Kuzey Irak’ta Pençe-Kilit Harekâtı bölgesinde 12 asker şehit oldu, bir asker yaralandı. Bakanlıktan yapılan açıklamada, “Çatışmada ilk belirlemelere göre 13 terörist etkisiz hale getirilmiştir. Bölgede temas devam etmektedir. Belirlenen hedeflere yönelik ani hava harekâtları da icra edilmektedir” denildi. AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, altı askerin şehit olması üzerine X hesabından bir açıklama paylaştı. Erdoğan, “Türkiye, ne pahasına olursa olsun Irak’ın veya Suriye’nin kuzeyinde bir terör yapılanmasına müsaade etmeyecektir” dedi.
TBMM’de grubu bulunan siyasi partilerden açıklamalar gelirken AKP, MHP, İYİ Parti ve Saadet Partisi grupları ortak bildiri yayınladı. CHP lideri Özgür Özel, memleketi Manisa’da Piyade Sözleşmeli Er Enis Budak’ın cenaze törenine katıldı; bir grup tarafından protesto edildi.
Ruşen Çakır yorumladı.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Merhaba, iyi günler, iyi haftalar. “İyi” haftalar diyorum, ama kötü başlayan bir hafta. Çünkü haftaya girerken Irak’ın kuzeyinde 12 askerin şehit düştüğü haberi geldi; önce 6, daha sonra 6 asker. Bunların hepsi sözleşmeli personel ve çoğu yoksul halk çocukları. Ve bir kez daha Türkiye’yi bir gerginlik kapladı, bir hamâset tekrar başladı. Bu yıllardır böyle, yıllardır böyle devam ediyor. Her PKK saldırısının ardından, değişik dönemlerde, kim zaman kırsal alanda kimi zaman Irak’ın kuzeyinde kimi zaman da şehirlerdeki saldırıların ardından hep böyle gerginlikler yaşanıyor. Ve herkesin tek sıra devletin arkasında dizilmesi isteniyor. Ama biliyoruz ki bu olayların yaşanmasında devletin sorumluluğu da çok ciddî bir şekilde var. Olayın askerî yönünü konuşmak istemiyorum; çünkü bu konuyu bir uzmanıyla bugün akşam saat 22.00’de eski bir askerle, Hakan Güneş’le konuşacağım. Onunla bu saldırının nasıl gerçekleşmiş olabileceği ve Irak’ın kuzeyindeki harekâtın yol açtığı birtakım riskleri vs.’yi onunla konuşacağım. Ama işin politik tarafına bakmak gerekirse, bu yayının başlığı nedir? “Sözün bitmediği zaman”. Bunu şundan söylüyorum; böyle olayların ardından, böyle büyük saldırıların, kimileri katliam düzeyindeki saldırıların ardından “sözün bittiği yer” diye bir cümle söylenir ve söz biter, silâhlar konuşur. Evet, öyle oluyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan zâten; “Misliyle hesap soruldu” diye hemen açıklama da yaptı. Ama burada aslında söz bitmiyor; sözün tam da zamânı. Bunu diyorum çünkü değişik dönemlerde bir gazeteci olarak değişik şeyler yaşadım. Benim açımdan en çarpıcılarından birisi; Ekim 2007’de Türkiye’de peş peşe gelen, güneydoğuda, kırsal kesimde, dağlık bölgede yaşanan saldırılardır. 