Yazar Atıf Ebu Seyf, 2019 yılından beri Filistin Kültür Bakanlığı yapıyor. İsrail’in 7 Ekim’den sonra başlayan Gazze saldırılarını yerinde, oğlu Yasir ile birlikte yaşıyor. Şerit’te yaşadıklarını bir günlükte anlatıyor ve bu günlüğü WhatsApp üzerinden İngiltere’deki yayıncısı Comma Press’e gönderiyor. Ebu Seyf, Gazze’de yaşananları tüm dünyanın duymasını istiyor.
29 Ekim Pazar
Herkes erkenden uyandı. 04.50 civarında sokaktan bağırma sesleri geldi: “Sinyal geri geldi. İnternet de!”
Bağrışmaları uyurken duydum ve bunun rüyamın bir parçası olduğunu düşündüm. Sonra bir baktım, evinde uyuduğum komşum Faraj beni uyandırıyor. Evimizi boşaltmamız gerektiğini düşünerek olduğum yerden fırladım. Kardeşim İbrahim’in kendisini aradığını ve eşim Hanna’yı aramamı istediğini söyledi. Ben de dedim ki: “Aramak mı?”
Başını evet anlamında salladı. Demek ki rüya değilmiş. Hanna’yı aradım. Bizimle iletişim kuramadığı iki korkunç gecenin ardından mutluluktan ağladı.
Sokaklar insanlarla dolu. Yüzlerce insan. Bayram havası gibi görünüyor. Birçok aile ayrı düşmüş olduğu için herkes telefonla ailesinin diğer fertlerini arıyor. Birkaç dakikalığına da olsa herkes mutlu. Saldırıların devam etmesi ve patlamaların giderek artması kimsenin umurunda değil. Herkes olan biten her şeye bir ara veriyor ve sadece kendi akrabalarının iyi olup olmadığını kontrol ediyor.
Savaş zamanında herkes eğitimsiz bir sağlık görevlisidir ve herkes göreve hazır kurtarma ekibinin parçasıdır. Ancak mobil ağlar kesildiğinde kimse kimseyi yardım için arayamadı. İnsanlar bir sokaktan diğerine avazları çıktığı kadar bağırmak zorunda kaldı: “Rasam Halawa Caddesi’nde yardıma ihtiyaç var!” diye bağırıyordu birileri.
Bir sonraki sokaktan biri bunu bir sonraki sokağa bağırırdı, ta ki sokaktan sokağa, pencereden pencereye, en yakın sivil savunma istasyonuna veya ambulans ekibine ulaşana kadar.
Kara istilasının etkilerinin giderek daha ciddi bir hal aldığı konuşuluyor. Şifa Hastanesi’ne giderken, insanların kıyıdan uzaklaşarak doğuya doğru ilerlediğini görüyorum. Sırtlarında çocuklarını, başlarında diğer eşyalarını taşıyan kadınlar, savaş helikopterlerinin görüş alanından uzaklaşmaya çalışıyor.
Ancak hangi yöne? Doğu tarafındaki tanklara doğru mu? Genç bir kız iki küçük kardeşinin ellerinden tutmuş, onları sürüklüyor ve daha hızlı yürümeleri için yalvarıyor. Bir kadın durup bir gece önce nasıl bir cehenneme tanıklık ettiklerini anlatıyor: “Ölümü gördük…”
Birçok kişi güneye, Jalaa Caddesi’ne doğru yola çıktı ama kaybolmuş görünüyorlar. Hepimiz kaybolmuş durumdayız.
30 Ekim Pazartesi
Kız kardeşim Eyşa’nın evinde benzin bitti. Her gün yataktan kalktığı andan itibaren tüpü nasıl dolduracağını düşünüyor. Kocası Mahir’in kahve hazırlamak için babasının evine gitmesi gerekiyor. Ona El Saftavi’deki dairemde iki tüp olduğunu söyledim. Biri mutfakta, diğeri de kazan için. Gidip birini geri getirmek zorundayız. Bu son derece tehlikeli. Daha önce birkaç saatliğine uğrayıp yemek yiyor ve şehrin daha güvenli bir yerinde yerde bir gece daha geçirmeden önce yarım saat yatağımda dinleniyordum. Kara işgali başladığından beri tank mermileri ve savaş uçakları sürekli olarak El Saftavi’yi vuruyor.
