Ruşen Çakır yorumladı: Kübra’dan Diyarbakırlı Ramazan Hoca’ya

Afşin Kum’un aynı adlı kitabından uyarlanan Netflix’te yayınlanan “Kübra” dizisinde, Çağatay Ulusoy’un canlandırdığı Gökhan karakteri, telefonuna Tanrı’dan geldiğine inandığı bir mesaj alır ve kendisini seçilmiş kişi olarak düşünmeye başlar.

Sosyal medyada “Diyarbakırlı Ramazan hoca” olarak tanınan Ramazan Pişkin, İstanbul-Fatih’te kendisine ait çay ocağında bıçaklanarak öldürüldü. Ramazan Pişkin’in cenazesinin defnedildiği gün (1 Şubat) İstanbul-Beyoğlu’nda gözaltına alındı. Ramazan Pişkin, 2015 yılından itibaren Diyarbakır Ulu Cami avlusunda yaptığı konuşmalarla tanınıyordu. Sosyal medya platformlarındaki videolarıyla ünlü olan Pişkin, TikTok‘tan yayınladığı videoda tarikatlara ilişkin yaptığı yorumlar nedeniyle işyerine giden bazı kişilerin kendisini rahatsız ettiğini söylemişti.

Ruşen Çakır, Kübra dizisine de değinerek, tarikatlara ilişkin yaptığı yorumlar nedeniyle bazı kesimler tarafından rahatsız edilen Ramazan Pişkin’in öldürülmesini değerlendirdi.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler. Netflix’te bir dizi izledim –izleyenler, izlemeyi düşünenler vardır– “Kübra” adında. İlk izlemeye başladığım andan îtibâren bayağı bir şaşırdım; çünkü dizinin ana teması bir kahraman, Gökhan adında –sonra Semavi diye bir ismi tercih ediyor– bir genç. Gecekondu mahallesi gibi bir mahallede yaşayan, atölyede çalışan bir genç. Kendi hâlindeki bu gencin cep telefonu üzerinden gelen mesajlarla Tanrı’yla konuştuğu iddiasıyla başlıyor ve gidiyor. Çok fazla spoiler denen şeyle bilgi vermek istemiyorum. Bu aslında Afşin Kum’un kitabından hareketle yapılmış. Kitap bugün elime geçti. Diziyi bitirdiken sonra kitabı da okuyacağım. Kimileri kitap daha iyi diyorlar. Genellikle okuduğunuz kitapların filmini, dizisini izlersiniz, bende biraz tersi olacak. Büyük bir merakla herhalde bu hafta sonu kitabı da bitiririm. 

Bu diziyle ilgili bir şeyler söylemeyi, belki yazmayı düşünüyordum; ama neyi nasıl yapacağımı açıkçası bilmiyordum. Burada tabiî ki bir başka mesele, İhsan Eliaçık’la da konuştuk, başkaları da yaptı; “Kızıl Goncalar” dizisinin yarattığı bir tartışma oldu biliyorsunuz. RTÜK devreye girdi ve yasak getirdi, cezâlandırdı. Sonra yine kaldığı yerden devam ediyor. Orada da yine mesele din meselesiydi ve daha çok cemaatler meselesiydi. Belli ki orada tarîkatların tasvirinden rahatsız olan birileri şikâyet etmişler ve RTÜK de hemen durumdan vazife çıkarmıştı. Halbuki diziyi izlediğiniz zaman –ki Mustafa Öztürk bunu çok net bir şekilde vurguladı– tarîkatların aleyhine olmaktan çok, lehine bir pozisyon aldığını söylemek mümkün. Ama o olay da bize gösterdi ki din meselesi gerçekten hâlâ Türkiye’nin en hassas meselelerinden biri. Bunu şundan söylüyorum: 1985’te Nokta dergisinde gazeteciliğe başladığımda, Nokta dergisi –o târihleri yaşayanlar bilir– daha çok kapaklarıyla öne çıkardı. Kapaklarında kimi zaman cinsellik vardı –meselâ bekâret tartışması filan gibi şeyler– kimi zaman da dinsellik vardı. Her birisi ayrı ayrı çok büyük ilgi görürdü. Bu o günden bu güne çok da değişmemiş. AKP iktidârında belki tepkilerin, reaksiyonların kimler tarafından neden gösterildiği değişmiş olabilir; ama hâlâ din meselesi, özellikle popüler kültürde çok önemli bir yer tutuyor. 

