Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ruşen Çakır’ın konuğu Cuma Çiçek: Türkiye’de bağımsız bir Kürt İslamcılığı var mı?

Türkiye’de bağımsız Kürt İslamcılığı söz konusu mu? AKP döneminde ve 1990’lı yıllarda Kürt hareketinde neler yaşandı? Kürt siyaseti 2023 Genel Seçimleri’nden sonra nasıl değişti?

Ruşen Çakır konuğu siyaset bilimci Cuma Çiçek ile Türkiye’de Kürt İslamcılığını konuştu.

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Merhaba iyi günler. Araştırmacı Cuma Çiçek’le Türkiye’de Kürt İslâmcılığı üzerine konuşacağız. “Bağımsız bir Kürt İslâmcılığı söz konusu mu?” sorusunun cevâbını arayacağız. Cuma, merhaba.

Cuma Çiçek: Merhaba.

Sen üç yıl kadar önce Kürt Araştırmaları Dergisi için bu konuda çok kapsamlı bir rapor kaleme almıştın ve o raporda, bağımsızlıktan ziyâde özerkleşme ihtimâlini tartışmıştın. Son seçimlerden sonra HÜDA PAR’ın Meclis’e girmesinden hareketle yaptığımız yayında değerlendirmiştik bu konuyu, hatırlayacaksın. Şimdi tekrar bu konuyu irdelemekte yarar var. Senin o yazıyı yazmandan 3 yıl sonra, seçimin sonrasında ve Gazze’de Hamas’ın yarattığı bir hareket var biliyorsun: Özellikle Güneydoğu’da, bölgede HÜDA PAR’ın başını çektiği birtakım protesto gösterileri oluyor. HÜDA PAR başından itibaren Hamas’ın yanında tavır alıyor. Bunun yarattığı bir hareketlilik de var. Öncelikle şunu sormak istiyorum: HÜDA PAR bugün Türkiye’de Kürtler içerisindeki İslâmcılığın en öne çıkan aktörü mü?

Çiçek: Bu soruya “Hayır” diye net bir cevap verebilirim. Bence Türkiye’deki Kürt İslâmcılığının ana adresi hâlâ AK Parti. HÜDA PAR, bu geleneğin biraz daha kıyısında kalan bir hareket. Esâsında Kürt sâhasındaki ya da Kürt muhâfazakârlığının biraz daha radikal yüzünü temsil eden bir gelenek Hizbullah. Bununla berâber Kürt coğrafyasının tamâmına baktığımızda yüzde 3-4-5 bandından öteye temsil gücü olmayan, bir kitle hareketi olmaktan uzak olan bir yapılanma. Dolayısıyla ben Kürt İslâmcılığının ana adresinin hâlâ AK Parti olduğu kanaati içerisindeyim. HÜDA PAR’ı, biraz daha Kürt yoksullarının İslâmî radikal yüzü olarak târif edebiliriz belki. Ama bu yüz, çok geniş kitlelere hitap eden, geniş kitleleri heyecanlandıran harekete geçiren bir yüz değil. O yüzden daha kıyıda, daha marjlarda bulunan bir hareket HÜDA PAR.

Ana adresin AK Parti olduğunu söylüyorsun. Zâten HÜDA PAR da geçmişteki radikalizmine rağmen, son seçimde AK Parti’yle, Erdoğan’la işbirliği de yaptı. Ama burada ilginç bir not düşmek istiyorum: Gazze meselesi gündeme geldiğinde HÜDA PAR önce Gelecek ve Saadet partileri ile birlikte bir miting düzenledi İstanbul’da. Ama daha sonra Erdoğan’ın, AK Parti’nin düzenlediği Filistin mitingine de katıldı. Hattâ her iki mitinge katılan tek partiydi. Bu, HÜDA PAR’ın bir kimlik sorunu mu, yoksa her yerle ilişki kurabilen ilginç bir özelliği mi? Sence artısı mı? 

Çiçek: İznin olursa, otonomlaşma kavramına referans vererek cevap vereyim buna. Çünkü Kürt İslâmcılığının târihsel geçmişine baktığımızda, aslında 50’li yıllarda, büyük oranda Türk İslâmcılığının biraz çeperinde ortaya çıkmış, onun bir tür bölgesel uzantısı olarak ortaya çıkan bir yapılanmaydı. 90’lı yıllarda kısmî bir otonomlaşma yaşandı. Aslında, Hamit Bozarslan hocamızın Kürt Solu için, onun 70’li yıllardaki gidişâtına dâir yaptığı bir analiz vardı. Hamit Hoca bir makalesinde kabaca şunu söylüyordu: 70’li yıllarda Kürt Solu, Türk Solu’na göre otonomlaştı ve radikalleşti. 

Ben bu analizden feyz alarak, benzer bir durumun 90’lı yıllarda Kürt İslâmcılığı için de geçerli olduğunu iddia etmiştim tezimde. 90’lı yıllarda, o dönem Med Zehra Cemaati olarak başlayan, sonra Zehra Cemaati olarak devam eden ve bugün büyük oranda Nûbihar dergisietrafında örgütlenen bir Kürt İslâmcılığı ortaya çıktı. Bu, kabaca, Kürt Nurcuları’nın Türk Nurcuları’nı devletçi ve milliyetçi olmakla eleştirip, biraz yollarını ayırdığı bir süreçti — 90’lı yılların başlarından bahsediyorum. Ama Zehra Cemaati, daha çok fikrî düzeyde bir tür STK hareketi olarak, birkaç bin üyesi olan bir cemaatle sınırlı kaldı; bir kitle hareketine dönüşmedi. Ama 90’lı yıllarda Zehra Cemaati’nin bu fikrî kopuşu, bir tür Kürt İslâmcılığı için zemin yarattı ve esâsında Kürt meselesini İslâmî referanslarla, Kur’ânî referanslarla okuyan ve eşitlik talep eden bir hareket olarak ortaya çıktı Zehra Cemaati. Ama tekrar altını çizeyim: Zehra Cemaati o günden bugüne kadar hiçbir zaman bir kitle hareketine dönüşmedi. Ama son 30 yıl içerisindeki Kürt İslâmcılığının tartışmalarının ana çerçevesini belirleyen harekete dönüştü. Aslında bugün de baktığımızda Kürt İslâmcılığı içerisinde, Zehra Cemaati’nden öteye yeni bir söz söylemiş bir hareket yok. Buna HÜDA PAR da dâhil.

