bey’in söylediği gibi kimse bir şey yapmayınca… meselâ sığınmacılar konusunda birileri bir şeyler söylüyor, ondan ibâret; ama Erdoğan’ın bir hamle içerisinde olduğunu görüyoruz. Bunun, bir Erdoğan hamlesinin ötesinde bir devlet hamlesi olduğunu kabul etmek lâzım. 

Bir izleyicimiz demiş ki: “Erdoğan’ın sığınmacılar konusunda keyfi yerinde, hayâlindeki Türkiye’yi ithal etti. Hiç geri gönderir mi?” Böyle düşünenler var, ama Erdoğan’ın hayâlindeki Türkiye’nin, “5 milyon, 10 milyon sığınmacı Suriye’den, Afganistan’dan gelsin ve işte bu da ideal Türkiye olsun” diye böyle bir yaklaşımı olduğunu sanmıyorum. Burada başka motivasyonlar var; ama Erdoğan bu kişilerin varlığından son derece rahatsız olanlar gibi değil. Zâten öyle bir rahatsızlığı olsaydı kapıları böyle açmazdı. Ama bu süreçte, unutmayalım, sâdece Erdoğan yok; meselâ Ahmet Davutoğlu’nun Dışişleri Bakanı ve Başbakan olduğu dönemlerde de bunlar olmuştu. Dolayısıyla bu bir devlet politikası olarak hayâta geçirildi. Suriye’deki iç savaşın Türkiye’nin de dâhil olduğu bir şekilde kışkırtılmasıyla alâkalı bir şey. Dolayısıyla Türkiye’nin Suriye politikasıyla doğrudan alâkalı bir şey. Ama sığınmacılar sâdece Suriyelilerden ibâret değil biliyorsunuz. Suriye daha fazla dikkat çekiyor; ama onun dışında, Afrika’dan da, Afganistan’dan da, değişik yerlerden gelen çok kişi var; çünkü bunlar Batı’ya gitmekte zorlanıyorlar. Türkiye’ye gelmelerinin bir nedeni de Batı’ya geçebilmek için. Ama Türkiye, Batı’yla yapılan anlaşma gereği, karşılığında para da alarak bunları burada tutuyor. Böyle de bir boyutu var. Yani olay sâdece Suriye iç savaşı olayı olmaktan çıktı. Türkiye’nin Batı’yla ilişkilerinin en önemli kozu hâline geldi, bunu unutmamak lâzım. Türkiye’nin, Erdoğan’ın sığınmacıları bırakma ya da geri yollama ya da Türkiye’den çıkmaları –“Nereye giderlerse gitsinler” şeklinde– karârı alması durumunda, Batı’yla olan ilişkilerinin özellikle şu ekonomik kriz döneminde çok zorlanacağını görmek lâzım.

Muharrem Palaz diyor ki: “Tutuklanan Aykırı genel yayın yönetmeni Batuhan Çolak’ın Twitter’da bir ses kaydını dinledim. Kürtlere soykırım yapılmasından bahsediyor. Ermeni soykırımından daha beter yapacağız diyor. Nasıl bir nefret bu? Bu yaptıkları yasa çerçevesinde mahkemelerde görülmeli.”

Olabilir. Sığınmacı karşıtı bu kişilerin zâten birçok konuda ırkçılığa yakın görüşleri olduğunu ve sâdece sığınmacılara yönelik değil Türkiye Cumhuriyeti belli vatandaşlara, meselâ Kürtlere karşı da birtakım tepkilerinin olduklarını, ayrımcı politikalardan yana olduklarını biliyoruz; ama bütün bunların hepsinin kanunlar çerçevesinde görülmesi gerekiyor. Bu son tutuklamanın tabiî ki hukukî bir yönü var, ama esas olarak siyâsî bir karar olduğunu kabul etmemiz lâzım. Hiçbir savcı kolay kolay Erdoğan’a rağmen böyle büyük bir operasyona girişemez. Bunu görmemiz lâzım. Belli ki bu siyâsî bir karar. Tabiî ki bunun birtakım hukukî dayanakları var: Dezenformasyon vs.. Ama yine de bu kişilerin tutuklu yargılanmasını gerektiren olaylar olduğu kanısında değilim. Bunu dünkü yayında da söyledim. 

