Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Transatlantik: Hamas-İsrail savaşı bölgesel bir savaşa dönüşür mü? Savaşı Hamas mı kazandı?

ABD Başkanı Joe Biden, 7 Ekim’de başlayan İsrail-Hamas savaşından sonra ilk kez İsrail’e gitti. Biden’ın ziyareti, Gazze’de yaşanan hastane katliamından saatler sonra gerçekleşmesiyle daha da önem kazandı. “Tansiyonun düşmesi için” bölgeye gittiği belirtilen Biden, uçaktan indiği gibi İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile samimi pozlar verdi.

İsrail, Gazze Şeridi’ni bombalamaya devam ediyor. Dün akşam saatlerinde El Ehli Baptist Hastanesi’ne düzenlenen hava saldırısında en az 500 sivil hayatını kaybetti. Gazze’deki yetkililer, saldırıdan İsrail’i sorumlu tutarken; İsrail ise bu saldırının arkasında İslami Cihad olduğunu öne sürüyor.

Ruşen Çakır, Gönül Tol ve Ömer Taşpınar, Transatlantik’te değerlendirdi.

Yayına hazırlayan: Altuğ Yerlisu

Merhaba, iyi günler. “Transatlantik”le karşınızdayız ve Washington’daki Ömer Taşpınar ve Gönül Tol’la birlikteyiz. Tabiî ki Filistin meselesini, Hamas-İsrail savaşını ve en son yaşanan o acı katliamı konuşacağız. Arkadaşlar, merhaba. Kara harekâtı bekliyorduk, henüz olmadı ve Biden’ın ziyâretinin sonrasına kalacağı söylendi. Biden gitti, ama gitmesinin hemen öncesinde de o acı haber geldi: 500’e yakın kişinin öldüğü, 300’ü aşkın kişinin yaralandığı hastâne saldırısı. Biden’ın gezisinin Ürdün ayağı, yani Araplarla yapacağı görüşme kısmı iptal edildi. Ama İsrail’e gitti ve tabiî ki en çok merak edilen husus: Katliam konusunda öteki tarafı işâret etti ve Bloomberg’in Beyaz Saray muhâbiri olan kadın gazetecinin paylaşımını gördüm. Sormuş Biden’a: “Nasıl bu kadar emin konuşuyorsunuz?” diye. O da, “Savunma Bakanlığı bana gösterdi, bana gösterdiklerinden hareketle söylüyorum” demiş ve burada gördük ki Amerika’nın ve en azından Biden’ın desteği sürüyor. Buradan başlayalım Gönül. Çok büyük bir olay yaşandı ve gözler tabiî ki İsrail’e döndü. İsrail birtakım şeyler söyledi: “Biz yapmadık, onlar yaptı. Yanlışlıkla yaptılar” falan ve Biden da hemen bunu –o kötü tâbirle– “satın aldı”. Bu çok acayip bir durum, değil mi? 

Gönül Tol: Aslında acayip değil Ruşen. Geçen hafta da ne demişti Biden? Netanyahu’yla görüşmesinden sonra, “Kafası kesilmiş çocukların belli fotoğraflarını gördüm” demişti. Hatırlarsan, bunu söylüyordu İsrail tarafı. IŞİD’e benzetiyordu Hamas’ı. “Bebeklerin kafalarını kesiyor” diyordu. Biden çıktı dedi ki: “Evet, ben belgeleriyle gördüm, böyle fotoğraflar var” dedi; daha sonra Beyaz Saray başka açıklama yayınlamak zorunda kaldı ve “Hayır, Başkan Biden bu tür belgeleri görmedi, bize İsrail tarafı bu belgeleri gösterdi” dedi. O nedenle o kadar çok dezenformasyon –yani zâten savaşın doğasında vardır bu– hem Twitter’da, hem gazetelerde, Batı medyasında, bu kadar dezenformasyona açık bir alan görmedim bugüne kadar ve Amerikan Başkanı’nın İsrail’in yaptığı dezenformasyonu tekrarlıyor olması çok da trajik. Şimdi bu son hastâne saldırısıyla ilgili olarak İsrail ordusu sözcüsü çıkıp diyor ki: “Kesinlikle biz hastâne bombalamayız”. Çok basit bir Google taramasıyla bunun böyle olmadığını bulabilirsiniz. Tam bu olay sırasında BBC izliyordum ve İsrail’den gelen bir BBC muhâbiri, ne Hamas’ın ne de İsrail’in iddia ettiği gibi İslâmî Cihad’ın elinde hastâneye düşen bomba gibi sofistike bir bomba olmadığını ve bunu ancak İsrail’in yapabileceğini belirtti. Bunu sâhadaki gazeteciler söylüyor. Tabiî şu noktada bilmiyoruz. Ben askerî bir analist değilim, sâdece objektifliğine güvendiğim askerî analistlerin söylediklerine bakabilirim. Fakat İsrail ordusunun çıkıp, “Biz hastâne bombalamayız zâten” demesine inanmak için benim hiçbir sebebim yok. Ama burada şunu söylemek lâzım: Washington’da aslında İsrail’in politikalarını savunan, benim de güvendiğim birkaç insan dahi şunu söylüyor: “Her kim yapmış olursa olsun, dünya İsrail’in bunu yaptığına inanacak”. Ve Biden’ın da çıkıp… Ben dün Twitter’da bir mesaj paylaşmıştım, demiştim ki: “Hastâne saldırısından sonra Biden’ın ziyâreti kendisi açısından hem de Amerika’nın imajı açısından çok riskli bir hâle geldi. Söylediklerini, sözcüklerini, beden dilini, her şeyini çok iyi seçmesi gerekiyor”. Nitekim gitti ve bence son derece yanlış bir resim verdi. “Karşı taraf yaptı bunu. Ben İsrail’in yaptığına inanmıyorum” dedi. “Hamas yaptı, bu kadar sivili Hamas öldürdü” dedi. Bunun bence oluşturacağı, ortaya çıkaracağı bir sürü sorun var. Sâdece ahlâkî bir mesele değil bu. Amerika açısından jeostratejik sonuçları da olacak, İsrail açısından da olacak. O yüzden bence Biden yönetimi, saldırının ilk günlerinden îtibâren söylemini değiştirdi ve bence siyâsetini de değiştirdi. Biden’ın İsrail’e gitme sebeplerinden bir tânesi, bence gerçekten bir kara harekâtından endîşe duyuyor Biden. Dün akşam bizim kurumda, Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nın bu Arap ve Körfez ülkeleri dosyasına bakan müsteşarıyla bir yemek vardı. Ben ona sordum, dedim ki: “Bu ziyâretten beklentiniz nedir? Neden gidiyor Biden?” Dedi ki: “Kameraların önünde ve bütün dünyaya ‘Biz İsrail’in yanındayız’ demek, ilk amaç bu, bunu göstermek; ama kapalı kapılar ardında vermek istediği mesaj da kara harekâtının ne kadar riskli bir şey olduğu.” 