7 Ekim 2007’de Gabar Dağı’nda bir operasyon dönüşü 13 asker şehit edilmişti. O gerçekten işte “sözün bittiği yer” sözlerinin sıklıkla edildiği bir zamandı. Ben o târihte Vatan gazetesinde yazıyordum ve NTV’de de yorum yapıyordum. Ürktüm, konuşmak istemedim. Birkaç gün boyunca ne yazdım ne konuştum. Yani ne Vatan’da yazdım ne NTV’de konuştum. Çünkü gerçekten konuşmanın çok zor olduğu bir şeydi ve en önemlisi herkesin söylediğinden farklı bir şey söyleme durumunuz varsa gerçekten zordu. Ama bir yerden sonra insan bir sorumluluk hissediyor ve konuşma ihtiyâcı duyuyor. O sırada Can Dündar’ın yönettiği NTV’de “Neden?” programı vardı. Can’a söyledim, oraya çıkmak istediğimi söyledim, başka konuklarla birlikte. Tabiî ki gündem olan PKK saldırılarını konuştuk ve ben orada resmî söylemin hoşuna gitmeyecek çok şeyi, hani gözümü yumdum ve söyledim, öyle diyeyim. Ardından Vatan gazetesinde “PKK’yı anlamak” diye bir yazı dizisi yaptım. Onu sonra da sürdürdüm, bayağı bir sürdü ve bekledim. Başıma ne geleceğini bekledim diyeyim. O târihte Kara Kuvvetleri Komutanı olan İlker Başbuğ çağırdı ve açıkçası gittim, merakla gittim; ama bir taraftan da herhalde yazdıklarımdan, söylediklerimden dolayı şikâyet edeceğini, sitem edeceğini, belki de azarlamaya kalkacağını düşündüm, ama hiç de öyle olmadı. Bayağı uzun uzun sohbet ettik. Hattâ Fethullahçılar bu sohbeti daha sonra eğip bükerek bana ve İlker Başbuğ’a karşı bir saldırı aracı olarak kullanmak istediler.
Bunları neden anlatıyorum? Yine aynı durumdayız, yine aynı şey. Terör, “Ayakkabı numarasına kadar biliyoruz, ensesindeyiz” vs. bunlarla gidecek. “Yas değil; intikam zamânı” diye gidecek. Böyle devam edecek. Ama bunların yıllardır böyle olduğunu, yıllardır böyle dendiğini birilerinin kamuoyuna anlatması gerekiyor. Her dönemin tabiî ki değişik özellikleri vardı. Konjonktür farklıydı, yönetimler farklıydı, cumhurbaşkanları, başbakanlar farklıydı, muhâlefet partileri farklıydı. O sırada Kürt hareketinin partileri farklıydı. Şimdi baksanıza, DEM Parti’ye kadar geldik büyük bir hızla. Ve bu ortamlarda hep aynı sözler tekrar edip durdu ve Türkiye bu süre içerisinde çok sayıda evlâdını kaybetti, kaybetmeye devam ediyor ve böyle giderse daha da fazla kaybetme ihtimâli çok ciddî bir şekilde var. Dolayısıyla olayı politik olarak konuşmak gerekiyor. Aslında olay her şeyiyle politik. İşin içerisinde bir yığın komplo teorileri yapabilirsiniz. PKK’ya atfen birtakım şeyler söyleyebilirsiniz. “Bu saldırıyı neden yaptı, neden şimdi yaptı?” üzerine birçok, kimileri doğru kimileri yer yer doğru teori de dile getirebilirsiniz. Ama bu hep böyle oldu, geçmişte de hep böyle oldu. Meselâ en son Ankara’daki saldırının ardından da böyle oldu. Daha önce büyükşehirlerdeki kör terör eylemlerinin ardından da böyle olmuştu. Ama bu iş bitmiyor, biteceğe de benzemiyor. Halbuki son dönemde bayağı bir azalmış gibiydi ve özellikle Millî İstihbârat Teşkîlâtı’nın düzenlediği ve sürekli olarak medyada da paylaşılan operasyonlarda çok etkili sonuçlar alındığı da görülüyordu. Ama bu olay bize gösterdi ki, bunların hepsinin bir etkisi olmakla birlikte bu olay kolay kolay bitmiyor, biteceğe de benzemiyor. Bir kere bunu kabul etmemiz lâzım. Bunu dile getirdiğiniz zaman başınıza çok şey gelebilir. En azından sosyal medyada linçlere mâruz kalabilirsiniz. Olacaktır, olsun. Ama biliyorsuz ki bunun böyle olmadığını, böyle