Meselâ izleyicimiz Muharrem Bey’in söylediği kişi doğrudan bana sataştı, hakaretler etti ve tazmînat dâvâsı açtım ve kazandım. Kendisine tazmînat dâvâsı açarım; ama böyle bir dâvâda tutuklu yargılanmasının doğru olmadığını da söylemek boynumun borcu olsun. 

Oktay Bey de demiş ki: “Nefret suçu işleyenler de var aralarında. Belki de bu yakalanmalar, olması gereken yakalanmalar.” 

Oktay Bey, bakın, burada mesele bir nefret suçu ya da başka bir şey olsa da, bu uzun bir süredir süren bir olay. Şimdi yapılan bir operasyon var. Bu yeni görülmüş bir şey değil. Bunun siyâsî bir karar olduğunu görmemiz lâzım. Dün de yapılabilecek bir operasyon bugün yapıldığına göre, nasıl söyleyeyim, böyle bakmamızda yarar var. Bu bir siyâsî operasyon.

Sığınmacılar on sene önce geldi, son dokuz senede gelen milyonlar kaçak göçmendir”demiş bir izleyicimiz. Tam böyle değil. Suriye olayı bayağı bir süreç olarak işledi. İç savaşın gidişâtına göre, meselâ bir ara, biliyorsunuz muhâlifler bayağı güçlüydü Suriye’de. Birçok bölgeyi kontrol altına almışlardı. Ama sonra teker teker buraları kaybetmeye başladılar. Şimdi iyice dar bir alana kısıldılar ve her düşen şehrin ardından yeni insanlar Türkiye’ye geldi. Gelenler diğerlerini çağırdılar vs.. Sonuçta bunların içerisinde çok ciddî bir sığınmacı oranının olduğunu kabul etmemiz lâzım. Tabiî ki kaçak olarak, yani siyâsî nedenlerle gelmeyenler de çok var. Ama bunları ayırt etmek çok kolay değil. İşte devletin böyle bir işi olması gerekiyor, görevi olması gerekiyor ve bunun da belki ilk başta yapılması gerekiyordu. Yani Türkiye’ye girme anlarından îtibâren. Ama bu konuda hiç böyle bir şey olmadı. Açık kapı politikası uygulandı ve tamâmen her gelenin gelmesine izin verildi ve bu saatten sonra, “Kim siyâsî nedenlerle geldi? Kim ekonomik nedenlerle geldi?” vs., bunları ayırt etmek çok fazla mümkün değil, hiç mümkün değil. Onu özellikle vurgulamak lâzım. 

Bir izleyicimiz diyor ki: “Partili cumhurbaşkanımızın imzâladığı iâde anlaşması gereği Yunan sınırında asker ve polis tutuklayıp milyonları Türkiye’de tutsak tutuyor.” Evet, Yunan sınırında yakalananlar geri dönüyor ve Türkiye bunları alıyor. Ama arada çok ciddî birtakım insanlık dramları da yaşanıyor. Bunları özellikle hatırlamak lâzım. Unutmamak lâzım — batan botlar vs.. Sâdece Suriyeliler için geçerli değil bu biliyorsunuz. Afrika’dan çok sayıda insan, uluslararası sularda boğulan göçmenler var. Bu zâten sâdece Türkiye’nin sorunu da değil, tüm dünyanın sorunu; ama bizim sorunumuz çok daha somut bir şekilde, biz daha farklıyız. Yani şöyle farklıyız: Avrupa ülkeleri zâten almayacaklarını deklare ediyorlar; ama Türkiye böyle değil. Batı’nın almadıklarını da bir şekilde Türkiye kendi topraklarında kabul ediyor. Böyle ilginç bir durum var. Bu durum zâten en önemli sorun kaynaklarından birisi. Türkiye başından îtibâren ya da bundan sonra bu kişilerin Türkiye’de barınamayacaklarını söylemiş olsa, söyleyecek olsa, bu kişileri ülkelerine yollamak için faaliyete geçse, bunların bir kısmını ülkelerine yollayabilecek; ama bir kısmı da ülkelerine gitmemek için başka yerlere, özellikle Batı’ya gitmek isteyecek ve Türkiye’nin de Batı’ya geçişleri mümkün kılması durumunda işler iyice karışacak. Böyle zor bir meseleyle karşı karşıyayız. 