İstersen daha sonra konuşalım, bir Ömer’e sorayım. Ömer, aynı şeyi soracağım da, bir de şöyle bir husus yok mu? Sonuçta uluslararası tarafsız birtakım uzmanlar gitse, olay yerinde inceleme yapsa, kalıntılardan vs. hareketle herhalde bunun İslâmî Cihad ya da İsrail vs. olduğunu herhalde kolaylıkla bulabilir diye tahmin ediyorum. Bilmiyorum ne dersin? Uluslararası câmianın böyle vahim bir olayda serinkanlı bir şekilde sorumluyu arama ve bulma refleksinin olmaması da çok garip değil mi? 

Ömer Taşpınar: Çok garip değil; çünkü sonuçta uluslararası câmia dediğimiz yer, siyâsetten bağımsız bir yer değil. Teknik bir konu hâline gelmekten çıkıyor bu mesele, İsrail’in mağdûriyetine inananlar, İsrail’in sonuçta böyle bir şey yapmayacağına inanıyorlar. Bunun arkasında Amerika da var. Biden’ın kameralar önünde, “Ben daha çok İsrail’in söylediğine güveniyorum” demesi bunu gösteriyor. İsrail’i saldırgan olarak gören ve Hamas’ın, Filistinlilerin mağdûriyetine inananlar da öyle görüyor. Bu mesele teknik olarak tartışılması çok zorlaşan bir mesele. Uluslararası hukuk dediğimizde de, uluslararası hukukun Birleşmiş Milletler’deki yapısına baktığımızda, İsrail’in adımlarını destekleyen bir tek ülke var, o da Amerika. Avrupa bile zorlanıyor bunda. Teknik olarak oraya girip, bunu kimin yaptığını tespit etmek de son derece zor. Birleşmiş Milletler’in bile giremediği bir yerden bahsediyoruz. Herkesin bir şekilde can pazarında olduğu bir yerden bahsediyoruz. Dolayısıyla burada, algı gerçek hâline geliyor. İsrail kamuoyu bunu nasıl algılıyor? O kendi gerçeğini yaratıyor; fakat şurası kesin: İsrail’in bir caydırıcılık stratejisi var. Bir İsrailli’nin ölümü, karşı taraftan 20 veya 30 kişinin ölümüne neden oluyor. İsrail’in caydırıcılığı, karşı tarafa orantısız olarak zarar vermesinden kaynaklanıyor. Geçen hafta seninle yaptığımız yayında üçüncü, dördüncü ayına giren bir savaşta ölü sayısının 30 bine çıkabileceğini söylemiştim. Şu anda ikinci haftasını daha tamamlamadık, Filistin’deki ölü sayısı 3 bine yaklaşıyor durumda. Dolayısıyla İsrail’in yapmış olma ihtimâli son derece yüksek. İsrail stratejisine zâten uygun. Hastâne vurmuşlukları var ve o hastânede tek söylemeleri gereken: “Hastânenin koridorunda Hamas gerillaları vardı ve Hamas’ın mevcut olduğu bir hastâne” dedikleri anda, orası meşrû bir hedef hâline gelebiliyor. İsrail’in böyle stratejik misilleme ve orantısız olarak caydırıcılık politikası var. Şu konuma geldiğimizde, “Hamas artık savaşı kazanıyor” diyebiliriz. “Hamas savaşı kazanıyor” demek, belki insanlara garip gelebilir; ama Hamas istediği her şeyi şu anda yavaş yavaş elde ediyor durumda. Bir kere, unutulan Filistin meselesi dünyanın tekrar gündeminde. Arap dünyasında, bütün dünyada bu konuşuluyor. İkincisi, İsrail’i provoke etmek istedi ve mağdûriyet yarışında öne çıkmak istedi — ki bunu başarıyla şu anda elde ediyor. İsrail’i provoke etti, kitlesel bir intikam içinde İsrail. Daha da büyüyecek bir kitlesel intikama doğru gidiyor. Bu mağdûriyet yarışında bir şekilde İsrail öndeyken, bütün dünya İsrail’e sempati