Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Elif Gökçe Aras yazdı: Erdoğan İmamoğlu’nu yenebilir mi?

Ülkemizin son başbakanı Binali Yıldırım’ı başbakanlıktan belediye başkanı makamına düşürecek kadar önem verdiği İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı (İBB) makamının Erdoğan için özel bir yeri var. Para deseniz orada, rantın kaymağı orada, eh duygusal bağı da var. Başbakan olma yolunda kişisel hikâyesini yaratırken kullandığı en büyük sermayesi İBB başkanlığını kazanma yolculuğu. İBB koltuğunu kazanmak için verdiği mücadele sırasında elde ettiği kamuoyu desteğinden sonra Türkiye’yi 21 yıl yönetmeye ehliyet kazandı Erdoğan. O süreçte kullandığı dil, gösterdiği dirayet, AKP seçmeni ile arasında ortak acılarla eşleşen kader birliği, sarsılmaz bir duygusal bağ kurulmasına sebep oldu. 

Erdoğan’ı da herhangi bir makamda görmeye tahammül edemiyordu devlet elitleri, onları da. Erdoğan da cahil bulunuyordu, onlar da. Erdoğan da dini hassasiyetleri sebebiyle küçümseniyordu, onlar da. Erdoğan da yaşam tarzıyla aşağılanıyordu, onlar da. Asker, oğlunun yemin törenini görmek isteyen başörtülü anneleri askeriyenin kapısından sokmuyordu; savcılar Erdoğan’ı  “Minaremiz süngü, müminler asker” şiiriyle yargılıyordu. Yani sanki müminler kışlaya giremiyordu. Kimi cemaatleri aracılığıyla, kimi Anadolu Gençlik-İlim Yayma Cemiyeti gibi vakıflarla, kimi Necmettin Erbakan’ın birbiri ardına kapatılan partileriyle “buradayız” demeye ve devlete ulaşmaya çalışıyordu ancak ulaşmaya çalıştıkları her an, hainlikle, bölücülükle, gericilikle suçlanıyorlardı. Kendilerini ifade edemiyor, kodlandıkları hapishanelerde birleşiyor, oralarda örgütleniyor, çoğalmaya devam ediyorlardı. Bu yüzden Erdoğan’ın İBB’yi kazanması demek, artık onların da başarabileceğine dair büyük bir umut barındırıyordu. Başbakanlığa giden süreç ise tünelin ardındaki beyaz ışıktı ve sonunda o ışığa kavuştular.

Göreve gelir gelmez, statükoyla girdiği inatlaşmalar hoşlarına gitti. İnsan yerine konmadıkları devlet hastanelerinde insan muamelesi görmeye başlamaları göğüslerini kabarttı. Bugün doktor dövmekle övünmelerinin kökeni, hakarete maruz kaldıkları günlerden bir hatıraya nefret kusmaları. Zamanında toplumda onları aşağı gören seküler insanlara uygulanan dışlayıcı, aşağılayıcı tavır, vergilerle yaşam tarzlarına getirilen cezalandırmalar, içlerinin yağını eritti. Bugün girdiği tüm krizlerde hâlâ arkasında durmaları, kişisel hikâyeleriyle Erdoğan’ın hikâyesinin o dönemlerde paralel ilerlemesinden kaynaklanıyor. Kendilerini ondan ayrı düşünemiyorlar ve ben de olsam aynılarını yapardım diyerek onu terk etmiyorlar. İnsan kendine kıyar mı? 

O günden sonra, cumhuriyetin ilanından itibaren geri kaldıkları her ne varsa kavuşabilmek için sabırla beklediler. Aydınlarla kol kola girmesi de güzeldi, işi bitince onları satması da…  Çünkü o çok bilmişleri kullandığını biliyorlardı. Farklı politik figürlerle yan yana gelmesi de güzeldi, onları zamanla satması da… Çünkü onlar her devrin adamıydı, kullanılıp atılmalarında beis yoktu. Sonuçta tüm bunları onlara alan açmak için yaptığını en başından biliyor, buna göre ona destek vermeye devam ediyorlardı. Örneğin Fethullahçılarla işbirliği döneminin daha en başında, bu işbirliğinin askeri statükoyu yok etmek için geçici bir işbirliği olduğunu, işi bitince Erdoğan’ın onları da satacağını çok iyi biliyorlardı. Ve nefret ettikleri bu örgütün palazlanmasına dişlerini sıkarak göz yumuyorlardı. Bu yüzden 17-25 Aralık’ta ortaya dökülen kirli çarşaflar umurlarında bile olmadı. Çünkü üzerlerindeki son zincir de kırılmıştı, Fethullahçılar da sırtlarından atılınca artık onları bağlayacak hiçbir kuvvet kalmamıştı.