Dikkatli bir şekilde Saftavi Caddesi’nden geçip sola, dairemin bulunduğu sokağa döndük. Kardeşim Muhammed ve oğlum Yasir tüpü almak için binaya koştular. Binadan çıkarken Yas,r’in yanında bir şilte ve yastık taşımasını öneriyorum, böylece yukarıdan izleyen herhangi bir SİHA operatörü sadece tahliye ettiğimizi düşünebilir. Bunun onları bizi yok etmekten caydırmayacağını biliyorum ama elinizden geldiğince işinizi kolaylaştırmaya çalışmalıyız.
Sonsuzluk gibi gelen bir süre arabada bekledikten sonra, dikiz aynasından onları binadan koşarak çıkarken görüyorum; Muhammed elinde tüple, Yasir ise başında bir şilte ve elinde bir yastıkla.
Eyşa tekrar gaza kavuştuğu için çok mutlu.
“Sanırım bir kahve daha hak ettik” diyorum. O yaptı ama ben içmiyorum, bu gece gerçekten biraz uyuyabileceğimi hatırlıyorum.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Gün içinde İsrail güçleri, Gazze Şehri’nin güneyindeki Türk-Filistin Dostluk Hastanesi’ne saldırıyor. Saldırıdan beri kapalı olan bu tesis, kanser hastalarının tedavi görebildiği tek hastaneydi. Yaklaşık bir hafta önce Şifa Hastanesi yöneticileri bazı yaralıları buraya taşımayı düşündüklerini söylemişti. Bu her zaman bir öncelik; yeni yaralılar için daha fazla yatağa ihtiyaçları var. Eşimin kız kardeşi Hüda’nın kızı Wissam’ın da onların arasında olması gerekiyordu ama nedense onu Şifa’da bırakmışlar.
Savaşın ilk haftasında enkazdan kurtarıldığında iki bacağı ve bir eli kesilmek zorunda kaldı.
“Gördün mü? Sen de taşınanlardan biri olmalıydın. O zaman şimdi nerede olurdun?” diye şaka yapıyorum ancak soğuk bir şekilde “Üç hafta önce ölmüş olmalıydım” diye cevap veriyor.
Şifa’nın içinde hâlâ bir avuç gazeteci var ve kameralarının objektifleri kararlı bir şekilde yaralıların geldiği acil servis girişine dönük. Gazeteciler için sokaklarda olmak tehlikeli. Üzerinde “Basın” yazan kurşun geçirmez bir yeleğiniz ya da kaskınız varsa, sanki yürüyen bir hedefsiniz. El Cezire ya da diğer Arap kanallarında yayınlanan Gazze görüntülerinin çoğu çatılardan çekilen geniş çekimler. Burada hiç batılı gazeteci yok. Bu da yerel, vatandaş gazetecilerin ortaya çıktığı bir boşluk yarattı.
Bu yeni gazeteci tayfası, işlerini sadece kendi evlerine yapılan saldırıları kaydederek bulduklarını, daha sonra videolarının, saha muhabirlerine ihtiyaç duyan daha büyük medya kanallarına ulaştığını söyleyerek şaka yapıyor. Örneğin şimdi El Cezire’nin başlıca muhabirlerinden üçü hastanelerde çalışan vatandaş muhabirler.
Sabah saatlerinde kuzeyde ve Gazze Şehri’nde yeni saldırılar olduğunu öğrendik. Kara işgali devam ettikçe şehir küçülüyor. Bilal, bağımsız gazeteciler tarafından tartışmalara, münazaralara ev sahipliği yapmak ve gazetecilere olanaklar sunmak için kurulan Basın Evi’nin yöneticisi. Biraz kışkırtıcı bir soru soruyor: “Güneye gitme zamanı geldi mi?”
Cevabım hiç değişmiyor: “Hiçbir yer güvenli değil. Her yer aynı. Askerler Rimal’e girdiğinde ve tanklar sokağa park edildiğinde, hepimizi dışarı çıkarıp silah zoruyla güneye gitmeye zorladıklarında, o zaman hareket ederiz. Belki.”
En azından bu senaryoda, ona kaçarken öldürülmeyeceğimizi açıklamaya çalıştım.
31 Ekim Salı
Dün gece erken uyumaya çalıştım. Kış sert geçiyor, geceler uzun ve şu anda bombardıman ve saldırılar nedeniyle sonsuz gibi görünüyor. Gündüz saatlerinde insanları görebilir, onlarla konuşabilir, evinizin etrafındaki hasarı değerlendirebilirsiniz, ancak güneş battığında sığındığınız binaya hapsolursunuz. Elektrik yok, televizyon yok, internet yok. Tek duyduğunuz patlamalar, insansız hava araçlarının hiç durmayan vızıltısı ve F-16’ların kükreyerek geçip gitmesi. Şu anda herkesin en sevdiği an güneşin doğduğu an. Hala hayatta olduğunuzu anladığınız andır.