gösterirken, şu anda dünya Filistinlilerin mağdûriyetini konuşuyor. Bu dalga dalga büyüyecek. Yakında su kalmayacak, içecek su kalmayacak Gazze’de. Açlık başlayacak Gazze’de. Bu kitlesel mağdûriyet, dünya gündemine Filistinlilerin “gerçek mağdur” olarak tekrar yerleşmesini sağlayacak. İstediği kadar Amerika burada İsrail’i konuşsun. Dünya gündeminde bu değişiyor. Hamas’ın üçüncü hedefi, Arap dünyasında İsrail’le barış yapmış ülkeleri pişman etmekti ve bunu çok başarılı bir şekilde gerçekleştiriyor. Ürdün bile, Mısır bile –yakında Birleşik Arap Emirlikleri de buna katılabilir– İsrail’le kurdukları ilişkileri kamuoyunun gözünde devam ettiremeyecek yere gelecekler. Bırak İsrail’le, Amerika’yla kamuoyunun gözü önünde görüşemeyecek duruma gelecekler. Çünkü Biden, Ürdün’de Ürdün Kralı’yla, Mısır Başkanı’yla ve Mahmud Abbas’la görüşecekti. Hepsi de reddetti. Bırak İsrail’le diyaloğu, Amerika’yla diyaloğun reddedildiği bir yere getirdi Hamas’ın bu saldırısı. Bu, Hamas açısından müthiş bir stratejik başarı ve tabiî ki dördüncü hedefi de Fetih’i –yani karşısındaki daha seküler Filistin yapısını– bütünüyle anlamsız hâle getirmekti. Mahmud Abbas’a karşı bugün Batı Şeria’da kitlesel gösteriler başladı. Mahmud Abbas’ın ve Fetih’in hiçbir söyleyecek lâfı kalmadığı bir yere geliyoruz. Baktığımızda, İsrail istediği kadar karşı tarafa zarar verdiğini düşünsün. Bu savaşı Hamas kazanıyor. 

Çok önemli söylediklerin, Ömer. Şimdi bu tespitleri de göz önüne alarak devam edelim. Kara harekâtı meselesi. Ben dün Hümeyra Pamuk’la bir yayın yaptım. Gördünüz mü bilmiyorum. O, baştan îtibâren Blinken’ın gezisini izleyen birisi olarak, bir şekilde insânî yardım boyutunu ABD’nin İsraillilere kabul ettirmeye çalıştığını, saatler süren görüşmeler olduğunu söylemişti. Burada da Biden’ın aynı şekilde İsrail’den böyle bir şeyi elde etmeye çalışacağını söylemişti ve hâlâ ortada bir soru işâreti var. Biden ya da Amerikan yönetimi acaba kara harekâtına tam anlamıyla yeşil ışık yakıyor mu? Yoksa yaptırmama konusunda bir çaba içerisinde olacaklar mı? Ömer’in dediklerini de, şu hâliyle bakıldığı zaman psikolojik olarak üstünlüğün Hamas’a geçtiğini, uluslararası kamuoyu anlamında geçmeye başladığını da düşünürsek, kara harekâtı seçeneğinden vazgeçmek ya da vazgeçirtmek gibi bir ihtimal olabilir mi Gönül? 

Tol: Ondan önce şunu söyleyeyim, biraz önce söylemeyi unuttum: “İsrail hastâne bombalar mı, bombalamaz mı?” diye konuşuyorduk ya. Bu filmi o kadar çok gördük ki biz. En son şimdi baktım. Temmuz 2014’de, El Şifa Hastanesi var Gazze’de ve uzun zaman hem Batı medyası hem de İsrail, “El Şifa Hastânesi Hamas’ın karargâhı” dedi. 2014 yılında bir saldırı oldu, hastânenin hemen yanına ve 10 Filistinli sivil öldü. O dönem de aynı açıklamayı yaptı İsrail. Kelimesi kelimesine aynı açıklamayı yaptı. Dedi ki: “Filistin tarafı füze göndermeye çalıştı, yanlışlıkla bu düştü”. Ben tâkip ettim bunu, o bölgede olan, hastânede olan NBC muhâbirleri var, Batı medyasının muhâbirleri ve bu insanlar sâhadan bildiriyorlar ve diyorlar ki: “İsrail’in drone’u başlattı saldırıyı”. 