“Kübra”yı izlemeye başladığım zaman açıkçası dedim ki: “Kızıl Goncalar’a bu kadar tepki gelmiş olmasına rağmen bu diziye neden çok fazla bir şey yapılmadı?” Bunun tabiî ki bir nedeni Netflix’in abone sistemiyle çalışan bir yer olması olabilir. Ötekisi, açık bir kanaldan, FOX TV’den yayınlanıyor. En önemli fark bu olabilir. Ama yine de şaşırmadım değil. Sonra dizi nasıl gelişti, nasıl bitti bunları aktarmak istemiyorum; izlemek istiyorsanız diye. Bence izlemediyseniz izleyin. Zâten sosyal medyada da diziyi daha bitirmeden demiştim ki: “Ya, ben bunu izliyorum, ama çok fazla bir tartışma görmedim” diye X’te bir şey paylaştım. Ona çok sayıda tepki geldi ve o tepkilerin neredeyse yarısı çok beğenmiş, yarısı da hiç beğenmemiş. Böyle ilginç bir dizi olduğu kesin. Taylan Kardeşler yapmış, iyi oyunculuklar var. Özellikle Ahmet Mümtaz Taylan’ı söylemek isterim. Gerçekten çok çarpıcı. Gençleri ben pek tanımıyorum. Bu sâyede Çağatay Ulusoy ve diğerlerini gördüm, ama Ahmet Mümtaz’ı yıllardan beri bilirim. 

Şimdi, “Yapayım, yapmayayım, ne diyeyim, spoiler vermeden ne konuşayım?” falan derken, birden maalesef kötü bir haber geldi. Diyarbakırlı Ramazan Hoca diye bilinen Ramazan Pişkin İstanbul’da kendi işlettiği çay ocağında öğle namazını kılarken öldürüldü, katledildi. Ve Ramazan Hoca, biliyoruz Diyarbakır’dayken sokak röportajlarına filan da çok konu olmuştu. Kendince birtakım İslâm yorumları olan, daha böyle –biz zamânında “radikal” derdik, şimdi daha çok “Selefî” deniyor– Selefî yorumlara yakın, ama en önemlisi de cemaatleri, tarîkatları eleştiren bir halk bilgesi gibi kendini gösterdi. Siyâsî konularda da konuşan birisiydi. Özellikle Atatürk hakkında söylediği sert sözler nedeniyle Atatürkçülerin hoşlanmadığı birisiydi. Ama belli bir popülaritesi olan birisiydi ve ilginç birisiydi. Sosyal medyada her geçen gün yaygınlaşıyordu. Ama sonra Diyarbakır’dan İstanbul’a gelmek zorunda kaldı. Kendisi de bunu aldığı tehditlerle bir şekilde ilişkilendirdi. Ve nitekim sosyal medyada yine İsmailağa Cemaati’nden birisi –adı Hüseyin Çevik– çıkıp açık açık, “Sahtekârdır, bid’atçıdır, Vehhabîdir, bozuk adamdır” filan diyerek onu hedef gösterdi, bunu da biliyoruz. Ve sonunda katledildi. 

