Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ruşen Çakır’ın konuğu Eren Keskin: Türkiye’de hak savunuculuğu

İnsan hakları savunculuğu, 1980’lerden günümüze nasıl evrildi? Türkiye’de hak ihaleleri süreçlerinde neler değişti? Türkiye’de devlet politikaları hak savunuculuğu konusunda değişime uğradı mı?

İnsan Hakları Derneği Eş Genel Başkanı hukukçu Eren Keskin, Türkiye’de 1980’lerden sonra hak savunuculuğunu, hak savunuculuğunda değişen ve değişmeyenleri, 35 yıllık deneyimini Ruşen Çakır’a anlattı.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler. Türkiye’de hak savunuculuğunu konuşacağız ve bu konuda çok deneyimli bir isim; İnsan Hakları Derneği Eş Genel Başkanı Eren Keskin stüdyoda konuğumuz. Özellikle 80 sonrası Türkiye’de yaşananları hızlı bir şekilde yorumlayıp ileriye doğru bakmaya çalışacağız. Hoş geldiniz.

Eren Keskin: Hoş bulduk. 

İleriye doğru bakma imkânımız var mı?

Eren Keskin: Coğrafyamızda bâzı insanlar için var; ama genel olarak çok resmî ideolojinin dayatıldığı ve bunun da maalesef kitleler tarafından içselleştirildiği bir coğrafyada yaşıyoruz. Çok ilerici bir resmî ideoloji değil; hiç değil. Çokkimlikli bir coğrafya olmamıza rağmen bizi tek bir kimliğin içine hapsetmeye çalışan, Türk ve Sünnî Müslüman kimliğini temel alan bir resmî ideolojiyle biçimlenmiş bir toplum. Ve maalesef ki bence bütün iktidarlar tarafından öngörü yetenekleri hep engellenmiş, hele son 10 yıldır tamâmen öngörüsüz bırakılmış bir toplumuz yani. Tabiî ki ben hep şeyi söylüyorum; bîat etmeyen bir %15 var bu coğrafyada, onlar önlerini görebiliyorlar. Önlerinin çok aydınlık da olmadığını görüyorlar. Ama maalesef görmeyen, duymayan bir coğrafya burası. 

Dün Doç. Murat Sevinç’le burada bir yayın yaptık, özellikle üniversitede KHK’lılar meselesinde. Murat Hoca Cumhuriyet târihinden beri hep değişik dönemlerde üniversitelerin biçildiğini anlattı. En son 12 Eylül sonrası 1402’likler olmuştu, şimdi KHK’lılar oldu ve bütün bu süreçte baktığımız zaman, iktidarlar farklı. Dolayısıyla pek iktidarlarla alâkalı bir şey değil herhalde. 

Eren Keskin: Devlet aklı. Yani ben bu coğrafyada devlet aklının hiç değişmediğine hep inandım. Yani Cumhuriyet’ten beri değil, daha öncesinden. Bu coğrafyada 1915 konuşulmadan, soykırım târihi, soykırımı gerçekleştiren zihniyetin kurduğu bir cumhuriyetten söz ediyoruz. Ben düşüncelerimi çok açık söyleyen bir insanım. Ve biz temel meseleyi tartışmadan hiçbir şeyi çözemeyiz. Bu coğrafyada 1915 ve 1938 gibi iki soykırım yaşandı. Ve bu soykırımın çok acı izlerini hâlâ yaşıyoruz. Bu anlayış üzerine oluşturulan bir hukuk sistemi var. Yani bu coğrafyada hukukun yapıcısı Mahmut Esat Bozkurt. Ve hâlâ bizim barolarımız Mahmut Esat Bozkurt adına insan hakları ödülleri veriyor ne yazık ki. Ama sâdece Türklük üzerinden bir kurum yapmış, anlayışı bu şekilde geliştirmiş. Çok açık sözleri var zâten. Yani hâlâ geçerliliğini koruyan ve sâdece Kürdistan’a yönelik çıkarılmış yasalar var ve bunlar değiştirilmemiş. Meselâ Tunceli yasası, İskân yasası, sansür/sürgün kararnâmeleri, olağanüstü hâl bölgesi; yani hiçbir şey değişmedi. O nedenle ben muhâlefetin şu şeyini hiç anlamıyorum: Biz hak ihlâllerini sâdece AKP üzerinden tartışır olduk. Bu yanlış bir tartışma. Diyorlar ki: “Eski güzel günlere dönelim”. Hiç güzel günümüz olmadı ki bizim. Sâdece onlar görmüyorlardı. Şimdi hak ihlâllerini görenler 90’larda yaşananları görmediler. 90’lardan önce 80’leri görmediler. Yani maalesef ki çok totaliter bir devlet yapısı var ve halk devlete benziyor, yani devlet gibi düşünüyor çok büyük bir bölümü ve inanıyorlar.