O zaman da yine, Batı medyasında, CNN’de, Amerikan tarafı hep “Hamas yapıyor, karşı taraf yapıyor” dedi ve bunun üstü kapandı. Bu ilk değil, o yüzden beni şaşırtmıyor. Biden’ın söylediği de şaşırtmıyor, İsrail tarafının söylediği de şaşırtmıyor. Kara harekâtıyla ilgili Amerika nerede duruyor? Geçen hafta konuştuğumuzda, ilk Hamas saldırısının hemen ardından Amerikan yönetimi çok net bir şekilde İsrail’in arkasında durdu. Hattâ pek çoğumuzun çok eleştirdiği bir şekilde Netanyahu’yla telefon konuşmasında Biden ne dedi? “Bu senin meşrû hakkındır; kendini ve halkını tabiî ki savunacaksın” dedi. Yani “Gazze’de ne yapmak istersen yapabilirsin” dedi, neredeyse açık çek verdi Netanyahu’ya. Bu son derece tehlikeli bir söylemdi. Zâten Netanyahu’nun bu kara harekâtına ihtiyacı var; fakat o zamandan bu yana ben, söyleminde değişiklik gördüm ve hattâ şöyle de bir şey söylemişti Biden telefon görüşmesinde –bu Batı medyasına sızdırıldı–, Netanyahu’yla telefon görüşmesinde Biden, Netanyahu’ya “îtidal” çağrısı yapmadı. “Bu senin hakkındır” dedi ve sonra da Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nın sızan e-maillerine göre Dışişleri Bakanlığı çalışanlarına diyor ki: “Kamuya açık platformlarda asla, ‘Tarafları sağduyuya davet ediyoruz, ateşkes istiyoruz’ gibi sözleri kullanmayacaksınız”. Bu tür şeyler sızdı; fakat bu son birkaç gün içerisinde gördük ki söylem değişti — hem Biden’ın kendisinin, hem Amerikan Savunma Bakanı’nın, hem Dışişleri Bakanı’nın. Sık sık şunun altını çizdiler: “Tabiî ki meşrû müdâfaa hakkıdır İsrail’in; fakat bunu yaparken hukukî ilkelere uymak zorunda, eminiz uyacaktır” dediler. 

Şimdi bence gelinen noktada, hem Netanyahu’nun hem Biden’ın önünde şöyle bir ikilem var. Netanyahu’nun ikilemi, bu kara harekâtına muhtaç; çünkü içeride çok büyük bir baskı var üzerinde. Bu saldırının asıl sorumlusunu Netanyahu olarak gören geniş halk kitleleri var İsrail içerisinde. Netanyahu’nun izlediği politika, Filistin meselesi konusunda attığı dramatik radikal adımların bu saldırıya sebep olduğunu düşünüyor pek çok insan. Bunun yanında yaşanan güvenlik zâfiyeti var, istihbârat zâfiyeti var vs.. Dolayısıyla Netanyahu güvenlik ve ekonomi konusunda aslında farklı toplum kesimleri tarafından çok takdir edilirken, aslında birden bu iki meselede de çuvalladığını gördü insanlar. O yüzden Netanyahu’nun üzerinde dramatik bir adım atma baskısı var. Bu nedenle de bu kara harekâtına muhtaç, bunu yapmak istiyor. Çünkü hem içeride kendi halkına hem de İsrail’in düşmanlarına, “Biz güçlüyüz aslında” mesajı vermek zorunda. Fakat tabiî bu kara harekâtı çok riskli bir şey ve Amerika da bence bu sebeplerle riskli olduğunu düşünüyor. Neden riskli? Birincisi, bu tür olayları daha fazla göreceğiz. Çok daha fazla sivil ölecek ve birden Hamas saldırısından hemen sonra İsrail lehine oluşan pozitif hava, dramatik bir şekilde değişecek. İkincisi, “Hamas’ı bitireceğiz” diyorlar; “Askerî olarak da bitireceğiz. Yönetme kapasitesini de sona erdireceğiz” diyorlar. Hamas’ın askerî kadrosunun yüksek rütbelileri zâten Gazze’nin içinde değiller. Sâhadan insanlar bunu söylüyor. Zâten terk etmiş durumdalar. 