Cahil cesaretiyle giriştikleri bu hevesler umduklarını bulmalarına sebep oldu ama bulduklarını değerlendirecek ehliyetleri olmadığından kadük kaldılar. Dava dedikleri şey, çoktan sınanmış ve boşa düşmüş bir hareket olduğundan, avuçlarında devleti ellerinde tutmaya çalışmaktan başka bir şey kalmadı. Onu da ellerine yüzlerine bulaştırdılar. Çünkü bu işlerin akılla, fikirle yürütülmesini sağlayabilecek altyapıya sahip olan insanlar, ayak bağı olarak görüp üzerlerine basıp geçtikleri insanlardı. Temizlik sürecinde kimseyi unutmadılar. Devletin eski makbul elitleri, askerler, üniversite hocaları, solcular, Fethullahçılar derken, boşalan tüm kadrolara hücum etmeye başladılar tüm yetersizlikleriyle. Bakanlıklardan, üniversitede araştırma görevlisi kadrosuna, belediye memurluklarından, genel müdürlüklere kadar ulaşmış ancak iş bilmezlikleri ve açgözlülükleri yüzünden devleti yürütememişlerdi. Geçen haftaki yazımda da belirttiğim üzere:

“Saray, küstürdüğü tüm kalifiye insanlar ve organize suç örgütleriyle arasını bozduğunda, kendi insan kaynağıyla baş başa kaldı. Ancak devleti yönetecek kapasiteleri ve tecrübeleri olmadığından, o günden beri boşluğu bıyık teşkilatıyla doldurmaya çalışıyor. Onlarda da bugünü anlayacak insan kaynağı olmadığından, eski adamları bulundukları deliklerden çıkarıp, eski yöntemlerle işleri yürütmeye çalışıyorlar.

Bu ülkenin başına bela olmuş iki siyasi yapı, siyasal İslamcılar ve milliyetçiler bildikleri en eski yöntemlerle, eski lafızlarla ülkeyi yönetmeye çabalıyorlar. Biri elde ettiği gücü kaybetmeyi yediremeyerek, diğeri sindiremeyeceğini sandığı şeyleri sindirerek ayakta durmaya ve diğerini devirmeye çalışıyor. İkisi de bu ülkeyi yönetemez, çünkü bu devirde bir karşılıkları yok. Bu ülkenin bugünün aklına ve zekâsına ihtiyacı var.”

Büyük bir kavga dönüyor, sessiz ve derinden. Sizce AKP hilafet söylemleriyle sadece sekülerlerin mi gözünü korkutup sindirmeye çalışıyor? Her zaman olduğu gibi bir taşla iki kuş vurmaya çalışıyor, MHP’ye de yutamayacağı bir lokma sunmuş oluyor. Devlet Bahçeli “o lokmayı da yeriz” şeklinde karşılık verse de, Erdoğan’la hem ittifakı hem mücadelesi iki tarafı birden yıpratıyor. Bu iktidar mücadelesini ikisi de kazanamayacak diye düşünüyorum ve umuyorum. 

Her iki yapının da bu ülkeye yaşattığı yıkım ve tahribattan yaka silken seçmen için bugün CHP her zamankinden çok daha önemli. Attıkları her adım, sadece partilileri değil, hepimizi ilgilendiriyor. Bu yüzden parti babamızın malıymış gibi yanlış adımlarını eleştiriyor, doğru bir adım attıkları zaman da çocuğumuz bir şey başarmış gibi seviniyoruz. Bunca şeyi boşuna anlatmadım. 21 yıl öncesiyle bugün arasında bir bağ kurabilmek için anlattım. Şimdi gelelim başlıktaki sorunun bendeki cevabına.

Erdoğan İmamoğlu’nu yenebilir mi?

Erdoğan’ı yenecek figür olarak İmamoğlu’nun öne çıkması tesadüf değil. Tıpkı, Erdoğan’ın başkanlığa giden yolda karşılaştığı engelleri aşarken yarattığı hikâye gibi, bugünün yobaz hükümetine karşı İmamoğlu muhalif seçmenin hikâyesiyle paralel ilerleyen bir hikâye yazıyor. İslamcılardan ve milliyetçilerden yaka silken muhalif seçmen, İmamoğlu’nun mücadelesinde kendisini görüyor. Ona yapılan haksızlıklarda kendisine yapılan haksızlıkları görüyor ve onunla duygusal bir bağ kuruyor. O bileğinin hakkıyla mücadele ettikçe, her türlü engele rağmen başardıkça, muhalif seçmen de o kazanırsa eski günlerdeki gibi çalışır, kazanır, yine mutlu olabilirim diye umut ediyor. Erdoğan, tahtını elinden alacak olan kişiye hikâyesini kendi elleriyle hediye ediyor.

Ekrem İmamoğlu, Erdoğan’ın tek adam rolüyle savaştığı hikâyede onun rolünden ne kadar uzağa düşerse o derece başarılı olacak. İBB yönetiminde tercih ettiği nitelikli insanlarla yürüttüğü ekip çalışması, ettiği maddi ve manevi gücü halkla paylaşması, torpil ve kayırma yerine toplumun her kesiminden insanın belediyede çalışabiliyor olması, esasen o temel farkı yansıtıyor. Ancak söylem olarak Erdoğan’a benzediği anlarda, o ekip ruhunu yansıtan çalışmalardan elde edilen güven ve birleşen hikâye, yerini “İkinci tek adam mı olacak?” sorusuna bırakıyor.