3 Kasım Çarşamba
Şifa Hastanesi’ne sabahın erken saatlerinde geldim. Koridorlarda yürürken nereye basacağımı bilmek zor. İnsanlar her yerde uyuyor, çoğu yerde, bazıları çarşaflarla örtülü, birkaç şanslı kişi de evlerinin yıkıntılarından getirmeyi başardıkları şiltelerin üzerinde yatıyor.
Merdivenlerde gezinmek daha da zor çünkü buralar özel evlere dönüştürülmüş gibi görünüyor. Bir koridorun sonunda, bir köşede genç bir kadın hâlâ uyumakta olan çocukları için sandviç hazırlıyor. Küçük ekmek parçalarına çikolata sürüyor. Yanında getirdiği su ısıtıcısından yükselen buhar bana normal sabahları hatırlatıyor. Sadeliği içinde bu sahne bana normal hayatı özletiyor.
Bu sabah Cibaliye’ye doğru yola çıktığımda saat 07.30‘du. Birkaç fırın çalışıyor görünüyordu ve dışarıdaki kuyruklar her zamankinden daha uzundu.
Artık hem Gazze Şehri’ndeki hem de Cibaliye Kampı’ndaki tüm süpermarket ve bakkalların isim ve adreslerini öğrendim. Geçtiğimiz birkaç hafta içinde bırakın gitmeyi, daha önce adını bile duymadığım dükkan ve süpermarketleri ziyaret ederek bu konuda uzmanlaştım. Ancak stoklar azaldıkça mağaza sayısı da azaldı. Yani bir gün bir süpermarkete girip ertesi gün kapalı bulmak normal. Şimdi, Gazze’nin tamamında hala açık olan süpermarketlerin sayısı iki elin parmaklarını geçmez.
İsrail ordusunun bu gece Gazze Şehri ve kuzey vilayetini güneyden tamamen izole ettiği söyleniyor. Tanklar, Gazze Şehri ile Gazze Vadisi arasında uzanan sahil yolu Raşid Caddesi’nde devriye geziyor. Burası Gazzelilerin tek başlarına gezinmeyi, deniz ve gün batımı manzarasının tadını çıkarmayı sevdikleri yerlerden biri. Kimse orada yürümeye ve fotoğraf çekmeye karşı koyamaz. Şimdi ise bu cadde şiddetli yıkımın yaşandığı bir başka yer.
Dün İsrailliler Rimal’in hemen kuzeyindeki Şati Kampı’nın üzerine bildiriler atarak insanların kampı boşaltmasını istedi. Broşürde bunun son uyarıları olacağı yazıyordu. Broşürün rengi kırmızıydı. İlk broşür dalgası yeşil, ikincisi ise sarıydı. Hayatımız ve kaderimiz renklerle kodlanmış gibi görünüyor. Ancak bu İsraillilerin eski bir taktiği. Eğer Erez Sınır Kapısı’ndan geçmeye çalışırsanız, askerler sizin kendileri için tehlike düzeyinizi belirlemek için bir renk şeması kullanırlar. Aynı şekilde, Batı Şeria’da, yerleşim yerlerinde ya da İsrail’de çalışma izni için başvurduğunuzda, web sitelerinde kendi adınızı kontrol edebilirsiniz. Eğer yeşilse, çalışabilirsiniz. Sarı ise denetim altındasınız. Kırmızı ise, boşverin.
Dün, Vadi’nin güneyindeki Bureij Kampı’nda bazı apartmanlar vuruldu ve komşum Faraj’ın eşinin tüm yakın ailesi hayatını kaybetti.
Annesi, iki erkek kardeşi ve iki kız kardeşi. Hepsi de çocuklarıyla birlikte.
Faraj’ın eşi de ailesiyle birlikte Bureij’de iki hafta geçirmişti ama Refah’taki bir BM sığınağına taşındı, böylece hayatta kaldı. Faraj’ın onu teselli edebilmesi için üç saat boyunca hepimiz telefonla ona ulaşmaya çalıştık ama sinyal çok zayıftı.
4 Kasım Perşembe
Ölümü yakından gördüğümde neredeyse gün batmak üzereydi. Beni kucaklamaya ve tek yönlü bir yolculuğa çıkarmaya geldi. Yaralı eşine bakmak için Şifa’da kalan arkadaşım Muhammed Hokaiad ile konuşuyordum. Wissam’ı ziyaret ettikten sonra onunla hastanenin ana kapısının yanında buluşmuştuk. Bir füze hastanenin kapısına isabet ettiğinde 10 dakika boyunca konuştuk, karşılıklı dualar ettik ve gelecekteki buluşmalar için söz verdik.