Bir izleyicimiz diyor ki: “Bir devlet bir kişinin oyuncağına dönmüş bile olsa, nasıl kendi vatandaşlarını, doğasını ve geleceğini bu şekilde hem de hınçla imhâ eder?”Evet, bunu bir imhâ faaliyeti olarak görüyor izleyicimiz. Böyle düşünen insanların sayısının arttığını görüyoruz ve bu saatten sonra bunun nasıl telâfî edilebileceği, giderilebileceği meselesi bütün herkesin önünde duruyor. İşte bu yayında da birazcık bunu konuşmaya çalışıyoruz. “Ne olabilir? Nasıl olabilir? Olabilir mi? Bu milyonlarca insan bir şekilde Türkiye’den ülkelerine ya da başka ülkelere, ama öncelikle kendi ülkelerine yollanabilir mi?” Bu soru önümüzde çok ciddî bir şekilde duruyor. 

Mehmet Akif Yalçın diyor ki:Savunulacak yanları olmadığı için kimse tepki göstermiyor”. Burada kastettiği tutuklanan kişiler olsa gerek. Ama şunu unutmayalım: Bu kişilerin çok ciddî bir alıcısı var. Bu kişiler gibi düşünen, onların yaptığı haberleri yutarcasına okuyan, dolaşıma sokan çok sayıda insan var. Buna rağmen tepkilerin çok sınırlı olması garip. İlginç bir durum. Analiz edilmesi gereken bir durum. Bu kadar alıcı bulan insanlar herhalde çok büyük bir hayal kırıklığına uğramışlardır şu anda. Tutuklananlar cezâevinde âilelerinin ya da avukatlarının kendilerine aktardıklarını dinledikten sonra neye uğradıklarını şaşırmışlardır. Çünkü bayağı bir alıcısı olan insanlar, bayağı bir hayranları olan insanlar. Ama bir şekilde büyük ölçüde sâhipsiz kaldılar. Onlar bunu hak etti mi etmedi mi bilmiyorum, ama şunu biliyorum ki normal şartlarda böylesini herhalde tahmin etmiyorlardı. 

Suzan Bağdiken demiş ki: “Ülkesini sevenler, Türkiye’de, ülkemizde, gerçekten hebâ olmuş insanlar dışında kimseyi istemiyorum.” “Gerçekten heba olmuş insanlar.” İşte bu olay nasıl anlaşılacak? Nasıl çözülecek? Bunu ölçmek gerçekten çok zor bir şey. Onun için de meselâ Zafer Partisi gibi partiler hiçbir şey yapmadan herkesi yollamayı savunuyorlar ve bayağı da bir destekçi bulabiliyorlar.

