Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ruşen Çakır yorumladı: Bir “kült” olarak Fethullahçılık

Ruşen Çakır’ın “Yurtiçi ve özellikle yurtdışındaki Fethullahçılar’ın dikkatine…” yayınında kullandığı şu sözleriyle Fethulllahçılar’ın tepkilerini çekti: “Buradan bir ders çıkartın. Yok olmaya mahkumsunuz. Tekrar geri dönüp eskisi gibi olacağınızı düşünüyorsunuz, olmayacak. Darbe girişiminden sonra, Türkiye hiç iyi bir yere gitmedi. Bunun birinci derecede sorumlusu sizsiniz.

Ruşen Çakır yeni yayını “Bir ‘kült’ olarak Fethullahçılık”‘ta kendisine gelen eleştirileri, cevapları yorumluyor; örgütün yapısını ve Fethullahçılığın neden İslami bir cemaat olarak görülemeyeceğini anlatıyor.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler. Pazartesi günü bir yayın yaptım Fethullahçılıkla ilgili; “Yurt içinde ve özellikle yurt dışındaki Fethullahçıların dikkatine” diye. Ve orada, yapmış olduğumuz KHK’lılarla ilgili yayının ardından Türkiye’de yaşanan, binlerce kişinin yaşadığı KHK mağdûriyetleri üzerinden, bunun arkasında Fethullahçı yapının bir şekilde olduğunu, bu insanların Türkiye’de mağdur olduğunu; ama bu mağdûriyete esas yol açan kişilerin –tabiî ki devletin ayrı bir sorumluluğu var– büyük bir kısmının yurt dışında yaşadığını vs. anlattım ve artık bu yapının bir ömrünün kalmadığını söyledim. “Bırakın, salın insanları, kendi ayakları üzerinde dursunlar” diye bir çağrı yaptım ve hani “uyuyan devi uyandırdım” diyeceğim ama, ortada bir dev yok aslında.Bir zamanlar bir dev olan bir yapı vardı Türkiye’nin her yerine yayılmış, dünyaya yayılmış. Dünyada hâlâ var, ama Türkiye’de özellikle her yerde okullarıyla, işyerleriyle, medya imparatorluğuyla çok büyük bir devdi Fethullahçılık. Devletin içerisinde ordu, istihbârat, emniyet, adliye, diyânet, her yerde çok güçlü örgütlenmesi olan bir yapıydı ve şimdi o yapı, özellikle darbe girişiminin ardından eski ortakları Erdoğan tarafından ciddî bir şekilde tasfiye edildi.Tasfiyenin ötesinde, bu yapının inandırıcılığı kalmadı, meşrûiyeti kalmadı ve bu yapının aslında dînî birtakım şeylerle, özellikle Nurculuktan mülhem birtakım yaklaşımlarla, aslında devleti ele geçirmek –ne işlerine yarayacaksa– için yapılmış bir örgütlenme olduğu ortaya çıktı.Ve tabiî ki bu yayının ardından, o uyuyan dev ya da cüce, artık nasıl derseniz, oradan birtakım sesler sosyal medyadan, kimileri tanıdığım kimileri tanımadığım; kimileri adlarıyla kimileri isimsiz bir şekilde çok sayıda tepki geldi. Bu tepkilerin tabiî ki önemli bir kısmı akşam saatlerinde geldi. Çünkü, mâlûm, Amerika Birleşik Devletleri ile aramızda bayağı bir saat farkı var. Bizim gündüzümüz ya da ben o yayını yaptığımda onlar herhalde uyuyorlardı. Uyanıp görüp saldırıya geçmeleri akşam vakitlerini buldu tabiî. O da ilginç bir durum. Tabiî Türkiye’de var hâlâ bu yapıyla ilişkili kişiler. Cezâevlerinde varlar ama cezâevlerindekiler izleyemiyor tabiî. Ama yurt dışından –esas bunun kaymak tabakası yurt dışında çok tabiî– tepkiler geldi, hakaretler, küfürler, üstü kapalı tehditler vs.. Bu –nasıl diyeyim?