bitmediğini, bitmeyeceğini en iyi bilen kişi şu anda ülkeyi yöneten Cumhurbaşkanı Erdoğan. Zamânında Çözüm Süreci denen olayı o kadar riske rağmen başlatan da oydu ve doğrudan Öcalan’la ve PKK yöneticileriyle önce Oslo’da başlayan müzâkereler onun bilgisi dâhilinde yapıldı, daha sonra Öcalan’la yapıldı. O dönemki milletvekilleri İmralı’yla Kandil arasında gidip geldiler ve bütün bunları devletin bilgisi dâhilinde yaptılar. Ve zamânında alınan geri çekilme karârını hatırlıyorum. Kandil’de gazeteci olarak izlemiştim. Bütün televizyon kanalları oradan canlı yayın yapmıştı, Kandil’de canlı yayın yapılmıştı. Çok acayip zamanlardı. Daha sonra geri dönüşler, o büyük gösteriler, Habur’dan girenler vs… Türkiye bütün bunları yaşadı. Şimdi bunlardan pişman olunmuş olabilir, eyvallah, hepsi olabilir. Ama sonuçta orada o işlere girişilirken kabul edilen çok önemli bir doğru vardı: Bu iş silâhla olmayacak. Tabiî ki devlet silâh bırakmayacak; ama bu iş tek başına silâhla olacak gibi değil. Ve şu anda belli bir süredir olayın tek bu boyutuna tanık oluyoruz. Bunun dışında herhangi bir şeyi dile getirmeye çalışanlara yapılmak istenenleri de görüyoruz. Olayın ne kadar politik bir olay olduğunu anlamak için Özgür Özel’in başına gelenlere bakmak yeterli. Özgür Özel ne yaptı? Çıktı dedi ki: “Ortak bildiriye imzâ atmıyoruz. Önce devlet bize bilgi versin, ne olup bittiğini anlatsın. Bildiriye sonra bakarız” demeye getirdi. Ama İYİ Parti’nin yaptığı çağrıya diğer partiler uyunca –DEM Parti dışında– bildiriyi imzâlamamış –DEM Parti’yi zâten saymıyorlar– tek parti, grubu olan tek parti muamelesi yapıldı. Daha sonra memleketindeki şehit cenâzesinde saldırıya uğradı. Gaziantep’teki şehit cenâzesindeki çelengi parçalandı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan da bugün bunların meşrû hareketler olduğunu söyledi. Bir anlamda daha önce Kılıçdaroğlu’nun da başına gelmişti, çok daha sert olmuştu biliyorsunuz. Yumruklu saldırıya mâruz kalmıştı ve saldırgan kısa bir süre sonra özgürlüğüne kavuştu. Hiç de ortalık yıkılmadı, devlet tarafından yıkılmadı. Ve şimdi bakıyoruz, Irak’ın kuzeyinde yaşanan bu saldırının ardından 12 şehidin hesâbı Cumhuriyet Halk Partisi’ne kesilmek isteniyor. Çok acayip bir durum; ama acayip bir durumun ötesinde, çok da açıklayıcı bir durum. Sonuçta bütün bu olanlar –daha önce yaşadığımız Şeyh Said tartışması da böyle bir şeydi–, ama özellikle bu en son peş peşe gelen iki ayrı saldırıyla 6’şar askerin şehit olması –önce bir 6, sonra bir 6– ve yaralıların olması, bütün bunlar aslında Türkiye’nin Mart ayında yerel seçim yapacak olmasıyla da doğrudan alâkalı bir durum. Gerçekten bütün bu tür olaylarda öncelikle sorgulanması gereken, olayın askerî yönü vs. iken, bütün bunlar bir kenara bırakılıp olayın faturası siyâseten birilerine ve tabiî ki iktidâra karşı yerel seçimlerde en güçlü olan partiye, ana muhâlefet partisine kesilmek isteniyor. Ana muhâlefet partisinin içerisinden bâzı sesler de buna eşlik de edebiliyorlar — böyle garip bir durum.
