Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ruşen Çakır yorumladı: Uğur Mumcu ve Gaffar Okkan suikastlarına bugünden bakınca neler görüyoruz?

Türkiye basın tarihinde büyük iz bırakan gazeteci Uğur Mumcu’nun öldürülmesinin üzerinden 31 yıl geçti. 24 Ocak 1993’te arabasına yerleştirilen bombayla evinin önünde öldürüldü. Uğur Mumcu suikastı aradan geçen 31 yılda aydınlatılamadı.

Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan‘ın 24 Ocak 2001’de 5 polis memuru ile Hizbullah tarafından öldürüldü. Gaffar Okkan davasında cinayetten yargılanan Ali Bilmez, HÜDA PAR’ın 31 Mart 2024 Yerel Seçimleri’nde Diyarbakır Bismil başkan adayı oldu.

Ruşen Çakır Türkiye’nin yakın tarihini etkileyen iki suikastın günümüze yansımalarını değerlendirdi, bu cinayetlerin hâlâ aydınlatılmadığını vurguladı.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler. Bugün 24 Ocak ve 24 Ocak Türkiye târihinde kara bir gün olarak kayda geçti. İki önemli siyâsî cinâyete, sûikaste tanık olduk. Birisi 1993’te Uğur Mumcu’nun Ankara’da evinin önünde bombalı bir saldırıyla katledilmesi; diğeri de yine 24 Ocak 2001’de Diyarbakır Emniyet Müdürü Ali Gaffar Okkan’ın ve yanındaki 5 polisin yolda Hizbullahçılar tarafından katledilmesi. İki büyük olay yaşandı, ikisi de birbirinden farklı gibi gözüküyor; çünkü biri gazeteci, aslen hukukçu olan bir gazeteci ve Türkiye’nin en önde gelen gazetecilerinden biri. Kişisel görüşüme göre Türkiye’nin en önemli gazetecisi, en iyi gazetecisi Uğur Mumcu. Benim hayatta tanıdığım ya da bildiğim, benim dönemimin tartışmasız en iyi gazetecisi bence. Birçok siyâsî konuda farklı düşündüğümüz olmuştur. Kısa bir tanışıklığımız da var. Her zaman için çok takdir ettiğim, araştırmacı gazetecilik denince akla gelen, aynı zamanda siyâsî bir duruşu olan bir isim. Çok zorluklar yaşamış bir isim ve zâten katledildi, sûikaste kurban gitti. Öldürüldüğü sırada 51 yaşındaydı. 51 yaş çok erken bir yaş… ve ona rağmen, şimdi bu yayına hazırlanırken fark ettim, sanki Uğur Mumcu çok daha geç bir yaşta hayâtını kaybetmiş gibi düşünüyordum. Zîrâ o kadar çok kitabı var, o kadar çok eseri var, gazetecilik târihine geçen o kadar çok işi var ki; yani bütün bunları o kısa ömre sığdırmış olması ayrıca takdir gerektiren bir husus. Birçok kitabı var. Ben en ön sıraya Rabıta’yı koyarım. Tabiî hepsinin ayrı bir yeri var. Özellikle Ağca üzerine, silâh kaçakçılığı üzerine; ama benim de ilgi alanım olduğu için Rabıta üzerine yaptığı, Almanya’daki, Avrupa’daki Türk-İslâmcı örgütlerin varlığını araştırırken nasıl Türkiye’deki ve Avrupa’daki Diyânet görevlilerinin Suudî Arabistan tarafından, Rabıta örgütü tarafından finanse edildiğini ortaya çıkarmıştı. Başlı başına bir başyapıttır. Onu özellikle vurgulamak isterim.

Uğur Mumcu laik kimliğiyle, laikliğin savunucusu olarak bilinen bir isimdi. Ama İslâmcıların özel olarak çok tepkisini çeken bir isim olduğunu hatırlamıyorum. Herhalde en sevdikleri gazeteciler arasında yer almıyordu, ama en çok onun ürküttüğü kesimler tabiî ki karanlık işleri olan yapılardı. Daha olay ilk patladığı sırada ben ABD’deydim. O târihte şimdiki gibi sosyal medya falan yoktu; ama bir şekilde hızlıca olaydan haberdar olmuştum ve şok olmuştum. Ve Türkiye’de ilk tepkiler, bu olay laiklik üzerinden yapıldığı için, Uğur Mumcu’nun cenâzesinde “Türkiye laik kalacak!” sloganı atıldı en çok. Ve nitekim yapılan operasyon sonrasında da –yıllar sonra diyelim– birtakım İran’la bağlantılı, İran’daki Kudüs Savaşçıları ya da Kudüs Ordusu olarak bilinen yapıyla alâkalı bâzı Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları tutuklandı. Bâzıları da hâlen kayıp. Bir İran parmağı olduğu biliniyor, hep söyleniyor ama, “İran Uğur Mumcu’dan ne ister ki?” sorusu da hâlâ ortada duruyor ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu olayı, aydınlatamadı değil, aydınlatmadı. Bunu da bir yere yazalım.