– bâzılarına, daha böyle mâkul gibi görünenlere cevap vermeye çalıştım; ama büyük bir kısmını cevaplama ihtiyâcı duymadım. Yayın yapmayı da düşünmüyordum; tâ ki tanıdığım bir eski Fethullahçı’dan bir mesaj, daha doğrusu e-posta gelene kadar. Artık Fethullahçı olmayan bu kişi benim yaptığımın ne anlama geldiğini dışarıdan bakan birisi olarak anlatmış ve orada başlığa çıkarttığım “kült” kavramını kullanmış. Ben bunu değişik vesîlelerle Fethullahçılık hakkında yaptığım yayınlarda kullandım. Ben Fethullahçılığın artık İslâmî bir cemaat olarak değil de bir “kült” olarak görülmesi, İngilizler İngilizce’de bunu “cult” diye söylüyorlar, bâzıları “sect” de diyor; ama esas olarak “kült” diye kullanılıyor terminolojide, din sosyolojisi çalışmalarında; özellikle yeni dinsel hareketler için bunlar söyleniyor. Bâzıları bunların yepyeni yapılar, bâzıları da var olan dinlerin içerisinden türemiş yapılar olduğunu söylüyorlar; bunlar genellikle “sapkın” olarak tanımlanıyor; ama sapkın tanımı tabiî ki kişiye göre değişir. Sonuç olarak bunlar aslında geleneksel bildiğimiz dînî cemaatlerin dışında yapılar. İslâm dünyasında da bunun örnekleri var. Ama daha çok Hıristiyan dünyasında olduğunu biliyoruz. İslâm dünyasında, en azından Türkiye’de en çarpıcı örneği de bu.

Nasıl oluyor? Burada karizmatik bir lider oluyor. Karizmatik lidere çok büyük vasıflar atfediliyor, doğaüstü vasıflar atfediliyor. Kimi zaman Mehdîlik olabilir, başka şeyler olabilir. Onun etrafında böyle dar bir çevre var. Bu merkez komite gibi, politbüro da denebilir, eski Sovyetik sistemdeki gibi. Daha sonra, çok ciddî bir hiyerarşik bir yapılanma var ve buraya katılan insanların bir tür “saadet zinciri” gibi düşünebilirsiniz, yukarıya çıktığınız ölçüde birtakım şeylerden faydalanıyorsunuz. Bir kere, iktidârınız oluyor, birileri size bağlı oluyor. Mâlî durumunuz daha iyi oluyor. Aşağıya doğru inince insanların genellikle karşılık beklemeden buraya çalıştıklarını görüyoruz. Yani bu kişilerin üzerinden yükseliyor bu tür kült yapılanmaları. Fethullahçılıkta da böyle. Bu hareketi esas var eden insanların büyük bir kısmı Türkiye’de kaldı ve ya hapse girdiler ya işlerinden oldular ya yurt dışına kaçmaya çalıştılar, kaçtılar, kaçamayıp boğulanlar oldu vs. oldu; ama bu yapı varlığını sürdürüyor. O dediğim kişi bana şunu söylüyor, bakıyorum önümd: 2000, bilemedin 3000 kişilik bir yapının varlığının bu külte bağlı olduğunu söylüyor ve bu kişilerin bunu sürdürmek zorunda olduğunu söylüyor. Buradan çıkmanın birçok insan için zor olduğunu söylüyor, özellikle yurt dışına gidenler için. Yurt içinde kalanlar için de öyle. İki tâne şey gerekiyor. Birincisi; ayakları üzerinde durabilecek bir maddî altyapı gerekiyor tabiî ki. Yani iş güç sâhibi olmak, geçimini sağlamak. Genellikle bunlar evli insanlar, âile sâhipleri olduğu için âilelerini idâme ettirmesi, bir bu gerekiyor. Ama daha önemlisi, bir tür aydınlanma gerekiyor. Yani bu yaşadıkları işin, dînî hayâtın ötesinde bir tür beyin yıkama mekanizması içerisinden geçmiş olduklarını ve sonuçta Fethullah Gülen diye birisinin birtakım kişisel hesaplarına… Yani nasıl söyleyeyim? İslâmiyet’te, bir dine inanan herkeste, ama özellikle İslâmiyet söz konusu olduğunda bir müminin esas amacı bu dünyada öbür dünyaya hazırlanmaktır. Bir cennet için çalışır vs. ve hayır işleri yaparak Allah’a kendini kanıtlamasıdır. Burada işler büyük ölçüde öyleymiş gibi gözüküp, ama esas olarak kanıtlanması gereken yapı bu kültün temelindeki yapı oluyor ve burada çok daha sıkı bir şekilde denetleniyor.