Peki ne yapılabilir? Şöyle soralım: Özgür Özel’in yaptığı doğru mu? Şimdi açıkçası, bana göre doğru. Ama “Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı olarak bu yaptığı doğru mu yanlış mı?” konusununda –değişik kişilerde gördüm– yanlış olduğunu düşünenler var. Ama aklıma Gara geldi. Gara’da ne olmuştu? 13 Şubat 2021’de PKK’nın elinde rehin tuttuğu 13 sivil katledildi. Çünkü bir operasyon yapıldı ve operasyon üzerine PKK’lılar ellerindeki rehîneleri öldürdüler, öyle söylendi. Ve bunun ardından İYİ Parti’yle birlikte Cumhuriyet Halk Partisi iktidarla, Cumhur İttifâkı’yla aynı hizâda durmadı. Çok önemli bir kopuş noktasıydı bu. Yani orada devletin her yaptığını onaylayıp, onun yanında sorgusuz sualsiz durmak yerine; operasyonun kendisini sorgulamaya kalktılar. Ne derece etkili oldu bilmiyorum; ama siyâseten önemli bir çıkıştı. O çıkış bugün tekrarlanmadı. Tam tersine, İYİ Parti şu anda ilk teklifi veren parti olarak kendini gösterdi. Saadet Partisi de destek verdi. DEVA Partisi’nin grubu olmadığı için, bugün Ali Babacan’a sorulmuş, “Grubumuz olsaydı… Metinde yazılanlar çok rahatsızlık verici değil” demiş. Herhalde onlar da imzâlarlardı, öyle gözüküyor. Böyle bir durumla karşı karşıyayız. Yani iktidârın yanında hizâlanma. Aslında bu terör meselesi, son seçimlerde Kılıçdaroğlu’nun kaybetmesi ve Cumhur İttifâkı’nın hem cumhurbaşkanlığını hem de Meclis seçimini kazanmasının ana konusu gibi algılandı, hep öyle söylendi. O mâlûm Murat Karayılan’lı dezenformasyon videosu vs., şu bu… Ve şimdi de anlaşıldığı kadarıyla terör meselesi, PKK meselesi düne kadar muhâlefet safında yer alan bâzı kurumlar, partiler ve kişiler tarafından iktidâra doğru yanaşmasının bir aracı olarak kullanılacağa benziyor. Şu hâliyle bakıldığı zaman, Cumhuriyet Halk Partisi iyice yalnızlaştırılıyor ve bunu ne hızlandırıyor? “Sağlıyor” demeyeyim, ama ne hızlandırıyor? PKK’nın askerleri şehit etmesi hızlandırıyor. Çok ilginç bir durumla karşı karşıyayız. Onca zaman bu kadar büyük bir operasyon, saldırı gerçekleştirmeyen PKK’nın bugün bunları, bu saldırıları peş peşe yapması bir anlamda, biraz zor bir cümle ama söyleyeyim: Bir anlamda Kandil’in yerel seçim kampanyası başlamış gibi bir durum oluyor. Bu kampanya kime yarayacak? Tabiî ki görüldüğü kadarıyla iktidâra yarayacak, öyle gözüküyor ve CHP’nin işi iyice güçleşiyor.