Şimdi, askerî olarak belki zayıflatabilirsin. Fakat Ömer’in söylediği gibi uzun vâdede Hamas’ı güçlendirecek bir şey bu. Tam da Hamas’ın istediği şey oluyor aslında. Tırmanıyor savaş ve Hamas mümkün olduğu kadar da sivil ölsün istiyor. Zâten beklediği şey buydu bu saldırıyla, bunlar oluyor. Dolayısıyla Hamas’ı bitirmenin imkânı yok. Hamas’ın yönetme kapasitesini eğer siz yerle bir ederseniz de, bu ne demek oluyor? O zaman ne yapacaksınız? Kim yönetecek Gazze’yi? İsrail mi orada kalacak? Bu İsrail için çok zor. Zâten 2005’teki çekilmenin ardında yatan şeylerden bir tânesi buydu. Israil tek taraflı çekilirken Gazze’den, bu meselenin, orayı yönetmenin güçlüğüydü. Yani ekonomik olarak, siyâsî olarak, güvenlik açısından bunu riskli bulmuştu İsrail; bu nedenle çekilmişlerdi. Şimdi oradaki yönetim boşluğunu kim dolduracak? Bir dördüncü risk, siz buraya kara harekâtı başlattığınızda, o zaman Hizbullah ve İran bugüne kadar temkinli davrandı, girmek istemedi, müdâhil olmak istemedi; ama ellerinde başka opsiyonları kalmayacak, girmek zorunda kalacaklar, durum bölgesel bir savaşa doğru evrilecek. İsrail açısından tabiî bir de rehîne meselesi var. Yani bugün okudum: Hamas, “250 tâne rehîne var” diyor. 199 diyorlardı geçen hafta. “250 tâne rehîne var” diyor. Bu rehînelerin içinde hem Amerikan vatandaşları var, hem de İsrail vatandaşları var. Dolayısıyla Netanyahu birden 1400 İsrailli’nin ölümüne sebep olduğu gibi, bir de kendi askerî gücüyle kendi vatandaşlarının, rehînelerin ölümüne sebep olmuş olacak. O yüzden ciddî bir ikilem bu Netanyahu için. Biden için de bence bir ikilem. Çünkü yani tam “Ortadoğu’dan çekilmek üzereyiz, çekilmek istiyoruz” dediği bir dönemde, Ortadoğu’da yeni bir savaşın içine sürükleniyor Amerika. Ve eğer İran ve Hizbullah da bu savaşa müdâhil olursa bu çok tehlikeli bir şey. Hiç Biden’ın istediği bir şey değil. Hele seçimlerden önce zâten şu anda inanılmaz bir eleştiri tûfânı var. Yani Biden’ın İran konusunda çok zayıf olduğunu söyleyenlerin sesi daha yüksek çıkıyor. İşte, “Sen 6 milyar doları verdin İran’a tutukluların takası için ve o 6 milyar dolarla işte Hamas silâh aldı. Bugün bulunduğumuz noktanın sorumlusu sensin” diyenlerin sesi çok daha yüksek çıkıyor. Eğer İran da dâhil olursa bir şekilde, seçimlerden önce bu Biden için tabiî sçok zor bir durum anlamına gelecek. O nedenle ben kameralar önünde dayanışma mesajı vereceğini, fakat ardında, “Tamam, buraya giriyorsunuz, ama nasıl çıkacaksınız?” sorusunu soracağını ve caydırmaya çalışacağını düşünüyorum. Fakat şundan emin değilim, yani Netanyahu’nun bundan cayacağını da düşünmüyorum, biraz önce söylediğim sebepler yüzünden. 

Ömer, ne dersin? Biden caydırmak ister mi? Netanyahu cayar mı? Çünkü kara harekâtı konusunda ilk andan îtibâren hep aynı soru, nasıl gireceğinden çok nasıl çıkacağı sorusu önemli ve doğuracağı sonuçlar önemli. Şu âna kadar yapılan onca havadan ve karadan harekâtlar Hamas’ın belini kıramadı. Değil mi? Tam tersine her saldırının ardından Hamas çok daha güçlendi ve Filistin’de daha radikal eğilimlerin güçlenmesine neden oldu. 