90’lı yılların ikinci özelliği Hizbullah hareketi. Hizbullah hareketi, 90’lı yıllarda, Kürt meselesi, Kürtçe anadil, Kürtlerin kendisini yönetme hakkı gibi konularda siyâset yapmadı; şerîat rejimi talebinde bulunan bir hareket olarak ortaya çıktı. Esâsında PKK ile bir çatışma içerisinde politik sâhaya çıkan bir hareketti. Ama bununla berâber, Hizbullah, gövde olarak Kürt hareketiydi; çünkü içerisinde temsilî olarak birkaç Arap ve birkaç Türk olsa da, üyelerinin büyük çoğunluğu Kürt’tü. İkinci olarak, Hizbullah hareketinin örgütlenme sâhası esas olarak Kürt coğrafyasıydı. 90’lı yıllarda Zehra Cemaati’yle fikrî düzeyde otonomlaşan, Hizbullah’la berâber örgütsel olarak da otonomlaşan bir Kürt İslâmcılığının zemini oluştu. 

Aslında Kürt İslâmcılığının kitleselleştiği, yaygınlaştığı dönem 2000’li yıllar ve AK Parti dönemi. Ona da hızlıca değineyim. 2000’li yıllardan önce, o dönemin İslâmcı aktörleri, sekülerliği biraz din dışılık, Batıcılık, İslâm karşıtlığı olarak okuyorlardı. Dolayısıyla Kürtlük, esas olarak bugün HDP’nin temsil etmiş olduğu, daha seküler, daha ulusalcı, daha “Batıcı”, daha da sol yapılarla özdeşleşmiş olan bir kimlikti. Ama AK Parti’nin ilk 10 yılında, Kürt kimliğine kısmî de olsa alan açan reformları, çok özetle söylersem, İslâm ve Kürtlüğü daha barışık görmeyi sağladı. Yani daha muhâfazakâr bir Kürtlük tahayyülünü mümkün kıldı. Buna bir de sınır ötesi bir dinamik eşlik etti. 2003-2005 yılları arasında, Irak Kürdistan Bölgesi’nde bir territoryal Kürt egemenliğinin inşâ olması ve burada, Barzani gibi daha milliyetçi-muhâfazakâr kimliğiyle bilinen bir Kürt hareketinin bir territoryal egemenlik inşâ etmesi, Türkiye’deki İslâmcı Kürtler için bir muhâfazakâr ve dindar Kürtlük tahayyülünü mümkün kıldı ve bu Kürtlük kitleselleştirildi. Bu kitleselleşme, bugün esas olarak hâlâ AK Parti içerisinde temsil ediliyor.

HÜDA PAR’a gelince: Hizbullah geleneğinden ortaya çıkan, yasalaşan ve bugün yasal siyâset yürüten bir gelenekten bahsediyoruz. Bu gelenek bence hâlâ otonom bir hareket. Yani bir anlamıyla Türk İslâmcılığının bölgesel uzantısı. Onunla işbirliği yapmayı, berâber hareket etmeyi merkezi bir pozisyon olarak benimsemiş durumda. Ama bir yandan da, Kürt alanında kendisine otonom bir alan yaratmaya çalışan bir hareket. 

HÜDA PAR’ın merkezle işbirliği yapma niteliği, AK Parti gibi İslâmî gelenekten gelen ya da en azından bu iddialarını hâlâ kamusal alanda taşıyan ve hükûmet olan ve hükûmet olmanın getirdiği imkânları sunan bir yapıyla işbirliği kurmayı getiriyor. Ama bir yandan da, Kürt alanında bir otonom hareket olarak hareket etmeye çalışan ve bu noktada bâzen merkezî hükûmetin dışında daha özerk pozisyon alabilen ve hattâ bâzen daha radikal söylemler inşâ edebilen bir hareketle karşı karşıyayız. Örneğin Filistin meselesinde, AK Parti hükûmetinin İsrail hükûmetiyle ticârî ilişkileri, diplomatik ilişkileri, askerî ilişkileri var ve bunları korumak zorunda ve bu koruma zorunluluğunun getirmiş olduğu belki görece daha ılımlı bir pozisyonu var İsrail’le ilişkilerde. Ama HÜDA PAR’ın bu konuda otonom sâhadan da beslenerek kimi zaman hükûmetten daha sert bir söyleme yönelebildiğini ve Gelecek Partisi, Saadet Partisi gibi İslâmcı kimlikleri daha ön planda olan partilerle işbirliği yapabildiğini, ittifaklar kurabildiğini ya da ortak mitingler yapabildiğini görüyoruz. Burada bu otonom İslâmcı kimliğin getirmiş olduğu bir durumla karşı karşıyayız bence. HÜDA PAR bir yandan bu kimliğin merkezle kurduğu ilişkinin kaynaklarından da faydalanmak istiyor, ama yeri geldiği zaman da daha otonom sâhasına çekilip daha radikal bir söylem de tutturabiliyor.

Radikalizm derken, başta El Kaide, daha sonra IŞİD gibi küresel yapılara baktığımız zaman, Türkiye’den bu yapılara katılanların içerisinde Kürtlerin ve özellikle genç Kürtlerin sayısının hayli yüksek olduğunu görüyoruz — böyle bir eğilim var. Bunlar Hizbullah’ın yeşerttiği bir zeminde mi gelişti ya da başka bir yerde mi gelişti bilemiyorum, ama gerek Irak’ta gerek Suriye’de, hattâ zamânında Afganistan’da ya da başka yerlerde savaşan, intihar eylemi yapanların içerisinde çok ciddî bir sayıda Kürtler vardı. Hattâ onların, bölgede birtakım dernekler, vakıflar üzerinden örgütlendiği de söylenegelir. Ama en son duyduğum, bunların etkisinin bayağı azaldığı yolunda. Sen ne dersin?