Şimdi diyeceksiniz ki birçok tarîkat böyle.İnanın bu kadar sıkı, kontrollü, denetimli yapılar değil tarîkatların ezici bir çoğunluğu. Varsa da buna benzer yapılar, onlar da “kült” olarak tanımlanmayı hak ediyor demektir. Bu kadar her şeyin kontrol edildiği, insanların neyi okuyup neyi okumadığına, nasıl düşündüğüne, kiminle görüştüğüne kadar tâkip eden, izleyen, kendi insanına güvenmeyen, bunu da genellikle sızmalara karşı önlemler falan gibi şeylerle açıklamaya çalışan bir yapı söz konusu. Bu yapı bir de Fethullah Gülen’in ilk İzmir’de bu yapıyı inşâ ettiğinden beri söz konusu olan bir süreç. Bir İslâmî cemaatten ziyâde bir istihbârat örgütü örgütlüyormuş gibi çalışan bir yapı var. Ve sonuçta bu yapıda bir dev ortaya çıktı. Bu dev büyük ölçüde yara aldı, yıkılmadı tabiî, ayakta. Ve burada şimdi bu kişiler varlıklarını sürdürmek istiyorlar. Varlıklarını sürdürmek isterlerken de kendilerine düşman lâzım. Düşman belli tabiî ki: Erdoğan, Erdoğan yönetimi vs. — ki düne kadar en büyük dostlarıydı, birlikte hareket ediyorlardı. Şimdi o düşman oldu ve düşmanlarıyla berâber hareket eden, kendilerine FETÖ diyen, her şeyin altında onları arayan vs. insanlara ihtiyaçları var. Zâten bana gelen saldırıların bâzılarında bundan şikâyet ediyorlar. Yani birtakım isimler veriyorlar, şimdi isimlerini zikretmeyeyim, iktidâr yanlısı gazeteciler filan. Onları tercih ettiklerini söylüyorlar. Çünkü Erdoğan’a da mesâfeli olup Fethullahçılığı eleştirmek onların asla kabul edebileceği bir şey değil. Oyun orada bozuluyor. Esas oyun orada bozuluyor. Şimdi, hâlâ Fethullahçıların bâzı kendilerinden olmayan insanları kullandıklarını biliyoruz. Hâlâ kullanıyorlar maalesef. Kullanamadıkları insanları karşılarında görmek istiyorlar, ama karşılarında gördükleri insanları da tam anlamıyla böyle bir cephede görmekistiyorlar. Ortada durup da kendilerini eleştiren insanlara tahammülleri yok. Çünkü burada Fethullahçılığı iktidârın söylemiyle, iktidar yanlılarının söylemiyle, artık bıktıran, aynı şeyleri tekrarlayan şeylerle değil; daha yapısal bir şekilde eleştirmek söz konusu ve ben bunu yapmayaçalışıyorum. Başarabiliyor muyum bilmiyorum, ama görülen bu tepkilerden birazcık bir şeyler olduğu anlaşılıyor. Çünkü ortada biliyorum, bana yazan, ulaşan yurt dışında ve yurt içinde çok insan var. Başkalarına da ulaşıyorlardır. Bunlar îtirafçı değil. Şimdi, îtirafçılar başka bir kalem, benim hiç sevmediğim bir yapılanmadır. Hangi örgütten, şebekeden olursa olsun îtirafçılık bambaşka birşeydir. Bu söylediğim kişiler genellikle yaşayıp gördüklerinin bir muhâsebesini yapıp, ondan sonra bir kopuş yaşayan insanlar. Böyle insanlar çok var; yurt dışında da var yurt içinde de var. Hattâ bir ara seslerini çıkartmaya çalışanlar oldu yurt dışında. Çok başarılı olamadılar. Sonra kendileri iyice kabuklarına çekildiler, onu biliyorum. Yurt dışından cezâevi yatıp çıkmış olup da benimle görüşen eden insanlar var ve çok samîmî olarak kendilerini dile getiriyorlar. Ve orada yaşadıklarının nasıl bir şey olduğunu görüyorlar. Ve şuna da tanıklık ediyorlar; aslında birçok insan bu durumun farkında, sorguluyor; ama sorgulamasının devâmını getirebilmesi çok zor.