Taşpınar: Evet, üstelik bundan önceki savaşlarda 1400 İsrailli sivil ölmemişti. Bu İsrail’in 1400 rakamını unutmamak gerek Ruşen. Yom Kippur Savaşı’nda bile –ki büyük bir savaştı–, bundan 50 yıl önce 1973’te böyle bir sürpriz savaşta İsrail ordusu 2600 asker kaybetti, sivil ölümü yok gibiydi neredeyse. Yani sivil yoktu, 2600 asker kaybetti. Bugün İsrail 1400 sivil kaybetmiş durumda, ölü var. Bunların içinde askerler de var, ama çoğu sivil ve 200’e yakın da, 250 dedi Gönül demin, rehîne var. Dolayısıyla bugün geldiğimiz noktada, yani eğer rövanş intikam üzerine kurulacaksa ve caydırıcılık demin bahsettiğim orantısal rakamlarda gidecekse, karşılığında 1 kişi için 20, 30 kişi öldüren İsrail’in nereye gidebileceğini görüyoruz. Zâten Biden bu nedenle gitmek istedi. Amerikan televizyonuna verdiği demeçte, “Bence İsrail Gazze’ye girmemeli” dedi. Gayet net bir şekilde bunu söyledi — ki bu şaşırtıcıydı. Yani açık çek vermiş, hiçbir şekilde îtidal tavsiye etmeyen ve böyle neredeyse İsrail’in bütünüyle ne yapsa arkasında duracak gibi gözüken Biden, beklenmedik bir şekilde, “Girmesi hatâ olur, girmemeli” dedi ve Biden’ın İsrail’e ve Ürdün’e gitme karârı zâten İsrail’de bir gün önce Tony Blinken’ın Netanyahu’yla 7 saatlik bir toplantısı sonrasında gerçekleşti. O 7 saat içinde Netanyahu’yu iknâ etmeye çalıştı muhtemelen Blinken. Neye iknâ etmeye çalıştı? Her şeyden önce bir insânî koridor kurulmasına. Yani böyle bir şeyle Gazze’de kitlesel bir ölüme doğru gidiliyor, elektrik verilmiyor, su verilmiyor, insânî yardım alamıyor. Yani burada bir şekilde İsrail’in Refah Sınır Kapısı’ndan ve belki de içeriden bir şekilde bir insânî koridor kurması gerekiyor. Buna nasıl iknâ olabilirdi Netanyahu? Bütünüyle intikam, rövanş, kan isteyen Netanyahu, bir bakıma Biden’ın gelip kendisinin elini tutması ve Biden’ın daha da fazla destek vermesi, o destek karşılığında da frene basmasını istemesiyle iknâ olacaktı. Yani bana göre Netanyahu şu anda kendi siyâsî kariyerinin en zor dönemini yaşıyor. Kendisine destek oranı yüzde 10’lara düşmüş durumda. Yani İsrail kamuoyu Netanyahu’dan şu anda nefret ediyor; fakat Netanyahu’dan başka da krizi yönetecek adam yok. Bir ulusal mutâbakat hükûmeti oluştu. Benny Gantz girdi buraya ve bir şekilde Netanyahu aslında bu savaş sonrası başına gelebilecekleri biliyor ve Amerika’dan, Biden’dan desteğe muhtaç. Çünkü Biden şu anda Netanyahu’dan çok daha popüler durumda ve İsrail halkı Biden’ı israil topraklarında gördüğünde, belki işte o zaman bir insânî koridora râzı edebiliriz diye düşünüyordu. Ama geç kaldı Biden, geç kaldı gitmekte. Çünkü bu 500 ölü ve hastânenin vurulması, Ürdün’ün, Mısır’ın ve Filistin otoritesinin kendisiyle görüşmemesine neden oldu ve Biden bir bakıma bir tek İsrail’le görüşmek durumunda kaldı ve durumu kontrol etme, krizi sınırlama, krizi bir şekilde kontrol altına alma gücünü, kabiliyetini yitiriyor Amerika şu anda. Yani Biden geç kaldı; çünkü Biden’ın stratejik hedefi bu krizi bölgesel bir savaş hâline getirmeden kontrol etmekti. Yani İsrail’e, “Mümkünse Gazze’ye çok sınırlı bir operasyon yap ve insânî koridor kur” demekti. Şu anda baktığımızda, Gazze’ye ciddî bir operasyon yapılacak gibi gözüküyor ve bir kara operasyonunda aslında İsrail de zâyiat verebilir. Çünkü Hamas savaşçılarının bir kısmı tünellerde. Gazze’nin altında ciddî tüneller var ve mahalle mahalle savaşabilecek bir konuma getirebilir. Özellikle Gazze’nin daha güney bölümlerinde bana göre İsrail’in de zâyiat verebileceği bir yer. Fakat tabiî ki İsrail bu arada bombalamaya devam edecek ve ölü sayısı –benim korktuğum şey ve bana göre Amerika’nın da korktuğu şey– ölü sayısı, hem sivillerin bombalama sonucu ölmesi, hem de açlık başlaması, susuzluk başlaması, hastânelerin çalışamıyor olması nedeniyle ölü sayısı on binlere ulaştığında, krizi kontrol etmek imkânsız hâle gelecek. Çünkü Hizbullah Gazze’de bir şekilde on binler ölürken boş durmayacak ve Hizbullah ikinci cepheyi açacak. Bu senaryoya doğru gidiyoruz. Hizbullah’ın kuzeyde bir cephe açacağı bir senaryoya doğru gidiyoruz. Bu sâdece Lübnan’ın ve Suriye’nin bu savaşın içine girmesi anlamına gelmez; aynı zamanda organik olarak Hizbullah’ın arkasındaki İran’ın da savaşın içine girmesi anlamına gelir. Rövanş, intikam ve savaşın büyüdüğü bir ortamda, rövanş ve intikam isteyen bir İsrail’in İran’la savaşma durumu olur. Şu anda 2 tâne Amerika’nın en önemli savaş gemisi zâten İsrail sularında. Bu savaş gemileri niye orada? Yani bir savaş ihtimâli var ve bir caydırıcılık mesajı vermeye çalışıyor Biden, “Yapmayın” mesajı vermeye çalışıyor. İsrail’e de “Yapmayın” mesajı vermeye çalışıyordu. Geç kaldı, tutamıyor elini şu anda; Hizbullah’a ve İran’a “Yapmayın” mesajı veriyor. “Yaparsanız karşınızda ben olurum, sâdece İsrail olmaz” diyor. Eh tamam, o zaman Amerika’nın içine girdiği bir savaş, Amerika’nın İran’la Hizbullah’la da savaştığı bir ortamda, Biden seçimleri kazanabilir mi? Biden şu anda baktığımızda kontrolü kaybetmiş durumda gözüküyor. Ve Amerika’daki propaganda yarışında Trump diyecek ki: “4 yıl size bıraktım. Bakın ne oldu? Rusya geldi Ukrayna’yı aldı, Ortadoğu karıştı. Amerikan ekonomisi bu noktada. Tekrar beni seçin” diyen bir Trump çıkacak ortaya. Ve Biden şu anda dış politikada bir hezîmetle karşı karşıya kalma riskini yaşıyor, içeride zâten zor durumda. Televizyonların karşısında hep ne kadar yaşlı olduğu, konuşamadığı ortaya çıkıyor. Yani Biden açısından inanılmaz negatif bir yere doğru gidiyoruz. 

