AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan ile MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin yıllardır “kapatılsın” ve “isminden Türk kelimesi çıkarılsın” diyerek hedef gösterdiği Türk Tabipleri Birliği’nin yönetimi görevden alındı. Mahkeme kararına göre görevden alınan üyelerin yerine bir ay içinde geçecek kişileri seçmek için beş kişilik heyet görevlendirilecek. Karar temyiz aşamasında, kesinleşinceye kadar mevcut yönetim görevine devam edecek.
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, 30 Kasım’da İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’i İYİ Parti Genel Merkezi’nde ziyaret etti. Ziyarette, Özel, yerel seçimler için işbirliği teklifinde bulundu. Akşener, konuyu 4 Aralık’ta İYİ Parti Genel İdare Kurulu ile değerlendirecek.
Ruşen Çakır ve Kemal Can Haftaya Bakış’ta değerlendirdi.
Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal
Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Kemal Can’la birlikte “Haftaya Bakış”a başlıyoruz. Hoş geldin Kemal. Haftanın öne çıkan olayları diyoruz, ama fazla da bir şey yok. En önemlisi, dün Özgür Özel’in Meral Akşener’e işbirliği çağrısı yapması. Dün Göksel (Göksu) ve Cansu (Timur) ile beraber Özgür Özel’le randevumuz vardı. Medya kurumlarıyla görüşüyor Özgür Özel. Şansımıza, bizim görüşmemiz Özgür Özel-Akşener görüşmesinin hemen arkasına denk geldi. Onların görüşmesi öngörülenden uzun sürmüş, onun için bizim randevular da gecikti. Ama sıcağı sıcağına konuşma imkânını da bulduk. Top artık İYİ Parti’de. Pazartesi günü İYİ Parti Genel İdâre Kurulu teklifi değerlendirecek. Verecekleri cevâbın ışığında işbirliği olup olmayacağı belli olacak. “İller bazında işbirliği” diyorlar biliyorsun. Birtakım spekülasyonlar var. Hattâ ben o spekülasyonları sordum Özgür Özel’e. Şaşırdı ya da şaşırmış gibi yaptı, bilemiyorum. Ama illeri konuşmamışlar.
Bir de ilginçtir, Meral Akşener 5 kişiyle berâber katılmış toplantıya. Şeffaf olmak amacıyla herhalde. Özgür Özel “Ne diyorsunuz?” diye sormuş. Kimisi “Biz seçime bağımsız gireceğiz” demiş, kimisi “Yine de bir değerlendirelim” demiş ve oy çokluğuyla pazartesiye atma karârı vermişler. İYİ Parti, seçimden sonra, “Biz seçime hür ve müstakil gireceğiz” diye o kadar çok vurgu yaptı ki, normal şartlarda kategorik olarak reddetmeleri gerekiyordu. Toplantıda bile, “İşbirliği teklifinize çok teşekkürler, ama biz karârımızı verdik, kusura bakmayın” da diyebilirlerdi. Belki öylesine pazartesi gününe atmışlardır ve karar yine ret cevabı olacaktır. Acaba olur mu? Çünkü ittifak değil de işbirliği diyorlar ya. Özgür Özel geçen seferki Millet İttifâkı’nı kastederek, “İttifak deyince çok kalabalık anlaşılıyor” dedi. İşbirliği konusunda anlaşırlarsa, tarafların kurmayları oturup ölçeceklermiş. Büyükşehirlerde çok sayıda kıl payı fark olma ihtimâli olan yerler var. İYİ Parti işbirliği teklifini kabul ederse, yeni bir pazarlık süreci başlayacak. Açıkçası çok emin olamadım. Normal şartlarda İYİ Parti’nin bu teklifi kabul etmemesi lâzım. Ama kabul etmeyip ne yapacak? Bunu daha önce de konuştuk. Yerel seçime tek başına girdiği zaman ne elde edecek İYİ Parti? Daha önce o kadar söylediler, bir tâne bile il alamadılar. Yine böyle bir tablo çıkarsa, bir de düşük oy alırlarsa –ki bu pekâlâ mümkün– o zaman çok daha zor bir durumla karşı karşıya kalacaklar. Özgür Özel, “kazan-kazan senaryosu” olarak tanımlıyor. Kazanırlarsa beraber kazanırlar da, geçen sefer olduğu gibi yine birlikte de kaybedebilirler. O zaman, işbirliğine rağmen başarısızlık olursa, İYİ Parti iflâh olmaz sanki. Aslında o buluşma hiç olmasaymış İYİ Parti için daha iyi olabilirmiş. Şimdi ne yapsa riskli sanki.