Çünkü karşılarında acımasız bir devlet yapılanması var ve devletin tam anlamıyla –ne derler onlara?– taraflı, onlara tam anlamıyla angaje olmuş insanlar var. Diyelim ki sosyal bilimciler, esas gazeteciler, televizyon kanalları vs.. O onlara çekici gelmiyor, böyle şeyler çekici gelmiyor; çünkü öteki türlü geçmişlerini tam anlamıyla bir kenara atmaları gibi bir şey söz konusu. Ve benim bu söylediğim şeyler, benim gibi insanların, kaç kişiyiz bilmiyorum ama, benim gibi insanların çıkışları en çok işte bu Fethullahçı oligarşiyi diyelim ya da politbüroyu çok ciddî bir şekilde rahatsız ediyor. Çünkü bir yerlerinden bir şeyleri yakalıyoruz sanki. Yoksa bu kadar bağırmazlardı. Özellikle Türkiye’de gazetecilik yapıp sonra yurt dışına yerleşenlerin çok daha fazla sesçıkarttıklarını gördüm, bir iki istisnâ dışında. Bâzılarını şahsen tanıyorum, birlikte yayınlara çıkmışlığımız filan da var. Böyle çok iyi bilmelerine rağmen birtakım asılsız şeyler dile getiriyorlar; suçlamalar vs. dile getiriyorlar. Bir de çok klasik söyledikleri şu; benim yaptığım Levent Mazılıgüney yayını, KHK yayını –ki çok etkili oldu– ben hesapta o yayın yüzünden fırça yemişim ya da yiyebilirmişim, durumu kurtarmak için bunu yapmışım. O yayında da söyledim, sürekli söylüyorum; KHK mağdurlarına sâhip çıkmak ile Fethullahçılık denen bu kültle mücâdele etmek birbirinden ayrı şeyler. Sonuna kadar Fethullahçı da olabilir, başka şey de olabilir, PKK’lı da olabilir, cezâevinde olabilir, cezâevinin dışında olabilir; her türlü insanın hukuk çerçevesinde hakkını sonuna kadar savunmak gerekir, boynumuzun borcudur. Hele gazeteciyse kesinlikle böyledir. Ama Fethullahçılık gibi bir yapının, bu ülkeye bunca kötülük yapmış bir yapının, aslında söylediğinin İslâmî vs. şu bu değil, “hizmet” –hani kendilerine Hizmet Hareketi diyorlar– bir hizmet hareketi filan olmadığını, bambaşka bir yapılanma olduğunu, tamâmen, tepeden tırnağa siyâsî olduğunu ve dînî bir cemaatten ziyâde bir istihbârat örgütüne benzediğini söylemek ayrı şeyler. Yoksa hani KHK’lılara sâhip çıktım, ama işte bir de nalına mıhına vurayım filan gibi bir derdim hiçbir zaman olmadı. Onun da kanıtı başından beri bu konuyla ilgili yazıp çizdiklerimdir. Yani 90 yılında çıkan kitabımdaki Fethullahçılık bölümü, onun öncesinde Nokta dergisinde yaptığımız “Orduya Sızan Fethullahçılar” yayını vs. böyledir. Ben başından îtibâren İslâmcılık çalışan birisi olarak Fethullahçılığa hep mesâfeli baktım ve burada bambaşka… –tabiî diğerlerine sempatik baktığım anlamına gelmiyor–, ama bu yapı başından îtibâren çok soru işâretini berâberinde getiren bir yapıydı ve o soru işâretlerinin çoğunun haklı olduğu ortaya çıktı. 