Fehim Karakuş demiş ki: “Bu insanların zor durumlarında tüm tepkilere rağmen haklarını savunduğunuz için tebrik ederim sizi” demiş. Vallahi çok başımıza iş geldi bu yüzden. Değişik zamanlarda bu konuda yaptığımız yayınlarda, yaptığımız haberlerdeki tutumumuz nedeniyle. Meselâ bu tutuklanan kişiler ya da gözaltına alınan kişiler başta olmak üzere çok büyük saldırılara, linçlere mâruz kaldık. İşte, bizim yurtdışından aldığımız fonları bunun için aldığımız yalanına sarıldılar; yani sanki biz fonları sığınmacıları savunalım diye aldık. Ben kendimi bildim bileli bu konuda duruşu belli olan bir insanım. Bu zor bir şey. Bu kişilere karşı ayrımcı, ırkçı yaklaşımlara karşı insanların haklarını savunmak zor. Ama o insanların hakkını savunurken, aynı zamanda Türkiye’de böyle bir sorunun varlığını da kabul etmek lâzım. Böyle bir sorun yoktur diyemeyiz. Böyle bir sorun var. Bu sorun her geçen gün daha ciddî bir hal alıyor ve politikayı, siyâseti daha fazla etkiliyor. Burada işte bu çizgiyi tutturabilmek lâzım. İnsânî yönü kaybetmeden, ırkçılığa, ayrımcılığa savrulmadan bu sorunun nasıl çözülebileceği üzerine kafa yormak lâzım. Bu ince çalışmaktan hoşlanmayan insanlar, kestirmeci kişiler, bu tür yaklaşımlara sâhip olan benim gibi insanları, Medyascope gibi kurumları tabiî ki hedef alıyorlar. Alıştık bunlara; ama gerçekten bir ara çok büyük saldırılara mâruz kaldığımız, bunaltıcı saldırılara mâruz kaldığımız da bir gerçek. Ama ilginçtir, bu kişilerin tutuklanmasının yanlış olduğunu söyleyen çok da fazla kişi olmadı. Bunlardan birisi de benim. Yani bunu da bir yere kaderin garip cilvesi olarak not düşmek isterim. 

Fehmi Karakuş demiş ki: “Milyonlarca insan burada bir yaşam kurmaya çalışırken geri gönderme siyâsetiyle oluşacak mağdûriyetler çok acı olabilir. Burada doğan Suriyeli çocukların bir kısmı Arapça bile bilmiyor.” Evet, bu tür sorunlar çok. Bunların hepsi benim demin söylediğim ince çalışmayı gerektiren hususlar; ama belli ki bu gidişat, yani her geçen gün güçlenen, sığınmacıların Türkiye’den gönderilmesi perspektifi sonucunda kurunun yanında çok sayıda yaş da yanabilir. Bunu özellikle vurgulamak lâzım. Bu anlamda da ülkeyi yönetenlerin çok gerçekçi birtakım politikaları gecikmeden hayâta geçirmeleri lâzım. 

Şimdi bu konuda bir ilginç bir hususu özellikle söylemek istiyorum. Orta Vâdeli Program’ın içerisinde şöyle bir madde var: “Geçici veya uluslararası koruma statüsündekilerin kayıtlı olduğu ikamet başta olmak üzere Türkiye’de bulunma şartlarına riâyet etmeleri gözetilerek iş gücü temininde güçlük çekilen alanlar öncelikli olmak üzere kayıtlı bir biçimde çalışmaları tesis edilecektir.” Geçenlerde İstanbul Vâliliği’nin, İstanbul’da kayıtlı olmayanların kayıtlı oldukları yerlere yollanması hakkında bir açıklaması vardı. Bu “Orta Vâdeli Program”da ne diyor? Herkes kayıt altına alınmalı ve istihdâma ihtiyaç olan yerlere yerleştirilmeli ve kayıt altında oldukları yerlerde tutulmalı. Bu da bize bir tür devlet politikasının yeni yeni şekillenmekte olduğunu gösteriyor. Ama bu konuda çok geç kalındığı da muhakkak. Tabiî ki birtakım kayıtlar var. Ama anlaşıldığı kadarıyla bu kayıtlar yeterli değil. Bu saatten sonra bunları gerçekleştirebilmek için çok yoğun bir çaba sarf etmek gerekiyor ve bunu yaparken de ülkede iyice tırmanan sığınmacı karşıtlığını da gözetmeleri gerekiyor. 