Kemal Can: Evet, biraz daha sürece bırakarak…
Ruşen Çakır: Ama fazla vakit de yok.
Kemal Can: Evet. Öbür taraftan da, en başta CHP olmak üzere diğer muhâlefet aktörleri, “Ne yapacaksınız? Tavrınızı netleştirin” baskısı yapıyor. Muhtemelen seçmenden ve kendi teşkîlâtlarından da böyle bir tazyik görüyorlar. Çünkü şu anda Genel İdâre Kurulu’nda, önceki müstakil siyâset ya da kendi başlarına seçime girme karârını Akşener sık sık tekrar ediyor. “Sâdece dört tâne aleyhte oy vardı, diğer herkes bu karârı onayladı” diyor. Ama o Genel İdâre Kurulu’nun İYİ Parti seçmenini ne kadar temsil ettiği tartışma götürür. İYİ Parti seçmeninin bu konudaki tutumunun çok homojen olduğu kanaatinde değilim. Elbette bu tavırdan memnun olan, bağımsız bir pozisyon almanın gereğini savunan çevreler vardır. Ama bir yandan da, 2019 seçiminde olduğu gibi sonuç almayı önemseyen, hem sâdece iktidâra karşıtlık anlamında hem yerel yönetimlerde pay sâhibi olmak anlamında bunun önemli olduğunu düşünen çevreler de vardır. Çünkü biliyoruz ki İYİ Parti Genel olarak sağdan ve iktidar blokunun sağından oy devşirerek büyüme istîdâdı olacağı varsayımıyla kurulmuştu. Ama büyük ölçüde muhâlefetin ve özellikle de CHP ile ortak bir kümenin taşıyıcısı bir seçmeni de var. Dolayısıyla, özellikle kongre sürecinden sonra CHP’ye çok fazla binmiş olan negatif düşüncenin biraz azaldığı ya da kısmî bir toparlanma ihtimâlinin canlanmaya başladığı bir zeminde, bu denklemin tamâmen dışında bir pozisyon almak zor. Ama bu zâten CHP için de geçerli, İYİ Parti için de geçerli: Şimdi bu kadar âcil, bu kadar yakın bir vâdede gelen bir yerel seçimin arifesinde müstakil ya da bağımsız ya da değişim içeren her türlü yeni iddiayı politik olarak oluşturmak, onun kadrolarını yaratmak, onun söylemini kurmak ve seçmene bunu anlatmak pek mümkün değil. Çünkü herkes kaçınılmaz olarak, teşkîlâtlar bazında da, hattâ seçmenin önemli bir kısmında da, “Ne yapacaksınız? Bu seçimde alacağınız sonuç ne olacak?” meselesine odaklanacak. Çok kısa bir vâdenin içerisinde adaylar da netleşmeye başlayınca herkesin dikkati buraya kayacak.
Şimdi böyle bir konjonktürde siz müstakil siyâsetinizi, değişim iddianızı, yeni bir siyâset vizyonunu anlatıp bunu hikâyeleştirmeniz çok çok zor. Ayrıca müstakil siyâseti göstermek için yerel seçim iyi bir zemin değil. Önümüzdeki seçim genel seçim olsa, biraz daha anlamı var. Çünkü orada genel politik farklarını işâret ediyor partiler. Ama yerel seçim, ağırlıklı olarak seçmenin sonuca daha çok odaklandığı, sonuç almaya yöneldiği, bu yüzden de küçük partilerin kendilerini gösterme imkânının çok daha sınırlı olduğu zeminler.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Ruşen Çakır: Meselâ bu grup toplantısında, Meral Akşener, “Bizim yerel yönetim anlayışımız…” diye bir yığın şey söyledi, hiçbiri aklımda kalmadı.