Şimdi tekrar şunu söylüyorum: Buradan kendilerini kurtarmak isteyen, yurt içinde ya da yurt dışında çok insan var. Bu insanlar gerçekten isteseler de bunu yapmakta zorlanıyorlar. Çünkü karşılarında kendilerini kabul etmeye hazır bir toplum ve devlet görmüyorlar. Bunu aşması lâzım artık Türkiye’nin. Devlet bunu yapar mı? Yapsa iyi olur; ama benim esas muhâtabım devlet değil. Devletin benim lâfımı dinleyeceğini filan da sanmıyorum, çok da umûrumda değil. Ama toplumdaki insanların, beni dinleyenlerin, okuyanların en azından bu konuda, Fethullahçılığa şu ya da bu şekilde bulaşmış, ilgi göstermiş, destek olmuş insanlarla; darbe tezgâhlayan, şunu bunu yapan ve onların alınteriyle, onların çektiği çileler üzerinden yurt dışında kendilerine konforlu bir hayat kuran o oligarşik yapı arasında fark olduğunu görmeleridir. Herkesi aynı kefeye koymamalarıdır. Onun dışındaki yapı, hayatlarını Fethullahçılığa –nasıl söyleyeyim?– borçlu gören, yani ondan ibâret olan, oradan çıkarlarsa kendilerine herhangi bir gelecek görmeyen ve sonuna kadar bu yapının varlığı için devam eden insanlara diyecek bir şey yok. Ne halleri varsa görsünler. Zâten benim derdim onlar değil. Onlar zâten kendi yollarını çizmişler, Türkiye’ye ve kendi insanlarına kötülük yapmaya, onların bir şekilde İslâm adı altında, başka şeylerle kafalarını yıkamayı –beyin yıkama açıkçası– beyin yıkamayı sürdürmeye devam edeceklerini biliyorum. O çok umûrumda değil. Ama büyük bir çoğunluğun, binlerce kişinin, bu kişilerin kıta sahanlığına girmiş olan binlerce kişinin toplumsal anlamda dayanışmaya ihtiyâcı olduğunu düşünüyorum ve onlara yalnızlaşmalarından kurtulmaları ve Türkiye’nin, Türkiye toplumunun tekrar bu insanları bir şekilde kazanması, onların çocuklarını kazanması gerekiyor.Aksi takdirde onları yine bu kült yapısına, bu esrarengiz, gizli hesapları kitapları olan yapıya terk etmiş durumda oluruz. Bunun bir toplumsal sorumluluk olduğu bilincindeyim, öyle düşünüyorum. Ve bu konuda dün de Fethullahçıların en güçlü olduğu zamanda da kendilerinden korkmadım, şimdi de korkmuyorum. Yarın, öbür gün pekâlâ onlar bugün kavga ettikleriyle anlaşıp tekrar gelebilirler. Yani çok sanmıyorum; ama böyle bir ihtimal milyonda bir de olsa olabilir. Aynı şekilde devam ederiz. Bu olay Fethullahçıların güçsüz olmasıyla ilgili bir olay değil. Güçlü olduğu zaman da onlara karşı çıkmak gerekiyordu — ki ben elimden geldiğince bunu yaptım, başkaları da yaptı. Meselâ ilk aklıma gelen Ahmet Şık’tır. Ahmet de başından îtibâren bu konuda tavır aldı; ama Ahmet aynı şekilde yine 15 Temmuz sonrası bu olaydan mağdur olan KHK’lılar başta olmak üzere birçok insanın hakkını hukukunu da savunabilmiş birisidir, gördüğü onca kötülüğe rağmen.Solculuk böyle bir şey. Fethullahçılar bâzı solcuları işlerine geldiğinde kullanmayı biliyorlar; ama solculuğun bu temel değerlerinden tabiî ki hep uzak duruyorlar. Solculuk böyle bir şeydir. Onlara birazcık solculuktan ilham almalarını öneriyorum — ki bunun nâfile bir şey olduğunu da biliyorum. 

Evet, bitirmeden desteklerinizi ricâ ediyoruz Medyascope olarak. YouTube üzerinden ya da Patreon’dan bize destek olun lütfen. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.