İkinci olayda, Gaffar Okkan olayında da ilginç bir şekilde karşımıza İran çıkıyor. Neden İran çıkıyor? Gaffar Okkan o dönemde bölgede Hizbullah’a yönelik operasyonlarıyla bilinen birisi; hattâ kendisi, İstanbul’daki operasyonun, yani Hüseyin Velioğlu’nun öldürülmesinin arkasındaki gerçek ismin kendisi olduğunu söylerdi. İstanbul’da, Beykoz’da yakalanmasının Diyarbakır’daki operasyonlar sâyesinde olduğunu bir şekilde îmâ ederdi. Kendisiyle öldürülmesinden kısa bir süre önce Diyarbakır’da, makamında tanışmıştım. Bayağı uzun bir sohbetimiz oldu. O târihte Hizbullah üzerine bir dosya hazırlıyorduk, daha sonra kitap hâline de geldi. O dosyayı Hüseyin Velioğlu’nun öldürülmesinin yıldönümü nedeniyle yapacaktım. Zâten Hüseyin Velioğlu’nun, Hizbullah’ın efsânevî lideri Velioğlu’nun öldürülmesinin yıldönümünden birkaç gün sonra, yine 24 Ocak günü Diyarbakır’da Hizbullah tarafından 5 polis memuru ile birlikte katledildi. 16 farklı silâhtan ateşlenmiş 468 boş kalaşnikof kovanı bulunuyor. Ve Gaffar Okkan’ın başından ve vücudundan 17 mermi çekirdeği çıkarılıyor. Nasıl bir kin ve nefretse… Hizbullah’a bu konuda daha sonra operasyonlar yapıldı. Kimileri tutuklandı, kimileri kaçtı, kimileri polisle çatışmada öldü vs., ama hep birileri bu olayı bir şekilde derin birtakım yapılara atfetmek istediler. İşin içerisine Türkiye’de “derin devlet” denince ilk akla gelen JİTEM bir şekilde karıştırıldı ve Hizbullah yapmış olsa bile bunun bir derin devlet ayağı olduğu iddia edildi. Bu olaydaki İran ayağı nedir diye sorulacak olursa; Hizbullah’ın kendisidir. Hizbullah zâten, adından da görüldüğü gibi, Lübnan Hizbullah’ı gibi, Türkiye’de İran Devrimi’nin ardından İran esinli ve İran bağlantılı bir örgütlenme olarak doğdu. Hizbullah yöneticilerinin İran’da çok ciddî eğitim gördükleri saptandı. Zâten birtakım îtirafçılar da söyledi ve olayın bir şekilde, doğrudan olmasa bile dolaylı olarak bir İran bağlantısı olduğunu da görüyoruz. Böyle ilginç bir şekilde Uğur Mumcu ve Gaffar Okkan sûikastlerini bir şekilde birleştiren bir unsur oluyor. İşin acayip tarafı, buna tevâfuk mu denir? Denk gelme; tam 24 Ocak’ta, bugün de İran Cumhurbaşkanı Reisî Türkiye’de. Uzun zamandır bekleniyordu, ertelendi vs. ve tam da bugüne denk geldi. Bugün biz iki önemli sûikasti anarken ve bir şekilde de İran aklımıza gelmişken, İran Cumhurbaşkanı’nın da bugün Türkiye’de olduğunu gördük.

Peki bu olaylardan bugüne ne kaldı? Aslında çok da fazla bir şey kalmadı. İki olay da tam olarak aydınlanmadı. Gaffar Okkan konusu kısmen, Uğur Mumcu olayı çok az… Birileri tutuklandı vs.. Ama niye yaptılar? Neden yaptılar? Türkiye’deki ilişkileri neydi? Bunların üzerine gidilmedi. O meşhur, “Bir tuğla çekersek bütün duvar yıkılır” sözünü unutmamak lâzım. O tuğla çekilirse, bu olayın üzerine gidilirse Türkiye’de gizlenmek istenen birçok şeyin ortaya çıkacağı biliniyordu. Bu Uğur Mumcu olayında çok daha güçlü; Gaffar Okkan olayında da bayağı güçlü bir argüman. Yani bu olayların ikisi de tam olarak göründükleri gibi değiller. Göründüklerinde de doğruluk payı var, ama arkasında çok şey var. Fakat Türkiye’de gerek yargı gerek devletin ilgili kurumları; ama esas olarak devletin kendisi bu iki olayı da belli bir yerde sınırlamakla yetindiler ve baktığımız zaman, aradan geçen süre içerisinde –ilki 1993, diğeri 2001– Türkiye çok değişti ve Türkiye değişirken de meselâ Uğur Mumcu’nun beklediği, umduğu bir Türkiye olmaktan iyice çıktı. “Türkiye laiktir laik kalacak” sloganı artık bugün acayip bir şekilde duruyor. Arada sırada bu sloganı söylemeye çalışanlar var, ama Türkiye’nin laiklik konusunda yaşadıkları ortada, onu özellikle vurgulamak lâzım. Uğur Mumcu’nun mücâdele ettiği birtakım derin, yasadışı yapılar, özellikle mafya, mafya konusu ve mafyanın devlet içerisindeki ilişkileri konusunda Türkiye son yıllarda herhalde bir zirvede.