Davut Yıldız diyor ki: “İlgili makamlar bir entegrasyon politikası ortaya koysa devlet ve toplum göçmenlerin entegrasyonu konusunda başarılı olabilir mi?” Entegrasyon lâfını duyunca ortalığı yıkacak çok sayıda insan olduğunu öncelikle kabul edelim. Entegrasyonu istemeyen insanların sayısı her geçen gün artıyor. Bu kadar büyük bir rakamın entegre edilmesinin başlı başına zor olduğunu da kabul edelim. Zâten ülkenin kaynaklarının kendi vatandaşlarının ihtiyaçlarını karşılamakta zorlandığı bir ülkeyiz biz. Bütün bunlara gerçekçi bir şekilde baktığımız zaman nasıl bir şey çıkıyor? Diyelim ki Erdoğan’ın verdiği rakam doğru: 5 milyon diyelim. 5 milyon insanın entegrasyonunu sağlayabilmek nasıl olabilir? Gerçekten çok zor. Bu sayıların azaltılabilmesi nasıl mümkün olur? Bu da tabiî ki onların kendi ülkelerine dönmeleri. Siyâsî nedenler varsa siyâsî sorunların çözümü, özellikle Suriye meselesinde olduğu gibi ya da ekonomik çözüm. Şimdi, nasıl çözeceksiniz? Afrika’dan gelenler Afrika’dan zâten ekonomik nedenlerle geliyor. Ya da Afganistan’dan veya başka yerden. Onları nasıl yollayacaksınız? Gerçekten çok zor. Sonuçta büyük bir ihtimalle şöyle olacak: “Gidin kardeşim” denecek. Nasıl başkaları yapıyorsa Türkiye de belli bir yerden sonra onu yapmaya başlayabilir. Bu da tabiî çok ciddî sorunları berâberinde getirecek. Entegrasyon meselesi baştan düşünülmüş olsaydı, baştan böyle bir perspektif olsaydı, belki bir yerde başarılı olabilirdi. Ama ne oldu? Özellikle Suriye meselesinde, bu göçmenlerin, sığınmacıların bir süre kalıp, oradaki iktidar değiştikten sonra Suriye’ye dönecekleri varsayıldı. Böyle bir hesap yapıldı ve hesap çöktü. Esad yönetimi kaldı. Dolayısıyla siz bu insanları kendi ülkelerini yönetenlerle iyice düşmanlaştırdınız. Şimdi onları geri yollama konusunda çok büyük zorluklar çekiyorsunuz. Şimdi meselâ Esad rejimiyle iplerini o kadar koparmış olan insanlar tekrar Esad’ın yönettiği bir ülkeye nasıl gidebilecekler? Esad’a nasıl güvenecekler? Çok karışık bir durum bu.

“Çok kolay vatandaşlık verilmesi 2028 yılı seçimlerine dönük bir yatırım olabilir mi? Sâdece sığınmacılar anlamında değil, 400 bin doları olan her yabancıya vatandaşlık veriliyor.” Bu sığınmacılara ne kadar vatandaşlık verildiği konusunda tartışma hep var. Bunun seçim sonuçlarını değiştirebilecek şekilde olduğuna açıkçası emin değilim. Buna çok ciddî inananlar var. Özellikle CHP’lilerin, seçimi kaybetmelerini açıklamaya çalışırken bunu söylemek çok hoşlarına gidiyor, ama seçim kazanılacağı vardıysa da kazanılırdı. Ne kadar sığınmacı göçmen vatandaş yapılırsa yapılsın. Parayla vatandaşlık verilmesi meselesi sâdece Türkiye’ye özgü bir olay değil. Sizin de bildikleriniz vardır. Ben de biliyorum. Türkiye’den de birtakım insanlar, Avrupa’da vatandaşlık ya da oturum almak için paralarıyla emlak alıyorlar. Dolayısıyla bu biraz karışık bir durum. Para için yüksek meblağlarda vatandaşlık verildiğini… Bazıları bu rakamı tartışıyor. Ama burada Erdoğan yönetiminin bunu tercih ettiğini biliyoruz. Buradaki meselenin, bu kişilerin kendisi için oy vermesinden ziyâde, o parayı, sıcak parayı getirmesi olduğu kanısındayım. 