1986’da İnsan Hakları Derneği kuruldu. Siz de başından beri bildiğim kadarıyla…

Eren Keskin: Ben 90’da dâhil oldum derneğe.

Evet. Ve o zaman yani orada yürütülen sâdece İHD değil; başka kurumlar da var. Orada yürütülen mücâdele bir anlamda sâdece devletle ilgili bir mücâdele değil aslında, toplumla ilgili de bir mücâdele.

Eren Keskin: Tabiî. Bakın aslında acı olan şu: Şimdi, İnsan Hakları Derneği 86’da kurulduğunda esas olarak o dönem tabiî cezâevinde çok fazla insan var, îdam cezâsı yürürlükte. Ve bu coğrafyanın aydınları, Türk, Kürt, Ermeni, birçok aydın ve tutuklu yakınları kurdu bu derneği. İHD’nin ilk başlangıcında genel olarak cezâevindeki insanlara yönelik hak ihlâlleri ve îdam cezâsı gündemindeydi. Ama sonra 90’ların başı, kontra cinâyetlerin başlaması, köylerin yakılması ve Kürt sorunu çok yoğun biçimde gündemine oturdu İHD’nin ve İHD o nedenle dışlandı, suçlandı, sâdece Kürtlerle ilgilenen bir dernekmiş gibi gösterildi. Ama maalesef ki biz 90’larda yaşananları çok yakından gördük. Hepsine, her olaya gittik, her olayı raporladık. Örneğin bugün akademi 90’lar üzerine bir şeyler yazabiliyorsa –ki şu anda zâten kimse yazmıyor hemen hemen; yazanlar da yurtdışından yazıyorlar– bu İHD’nin sâyesinde. Kimse görmüyordu orada yaşananları. Yani tabiî ki ilk başta cezâevleriyle ilgili kuruldu, o alanda çalıştı; ama sonra yaşamın tüm alanlarına yayılan hak ihlâlleri bizim konumuz oldu. İşinden atılan işçi, eşinden şiddet gören kadın, LGBTİ+’lar, herkes, bu coğrafyanın Türk ve Müslüman olmayan kimlikleri, hepsi bizim bünyemizde oldu. Bugün de hâlâ buna devam ediyoruz. Meselâ benim için çok çarpıcı; biz 24 Nisan’la ilgili ilk “Tanı, Af Dile, Tazmin Et” çağrısını İHD 2005’te yaptı. Türkiye solu daha 1915’i tartışmadı tam olarak. Yok böyle bir tartışma. İHD yaptı bunu. Aslında çok içler acısı bir şey. Yani coğrafyanın temel meselelerini –tabiî ki tartışanları ayırıyorum az bir kesim olsa da sosyalistler içinde ama– çok büyük bir bölümü tartışmadı. Meselâ ben çok dikkat çekici buluyorum; 23 Nisan’da gayet kuruluşu savunup, resmî ideolojiyi tümüyle savunup 24 Nisan’da “Üzgünüz” demenin çok karmaşık bir akıl olduğunu düşünüyorum. Yani sorgulama diye bir şey bizim coğrafyamızda yok. Bunu şu anda Kürt hareketi yapıyor, kadın hareketi yapıyor, LGBTİ+ hareketi yapıyor ve birtakım sol siyâsetler yapıyorlar. Onun dışında yok sorgulama.

