Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Gürkan Çakıroğlu yazdı: Federal Türkiye Cumhuriyeti

Nedir millet? Herkesin aynı etnik kökenden geldiği ya da aynı dili konuştuğu veya aynı havayı soluduğu topluluk mu, yoksa birlikte verilmiş ölüm kalım mücadeleleri sonrası oluşmuş bir mazisi ve müşterek umutları olan ortak bir toplumsal hafızaya sahip topluluk mu?

Eğer cevabınız birinci kısma dairse Türkiye’de tek bir millet-ulus yok demektir. Yok, ikinci kısma dairse evet, biz Türk, Kürt, Çerkes, Laz, Ermeni, Rum, Arap hep birlikte bir millet-ulus meydana getirdik demektir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti de bu farklı etnik gruplardan meydana gelmiş milletin ete kemiğe bürünmüş halidir.

Öfkeli ve kötücül duyguların sağanak gibi yağdığı bu günlerde Türk milliyetçileri olarak milletten ne anladığımız üzerine etraflıca ve sakince düşünmemiz gerekiyor. Zira, bu sağanak ancak bizlerin alacağı tavırla durdurulabilir. Aksi halde hepimizi helak edecek bir tufan er ya da geç kapımızı çalacak.

Bu millet, siyaset ve devlet kurumu tarafından yaratılan acılara katlanmak zorunda değil. Evet, coğrafya kaderdir, bizim kaderimiz de kendimiz kalarak ama kendimizi dayatmadan bir ve beraber yaşamaktır. Kadere meydan okuyup anasından doğanın diline müdahale etmek, ne insani ne de hukukidir.

Temelini hakikatten almayan söylemlerle siyaset yapmanın millete faydası olmadı, olmayacak. “Ya hep, ya hiç” dayatmaları sadece daha fazla acı getirdi. Dayatmayı bir kenara bırakıp önermenin; korkutmayı bir kenara bırakıp rıza aramanın vakti, geldi de geçiyor. Kamu yararıyla bağdaşmayan kişisel çıkarlar milleti boğuyor, sefalete sürüklüyor.

12 vatan evladını toprağa verdik, infial yaratıldı. Siyasi liderler, hamaset destanları yazdılar. Peki, gülücükler dağıtarak belediye başkanlıklarını açıklamaları, açılışlara katılmaları kaç gün sürdü? Samimi değiller. Ateşin düştüğü evlere gidip bakın onlar ne haldeler? “Şehitler ölmez vatan bölünmez” diyorlar ya, ölüyor kardeşim. Şehitler ölüyor, sizler de timsah gözyaşları döküp anında hayatınıza geri dönüyorsunuz.

Rıza ile birlikte yaşamanın maliyeti, bölünmenin ya da çatışarak bir arada yaşamanın maliyetinden çok daha düşük. Biz, millet olarak yan yana çok cenk ettik, olmadı, yetmedi döndük kendi içimizde birbirimizle çatıştık. Geçmişte olduğu gibi bugün de günahlarımız ortak. Biz, birbirimize olan inancımızı kaybetmeyelim, sınırlar değildir insanları ayıran. Beraberliğimize olan inancımız, özgürlüğe duyduğumuz aşktan ya da adalete duyduğumuz özlemden az olmamalı.

Çaldıran’da kardeş kardeşe kıydı. 100 yıldır da kardeş kardeşe kıymaya devam ediyor. Siyaset ve devlet olarak milletimizi geçmişin yüklerinden ve hatalarından kurtaramadık. Gerçekleşmesi gereken, lakin ısrarla önünü tıkadığımız bir dönüşüm var. Zira ölümcül yapısal kusurlarımız, kronikleşmiş ağrılarımız var.

“Milliyetçilik” adı altında bir güruh ve devlet kötülüğü dışsallaştırıyor. Yaratılan bu “düşmanlar” özeleştiriyi engelliyor ve içerdeki çürümenin görünmez olmasını sağlıyor, ulusal birliğimiz yaralanıyor. Ne zaman bu kötülüğü yapanlara “dur” diyeceğiz?

Öyle bir milliyetçilik ki bizimkisi, hem mağdur hem mağrur; birleştirmiyor, ayrıştırıyor. Peki, Türkün töresinde bu var mı? Devleti ve toplumu dönüştürme şansı olmayan, adaleti herkes için istemeyen bir milliyetçilik kime yarar?

100 yılın sonunda geldiğimiz nokta göstermektedir ki ulus-devletin çatısı dar geliyor millete ve devlete. Adaleti hâkim kılamadık, eşit yurttaşlığı sağlayamadık, özgür bir kamusal alan ve müreffeh bir ülke yaratamadık. Keşke olsaydı ama olmadı.

Selahattin Demirtaş, Kobani davasında yaptığı savunmada özerklik talebinden ve bunun tartışılmasından bahsetti. Özerklik konusunda Demirtaş’a kesinlikle katılmıyorum. Lakin güçlü bir Ankara, adil bir düzen, eşit yurttaşlık ve refah dolu bir ülke için; Misak-ı Milli için federal bir Türkiye Cumhuriyeti’nin tartışılması gerekiyor.

Ulus devlet, Allah’ın emri değil, modern bir hukuk devleti için olmazsa olmaz da değil. “Korkma” diye başlar İstiklal Marşımız, korkmayalım tartışmaktan. Birbirimizi yok etmeye değil, birliğimizi ve beraberliğimizi güçlendirecek meselelere kafa yoralım.

Çatışma ne kadar uzun sürerse dönüşüm de o kadar zorlaşır, her geçen gün aleyhimize. Sadece Kürt sorunu değil, Çaldıran ile başlayan Türkün Türk ile olan sorununu da çözmeye ihtiyacımız var. Aksi halde bir 100 yılımız daha olmayabilir.

“Her milletin bir çağı vardır” derler. Türkün birikiminin Kürdün dinamizmi ile birleşeceği güçlü bir federal cumhuriyet, Türkiye’yi doğunun Amerika’sı yapabilir. Ancak bu devlet Ortadoğu’ya barışı getirebilir, Filistinli mazlumun acısını dindirebilir ve hem Türk coğrafyasına hem İslam alemine hem de tüm insanlığa umut olabilir.

Öfke ve acı aklımızı gölgelememeli. İhtiraslar, devleti esir almamalı. Anadolu’ya kadar nasıl geldik, nasıl tutunduk ve neden Müslüman olduk unutturdular, hatırlamalıyız. Müslümanlık, nasıl ki imtiyaz değil mesuliyettir; işte Türklük de aynen böyledir. Bu bilinçle hareket edelim. Büyük bir yol ayrımındayız. Geleceğe şeklini Türk milliyetçilerinin tavrı verecek.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.