En son Ali Yerlikaya’nın İçişleri Bakanı olmasıyla birlikte üst üste operasyonlar falan var; ama Türkiye sanki bir mafya cenneti gibi. Dünyanın dört bir tarafından mafyacıların yaşamak için tercih ettiği bir ülke olduğunu görüyoruz. Birbirlerini vuruyorlar, birtakım mafya çatışmaları oluyor. Bakıyoruz gazetelere yansıyanlara; bunların büyük bir kısmı Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı değil, bâzıları bir şekilde vatandaşlığı yeni almış kişiler çıkıyor. Ve işin en acısı Türkiye’de bu konuda güçlü bir medyayı hayâta geçirebilmek çok mümkün değil. Bu konuların peşine düşen bâzı gazeteci arkadaşlarımıza da her seferinde çok büyük sorunlar çıkartılıyor. Onların dile getirdiği iddialardan ziyâde kendileri sorgulanıyor, yargılanıyor. Böyle acı bir durumdayız. Eskiden de bu kolay değildi muhakkak; ama Uğur Mumcu’nun yaptıkları tek başına bayağı bir şeyi ortaya koyabiliyordu. O anlamda biz gazeteciler için daha rahat bir durum vardı. Bugün için böyle bir durum yok ve Türkiye’de yeni bir Uğur Mumcu çıkabilmesinin, her şey bir yana teknik olarak imkânı yok. Onu özellikle vurgulamak lâzım. 

Gaffar Okkan meselesine gelince… Hadi Uğur Mumcu sivil birisiydi, o dönemdeki devletin yöneticilerinin de çok hazzetmediği birisiydi diyelim. Çünkü onlarla meselesi vardı, onları eleştiriyordu vs.. Gaffar Okkan, Türkiye’nin önde gelen illerinden birinde ve özellikle Kürt sorunu söz konusu olduğu zaman en önemli ilinde, çok popüler bir emniyet müdürüydü. Sürekli ondan bahsediliyordu, o da bunlardan hoşlanıyordu aslında. Gidip onu gördüğümde, bu konuları da kendisiyle konuşmuştuk. Bir karizması vardı ve İstanbul’a gelmek istiyordu anlaşıldığı kadarıyla. Önünün daha açık olduğunu düşünüyordu. Öldürüldüğü, katledildiği zaman 49 yaşında. Yani o kariyer, oradaki tempoyla gidecek olsa herhalde çok önemli yerlere gelebilecek, belki de siyâsete girebilecek bir isimdi. Ve o târihe kadar devletin Hizbullah’la çok da fazla olmayan mücâdelesini çok esaslı bir şekilde yürüten birisiydi. Bana yaptıklarını anlattığında şöyle bir şeyi çok iyi hatırlıyorum: Artık Hizbullah’ın belinin büyük ölçüde kırıldığını ve hepsinin ensesinde olduklarını söylemişti. Ama maalesef bu konuşmadan kısa bir süre sonra, herhalde ensesinde olduğunu söylediği kişilerin de dâhil olduğu bir grup tarafından katledildi. Ve şimdi baktığımız zaman, devlet Hizbullah defterini kapatmış durumda. Hizbullah’ın tutuklu sanıklarının neredeyse hepsi değişik zamanlarda çıktılar. Özellikle Beykoz’daki evde, Hüseyin Velioğlu’nun yanında yakalanan Edip Gümüş tahliye oldu ve Edip Gümüş, Hüseyin Velioğlu’nun ardından Hizbullah’ın lideri oldu cezâevinden çıktıktan sonra, bu îlân edildi ve Türkiye’yi de terk etti. Nerede olduğu hâlâ bilinmiyor. Başkaları da çıktı ve daha önemlisi, Hizbullah geleneğin içerisinden doğmuş olan HÜDA PAR bugün devletle iktidar paylaşıyor. O kadar açık bir durumla karşı karşıyayız. Cumhur İttifâkı’nın önemli bir parçası oldu HÜDA PAR. Birkaç kere Külliye’de Cumhurbaşkanı tarafından kabul edildi, geçen seneki seçimdeki faaliyetlere katıldı, mitinglere katıldı vs.. En son İstanbul’da yapılan Filistin Mitingi’ne de katıldılar Erdoğan’la birlikte ve sonuçta devlet tarafından akredite edildi HÜDA PAR. Sonunda ne oldu? Gaffar Okkan’ın kanı yerde kaldı mı kalmadı mı? Süleyman Soylu HÜDA PAR’ın Cumhur İttifâkı’na katılmasını –şimdi tam cümlesi önümde yok ama– devletin stratejik aklının bir sonucu olduğunu söylemişti. Evet, kritik bir karar var. Bugün saat 14.00’de yaptığımız yayında, AKP 101 kitabını yazan Bahadır Türk çok önemli bir şey söylüyor kitabında. Diyor ki: “Bundan 10 yıl önce olsaydı, HÜDA PAR’ın varlığından bile AKP rahatsız olurdu, ama şimdi bunu kabullenebiliyor ve kendi yanına alabiliyor”. İzzettin Yıldırım’ın cenâzesini hatırlıyorum, İstanbul, Eyüp’te. Hizbullah’ın kaçırdığı, sonra o evde ölü bulunan, Hizbullah’ın öldürdüğü sonuçta büyük bir Nurcu, İslâmcı bir Kürt liderdi o da. Farklı bir grubun başındaydı; Hizbullah gibi şiddete meyleden bir grubun değil. Onun cenâzesinde karşılaştığım, sonradan birçoğu AKP içerisinde önemli yerde olan birçok kişi çok acayip bir şekilde Hizbullah’tan tabiî ki çok büyük bir rahatsızlık duyuyorlardı ve nefret ediyorlardı. O târihte yapılan yayınları hatırlayın: AKP çizgisindeki ya da daha sonra çıkan domuz bağları vs. döneminde Hizbullah’tan “Hizbüşşeytan” olarak bahsedildi. Ama şimdi bütün bunlar unutuldu. Sonuçta aslında Gaffar Okkan unutuldu. Anmalar yapılıyor, ama bunları daha çok âilesi ve yakınları yapıyor. Sonuçta o defteri bir şekilde devlet çok erken bir şekilde kapattı.