Hak savunuculuğu derken, meselâ Türkiye’de dindarların da çok şikâyetçi olduğu dönemler oldu. Meselâ Cumhuriyet’in ilk yıllarında da oldu. Ama son dönemde 28 Şubat, başörtüsü meselesi ve meselâ MAZLUMDER diye bir yapı da çıktı. Başka yapılar da var herhalde, ama esasMAZLUMDER. Daha sonra da en son Fethullahçılar ve özellikle KHK’lılar, tutuklamalar, cezâevleri vs. Orada baktığımız zaman, o cenâhın içerisinde değişik dönemlerdeki hak savunuculuğu faaliyetlerine baktığınız zaman ne görüyorsunuz? 

Eren Keskin: Şimdi şöyle; bir kere bugün yaşadığımız bu durum… Çünkü Türk-İslâm sentezi diyoruz resmî ideolojiye, iki tarafı var. Ve bu taraflardan Türk tarafını temsil eden Kemalistler, özellikle askerler herkese çok haksızlık yaptılar. Bir kere bunu çok açık söylemek gerekiyor. Ve ben bugün yaşadığımız bu yoğun hak ihlâllerinde bu üstünlükçü bakış açısının çok etkisi olduğunu düşünüyorum. Bir hesaplaşma yaşanıyor ve bu hesaplaşma yaşanırken aslında olan, arada o bîatsız, benim %15 dediğim, her şeyi sorgulayalım diyen kesime oluyor aslında. Ben çok net söylüyorum, Kemalistler çok fazla hak ihlâli yaptılar bu coğrafyada. Çok üstünlükçü, Türk üstünlükçü bir yaklaşım sergilediler. Ve bu nedenle dindarların da hakları ihlâl edildi tabiî. Bizim başörtüsü eylemlerine gittiğimiz günleri hatırlıyorum. Yıllarca başörtülü kadınların okuma haklarını ellerinden aldılar. Şimdi bunlar unutulabilir mi? Bu “güzel günler” dedikleri işte bu günlerdi. Ne oldu daha sonra? İşte, AKP iktidar oldu. İlk dönemlerinde gayet Avrupa Birlikçi bir siyâset izledi. Ama sonuçta o kendisini kapatmak isteyen devlet aklıyla uzlaştı. Ve bugün o nedenle çok daha güçlü, o derin devlet dediğimiz yapıyla iktidârın uzlaştığı çok güçlü bir iktidar yapısı görüyoruz ve çok büyük hak ihlâlleri yaşanıyor. Ama ben çok objektif bakmaya çalışıyorum. Yani burada Kemalistlerin rolünü biz es geçemeyiz. Maalesef ki çok büyük bir payları olduğunu düşünüyorum. Hâlâ var. Bakın bugün –gerçi siz de dün yazmıştınız, sizin yazdığınızı okudum ama– CHP Kürt meselesini sağdan eleştiriyor. Bunu ben anlayamıyorum. Yani Barış Süreci’ni eleştiriyor meselâ. Tam tersine bence demeli ki: “Sen niye Barış Süreci’ni devam ettiremedin, bu sorunu çözemedin” demesi gerekirken, “Sen niye barış süreci yaptın?” diyor. 

Evet, o günleri hatırlıyorum. MHP kadar net olmasa da, o olaya çok inanmıyorlardı. Ve bir şekilde îtirazları vardı. Ama şimdiki durumları sanki biraz daha farklı gibi. 

Eren Keskin: İşte, bana inandırıcı gelemiyor ne yazık ki.

Peki şunu sormak istiyorum, şunu hatırlıyorum; meselâ Sebla Arcan’la bu kayıp meseleleri, Cumartesi Anneleri üzerine bir sohbetimizde şeyi sormuştum. Şimdi son dönemde, özellikle 15 Temmuz sonrası çok büyük operasyonlar oldu Fethullahçı yapıya karşı, işbirliği bozulduktan sonra ve birtakım kayıp iddiaları oldu. Size geliyorlar mı, bunun peşini sürüyorlar mı filan. Orada garip bir tepkisizlik vardı. Ve şöyle açıklıyorlar genellikle: “Nasıl yapalım? Ses çıkartanı da içeri alıyorlar.” Halbuki ben şeyi hatırlıyorum; gerek İHD’nin gerek TAYAD’ın kuruluş döneminde de ses çıkartanın başına iş geliyordu; ama yapa yapa gittiler. Orada böyle bir şeylik var, yani yapmak mı istemiyorlar, risk mi almak istemiyorlar? Yoksa… Yani çünkü o bence gerekçe değil.