 Çiçek: 90’lı yıllarda da, özellikle Afganistan Savaşı’nda, o dönem savaşa katılan çok fazla Kürt aktörü vardı. Ama bunlar Kürt toplumunun nüfûsunu, coğrâfî büyüklüğünü dikkate aldığımızda çok marjinal gruplar. 90’lı yıllarda savaşa katılanların sayısı, yanlış hatırlamıyorsam 500’e yakın rakamlardan bahsediliyor. Ya da IŞİD döneminde de, özellikle Adıyaman’dan, Bingöl’den, yani biraz daha Kürt İslâmcı radikalizmin yoğun olduğu illerden belli sayıda insanlar katıldılar. Bunun iki damarı vardı benim bildiğim. Bir tânesi, özellikle IŞİD’e Hizbullah dışı Selefî hareketlerden katılım oldu. 

İkincisi, kamuoyuna çok yansımasa da Hizbullah içerisinde de bir tartışmanın olduğunu biliyoruz. Hizbullah hareketinin 2010’lu yıllardan sonra HÜDA PAR geleneğine dönüşmesi ya da HÜDA PAR’ın o gelenek üzerinden kurulması ve biraz legalleşmesi, “sivilleşmesi” Hizbullah içerisinde bir tartışma yarattı. IŞİD’in ortaya çıktığı koşullarda Hizbullah içerisindeki daha radikal yüzlerin, bu sivilleşmeye, yasallaşmaya, siyâsal mücâdele yürütmeyi merkeze almaya dönük eğilimlere daha mesâfeli duran, daha radikal olan kimi yüzlerin de 2010’lu yılların ortasında IŞİD’e katıldığını biliyoruz. Ama bu katılımların tamâmına baktığımızda, birkaç yüz kişiyle sınırlı bir yapıdan bahsediyoruz. Bugün Kürt coğrafyasında nüfus büyüklüğüne ve coğrâfî büyüklüğe baktığımızda, bu tür radikal hareketlere 100, 200, 300, 500 militanın katılmış olması burada büyük bir toplumsal dönüşüm olduğunu göstermez. Bu biraz da Kürt İslâmcılığının daha radikal yüzlerinin bu tür konjonktürel ortamlarda yükseldiği ve düştüğü anları ifâde ediyor kanaatimce. 

Ama şunu çok net söyleyebilirim ya da belki soru olarak da sorabilirim: IŞİD deneyiminden sonra Kürt coğrafyasında radikal İslâmcılık daha mı güçlü hâle geldi, yoksa daha mı zayıfladı? Benim kişisel kanaatim daha zayıfladığı yönünde. Çünkü IŞİD deneyimi hem Türkiye ölçeğinde hem de uluslararası alanda radikal İslâmcılığın meşrûiyet zeminini büyük ölçüde ortadan kaldırdı. Bundan dolayı negatif bir etkide bulundu. İkincisi, Kürt sâhasının 90’lı yıllarda yaşamış olduğu Hizbullah şiddetinden kaynaklı negatif hâfızayı yeniden canlandırarak, kitleler nezdinde radikal İslâmcılığı daha “meşrû olmayan” bir zemine çekti. Dolayısıyla bugün baktığımızda, HÜDA PAR ya da onun gibi radikal İslâmcılığın örgütlenme zemini, IŞİD deneyinden sonra çok daha zor ve buraların bir kitle hareketine dönüşme potansiyeli de bence çok daha zor. 

Şimdi sözü senin baştaki Gazze vurguna getireyim. Bugünkü Gazze vakası 90’lı yıllarda olsaydı, muhtemelen Kürt sokakları daha çok hareketlenebilirdi. Bugün câmilerde, câmi çıkışlarında çeşitli eylemler yapılıyor. Ama bir yandan da, 90’lı yıllardan bu yana Kürt sokağındaki İslâmcı dinamizme baktığımızda, aslında oldukça sönük bir hareketin olduğunu iddia edebiliriz. Gazze üzerinden bugün ortaya çıkan mobilizasyon, aslında sanıldığı kadar çok da güçlü bir toplumsal temsili olan, sokakta ciddî bir etki yaratan, insanları harekete geçiren bir mobilizasyon değil. Tam aksine oldukça sönük. Yirmi yıllık İslâmcı gelenekten gelen bir İslâmî hükûmete rağmen, uzun bir İslâmî geçmişe rağmen –çünkü Hizbullah’ın târihi 79-80’lere kadar gider– 90’lı yıllarda, özellikle Refah Partisi’yle berâber bölgedeki İslâmî hareketliliğe rağmen, Gazze meselesinde bugün oldukça sönük bir İslâmî mobilizasyon söz konusu. Bence bunlar da bölgedeki radikal İslâmcılığın örgütlenme zemininin güçlenmediğini, zayıfladığını gösteriyor. 

Nurculuktan bahsedelim biraz. Said Nursî’nin kendisi Kürt. Özellikle başlarda Kürt kimliğini de deklare eden bir Kürt ve Kürtler içinde de bayağı bir Nurcu damar var. Ama onlar Batı merkezli Nurcu hareketten büyük ölçüde kopmuştu; hepsi değilse bile önemli bir bölümü kopmuştu ve farklı farklı arayışlara girdiler. Bunlardan birisi Hizbullah’ın öldürdüğü kişiydi meselâ. Kürtlerde toplumsal olarak hâlâ bir Nurculuk var mı? Elitist olarak var olduğunu biliyorum. Birtakım yayınlar, yayınevleri varlığını sürdürüyor, onların farkındayım. Ama aşağıda Nurculuğun hâlâ bir karşılığı var mı? 