Tabiî onun negatifliği hepimizin negatifliği oluyor. Bir de tabiî sonuçta bunun bedelini de halklar ödüyor, siviller ödüyor. Böyle de acı bir durum var. İkinizin de toplantıları var, biliyorum. Hızlıca Türkiye ile ilgili konuşalım: Şu âna kadar Türkiye garantörlük, arabuluculuk gibi şeyler önerdi, ama çok fazla gündeme gelmedi. Türkiye’de de protestolar başladı. Giderek de artıyor. 3 günlük yas îlân edildi biliyorsunuz bugün îtibâriyle. Kısaca, Türkiye bu krizin neresinde duruyor Gönül? Aynı soruyu sana da soracağım Ömer ve toparlayalım. 

Tol: Bir de ondan önce şey var Ruşen, şimdi bu insânî koridor meselesinden falan bahsettik. Tabiî bu zirve olsaydı eğer, Ürdün’deki zirve olsaydı, oraya Sisi de gelecekti ve insânî koridor meselesi konuşulacaktı. Şimdi Mısır tabiî Refah Kapısı’nı açmıyor. Yani problem o ve Mısır binlerce, 100 binlerce Filistinliyi istemiyor. Şimdi bunu istememesi bana şaşırtıcı gelmiyor. Zâten İsrail kadar Mısır da Gazze’nin ablukasında rol oynuyor. Tabiî açmadığı sürece, Refah Kapısı açılmadığı sürece o insanların da güvenli bir şekilde Gazze’den çıkması mümkün değil. İkinci bir şey, bence onlar da istemiyor tabiî. Yani Gazze’deki insanlar evlerini terk etmek istemiyorlar. Çünkü bunu daha önce gördüler. Yani işte 1948’de felâket denen olaylar oldu. 100 binlerce insan terk etti evlerini. Fakat geri dönemediler; bunun olmasından endîşe ediyorlar. Mısır açısından da tabiî hem ekonomisi çok kötü bir durumda; zâten Güney’den bir sürü sığınmacı aldı. Şimdi bir de Filistinlileri almak istemiyor, birinci endîşesi bu. İkinci endîşesi de, bu gelen sivillerin içerisine Hamas militanlarının sızmasından endîşe ediyor. Dolayısıyla Mısır’ın iknâ edilmesi de söz konusu; İsrail kadar Mısır’ı da iknâ etmek gerekiyor. Ürdün zâten çok net söyledi. “Biz kesinlikle Filistinlileri almayacağız” dedi. Tabiî bunu söylerken, Ürdün ve Mısır şunu da söylüyorlar — bence gerçek sebep o değil, ama diyorlar ki: “Eğer biz bu insanları alırsak, eğer Gazze’yi boşaltmanıza biz kendi elimizle yardım edersek, iki devletli çözümün altını oymuş oluruz” diyorlar. Şimdi resmî söylemleri bu; ama bence onlar için çok daha önemli olan konu, Ürdün’ün zâten yüzde 70’i Filistinli ve skırılgan bir durumda; zâten Mısır da aynı şekilde ekonomik sebeplerle zor durumda — bence asıl mesele o. 