Eren Keskin: Değil. Şöyle: Fethullah Gülen Hareketi bir dönemler iktidar ortağıydı. Yani şu anda büyük hak ihlâlleri onlara yönelik. Meselâ cezâevlerinde çok büyük hak ihlâlleri yaşıyorlar. Gerçekten hasta mahpuslar var. Her çevreden ve adlî mahpuslar da var tabiî, hasta mahpuslar. Örneğin bir işkence duyurusu gelmişti bize. Ben bu Gülen cemaatinden yargılanan 4 kadınla görüşmeye gittim. Gerçekten işkence görmüşlerdi. Dedik ki: “Suç duyurusu yapalım. Başvurun bize”. Onlar da dediler ki: “Biz devletimizle kavga etmek istemiyoruz”. Yani bâzıları böyle bakıyor. Çünkü bir taraftan devlet gibi görüyorlar kendilerini yani. Böyle bir şey var. Meselâ kayıplarla ilgili de aslında, o son bir kayıp var, onun hâlâ akıbeti açıklanmadı. Onun âilesi çok uğraştı gerçekten. Ama hakîkaten korkutucu bir ortam var. Bakın benim birçok müvekkilimin –ki Kürt siyâset çevresinden insanlar bunlar– çocuklarına korkunç işkenceler yapıldı, ama diğer çocuğumu koruyayım diye suç duyurusu yapmayan insanlar var. Çünkü siz bugün suç duyurusu yaptığınızda bile örgüt üyesi olarak suçlanabiliyorsunuz.

Peki bu suç duyurularından bir şey çıkıyor mu? 

Eren Keskin: Hiçbir şey çıkmıyor. Bizim 97 yılından bu yana devlet güçleri tarafından cinsel işkenceye uğrayan kadınlara ve trans kadınlara siyâsî-adlî ayrımsız, ücretsiz avukatlık yapan bir ofisimiz var Birleşmiş Milletler tarafından desteklenen. Ben bugüne kadar devlet güçlerinden tek bir fâilin cezalandırıldığını görmedim. Sâdece bir korucu, o da bir cinsel saldırı dosyasıydı. Kadın hâmile kaldı. Çocuğun o korucudan olduğu tespit edildi. Ancak öyle cezâ aldı. Onun dışında büyük bir cezâsızlık var. Eğer fâil devlet güçlerinden biriyse büyük bir cezâsızlık var. İspatlamanız çok zor işkenceyi. Çünkü bu coğrafyada yargı sâdece adlî tıp raporlarını delil kabul ediyor. Adlî tıp resmî bilirkişilik kurumu şu anda. Hasta mahpuslar için verdikleri raporları görüyoruz yani. O nedenle bu bir devlet politikası ve bu hiç değişmedi. Bunun AKP’yle de ilgisi yok yani. Daha önceden de böyleydi, hâlâ böyle devam ediyor. Bir devlet aklı var. O devlet aklı hiç değişmiyor. Siz o devlet aklıyla uzlaşırsanız iktidar olursunuz. Böyle bir gerçek var bu coğrafyada.

Peki bu hak savunucularından biraz bahsedelim. Şimdi birtakım siyâsî motivasyonlarla girenler var. Ama meselâ İHD’nin ilk yıllarını hatırlıyorum. Emil Galip Sandalcı meselâ, öyle en aşırı solcu filan birisi değildi. Çok farklı bir kişiydi. İHD’de öyle çok kişi vardı. İnsanların motivasyonu, temel motivasyonu ne? Çünkü hak savunuculuğu genellikle kendi hakkını savunmak oluyor, bizde böyle anlaşılıyor. Ama burada bence en önemli mesele kendisi gibi olmayanın hakkını savunmak. Burada insanlar neden… Çok riskli bir şey aslında? Meselâ siz…

Eren Keskin: Çok riskli. Ama bir başladınız mı hayat biçimi hâline geliyor. Yani biz meselâ Cumartesi Anneleri eylemi, işte Anayasa Mahkemesi karârından sonra her hafta gözaltına alındık aylarca.