Kemal Can: Profesyonel olarak bu işi yapan biri olmana rağmen senin aklında kalmıyorsa, seçmenin aklında hiç kalmaz. Bu “değişim”, “fark”, “müstakil duruş”, “üçüncü yol” gibi iddiaları taşıyabilirsiniz, bunu söyleyebilirsiniz, seçmeninizi ve teşkîlâtları da böyle motive edebilirsiniz; ama bunun sâhiden içerik kazanması için çok uygun bir zemin yok. Ne genel siyâsî vasat buna uygun, ne yerel seçim bunun için doğru bir yer, ne de bu partiler henüz bu ön hazırlıklarla… Yani bu, müstakil siyâsette seçim yenilgisinin sonrasında üretilmiş bir formül. Henüz daha biçimlenmiş, pişmiş bir şey değil.
Ruşen Çakır: Bir de şöyle bir husus var: “Üçüncü yol” diyor. Tamam, üçüncü yol aslında güzel gibi duruyor; ama bunu derken, muhâlefet ve iktidar arasında bir üçüncü yol gibi târif ediyor. O zaman kendisini muhâlefet partisi olmaktan yarı yarıya çıkarmış oluyor. Bu tam bir kimliksizlik. Ben hâlâ İYİ Parti tabanında Erdoğan muhâlifliğinin, hattâ eğer milliyetçi hareketten geliyorsa Bahçeli muhalifliğinin de çok güçlü olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla “üçüncü yol” dediği zaman aslında sermâyeden yiyor sanki. Kimse İYİ Parti’ye, “Sen muhâlif parti olma” demiyor. “Muhâlefeti daha etkili yap” diyor. Ama İYİ Parti, “üçüncü yol” derken, CHP ile AKP arasında bir yerde kendini konumlandırdığı zaman, muhâlifliğini de bayağı sorgulatıyor. Bu çok ciddî bir problem. Bence insanların akıllarında hâlâ, “Acaba bunlar iktidâra yanaşır mı?” sorusu var. Zamânında dâvet de vardı biliyorsun. Durduk yere insanların kafasında, “İYİ Parti bir şeylerden vazgeçerken, muhâlif olmaktan da mı vazgeçiyor?” gibi bir soru işâretini de berâberinde getiriyor.
Kemal Can: Senin dediğine kısmen katılıyorum. Evet, İYİ Parti’nin ağırlıklı seçmen profilinde, AKP ve özellikle Erdoğan alerjisi çok belirgin. Pek çok araştırmada bu tespit edilmiş durumda. Ama bir yandan da, onun nüvesini oluşturan bir kesim seçmende, tam tersi. Erdoğan alerjisi o kadar önemli değil. Buradaki belirleyici aktör olma, yani muhâlefetin içinde olacaksa da belirleyici aktör olma motivasyonu, güç sâhibi olma ve belirleyici aktör olma motivasyonu var. Hattâ genel seçim öncesindeki krizin pek konuşulmayan taraflarından biri de buydu. O patronaj talebinin karşılık bulmaması, “Negatif bir okumayla Akşener’in önü kesildi, diğer küçük partiler işin içine dâhil edilerek onun ağırlığı azaltıldı” tezi ileri sürülüyor; ama aslında, temel çatışmanın, onun neredeyse CHP ile eşit ağırlık talebi olmasının yarattığı bir gerilim vardı. İYİ Parti için, Cumhur İttifâkı’nın MHP’si olma motivasyonu da var. Yani “Müstakil siyâsette biz her nerede olacaksak orada belirleyici biçimde var olalım”; tâbir yerindeyse “yancı olmayalım”. Ama bu, bu yerel seçimde gösterilebilecek bir politik pozisyon değil. Bunun sonuç alıcı olması mümkün değil. İkincisi, siyâsî zemin bu konuda fazla manevra imkânı vermiyor. Üstelik neredeyse bütün seçimler öncesinde İYİ Parti ve özellikle Akşener’in liderliği erken tavır açıklayarak pozisyon yaratmaya yöneldi. Her erken açıklaması, 2018’deki erken çıkışları, 2019’daki ve 2023’te erken çıkışlarının hepsi, kendisine çok daha elverişli bir pozisyon yaratmadı, kendi manevra kabiliyetinden yedi. Çoğunda da, masadan kalkarken de otururken de bir tür, çok da anlatılması kolay olmayan geri adımlar gerektirdi. Onlara, Mayıs’ta belediye başkanlarının da Cumhurbaşkanı Yardımcısı olması formülü bulundu. Aslında öyle bir formülün mesnedi yoktu. Şimdi de “İttifak değil işbirliği” aslında yine tam da bu. Bu kavramsal detaylar seçmeni çok da ilgilendirmiyor.