Türkiye’nin rolüne gelince; Türkiye aslında arabuluculuk rolünü Hamas’ın saldırısından sonra ilk günlerde Amerikan yönetimiyle konuştu, Erdoğan konuştu, Türk hükûmetiyle konuşuldu. Arabuluculuk meselesi gündeme geldiğinde, aslında İsrail-Filistin meselesinde bir arabuluculuktan bahsedilmiyordu. Tamâmen Türkiye’nin Hamas’la, Erdoğan’ın Hamas’la yakın ilişkileri olduğu için Hamas’la konuşup rehînelerin bırakılması konusunda Türkiye’den bir rol oynaması istenmişti. Şimdi her ne kadar Yeni Şafak, Sabah gibi gazeteler Türkiye yeni arabuluculuk rolü oynuyor gibi, hani böyle çok onur duyulacak bir şey olarak lanse etmeye çalışsalar da, aslında Batı’nın gözünden baktığınızda bu böyle çok da övünülecek bir şey değil. Nitekim bugün galiba yaptırımlar da geldi. Hem Türkiye’de hem Katar’da ve Cezayir’de yaşayan Hamas üyelerine yaptırım geldi. Türkiye’nin Hamas’la ilişkileri nedeniyle bu arabuluculuk söz konusu oldu. Fakat o dar çerçeveden çıkıp daha geniş çerçeveden baktığımızda, İsrail-Filistin meselesinde asıl yol katetmesi beklenen — bölge tarafından ve bence Amerika da öyle görüyor: Suudî Arabistan. Çünkü bu saldırının hemen öncesinde aslında Suudî Arabistan kilit bir roldeydi. Normalleşmeye çok yakındı İsrail’le ve herkesin sorduğu şey şuydu: Bu normalleşme olacak; ama Suudî Arabistan, İsrail-Filistin meselesinde anlamlı bir tâviz koparacak mı Netanyahu’dan? O yüzden, krizden önce Suudî Arabistan kilit bir konumdaydı. Şimdi bence, yani Muhammed bin Salman’ın nasıl bir rol oynayacağı çok daha önemli. Blinken oradaydı. Hattâ gazeteler haber yaptı. Blinken’ı saatlerce bekletti Muhammed bin Salman görüşme için. Şimdi bence Türkiye’nin arabuluculuk rolünden ben çok bahseden insan görmüyorum. Suudî Arabistan daha kilit bir rolde bence. 

Evet Ömer, sen ne dersin? Türkiye bu krizin neresinde ya da herhangi bir yerinde mi? Bir şey yapabilir mi? Çünkü biliyorsun İsrail Türkiye’deki vatandaşlarını hemen ülkeyi terk etmeye de çağırdı. Kamuoyunda tansiyon giderek bayağı yükseliyor. 

Taşpınar: Evet, rehînelerin geri alınması konusunda arabuluculuk meselesine gelindiğinde Katar ismi konuşuluyor. Katar Hamas’a bir buçuk milyar dolarlık bir yardım yapan bir yer. Zâten Gazze’deki Hamas’ın siyâsî liderlerinin çoğu Gazze topraklarında değil, savaşçılar Gazze topraklarında, asıl savaşan güç orada; ama siyâsî kadro bütünüyle Doha’da, Katar’da. Dolayısıyla Katar’ın elinde şu anda çok daha ciddî bir arabuluculuk yapabilme fırsatı var. Fakat şu anda istediği yere gelmiş bir Hamas, arabuluculuk yapılmasını istiyor mu? Ondan hiç emin değilim. Katar aynı zamanda İran’a verilecek olan 6 milyar dolara da sâhipti ve Amerika bunu dondurdu. 

Yani Katar bir bakıma Hamas’ın arkasında durarak, Filistinlilerin arkasında durarak Amerika’yı kızdırdı; fakat aynı zamanda bu paranın dondurulması konusunda da aynı yerde durdular. Rehînelerin verilmesi karşılığında İran’a 6 milyar dolar verilecekti. O para donduruldu. Dolayısıyla şu anda Amerikan diplomasisi rehîneler –ki bunların içinde 20’ye yakın Amerikan vatandaşı var, 200 rehîne içinde– bunların kurtarılması konusunda kimle konuşacaklar dersen, bana göre Katar’daki Hamas liderleriyle görüşmeleri gerekecek. Türkiye bu krizin şu anda bir aktörü değil. Yani hiç kimse Türkiye’den bahsetmiyor. Erdoğan’ın oynayabileceği ciddî bir rol yok ve Türkiye’nin Hamas üzerindeki etkisi de, baktığımızda Katar’ın etkisine göre son derece azalmış durumda. 

Evet arkadaşlar, burada noktalayalım. Maalesef iki haftadır kötü şeylerden bahsediyoruz; ama anladığım kadarıyla bayağı bir süre bunu konuşmaya devam edeceğiz. Umarım en kısa zamanda en hızlı bir şekilde en az zararla bütün bölge halkları bunu atlatır diyelim. 

İyimser olmaya çalışacağız, ama özellikle Gazze’dekiler çok zor günler yaşıyor. Evet, Gönül Tol’a ve Ömer Taşpınar’a çok teşekkürler. İzleyicilerimize de teşekkürler. Haftaya buluşmak üzere. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.