“Tarih derslerinde bize öğretilen ‘Kavimler Göçü’ hikâyesi günümüzde uzun vâdede benzer etkilere sebep olabilir mi?” Coşkun Kirazlı demiş. Ya, ben târihte pek parlak değildim. Kavimler Göçü’nün sonunda ne olduğunu bilmiyorum, ama şu anda dünyada yaşanan bu büyük göç dalgasının çok ciddî biçimde tüm dünyayı alt üst ettiği muhakkak. Avrupa’nın en temel meselelerinden birisi bu. Yine İtalya’yla Almanya arasında çok ciddî atışmalar oluyor biliyorsunuz. İkisi de Avrupa Birliği üyesi. Ama birbirleriyle kavga ediyorlar. Bu çok ciddî bir sorun. Nasıl çözülebileceği konusunda da kimse bir şey bilmiyor aslında. Meselâ hatırlayın, Amerika Birleşik Devletleri’ne Meksika’dan gelenler konusunda Trump bunu bayağı bir kullandı ve oy toplamasında da bayağı bir etkili olmuştu. “Duvar” tartışması olmuştu. Herkes başka türlü bunu yaşıyor. Bizdeki meseleyi daha çok şöyle söyleyelim: Diğer ülkelerde, ülkeyi yönetenler sığınmacı sorununu ya da göçmen sorununu ülkenin sorunu olarak kabul ediyorlar ve bunu engelleme konusunda ya da azaltma konusunda birtakım çalışmalar içerisine giriyorlar. Bizde bu tam anlamıyla bir devlet politikası olarak benimsenmiş değil. Erdoğan seçim öncesinde bir şeyler söyledi; ama bu daha çok Sinan Oğan’ın oylarını alabilmek vs. içindi. Erdoğan’ın bu konuda çok ciddî bir politikası olduğunu görmüyoruz. Söylediği şeyler, yani onları iknâ ederek yollama açısından söylediklerinin sığınmacı karşıtlarını ya da bu olaydan şikâyetçi olanları çok ciddî bir şekilde tatmin etmediği ortada. Şunu söylemeye çalışıyorum: Birçok ülkede ülkeyi yönetenlerin sorunu olan sığınmacılar, bizim ülkemizde daha çok toplumun belli kesimlerinin sorunu hâlinde karşımıza çıkıyor. Ve bu kesimler bunu bir şekilde sorun olarak görmesi için devlete dayatıyorlar. Bâzı partiler de bu sâyede destek toplamaya çalışıyorlar. Meselâ Zafer Partisi’ni biliyorduk, ama İYİ Parti’nin bu son yaşadığı seçim başarısızlığından sonra ilk söylem değişikliğini mülteciler, sığınmacılar konusunda yapmış olması bunun bir göstergesi. 

Ayşe Örgü demiş ki: “Bizim tahsili çocuklarımız memleketi terk ediyor. Yerlerini eğitimsiz sığınmacılar dolduruyor. Sonuç çok tatsız.” Evet, bu benim bir süredir yaptığım, “Büyük Göç” başlığı altında yaptığım çalışmanın da bir göstergesiydi. Evet, çok ciddî bir şekilde Türkiye’den, milyonlar değil ama yüzlerce, belki binlerce kişi, özellikle iyi eğitimli kişiler, gençler ülkeyi terk ediyor. Bunun yerine gelenlerin büyük bir kısmı, eğitim düzeyi anlamında, ekonomik düzey anlamında onlarla kıyaslanmayacak durumda. Kat kat fazla sayıda insan geliyor. Yani Türkiye’ye gelenler var. Türkiye’den gidenler var. Eğitim kalitesi vs. anlamında baktığımız zaman çok eşitsiz bir durum var. Gerçekten bu çok ilginç bir durum. Yani Türkiye sâdece göç alan bir yer değil, aynı zamanda göç veren bir yer. Tabiî ki Türkiye’den de çalışmak için giden, hattâ kaçak giden, örneğin vize gerekmediği için Meksika’ya gidip oradan diğerleriyle berâber Amerika Birleşik Devletleri’ne kaçak giren, tâ Kanada’ya kadar giden yüzlerce insan olduğunu da biliyoruz. Ama Türkiye’deki esas dikkat çeken yön, Türkiye’de iyi eğitim almış, seçkin öğretim kurumlarından mezun olmuş, sağlık, bilişim gibi sektörler önde olmak üzere yetişmiş insan gücü gidiyor. Böyle çok acı bir durum var. 