Ruşen Çakır: O zaman sen geri adım ihtimâlini önemsiyorsun.
Kemal Can: Sonuçta daha da riskli bir şey. Buradan geri döner mi? Akşener çıktı ve “Seçime tek başımıza giriyoruz” dedi. “Döner mi?” sorusunu sorduğumuzda, ben dönebilme ihtimâlini, önceden yapılanlara bakarak test ettiğimde ne görüyorum? “Bize tuzak kuruldu” diyerek kalktığınız masaya, “İki belediye başkanı geliyorsa biz de bir bakalım” diyerek geri dönüyorsanız… Zâten “Yerel düzeyde işbirliklerine bakarız” gibi bir pencere açılmıştı. Şimdi böyle bir dönüş ihtimâli sıfır değil, mümkün bir şey. Ayrıca bu siyâsî zeminde bunu yapmayan neredeyse kimse kalmadı. Cumhur İttifâkı’nın kendi arasında ve dışarıya karşı lâf ezmesinin haddi hesabı yok; ama muhâlefet aktörleri açısından da en uç örnekleri, meselâ Zafer Partisi…
Ruşen Çakır: Bu arada Zafer Partisi bir gün önce İYİ Parti’ye ittifak teklif ederek ortalığı nasıl trolledi. Bir sonuç alacağı yok, ama yine de…
Kemal Can: Daha önce de Mansur Yavaş çıkışını yapmıştı. O “kazanacak aday” tartışmalarında, hemen o çıkışla benzer bir hamle yapmıştı. Bu da ona benzetilebilir. İşin özeti hem CHP’nin ama daha çok da İYİ Parti’nin işi zor. Çünkü her ne karar verirse versin, bunu çok tutarlı bir pozisyon olarak anlatması kolay değil. İkisinin de birtakım komplikasyonları var. Söylediğin gibi hiç sonuç alamadığı, o değişimin ve farkın da anlatılamadığı, üstelik yerel seçim olduğu için, yerel seçimdeki seçmen motivasyonu sonuca odaklı olduğu için İYİ Partili olan seçmenin bile bir kısmının ya başka türlü tercih kullanma ya oy kullanmama ihtimâli hiç düşük değil. Bu, CHP için de geçerli. Dolayısıyla bu yerel seçim, alınacak sonuçla bu partilerin geleceğini tâyin edecek. Ama alabilecekleri sonucu oluşturmak için yürüyecekleri yerde, çok ilkesel çok yeni buluşlara imkân yok, zaman da yok.
Ruşen Çakır: Evet. Bir de şöyle de bir şey var. Özgür Özel’e de sorduk bunu. Seçildikten sonra ilk büyük sınavına giriyor. Eğer orada belli bir başarı gösterirse bayağı iyi olacak. Başarısız olursa, insanlar daha yeni geldiği için yine de bir kredi verebilirler.
Kemal Can: Başarısızlığın biçimi, başarısızlığın hangi gerekçelere bağlanacağı gibi faktörler belirleyici olacak.
Ruşen Çakır: Ama İYİ Parti’nin bir daha başarısız olmaya pek fazla tahammülü yok artık.