Çiçek: 90’lı yıllarda Med Zehra geldi. Sonra bu Zehra ve Nûbihar’a dönüştü esas olarak ve bir kopuş sağladı. İlk soruda buna cevap vermiştim, ama bu hiçbir zaman bir kitlesel kopuşa dönüşmedi. Benim bildiğim Nûbihar dergisinin okur sayısı 7 binler civârındaydı. Yani 7.000-10.000 arasında okuru olan, büyük oranda meslek erbâbından oluşan, daha orta sınıfa hitap eden bir cemaat olarak kaldı ve hiçbir zaman bir kitle hareketine dönüşmedi. Kürt Nurculuğu da büyük oranda Türk Nurculuğunun uzantısı olarak kalmaya devam etti. Gülen örgütü, 15 Temmuz darbe girişimine kadar, belki bunun en büyük alanıydı. Gülen örgütü üzerinden oluşan Kürt Nurculuğu dağıldı. 2015 yılına kadar, yani Gülen örgütünün en güçlü olduğu sâhalardan biri de Kürt sâhasıydı. Diyarbakır, Batman, Bingöl, Van’da çok güçlü bir örgütlenmeden bahsediyoruz. Özellikle devlet olanaklarının yaratmış olduğu imkânlarla çok kitleselleşen, meslek örgütleriyle, iş insanlarının kurmuş olduğu örgütlerle, medyayla, akademiyle devâsâ imkânları olan koca bir hareketten bahsediyoruz. Bu hareket Türkiye ölçeğinde olduğu gibi bölgede de büyük oranda tasfiye edildi ve bu tasfiyenin yaratmış olduğu boşluğu şu an kimi cemaatler doldurmaya çalışıyor. Menzil gibi, Süleymancılar gibi, Kırkıncılar gibi daha küçük ölçekli çeşitli cemaatler var. Ama toplamına baktığımızda, Kürt Nurculuğunun, sokağa inmiş, tabana sirâyet etmiş, tabanda ciddî bir mobilizasyon yaratan bir hareket olduğunu iddia etmek çok zor. Büyük oranda elitist bir hareket. Büyük oranda formel ve enformel örgütsel ağlar üzerinden çalışan, ama bir kitle hareketine dönüşemeyen bir yapıdan bahsediyoruz. Burada belki bir avantajları var. Özellikle Gülen örgütünün yaratmış olduğu boşluktan sonra, merkezî hükûmetin maddî veya sembolik kaynaklarına erişmek için çoğu insanın yanaştığı, içine girdiği, bu kaynaklardan pay almaya çalıştığı bir yapıdan da bahsediyoruz. Bunun yaratmış olduğu kısmî bir toplumsallaşma söz konusu. Ama bir ideolojik ve politik hareket olarak, bir normatif hareket olarak, bugün Kürt Nurculuğu diye bir taban hareketinden bahsedemeyiz. Kürt Nurculuğu, 90’lı yıllardan bu yana elitist bir yapı olmaya devam ediyor. 

“Kürtlük ve İslâm” denince insanın aklına tabiî ki Menzil Cemaati geliyor. Üç kardeş arasında bölündü biliyorsun. Ama o cemaat de Kürt hareketiyle ya da Kürtlerle ilişkisinden ziyâde, Batı’yla, hatta Türk milliyetçisi hareketlerle ilişkisi üzerinden konuşuluyor. Ama biliyoruz ki âile fertleri, bütün şeyhler, en son hayâtını kaybeden, ondan önceki ağabeyi, anadil olarak Kürtçe konuşan insanlar. Ama kendilerine “Seyyid” diyorlar; bu biraz işleri karıştırıyor. Menzil olayı gerçekten çok ilginç bir olay:  Kürtlerin arasında, ama sanki değilmiş gibi. 

Çiçek: HÜDA PAR bu “kısmî” otonomlaşmanın en otonom noktasındaysa, Menzil Cemaati de Türk İslâmcılığının bölgesel uzantısı olan genel Kürt İslâmcılığının merkeze en yakın yönüdür; belki bunu böyle ifâde edebiliriz. Konum olarak da Adıyaman merkezli bir cemaat Menzil hareketi. Adıyaman, bir yönüyle aslında Kürt kimliğinin kültürel alanda güçlü olduğu bir yer. Adıyaman’da sokağa çıktığınız zaman, muhtemelen Diyarbakır’dan daha fazla Kürtçe duyarsınız. Kültürel kimlik olarak Adıyaman bir Kürt şehri ve Kürtlüğün, Kürtçenin, Kürt dilinin güçlü olduğu bir il. Ama aynı zamanda Kürt kimliğinin ve Kürtçenin bir politik kaynak olarak mobilize edilmediği bir il. Dolayısıyla politik kürtlükten ziyâde, daha çok kültürel Kürtlüğün güçlü olduğu bir il. Bu anlamda, bunun Menzil hareketine kültürel kimlik bağlamında yansıması söz konusu. Ama kimlik, siyâset, Kürt meselesi, Ankara ilişkileri bağlamında düşündüğümüzde, Menzil hareketi esas olarak Kürt İslâmcılığının merkeze en yakın yerlerinden bir tânesi. Ama bir yönüyle de bir kitle hareketi. Nûbihar’a, hattâ belki Hizbullah’a kıyasla geniş kesimlere de erişmiş olan bir hareket. Benim görebildiğim kadarıyla orta sınıflarla birlikte kent yoksullarına, kır yoksullarına da belli ölçülerde ulaşabilmiş olan bir hareket. Dolayısıyla bu anlamıyla, aslında bir cemaatten öte bir cemaat ya da belki bölgedeki en büyük cemaatlerden bir tânesi. Ama aynı zamanda Ankara’ya da oldukça sıcak bakan, hattâ o kaynakları da bu örgütsel yapılanmada kullanan bir yapılanma. Bir örnek vereyim: Geçenlerde bir iş vesîlesiyle o bölgedeydim. Menzil Köyü’ne giden yollara bakarsanız, bölgedeki birçok köy yolundan çok daha nitelikli bir altyapının olduğunu görürsünüz. Belki bu, sembolik olarak, merkeze yakınlığın, merkezle kurulan ilişkinin sâhaya taşımış olduğu kaynağı göstermesi açısından iyi bir örnek. Muhtemelen bu genişlemenin bir boyutu da ticâret-siyâset ve din meselesinin iç içe geçmişliği ve ticârette, siyâsette kurulan ağın dinî örgütlenmede işlevselliği meselesi kanaatimce. 