“Sorun göçmenler değil zenginler, ekonomik adâleti sağlamalıyız, doğrudan vergilerle ekonomik adâleti sağlayarak göçmenlere entegre edebiliriz.” Doğan Bey, olaylar böyle kolay yaşanmıyor. Siz hâlâ doğrudan vergiler diyorsunuz, ama genellikle devlet dolaylı vergilerle sıradan insanın cebine el atmış durumda. Ekonomik adâletin sağlanması çok uzak bir hayal ve buradan hareketle de göçmenlerin entegrasyonu da bambaşka bir hayal. Gerçekçi olarak baktığımız zaman, ikisi de çok mümkün gözükmüyor, açık söyleyelim.

Evet, yavaş yavaş toparlayalım. Bu meseleyi daha çok konuşacağız. Bu mesele Türkiye’nin çok gündeminde olacak. Siyâsetçiler çok gündemine getirecek. Bunun üzerinden birtakım istenmeyen olaylar yaşayabiliriz. Zaman zaman yaşadık, ama açıkçası baktığımda ucuz atlattığımızı görüyorum şu âna kadar. İnşallah böyle devam eder; ama bu olay, bu sorun çok ciddî bir sorun. Provokasyonlara çok açık bir şey. İçeriden ve dışarıdan çok kişinin kolaylıkla kurcalayabileceği bir olay ve Türkiye’nin dört bir tarafında dağılmış, değişik sınıflardan insanlar, yani sığınmacılar derken, göçmenler derken, sâdece yoksul, çâresiz insanlar değil, varlıklı insanlar da geldi Suriye’den başka yerlerden. İş kuranlar da var, şu da var, bu da var. Kayıt dışı çalıştıkları için bir yerde emeğin değerini azaltırken, bâzı yerlerde de kirâları yükseltiyorlar. Kirâları yükseltiyorlar ya da otomobil fiyatlarını yükseltiyorlar. Başka şeyler de var; çünkü sâdece ve sâdece ucuz işgücü olarak gelenler yok. Aynı zamanda

orta sınıf, üst orta sınıftan olanlar da var. Dolayısıyla birçok dengeyi değiştirmiş bir olaydan bahsediyoruz ve bütün bunların kontrol altında tutulabilmesi, provokasyonların önünün alınabilmesi çok kolay bir şey değil, gerçekçi olalım. Çok zor bir şey ve özellikle ayrımcı ırkçı politikaları benimseyen çevreler için tam da bulunmaz fırsat. 

Şu hâliyle baktığımız zaman, bu konuda bu kadar büyük rahatsızlık olmasına rağmen, sıradan insanın da bir şekilde şikâyet ettiği bir olay olmasına rağmen, ayrımcı ırkçı görüşlerin çok da fazla baskın olmaması Türkiye’nin şu aşamada bir talihi olabilir; ama geçen pazar günkü yazımda yazdığım gibi, bu sığınmacı karşıtı hareketin, ayrımcı politikaların, ayrımcı stratejilerin ana akım hâline gelme ihtimâli çok ciddî bir şekilde var. Bunu kim nasıl engeller bilmiyorum. Erdoğan şu hâliyle son yaptığı operasyonlarla ve baskıyla bunu engellemeye çalışacak. Bu anlaşılıyor. Bu başarıya ulaşır mı? Bilemiyorum. Bakacağız, göreceğiz. Ama bu hareket, sığınmacı karşıtı hareket, Batı’nın birçok yerinde artık ana akım hâline geldi. Türkiye’de de olması ihtimâlinin çok yüksek olduğunu kabul etmemiz lâzım ve bunun sonucunda da bu tür sığınmacı karşıtı hareketlerin, doğası gereği birçok konuda da demokrasi, hukuk devleti gibi konularda, önemli insan hakları konularında da çok ciddî gerilemeyi savunan hareketler olduklarını unutmamak lâzım.

Dolayısıyla sığınmacılık meselesi sâdece sığınmacıları ilgilendiren ya da onlarla birebir ilişkide olan insanları değil, tüm Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını birinci derecede ilgilendiren bir husus. Evet, hepinize çok teşekkür ediyorum. Söyleyeceklerim bu kadar iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.