Biliyorum. Her hafta listede hep vardınız.

Eren Keskin: Ters kelepçeli, yerlere atılarak, sürüklenerek, küfürler işiterek. Ama tâtil yapmadık biliyor musunuz? Çünkü o alanı boş bırakmamamız gerekiyordu. Bu bir inanç. Yani bu bir hayat biçimi hâline geliyor bir süre sonra. Ve işte o direniş bir sonuç aldı. İstediğimiz oranda olmasa da 10 kişiyle sınırlıda olsa geri adım atmamanın hâlâ bir şeylere sebep olabileceği…

10 kişiyle mi sınırlandı?

Eren Keskin: 10 kişiyle sınırlı, ama eminin o da değişecek. Yani biz bunun mücâdelesini de vereceğiz. Ben korkanları çok anlıyorum. Çünkü çok korku politikası dayatıyorlar bu topluma. Çok anlıyorum. Hele ki bu KHK’larla insanları işten attılar sorgusuz sualsiz. Yani sâdece kendileri için değil; âileleri için de korktu insanlar. Anlayabiliyorum. Ama benim –1990 yılından beri insan hakları hareketi içindeyim– öğrendiğim bir tek şey var; cesâret insanı koruyan bir şey. Yani cesur olacaksınız. Bîat etmeyeceksiniz. O zaman, düşman da olsa karşınızdaki size saygı göstermek zorunda kalıyor. Özgür Gündem gazetesi tabiî defalarca kapatıldı, bombalandı, birçok gazeteci öldürüldü. 2013 yılında tekrar Özgür Gündem adıyla yayınlanmaya başladı ve bana dediler ki: “Genel yayın yönetmeni olarak o haneye ismini yazabilir miyiz dayanışma için?” Kabul ettim, seve seve kabul ettim. Hiç de pişman olmadım. Örneğin barış süreci boyunca hiç dâvâ açılmadı. Barış sürecinin ardından bombardıman gibi dâvâlar başladı. 143 dâvâ açıldı benim hakkımda. Sonra bâzıları birleşti, 125’e indi. Ve ben bu kadar yıldır insan hakları hareketi içindeyim, ömrümde polis silâhı dışında silâh görmüş bir insan değilim. Şu anda silâhlı örgüt üyesi olarak cezâ aldım. 26 yıl 9 ay hapis cezâm var Yargıtay’da toplam, örgüt üyeliği de dâhil. Ve hiçbir zaman yurtdışına gitmeyi düşünmedim. Orada mutlu olmayacağımı biliyorum çünkü. Her gün bekliyorum; bugün mü kesinleşecek, yarın mı kesinleşecek diye. 

Kesinleşecek mi? 