Burada kısmen bahsettik, ama Kürt hareketinin, yani Kandil ya da PKK’nın, İslâm’la, özellikle Sünnî İslâm’la kurduğu ilişkide bir iniş çıkış var. Daha doğrusu bir dönem hiçbir ilişki yok; ama daha sonra, özellikle Sovyet blokunun dağılmasının ardından gelen süreçte, yavaş yavaş dilini yumuşatıyor. Sonrasında, belli târihlerde birtakım örgütlenmelere de gidiyor. Öcalan’ın değişik dönemlerde verdiği mesajlar var. Çözüm Süreci döneminde verdiği mesajlarda, meselâ Nevruz’la ilgili yolladığı mesajlarda ciddî bir İslam vurgusu da vardı biliyorsun. Bu hareketin dindar Kürtlerle ilişkisi sanki biraz aşınmış gibi geliyor bana. Bir ara bayağı rehabilite olmuştu. Ama şimdi tekrar bir sorun var gibi sanki orada. Nasıl değerlendirirsin?

Çiçek: Kürt sâhasındaki İslâmcılığın formasyonunu belirleyen temel mesele, ana akım Kürt siyâsetiyle merkezin kavgası. Kürt İslâmcılığı formasyonunu belirleyen birinci dinamik, merkezde kimin olduğu, Ankara’da kimin olduğu, hangi partinin hükûmet olduğu ve Kürt hareketinin İslâm’la ilgili pozisyonu. Bu anlamda, senin de belirttiğin gibi, 90’lı yıllarda Sovyetlerin çöküşü sonrasında Kürt hareketinde dönüşüm arayışları başladı. Bunun yansıma sâhası da İslâm’la kurulan ilişkiydi. Ama bir yönüyle de Kürt hareketi 90’lı yıllarda kendi kitlesinden öğrendi. Yani kitleselleşen Kürt hareketi, aslında sokağın dindarlığını keşfetti ya da fark etti ve bunu fark etmesiyle berâber zorunlu bir öğrenme sürecine girdi. Temas ettiği insanlardan öğrenen ve bu insanların normatif pozisyonuna göre pozisyonunu yumuşatan bir yere kaydı. İşin bir boyutu buydu. 

İkinci olarak, 90’lı yıllarda Kürt hareketi esas olarak cepheyi genişletmeye çalıştı. Cepheyi genişletmeye çalışırken, bir yandan İslâmî örgütler kurdu, bir yandan Alevî örgütleri, bir yandan Ezîdî örgütleri kurdu. Bu sâdece İslâm meselesinde değil. Alevîlik de, Yezîdîlik de bir dinî kimlik; ama din meselesinde, klasik sosyalist çizgiden biraz ayrışıp, burada bir reforma gidip, ulusal mücâdele cephesini genişletecek bir reforma girdi. Dolayısıyla 90’lı yıllardaki bu ilk çıkış, birincisi Sovyetlerin yıkılışı, ikincisi kendi kitlesinden öğrenme –ki bu zorunlu bir dönüşme süreciydi–, üçüncüsü biraz cepheyi genişletme, daha fazla insanı mobilize etme, daha fazla insanı Kürtlük dâvâsı etrâfında harekete geçirmenin getirdiği bir motivasyondu. Ama bunlar, 90’lı yıllarda Kürt hareketinde İslâm’la bir yapısal barışı getirmedi ve esas olarak bu ilişki çatışmalı bir ilişki olarak sürdü. Yani bir yandan zorunlu bir dönüşüm süreci, bir yandan da geçmişten gelen o seküler sosyalist kimliğin getirmiş olduğu bariyerler söz konusuydu. Bu çatışmalı ilişki bence 2000’li yıllara kadar da devam etti. 

Esâsında AK Parti’nin gelmesi, yani merkezdeki hükûmetin değişmesi ve AK Parti’nin 2002 ile berâber tek başına hükûmet olması, sâdece Kürt hareketinin değil Kürt İslâmcılarının, Kürt Alevîlerinin, Kürt sermâye câmiasının pozisyonunu değiştirdi. Özellikle bölgede daha İslâmcı bir Kürtlüğün AK Parti ile berâber güçlenmesi, onun Barzani hareketiyle berâber yeniden canlanması, AK Parti döneminde Kürt hareketini yeniden bir İslâm’a dönme, İslâm’ı yeniden okuma, yeniden yorumlama ve politik alanda İslâm’a dâir yeni bir pozisyon almaya zorladı. Hatırlarsanız, 1999 yılında Öcalan yakalandığı zaman esas olarak İslâm konusunda daha sert bir dili vardı. Çünkü 1999’dan 2007’ye kadar, büyük oranda Kemalistlerle, daha güvenlik bürokrasisiyle barışmaya çalışan bir Kürt hareketi vardı. Biraz onların hassasiyetlerine ve diline uygun bir dille konuşuyordu Kürt hareketi. 

Ama özellikle 2006, 2007 yılından sonra, AK Parti’nin artık merkezde gücünü konsolide etmesi ve hem merkezde hem de onun uzantısı olarak Diyarbakır’da, Batman’da, Van’da Kürt İslâmcılığının güçlenmesiyle berâber, Kürt hareketi İslâm meselesinde yeni bir pozisyon almaya yöneldi. Hatırlarsanız, 2010’lu yıllarda Demokratik İslâm Kongresi gibi girişimler başladı ya da 2012 yılında HDP’nin kurulması döneminde İslâmî kimlikli birçok kişi HDP içerisinde yer aldı; belediye başkanı oldu, parti sözcüsü oldu, parti meclisi üyesi oldu, Parlamento’da yer aldı. 2015’e kadar süren bu eğilim, 2015’ten sonra AK Parti ile iplerin koparılması, Çözüm Süreci’nin çökmesi ve Ankara’yla yeniden bir çatışmalı ilişkiye girilmesiyle berâber, Kürt hareketinde İslâm’la kurulan bu bağın zayıflamasını getirdi ve bu mesele yeniden tâlî bir meseleye dönüştü. Ya da bu İslâmcı câmiayı, muhâfazakâr Kürt câmiasını kapsama, hem örgütsel yapıda hem temsil alanlarında hem yerel yönetimlerde hem Parlamento’da buralara alan açma, bu tür isimlere yer açma eğilimi, 2015 Çözüm Süreci’nin çökmesiyle berâber yeniden zayıfladı. 