Güçlü insanların güçlü iradeleri, haliyle doğal olarak güçlü egoları olur. O egoyu yenerek gücü elinde bulundurmaya devam etmek ise ancak bilgelikle mümkün. Ekrem İmamoğlu egosuna yenilmeden iradesini kullanmayı ne kadar iyi yönetecek göreceğiz. Egoyla zehirlenen kişisel iktidar yönetilebilir olmaktan çıkıyor ve kişisel iktidarın dengesi bozuldukça elde edilen yönetim iktidarı da kontrolden çıkıyor.

Ekrem İmamoğlu farklı disiplinlerden birçok danışmanla çalışıyor, adımlarını düşünerek atıyor. Bu yüzden hata yapması güç gibi. Erdoğan ise kontrolünü kaybedeli çok oldu. Şuan MHP’nin kıskacında nefes almaya çalışıyor. 21 yıllık iktidarında hırsının onu sürüklediği noktayı sadece fotoğraflarından bile gözlemleyebilirsiniz. Güçlü bir iradeyle başarılı olmak için değil, hırs yaptığı için İstanbul’u almak istiyor ve mertçe yürütülen bir mücadelede kazanması mümkün görünmüyor. Kampanyasını dayandırdığı her argüman, İstanbul’un mahvolmasına sebep olduğu eski kararları yüzünden kendisine yönelik suçlamalara dönüşüyor.

Erdoğan iyi bir siyasetçi değil, başarılı bir siyasetçi hiç değil. Başarılı bir siyasetçi olsa; AKP’nin kurulduğu dönemdeki farklı politik rolleri bir şemsiye altında yansıtmaya devam eder, kendisini İslamcıların partisi olmaya sıkıştırmazdı. Halkın duyduğu yakınlığı ekonomik faydası için sömürüp tüketmez, halkını da ihya ederek iktidarını sarsılmaz bir zemine oturtabilirdi. Avrupa ile ilişkilerinde Müslüman, modern dünya insanı rolüyle elde edebileceği potansiyel pozisyonları, bıçkın delikanlı pozlarıyla persona non grata’ya dönüştürerek mahvetmez, bugün her masada oturabilirdi. İslam dünyasında birleştirici bir müttefik olabilecekken, Müslüman Kardeşler batağına saplanıp, bir gün onunla, bir gün başkasıyla çekişip ilişkilerini mahvetmezdi. Ortadoğu ve Avrupa arasında köprü konumunda olup işbirlikleri yapabilecekken, dilenci konumuna düşmezdi.

Ekrem İmamoğlu belediye yönetiminde ve parti örgütlenmesinde tercih ettiği üzere ekip çalışmasına ve birlik ruhuna önem verdiği müddetçe, kendisini tek adam yalnızlığına mahkûm eden Erdoğan’ı yenmemesi için hiçbir sebep yok.

Çıktığı yolda onu zorlayacak tek bir şey var: O da kendi partisinde, içeriden bir gedik.

Her ne olursa olsun kazanmaya odaklanıp ilkesizce, ahlaksızca hareket eden iktidarın karşısında muhalefetin en büyük gücü ilkeli siyaset ve ahlaki üstünlük diye yazıyoruz. CHP’nin Hatay’da Lütfü Savaş ısrarı, tıpkı Erdoğan’ın yıllardır sürdürdüğü halka rağmen hareket etme üslubuna benzer tarzda. 2023 seçimlerine kadar birçok seçimde razı olmadığı tercihlere mecbur kalarak oy verdi muhalif seçmen. Ancak asla kaybetmemeliyiz denilen seçimi bile muhalif liderlerin seçmenin tüm uyarılarına rağmen verdikleri saçma kararlar yüzünden kaybedince, artık muhalefete eyvallahı kalmadı. Yapayalnız muhalif seçmen, kendi kaderiyle ve makus talihiyle baş başa olduğunu, hem saray hem güvendiği dağlar tarafından dışlandığını görüp kabuğuna çekildi. CHP yönetimindeki değişimin ardından “Bu sefer bir şeyler değişir mi?” heyecanı, Lütfü Savaş ve Tanju Özcan kararlarıyla, gelen tepkilere verilen eyvallahsız cevaplarla sönmeye yüz tuttu.

Seçmen saygı görmek istiyor. 21 yıldır hakarete uğrayan, gururuyla oynanan, verdiği oylara -yani namusuna- sahip çıkılmayan seçmenin en büyük muhalefet partisi tarafından da örselenince kırılan onurunu tamir etmeye vaktiniz yetmeyebilir. Öyle bir niyetin olmadığını görmekse, yepyeni siyasi hareketleri başlatabilir.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.