Eren Keskin: Kesinleşecek tabiî yani. Belki de bozarlar, bilemiyoruz tabiî. Ama yani bakın, bunları zâten toplumu korkutmak için yapıyorlar. O devlet bilmiyor mu ben silâhlı örgüt üyesi değilim? Bilmiyor mu? Biliyor. Ama o cezâyı hâkim bize veriyor. Ve orada öyle bir şey yaptılar ki bakın, Türk gazeteciler de vardı yargılananlar içinde. Türk gazetecileri –çok sevdiğim insanlar– onları ayırdılar. Hepsine beraat verdiler. Dosyayı ayırdılar. Sâdece Kürtleri, 5 kişi bizi ayırdılar ve hepimize cezâ verdiler. Açık açık bunu yaptı. Ve son gün bize diyor ki hâkim: “Son bir talebiniz var mı?” Ben dedim ki: “Ben sizden ne talep edebilirim ki? Ben sizden daha özgür bir insanım. Siz özgür değilsiniz. Yani ben talep edemem”. Yani biz yıllarca böyle mücâdele verdik. Bizim birçok arkadaşımız öldürüldü. Vedat Aydın meselâ. Yani 90’ların ilk katledilen, işkenceli ve öyle başladı fâili meçhul ya da kontra cinâyetler dediğimiz süreç. Vedat Abi Kürtçe konuştuğu için 90 kongresinde öldürüldü. Ama bakın bugün artık devlet Kürtçe televizyon açtı. Yine Kürtçe yasak, ama sâdece kendi istediği yayınları yapabilmek için açtı. Ama kimse mücâdeleden vazgeçmedi. Bu işin içine girdiğinizde ve eğer arkanızda ölüleriniz varsa… ben insan hakları mücâdelesine böyle bakıyorum: Ölülerimize karşı borcumuz var bizim. Hep böyle bakıyorum. Birçok arkadaşım da böyle yapıyor ve bu mücâdele devam ediyor.

Şimdi şeyi hatırlıyorum. Hatırlıyorum dediğim, yani unutmam mümkün değil zâten. O zaman başbakandı Erdoğan. Dolmabahçe’de Cumartesi Anneleri’yle buluştu. Ben de oradaydım. Belki biliyorsunuzdur. Çok târîhî bir ândı. Hepsi teker teker, önce Sebla kısa bir giriş yapıyordu, sonra kendileri konuşuyordu. Ve bütün masa teker teker konuştu. Kızı vardı Erdoğan’ın orada. Bakan vardı vs. O, yani böyle bir –nasıl söyleyeyim?– gerçeküstü bir sahne gibiydi. Ve umutlandırıcı bir şeydi açıkçası. 

Eren Keskin: Öyle. Ve hatırlarsanız Berfo Teyze’ye, Cemil Kırbayır’ın annesine bir söz verdi orada Erdoğan. Dedi ki: “Ben senin oğlunun katilini bulacağım”. Ve Meclis’te bir İnsan Hakları Komisyonu kuruldu. Bizler Kırbayır âilesinin avukatları olarak, âile geldi. Ve gerçekten Meclis İnsan Hakları Komisyonu, o dönem görev yapan MİT de dâhil olmak üzere, tüm görevlileri hayatta kalanların hepsini dinledi ve sonunda bir rapor yazdı. Meclis İnsan Hakları Komisyonu, Cemil Kırbayır Raporu. Raporun sonunda şöyle yazıyordu: “Cemil Kırbayır’ın gözaltında işkenceyle öldürüldüğü ve cenâzesinin saklandığı kanısına varılmıştır”. Devletin raporu bu. O zaman niye Cumartesi Anneleri’ne bu kadar zulmedildi? Devlet aklı gidiyor geliyor diye, zaman zaman değişiyor diye biz de mi kendimizi değiştirelim? Biz hep aynı yerdeyiz. Biz bu haksızlıkların son bulmasını istiyoruz. Bakın ben geçen hafta bir görüşme yaptım Diyarbakır Cezâevi’nde. O kadar çarpıcıydı ki. Keşke meselâ CHP bunlarla ilgilense. Agit İpek, geçen yıl cenâzesi kargoyla annesine teslim edilmişti hatırlarsanız. Annesinin, Halise’nin o fotoğrafı çok acı bir fotoğraftı. Ve şu anda Halise de tutuklu, Agit’in annesi. Kadının hiçbir şeyi yok yani. Sâdece Agit’in annesi olduğu için tutuklu. Tahliye olacak tabiî. Hiçbir şey yok çünkü hakkında, ciddî bir suçlama yok. Geçen gün gittim, sordum. Dedim ki: “Agit kaç yaşındaydı gittiğinde?” Dedi ki: “Biz koruculuk baskısı nedeniyle göç ettik, Diyarbakır’dan İstanbul’a geldik. Agit 14 yaşındaydı ve 4-5 kere gözaltına alındı ve dövdüler. Hep polis tâkip ediyordu. Sonunda ‘anne ben gideceğim’ dedi. Ben dedim ki ona; ‘gitme, küçüksün, zayıfsın, yapamazsın’ dedim, ama gitti.” Peki şimdi ben soruyorum; suçlu kim burada? Siz 14 yaşındaki bir çocuğa bu kadar baskı yapıp o çocuğu gönderiyorsunuz ve o çocuğun 10 yıl sonra cenâzesi bir kargoyla teslim ediliyor. Şimdi biz bu sorunu tartışmadığımız sürece, yani bu Kürt meselesi dediğimiz meselede devletin bu şiddet politikasını tartışmadığımız sürece hiçbir şey çözemeyiz. CHP meselâ bunları söylemiyor. Bence bakın barış sürecinde biz o zaman da birçok görüşmeler yaptık ve ben coğrafyada insanların yüzünün güldüğünü bir tek o süreçte gördüm. Bir mutluluk vardı herkesin yüzünde. Bu coğrafyanın barışa ihtiyâcı var. Ve bunu CHP tersten eleştiriyor. Benim bunu anlayabilmem gerçekten mümkün değil. “Niye yaptınız?” diyor. 