2023 seçimleriyle berâber, şu an Kürt siyâsetinde yeni bir tartışma var. 2015 Çözüm Süreci’nin çökmesinden, 2023 Mayıs seçimlerine kadar geçen 8 yıl boyunca, Kürt hareketi esas olarak Tayyip Erdoğan’ın kaybı üzerine yatırım yaptı. Hem yerel seçimlerde hem merkezî seçimlerde hükûmetle çatışan ve AK Parti hükûmetinin kaybı üzerine pozisyon alan bir Kürt hareketiyle karşı karşıya kaldık. Ama 2023 Mayıs seçimleri, bu 8 yıllık stratejinin biraz başarısız olduğunu gösterdi. HDP, kabaca oylarının dörtte birini kaybetti ve 2023 seçimlerinde de görülen bu İslâmî muhâfazakâr isimlere yer vermeme, siyâsal söylemde eski söylemleri arkada bırakma stratejisinin sokakta karşılığı olmadığını fark etti. Şu anda yeni bir tartışmanın olduğunu biliyoruz. Mayıs seçimlerinden sonra Kürt hareketinde yeniden bir tartışma süreci var ve bu tartışma sürecinin bir başlığı da, muhâfazakâr İslâmî Kürtlükle ilişkilenmeyi yeniden konuşma meselesi ve belki de bunun ikinci bir yansıma sâhası olan AK Parti ile yeniden konuşma arayışlarının olduğunu biliyoruz.

Bütün bu hikâyeye baktığımızda, Kürt hareketinin siyâsal alandaki pozisyonuyla, merkezde muhâtap olduğu ana aktörün kim olduğu meselesi, Kürt hareketinin İslâmcı siyâsetle kurduğu ilişkinin seyrini belirliyor diyebiliriz. 

O söylediğin, muhâfazakâr kesimle kopan ilişkilerde yeniden yakınlaşma arayışı ile ilgili seçim sonrasında bir özeleştiri yaptılar. Ama o zamandan bu yana, en azından görünürde çok fazla bir şeye tanık olmadık. Yani tespit yapmış olsalar bile bu konuda çok somut birtakım adımlar attıklarını şahsen ben görmedim. Bir hazırlık içindeler mi, yoksa bunu söylediler ve orada bıraktılar mı?

Çiçek: Unuttuğum bir noktaya değinerek cevaplayayım sorunu. Kürt hareketinin AK Parti ile konuşma hâli, aynı zamanda Kürt İslâmcılığı ve Kürt muhâfazakârlığıyla konuşma meselesiydi. AK Parti tek başına Ankara’daki parti değil. Tamam, bir yönüyle öyle. Hükûmet, devlet ve merkez demek ve Kürt hareketinin kavga ettiği bir yer. Dolayısıyla bu, bir yönüyle merkezde kavga ettiği ana aktörle bir müzâkere meselesiydi. Ama aynı zamanda AK Parti demek, Diyarbakır’da Kürt İslâmcılığı, Kürt muhâfazakârlığı, Kürt sermâyesi demek. Bu Batman’da da böyle, Van’da da böyle, Mardin’de de böyle. Dolayısıyla 2015’ten sonra AK Parti ile kopan bu bağlar, aynı zamanda Kürt hareketinin, Kürt sokağındaki İslâmcılık ve muhâfazakârlıkla olan bağının da kopması anlamına geliyordu. Benim görebildiğim, Mayıs 2023 seçimlerinde bir tespit yapıldı. Ama Kürt hareketi bir stratejik tercih yapmakla karşı karşıya ve bunun gerilimini yaşıyor görebildiğim kadarıyla. 

AK Parti’ye, Erdoğan’a kaybettirme ile sınırlı olan 8 yıllık stratejide bir radikal değişim olacak mı? Eğer bu radikal değişim olursa, Kürt hareketi hem daha önce kendi etrâfında toplanmış olan Kürt İslâmcılığıyla yeniden konuşma yeniliğini duyacak, hem AK Parti’nin bölgesel yüzü olan ve HDP’nin dışındaki muhâfazakâr İslâmcı Kürtlerle konuşmak anlamına gelecek, ama aynı zamanda bir devlet olarak, merkezî hükûmet olarak AK Parti ile konuşmak anlamına gelecek. Dolayısıyla bence buradaki temel mesele şu: Mayıs seçimlerinde bu meseleye dâir bir tespit yapıldı, ama muhtemelen yerel seçimlere kadar sürecek bu tartışmalar. Kürt hareketinin bir stratejik tercihe gittiğini söylemek bence henüz biraz zor. Eğer bu tercih gerçekleşirse ve bu tercih, dediğim gibi yeniden AK Parti ve konuşma meselesine evrilirse, ben bunun sâdece AK Parti’yi bir merkez olarak görüp konuşmayla sınırlı kalmayacağını düşünüyorum. Aynı zamanda, bir bölgesel AK Parti olan İslâmcı Kürtlükle konuşma, aynı zamanda HDP’nin çeperinden olan, HDP’ye yeni gelmiş olan, son 5-10 yılda Kürt siyâsetine meyletmiş olan yeni İslâmcı, muhâfazakâr, liberal Kürtlükle de konuşma hâline bir imkân yaratacak. Ama dediğim gibi, şu anda bu stratejik tartışmanın devam ettiğini ve bir karâra dönüşmediği gözlemliyorum kendi adıma.