Kemal Can: Yani CHP başarısızlığa daha aşılı diyorsun.
Ruşen Çakır: Bu arada Esenyurt Üniversitesi diye bir üniversite varmış biliyorsun. Başına da genç bir arkadaşı getirmişler. Hayırlı olsun vatana millete. Bu arada, Ankara 31. Asliye Hukuk Mahkemesi, Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi’nin görevden alınmasına karar verdi ve yeni merkez konseyi seçimlerini tamamlamak üzere beş kişilik bir heyet görevlendirildi. Göstere göstere yapılan bir şey. Bir tür, Anayasa Mahkemesi olayının provası gibi de görülebilir. Türk Tabipleri Birliği’nde, barolarda olduğu gibi çoklu oda uygulamasına gidebilirler sanki, böyle bir durum var. Olay her ne kadar İstinaf Mahkemesi’ndeyse de, anladığım kadarıyla çok fazla bir beklenti yok. Aslında Şebnem Korur Fincancı’nın tutuklanması ve sonra serbest bırakılması unutulmuştu. Bayağı da bir zaman geçmişti. Ama birden karşımıza çıktı. Devlet hâlâ yargı yoluyla her şeye, meslek odalarına, sivil topluma, medyaya ayar vermeye devam ediyor. Bu olayın hemen öncesinde Özgür Özel, Şebnem Korur Fincancı ile görüştü. Pervin Chakar olayında olduğu gibi, bunu da Özgür Özel aleyhine kullanmaya çalıştılar. Meselâ Ümit Özdağ Meral Akşener’e çağrı yaparken bunu kullandı. Aslında bu tür olayları konuşurken bir yerden sonra insanın kelimeleri tükeniyor.
Kemal Can: Bu, ikimizin de ortak arkadaşı Tanıl Bora’nın “kurum kırım” diye kavramlaştırdığı bir tanım var. Bu iktidar, medyadan yargıya, sivil toplum örgütlerinden meslek odalarına, sendikalardan başka iş kuruluşlarına kadar her alanda şöyle bir strateji yürüttü: “Mümkünse ele geçir. Olmuyorsa onu devreden çıkar ya da onun sâhibini ya da başındaki yönetimi değiştir. Olmuyorsa kayyum ata. Olmuyorsa kapat. O da olmuyorsa, Anayasa Mahkemesi olayında gördüğümüz gibi, işlevsiz hâle getir. Kararlarını tanıma.” Meselâ daha önce TMMOB’un kentsel süreçlerde ya da fabrikalarda, şurada burada onay mercii olmasını devreden çıkartan birtakım mevzuat değişiklikleri yaptı. Dolayısıyla onları da kullanıp, kendi enstrümanı hâline ya da doğrudan tâlîmatlandırabildiği bir yapıya dönüştürdüğü şeyleri, başta yargı ve medya olmak üzere ele geçirmek, diğerlerini de ilga etmek, kayyum atamak gibi çeşitli yöntemlerle asıl fonksiyonlarının dışına itmek ve aslında bir kurum kırıma uğratmak, o kurumların doldurduğu alanı işgal etmek, imhâ etmek ve onları anlamsız yapılar hâline dönüştürmek… Bunu sistematik olarak devam ettiriyor. Burada kimi zaman yasaların kendine verdiği imkânları kullanıyor, kimi zaman doğrudan yasaları ya da Anayasa’yı bizzat istismar ederek, onu aşarak, fiilî durumlarla bunu yapıyor. Meselâ Anayasa Mahkemesi hikâyesi… Şu anda Türkiye’de Anayasa Mahkemesi kararlarının geçersiz olduğu bir fiilî durum söz konusu. Meclis’teki nöbet de bitmiş. Şimdi bu iş, Anayasa’yı tanımayan bir iktidârın başına gökkubbeyi indirecek kimsenin olmadığı, toplumun da bunu pek mesele etmediği bir zeminde fiilî sonuç. Bâzen yasaları değiştirerek, bâzen yasaları ve yargıyı kullanarak, bâzen doğrudan yasaları ve yargı kararlarını devre dışına çıkartarak, ama sürekli kendi alanını genişleten ve onu denetleyebilecek, kısıtlayabilecek bütün alanları da bir tür devre dışına çıkartan bir tutum söz konusu.