Burada ne yapılabilir? Uzun zamandır söylediğim bir şey var; geçenlerde bunun yayınını yaptığımda, “Ne alâkası var şimdi?” denmişti; ardından Ankara saldırısı olmuştu, bugün de tekrar saşdırı oldu. Bir kere PKK’nın kayıtsız şartsız silâh bırakmasını herkesin, özellikle de DEM Parti’nin savunması gerekiyor. Bunda baskıcı olması, ısrarcı olması gerekiyor. Bu olmayacak bir şey değil. Zamânında bunda belli bir yerine kadar gelinmişti ve o târihte, ilginçtir, Kılıçdaroğlu liderliğindeki Cumhuriyet Halk Partisi bu sürece çok gürültülü bir şekilde olmasa bile, karşı çıkıyordu; yani Çözüm Süreci’ne, PKK ve Öcalan ile görüşülmesine. Şimdi garip bir şekilde döndü dolaştı, olayın faturası Cumhuriyet Halk Partisi’ne kesilmek isteniyor. Eğer Cumhuriyet Halk Partisi burada bağımsız bir duruş sergilemeyi becerirse buradan kârlı çıkabilir. Ancak çok zor bir durumla karşı karşıya oldukları, medyanın büyük bir kısmının, Meclis’teki milletvekillerinin büyük bir kısmının onların karşısında olduğunu görmek lâzım. Çünkü “terör saldırısı” denince, “şehit” denince burada, bu ülkede yıllardır akan sular duruyor gibi gözüküyor; ama sular akmaya devam ediyor. Bir süreliğine bunu herkes, gücü olan herkes kendi siyâsî amaçları için kullanıyor. PKK bu saldırıda ne murat etti bilmiyorum. Daha öncekilerde ne ettiğini de bilmiyorduk. Değişik değişik yorumlar her zaman için yapıldı. Ama bakıldığı zaman, bu durumun sonuçta Türkiye’de zâten muhâlefet için zor olan işleri iyice zorlaştırdığını bize gösteriyor. DEM Parti’nin hâlini düşünsenize. Şimdi meselâ bugün Selahattin Demirtaş, Kobani Dâvâsı’nda son sözlerini söyledi. O da bu konuya değinmek zorunda kaldı. Herkesin önüne bir şey bıraktı Kandil. Ve kimileri bu bırakılan şeyle çok rahat bir şekilde oynarken, kimileri elini sürmeye korkar bir vaziyette. İşte bunları konuşabilmemiz lâzım. Bunun için “sözün bittiği yer” filan demememiz lâzım. Tam da sözün başladığı, “başlaması gereken yer” dememiz lâzım. Bakın, Irak’ın kuzeyinde 27 Mayıs 2019’da Pençe-Kartal ve Pençe-Kaplan; 2021’de Pençe-Kartal 2, Pençe-Şimşek, Pençe-Yıldırım ve 17 Nisan 2022’de de şu andaki Pençe-Kilit operasyonlarını yapıyor Türk Silâhlı Kuvvetleri ve hâlâ hiçbir şey bitmiş değil. Büyük darbeler aldığı vs. bütün bunların hepsi doğru; ama sonuçta hâlâ bitmiş değil ve hâlâ Türkiye’nin genç insanları hayatlarını dağ başında kaybediyorlar. Böyle bir realitemiz var. Bu realiteyle, kuru hamâsetle, “intikam zamânı” vs. ya da intikâm-yas tartışması ekseninde bu realiteyle baş etmek mümkün değil. Ben şahsen bunu yıllardır bir gazeteci olarak yaşadım. Hep böyle yaşadık. Hep böyle oldu. Hep bitti, bitiyor vs. dendi; ama sonra hep acı gerçeklerle karşı karşıya kaldık. Bu bir sarmal. Kimin ne kadar işine yarıyor bilmiyorum; ama Türkiye’nin, Türkiye’nin insanlarının işine yaramadığı çok açık. Ve bunun için de konuşmamız ve tarafları daha mâkul olmaya çağırmamız, özellikle de PKK’nın artık şu silâhları bırakması gerektiğine çok güçlü bir şekilde vurgu yapmamız lâzım.
Evet, saat 22.00’de eski asker Doç. Dr. Hakan Güneş’le olayın askerî yönünü de konuşacağım. Bu işin askerî yönü zâten anladığım bir husus değil, uzmanıyla konuşacağım. Burada işin ne kadar acı, kötü ve tehlikeli olduğunu anlatmaya çalıştım. Yine bir kere daha, bu kaçıncı oldu bilmiyorum ama, bir kere daha böyle gergin günler ve bağırıp çağırmaların baskın çıkacağı, hedef göstermelerin baskın çıkacağı, provokasyonların, dezenformasyonların iyice serbest bırakılacağı bir döneme giriyor gibiyiz. Bakalım bu yerel seçimleri nasıl tamamlayacağız. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.