Bu çok zor bir şey gerçekten. Çünkü bir taraftan yıllardır beslenen bir Erdoğan karşıtlığı var ve şimdi birdenbire o tabana Erdoğan’la tekrar konuşmayı kabul ettirmekte de zorluk çekebilirler. Kadrolarda çok ciddî sorun çıkar. Gerçekten de önümüzdeki yerel seçimlerde bunu bayağı yaşayacağız gibi görünüyor. Zâten biliyorsun, muhâlif çevrelerden sürekli, “Erdoğan ya da AK Parti HEDEP’le görüşüyor, gizli görüşmeler yapılıyor” haberleri sızıyor ve buradan bir tepki yaratmaya çalışıyorlar. Gerçekten çok ilginç. 

Senin yazında bahsettiğin “Âzâdî İnisiyatifi” var. Kabaca özetlersek, farklı farklı çevrelerden birtakım Kürt İslâmcıların kurduğu bir platform. Gruplar üstü olmak derdinde. Yazında epeyce yer vermişsin onlara; ama sonuçta etkili olamadılar. Bu tür elitlerin birtakım arayışları, hayâtın sert gerçekleri karşısında çok fazla tutunamıyor sanki. Ne dersin? 

Çiçek: Böyle de açıklanabilir, ama benim buna dâir verdiğim temel cevap şu: Kürt seçmenlerinin, Kürt nüfûsunun târihsel hikâyesine baktığımızda, 1960’lardan bu yana iki hat olduğunu söylemek mümkün. Bunun bir tânesi, kendi özgün örgütlerini kuran, hak mücâdelesini bu örgütler üzerinden yürüten aktörler. Bunların mücâdele yöntemlerine baktığımızda, biraz daha sert yöntemleri baz aldıklarını, merkezle çatıştıklarını görüyoruz.  İkinci hat ise daha çok, merkezdeki partilerin bölgesel uzantısı olarak konumlanmayı tercih eden aktörler. Çok kabaca söylersem, bugün Sünnî kökenlilerin yarısı HDP içerisinde siyâset yapıyor, yarısı CHP içerisinde. Ya da Alevî kökenlilerin yarısı CHP içerisinde siyâset yapıyor, yarısı da HDP içerisinde siyâset yapıyor. Bu ikinci Kürtlük hâli, merkezle daha işbirliği içerisinde hareket eden, merkezle daha barışçıl bir ilişkiyle ve daha reformist bir eğilimle ilişkilenen geleneğe baktığımızda, aslında bu ilişki bir yönüyle daha normatif bir ilişki. İnsancıl bağlamda düşünürseniz, bir yönüyle aslında HÜDA PAR’ın bugün AK Parti ile ilişki kurmasının temel nedenlerinden bir tânesi, HÜDA PAR elitlerinin ve tabanının AK Parti’yi bir İslâmî parti olarak, Erdoğan’ı bir Müslüman lider olarak görmesi ve bu normatif yakınlık işi kolaylaştırıyor.

Ama en az bunun kadar daha önemli olan bir mesele daha var; o da merkezin bir kaynak işlevi görmesi. Bu kaynak hem sembolik bir kaynak — ki bu bahsettiğim ideolojik-politik kimliği yaygınlaştırmaya dâir devâsâ imkânları olan bir yapıdan bahsediyoruz. Meselâ medyası açılıyor; buna TRT Kurdî örneğini verebiliriz. Devletin Kürtçe konuştuğu yegâne alanı olan TRT Kurdî’ye bakarsanız, esas olarak Kürt İslâmcılığının ana konuşma alanı ve bu devâsâ bir kaynak. İhâlelerden tutun da yerel yönetimlere kadar ya da kamudaki istihdâma kadar devâsâ bir ağ olarak düşünebilirsiniz. Dolayısıyla Kürt İslâmcılığının merkezle kurduğu bağ, bir yönüyle normatif bir değersel bağ. Ama en az onun kadar belki daha fazla önemli olan bağ ise bir kaynak bağı. Yani merkezi bir kaynak olarak görme ve bir kaynak olarak değerlendirme hikâyesi. 

İşin doğrusu, 1960’lı yıllardan bu yana, Kürt Sağı’nın Türk Sağı’yla kurduğu ilişkiye bakarsanız, bu bağ imkânlar da sağlıyor; istihdam olanakları sağlıyor, maddi imkânlar yaratıyor, sembolik alanları genişletiyor, medya organlarınızı kurmanızı sağlıyor, bölgede daha örgütlenmenize imkân tanıyor, mitingler yapabiliyorsunuz. Bugün HDP bölgede doğru dürüst miting yapamazken, ismi hiç bilinmeyen bir dernek Diyarbakır’da mitingler organize edip, kentin meydanlarına pankartlar asabiliyor. Yani merkezle kurulan bağın bir kaynak işlevi var. Kürt Sokağı bağlamında söylersem, yani bir kitle nezdinde baktığımızda, Kürt İslâmcılığı için merkez partiler hâlâ kullanışlı alanlar, daha işlevsel kaynaklar. 

Azadî’ye baktığımızda, Azadî hareketi söylemsel olarak AK Parti içerisinde siyâset yapan Kürt İslâmcıları için oldukça uygun bir temsil sâhası. Ama sıradan bir insan olarak, yeni kurulmuş, kurumsal kaynaklardan yoksun, tanınırlığı olmayan bir alanda mı siyâset yapmayı tercih edersiniz, ya da merkez gibi, hükümet gibi, devlet gibi devâsâ bir gücü ve kaynakları olan hem maddî hem sembolik olarak bir örgütle ya da komplike bir yapıyla ittifak kurup onun yaratmış olduğu imkânlar üzerinden bölgede örgütlenmeye mi çalışırsınız? Yoksul bir insan düşünün. Azadî hareketiyle kuracağınız bağdan mı normatif ve sembolik olarak büyürsünüz, yoksa AK Parti’yle kurduğunuz bağdan mı büyürsünüz?  