Buna karşı, başta siyâsî muhâtapları, yani muhâlefetin kurumsal siyâsî aktörleri, devâmında çeşitli baskı grubu olabilecek meslek mensupları, sivil toplum örgütleri, sendikalar gibi benzeri kurumları… Bir başka ilga süreci, asgarî ücret tespit sürecinde yaşanıyor. Siz asgarî ücret için toplanıyorsunuz, ama sonunda Cumhurbaşkanı bir şey diyecek ve onu berâber çıkıp îlân edeceksiniz. O süreçte sendikaların, o komisyonun rolü diye bir şey söz konusu değil. Buna benzer pek çok şey var. Buna direnç göstermeyen, gösteremeyen çeşitli kurumsal yapılar ve buna şu ya da bu biçimde sessiz kalınan, sessiz kalınarak “Ancak iktidar değiştiğinde bunlar düzelir, onu da yapacak kimse yok”a râzı olmuş bir toplumsal muhâlefet…
Ruşen Çakır: Eskiden ne güzeldi değil mi? “Seçime kadar dişinizi sıkın” deniyordu.
Kemal Can: Zâten seçime kadar ya da o sürekli yenilenen mîlâtlar bekleyerek bugüne gelinmiş durumda. Ama bir de fiilî olarak yaşanan şeyler var. Dolayısıyla artık, “Bu zincir daha ne kadar ilerler?” diye bir sorunun karşılığı yok. Önünde bir şey olmadığı sürece ve buna ihtiyaç duyduğu sürece…
Ruşen Çakır: Ama şunu biliyoruz ki TTB yönetimine yine eski yönetime yakın insanlar gelecek. Ama tabiî bu arada orayı olabildiğince felç edecekler.
Kemal Can: Bu da, belediyelere atadığı kayyum meselesi gibi. Kayyum atadı. Sonra seçim oldu, yine daha fazla oy alarak aynı parti o belediyeleri kazandı ve yine kayyum atandı. Sonuçta burada şunu söylemiş oluyor: Tamam siz seçtirebilirsiniz. Ama ben yine tanımıyorum.
Ruşen Çakır: Kayyum demişken, orada yine HEDEP’le ilgili, iktidarla görüştüklerine dâir birtakım yakıştırmalar yapılıyor. Böyle bir şey olabilir mi? Bugün izleyicilerle yaptığım yayında da böyle bir şey söz konusu oldu. Şu anda HEDEP’in en önemli meselesi kayyum meselesi. Yani seçimi kazanmak değil, kazananı koruyabilmek. Bunun bir yolu yok. İktidarla pazarlık mı edecek?
Kemal Can: Pazarlık etmenin de bir garantisi yok ki. Çünkü bu son derece kötü anayasa ve son derece kötü yasal mevzûat bile, aslında ancak bunları yok sayarak yapılabilecek şeylerle aşılabiliyor. Çünkü yargı kararları olmadan bu tür işlemlerin yapılamaması gerekiyor. Ama siz Cumhurbaşkanlığı seçiminde, protokolde bile, “Kayyum atanabilir” protokolü yapıyorsanız, yargı karârının tanınmaması imkânını vermişken… Bunun da nasıl verildiğini hatırlarsın: “Anayasaya aykırı, ama dokunulmazlığı kaldıralım” denerek başladı. Hani bir zamanlar çok kullanılan, Özal’ın o meşhur, “Anayasayı bir kere delmekle bir şey olmaz” sözü vardı. Ama bir kereyle bir şey oluyor.
Ruşen Çakır: Evet, devâmı geliyor.
Kemal Can: Evet, mesele bu ve bunu yaşıyoruz. Yani o sarı öküzü vermeyecektik.
Ruşen Çakır: Noktayı burada koyalım Kemal. Aralık ayının ilk “Haftaya Bakış” yayınını yaptık. İzleyicilerimize de teşekkür edelim. İyi günler.