Ama anladığım kadarıyla bir daha öyle bir süreç olmayacak gibi gözüküyor.  

Eren Keskin: Olur. Bakın, sivil siyâsetin bu kadar üstüne gitmek savaş istemektir. Ben başka hiçbir şey bulamıyorum. Bugün meselâ Can Atalay, umarım ki hepimiz çok istiyoruz, çok mücâdele verdi, umarım tahliye olacak. Ama aynı tepkiyi, aynı karşı çıkışı Kürt milletvekilleri için göstermedi bu toplum. Bunu tartışmamız gerekiyor. Meselâ Gülten Kışanak da 7 yıllık tutukluluk süresini tamamladı. Ben hiçbir televizyonda görmüyorum, kendine muhâlif diyen televizyonlarda. Uzun uzun Gülten Kışanak’ın durumunu tartışmıyorlar. Meselâ Selahattin Demirtaş. Selahattin benim çok eski arkadaşım. İHD’de de biz yıllarca birlikte çalıştık. Bir karıncayı incitmeyecek kadar iyi kalpli bir insan. Ama tartışılmıyor. Evet, yani siyâsetin seçim zamanlarında filan tartışılıyor, ama aynı ilgiyi, aynı tepkiyi gösterebilmeliyiz. Siyâset isterse bunu yapar. Yani sivil siyâsetin bu kadar üstüne gidiliyorsa eğer, gerçekten siz şiddet istiyorsunuz demektir. 

Şöyle toparlayalım; 90’dan bu yana diyelim, kaç yıl oldu? Siz 35 yıldır filan bu işin içerisindesiniz. Ölüm tehlikeleri de atlattınız. 

Eren Keskin: Ben iki kere silâhlı saldırı yaşadım.

Evet. Ama anladığım kadarıyla aldığınız tek cezâ bu Özgür Gündem mi? 

Eren Keskin: Ben daha önceden de cezâevinde yattım. Yani Kürdistan sözcüğünü kullandığım için 95’te yattım. Kendi yazılarımdan filan da çok yargılandım. Ama bu Özgür Gündem nedeniyle olan çok, yani 125 tane dâvâ var benim hakkımda ve yazmadığım yazılardan. Hiçbirini ben yazmadım bu yazıların. Sâdece adım orada Genel Yayın Yönetmeni yazdığı için. 

Peki, cevâbını bildiğim bir soru sorayım. Kendinizi nasıl hissediyorsunuz bütün bu şeylerin sonunda?

Eren Keskin: İnançlı, tedirgin, öngörüde bulunamayan; ama ölülerime karşı borçlu. Mücâdeleye devam kararlılığında hissediyorum.

Çok teşekkürler o zaman.

Eren Keskin: Teşekkür ederim.

Evet, zor bir iş. İş değil aslında, yaşam tarzı, öyle diyelim. Evet, Türkiye’de hak savunuculuğunu, İnsan Hakları Derneği Eş Genel Başkanı Eren Keskin’le konuştuk. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.