Benim durduğum yerden yaklaşık yedi ya da sekiz metre uzaktaydı. Kısa bir süre önce, öğretmenlik yaptığım dönemde tanıdığım genç bir adamla sohbet ediyordum. Kendisi Şati Kampı’ndanmış ama şimdi ailesiyle birlikte hastanede kalıyormuş. Yasir’le birlikte buraya taşınmamı önerdi.
Sonra Muhammed’le buluştuğum yere doğru birkaç metre yürümeye devam ettim ve patlama sesini duyduk. Elbette her zaman patlama sesleri duyuyoruz ve her seferinde sadece birkaç metre ötede olduğunu hissediyoruz ama bu sefer öyleydi.
Hepimiz zıpladık ve saldırının nereden geldiğini bilmeden farklı yönlere kaçtık. Sonra yukarı baktık ve duman bulutunu kapıya kadar takip ettik. İnsanlar bağırıyor, çığlık atıyor ve koşuyordu. Bölge en iyi zamanlarda bile kalabalıktır; ambulanslar gelir gider, aileler, satıcılar, arabalar, gazeteciler, doktorlar ve hemşireler. İsrailliler ne yaptıklarını çok iyi biliyorlardı.
Kaçmam gerekiyordu ama nereye? Muhammed bunun bir “Ateş çemberinin” ilki olmasından korkuyordu, yani sokağın diğer ucuna, kuzeye, sonra doğuya saldıracaklar ve çemberin içindeki tüm alanı yok edeceklerdi.
“Dışarı çıkmalıyız” diye bağırdı. Olabildiğince hızlı bir şekilde kuzeye doğru koştuk. Neyse ki bu sefer “ateş çemberi” yoktu, yoksa hayatta kalamayabilirdik. Doğuya, Jalaa Caddesi’ne doğru ilerlerken, eğer bir sebepten dolayı öğretmenlik yaptığım genç adamla sohbet etmeye devam etseydim, onun gibi benim de şu anda tarih olmuş olacağımı düşündüm.
Daha sonra saldırıda 16 kişinin öldüğünü ve ambulansların hasar gördüğünü duyduk. Hanna’yı arayıp Wissam ile iletişim kurup kuramadığını ve iyi olup olmadığını sordum. O iyi ve daha ileri tedavi için Mısır’a gönderileceğini umuyorum. Refah Sınırı’ndan her gün yeni hastalar oraya naklediliyor. Wissam’ın adı da listede. Bugün yola çıkacağı söylenmişti ama kısa bir notla bunun yarın olabileceği söylendi. Gecikme haberi onu çok üzüyor, çünkü burada Şifa’da anestezi yapılmadan tedavi ediliyor. Acıdan gün boyu çığlık atıyor. Onun için en kötü an, hemşirelerin yaralarını temizlediği ya da daha fazla ameliyat geçirmesi gerektiği an.
Kendisine Sina’daki Ariş Hastanesi’ne nakledilmesi için her şeyin hazır olduğu söylenmiş. Ancak şimdi, Raşid sahil yolu İsrail tanklarının ateşi altında kaldığından, sınıra doğru hareket her zamankinden daha yavaş. Dün öğleden sonra onlarca kişi Raşid yolundan güneye doğru ilerlerken öldürüldü. Yol boyunca dağılmış parçalanmış bedenlerinin (ya da vücut parçalarının mı demeliydim) görüntüleri şok ediciydi. Yaptıkları tek şey İsrail ordusunun onlardan istediği şeyi yapmaktı: Güneye doğru ilerlemek. Havaya uçurulmak onların ödülüydü!
Basın Evi’ne döndüğümde kahvemi hazırlıyorum. Suyun kaynamasına izin vermiyorum, çünkü bu çok fazla gaz kullanacak ve tüpü yeniden dolduracak yer kalmayacağı için bitmesinden korkuyoruz. Su ılık. Bu yeterince iyi.
Jabalia’daki Fakhoura okulları bu sabah vuruldu ve 12 kişi öldü. Aynı okullar 2009 ve 2014 savaşları sırasında da vurulmuştu. Yüzlerce aile orada yaşıyor. Yüzlercesi BM logosunun onlara yardım edeceğine inanıyordu. Nerede…
Kaynak: Guardian