Uğur Mumcu’nun defterini zâten devlet çoktan kapatmıştı; ama sivil toplum, onu sevenler, gazeteciler, gazetecilik örgütleri Uğur Mumcu’yu bir şekilde hep hatırlatmaya çalışıyorlar. En önemlisi, âilesi uzun bir süredir bir vakıf üzerinden gerçekten Uğur Mumcu’nun adını yaşatıyorlar. Burada kendilerini tekrar tebrik etmek istiyorum ve sizleri de mümkünse onlara yardımcı olmaya dâvet etmek istiyorum. Orada özellikle genç gazeteci adaylarına yönelik çok ciddî faaliyetler yapılıyor yıllardır ve Uğur Mumcu’nun adı bir şekilde yaşatılıyor. Bâzı yerlerde caddelere adı verildi meselâ. Gaffar Okkan’ın adının da verildiğini biliyoruz. Ama Gaffar Okkan’a esas olarak devletin sâhip çıkması bekleniyor; çünkü sivil anlamda belli bir kesime hitap eden birisi değildi, bir emniyet müdürüydü. Ama devlet onu artık iyice boşladı diyelim. Çok büyük bir haksızlık ve vefâsızlık olduğunu söyleyelim. Ama Uğur Mumcu’yu bir şekilde sevenleri, kitaplarını okuyanlar –kitapları hâlâ okunuyor– onun bir şekilde adını yaşatmaya çalışıyorlar. Böyle acı bir gün 24 Ocak.

Kapatırken bir başka önemli isim –ama tabiî bu bir sûikast değil–, İsmail Cem de 24 Ocak’ta hayâtını kaybetti. İsmail Cem Yeni Türkiye Partisi’ni kurduğunda ben de orada kısa süreli de olsa siyâset yapmaya çalıştım — bereket kısa sürdü. Tanışmıştık, ama yıllardır bildiğim ve takdir ettiğim birisiydi. Kitaplarını okumuştum. Onun yönettiği TRT ile büyümüştük. İsmail Cem çok farklı birisiydi, çok kibar birisiydi. Türkiye’ye biraz fazla birisiydi. Onu da bir 24 Ocak’ta, 2007 yılında kaybettik. Onu da saygıyla analım.

Bitirirken Medyascope’a desteklerinizi sürdürmenizi, eğer destek vermiyorsanız Patreon’dan, Youtube’un “katıl” butonundan destek vermenizi ricâ ediyorum. Söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.