Dediğim gibi, burada merkezi yerel yönetimlerin sağlamış olduğu imkânlarla berâber düşündüğümüzde, Azadî hareketinin büyümemesinin temel sebebini şuna bağlıyorum: Bugün Kürt Sağı’nın ana temsil sâhası merkez partiler ve bugün AK Parti. Zaman içerisinde, bölgede merkez partilerden ayrışan Kürdî partiler kurulursa, buna Irak Kürdistan Bölgesi örneğini verebilirim. Irak Kürdistan Bölgesi’nde bir HDP hareketi var. Ona muhâlif olanlar YNK’yi (Kürdistan Yurtseverler Birliği-KYB) kurdular. Oradan kopanlar Goran (Değişim) Hareketi’ni kurdular. İslâmcı hareketlerin İslâm Birliği Partisi (Yekgirtû) ve Komele gibi örgütleri var. Irak Kürdistan Bölgesi’ndeki “seküler sol hareketlere mesâfe alanlar” kendi özgün Kürt örgütlerini kuruyorlar; Bağdat’taki bir partinin uzantısı olarak konum almıyorlar. Çünkü Irak Kürdistan Bölgesi’ndeki sâha, büyük oranda merkezden ayrışmış durumda; daha özerkleşmiş bir sâha var. 

Bugün Türkiye’nin Kürt bölgesi böyle bir alan değil. Ne ekonomik olarak bu derece ayrışmış olan bir alan, ne politik olarak –özellikle İslâmcılık bağlamında söylüyorum– bu derece ayrışmış olan bir alan. Dolayısıyla Kürt Sağı’nın ana merkezi, AK Parti ya da AK Parti gibi daha İslâmcı gelenekten gelen merkez sağ partiler olduğu sürece ve burası bir kaynak olarak işlev gördüğü sürece, geniş kesimler için buraların uzantısı olarak konumlanmak daha rasyonel bir tercih olacak. Ama ileride örneğin Türkiye’de siyâset yerelleşirse, bölgeselleşirse, Kürt alanı daha “özerk” bir coğrafyaya kayarsa, belki o zaman AK Parti içerisinde siyâset yapan İslâmcı muhâfazakâr Kürtlerin, kendi özgün örgütlerini kurmaya yöneldiklerini ya da var olan Azadî gibi veya HÜDA PAR olmasa bile onun daha ılımlı ve daha liberal versiyonları gibi yeni partilerin güçlenebileceğini bekleyebiliriz. Ama Türkiye’de siyâsetin, ekonominin bu derece merkezî olduğu ve merkezin her tarafı kurduğu bir bağlamda, 60 yıldır merkezin uzantısı olarak konumlanan Kürt İslâmcılarının kısa vâdede yollarını ayırıp kendi özgün örgütlerini kurmaları ya da Azadî gibi örgütlere yönelmeleri çok mümkün olmayacak bence. Nitekim Azadî hareketinin kuruluşundan bugüne 10 yıla yakın bir zaman geçti. Liberal bir hareket, heterojen bir hareket ve aslında sosyolojik alanı örgütlemeye uygun bir hareket. Ama buna rağmen bu yapının bir elitist hareket olarak kaldığını, çok sınırlı sayıda insanın siyâset yapmayı tercih ettiği bir alan olarak kaldığını görüyoruz. Tam da bahsetmiş olduğum merkezin, bu maddî siyâsî ve sembolik bir güç kaynağı olarak yerinde durmasıyla ilgili bir şey bu.

Son olarak şunu sorayım: Üç yıl önceki o raporunda Gelecek ve DEVA partileri için pozitif bir not düşmüşsün. Aslında ilk başlarda bu iki parti, özellikle DEVA Partisi, kısmen de Gelecek Partisi, kurulma aşamasından îtibâren bölgede Kürtler arasında bir ilgi ve merak uyandırmıştı. Ama sonra sanki bir fiyaskoyla sonuçlandı. Yanılıyor muyum? 

Çiçek: Doğru. Bugün Gelecek ve DEVA partilerinin Türkiye genelinden farklı olarak Kürt coğrafyasında yoğun bir ilgi görmesinin ana kaynağı, bahsettiğim bu İslâmcı Kürtlük ya da bir otonomlaşma eğilimi içerisinde olan sağcı, muhâfazakâr, İslâmcı Kürtlüktü. Ama bu biraz DEVA ve Gelecek partilerinin yeni merkez olma potansiyeliyle ilgili bir şeydi aslında. DEVA, bir müstakbel yeni merkezdi. Yani yeni müstakbel AK Parti demekti. Gelecek Partisi de bu demekti. Dolayısıyla DEVA ve kısmen de Gelecek Partisi, bölgede HDP içerisinde siyâset yapmayan, yapmayı tercih etmeyen, merkezle daha barışık ilişki kurup biraz da reformist eğilimlerle hak mücâdelesi yürüten aktörler için, AK Parti sonrası uygun bir alan olma potansiyeli taşıyordu. Ama Mayıs seçimlerden sonra bu potansiyelin çok eridiğini söylemek mümkün. Hattâ kimisine göre, bu partilerin yeniden güçlenmesi ve yeni bir adrese dönüşmesi artık imkânsız. Jenerik bir cümle kurarsam, belki Erdoğan sonrası bu mümkün olabilir. 

Bugün Erdoğan liderliğindeki AK Parti’nin hikâyesi devam ettiği sürece –ki bu potansiyel şu anda güçlü görünüyor–; en azından önümüzdeki beş yıl hükûmette kalacak AK Parti ve bunun yarattığı devasa imkânları değerlendirecek. Bence, toparlanma potansiyeli de söz konusu. Dolayısıyla Erdoğan gibi güçlü bir liderliğin olduğu bir zeminde DEVA ve Gelecek partilerinin işi çok daha zor. Ama Erdoğan sonrası, Türk İslâmcılığı ve Kürt İslâmcılığının geleceği şu an açık bir alan. Dolayısıyla Erdoğan sonrası orada bir potansiyel olduğunu, yeni seçenekler ortaya çıkabileceğini düşünüyorum. Ama tabiî ki bunlar şu an spekülasyon. Muhtemelen o gün geldiğinde bunları yeniden konuşuruz.

Çok teşekkürler Cuma, burada noktayı koyalım. Araştırmacı Cuma Çiçek’le Kürt İslâmcılığını konuştuk. Kendisine çok teşekkür ediyoruz. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.