Şimdi burada gerçek bir olay var. İsmail Saymaz Sözcü’de çok da kapsamlı yazmış bunu. Çay ocağına da gitmiş. Orada gördüğüm bir cümle kafamdaki bu yayını doğurdu. Diyor ki: “Pişkin, bir sohbetinde 30 yıl önce rüyâda Hz. Muhammed’i gördüğünü ve Mehdî’nin geleceğinin müjdelendiğini ileri sürüyor. Ama ‘Ben Mehdî değilim’ diyor. Yalnızca müjdeci olduğunu kaydediyor”. Şimdi, “Mehdî değilim, Peygamber değilim; ama sâdece müjdeciyim.” İşte bu “Kübra”nın da temel önermelerinden birisi. Orada “Semavi” adını kullanan Gökhan da aynı şekilde kendisini müjdeci olarak târif ediyor ve dizinin birkaç yerinde –ki spoiler’a tam girmez, onun için söyleyeyim– cübbeli, şalvarlı, sarıklı birtakım tarîkatçılar tarafından –ki İsmailağacılara çok benziyor– sokakta çevrilip tehdit ediliyor vs. onu da orada görmüştük. Oradaki mesele aynı şekilde kendini “müjdeci” olarak tanımlaması nedeniyle mâruz kaldığı tehditler. Burası da işte bir yerde, nasıl söyleyelim, sanal âlem ya da popüler kültür alanı; kitap yazıyorsunuz, dizi çekiyorsunuz ve bunlar belli bir ilgi görüyor, görmüyor, tepki topluyor, toplamıyor vs. ama bir diğer yerde, gerçek hayatta gerçekten bunun faturası olabiliyor. Şimdi bir kişiyi gözaltına aldılar. O da Diyarbakırlı bir inşaat işçisiymiş. Beyoğlu’nda yakalandı. Henüz neden öldürdüğü konusunda bir bilgi yok. Kalkıp Cerrahpaşa’daki çay ocağına gidip öldürüyor olmasında çok kişisel birtakım nedenler var mıdır bilemiyorum; ama insanın aklına ilk olarak tabiî ki onun belli kesimleri, özellikle de o büyük yapıları rahatsız eden sözlerini getiriyor. Onun ne olacağını göreceğiz. Ama hiç şaşırmayacağız herhalde — eğer Ramazan Pişkin bu söyledikleri nedeniyle katledilmişse. 

Şimdi burada dönüp dolaşıp aynı şeye geliyoruz; din meselesi, dini nasıl ele almak, dini nasıl yorumlamak gerekir, bunun sınırları var mıdır yok mudur? Zamânında Selman Rüşdi Şeytan Âyetleri’ni yazdığında tüm dünya bunu konuştu. Türkiye de bunu konuştu. Hattâ Sivas katliamında Aziz Nesin ve diğerlerinin bulunduğu otelin ateşe verilmesinde de temel iddialardan birisi, işte Selman Rüşdi’nin bu kitabının Türkçesinin Türkiye’de Aziz Nesin’in de başını çektiği bir kesim tarafından yayımlanmak istenmesi vs. olarak gösterilmişti. Dünya çapında hâlâ bu tür şeyler, dine küfrettiği, dinden çıktığı vs. gibi gerekçelerle, bahânelerle yapılanlar, yapılmak istenenler var. Ama bir diğer yandan da din, insanların üzerinde en çok düşündüğü, en çok merak ettiği ve aslında farklı görüşleri ve gelişmeleri de ilgiyle tâkip ettiği bir alan. Bir edebiyatçının, bir yazarın –Afşin Kum örneğinde– ya da bir sinemacının ya da bir dizi hazırlayan kişilerin bu konuda konuşması, bu konuda birtakım farklı, belki de çok rahatsız edici birtakım şeyleri dile getirmesi kadar doğal bir şey olmaması lâzım. Ama Türkiye böyle bir ülke değil. Türkiye’de artık kimi zaman RTÜK gibi bir yapı, kendine durumdan vazîfe çıkararak, hesapta dini korumak adına saçma sapan bir karar alıyor. Çünkü gerçekten “Kızıl Goncalar”ın o zamâna kadarki bölümlerini izleyen birisinin, o dizinin tarîkatları kötülediğini, hele İslâmiyet’i, dini kötülediğini söyleyebilmesi gerçekten akıl dışı bir şey. Yani RTÜK Başkanı o kadar konuştu etti; acaba kendisi izledi mi? İzleyip de bu kanıya vardıysa o ayrı bir sorun zâten. Yani şöyle bir şey var: Tarîkatçı birisi yanlış bir şey yapıyor, tarîkatın içinde başka birisi ona yanlış yaptığını söylüyor, söyleyebiliyor. Yapan erkek, îtiraz eden kadın. Ve tarîkatın şeyhi de kadından yana tavır alıyor. Artık burada tarîkatın aleyhine ne var meselâ “Kızıl Goncalar”da?

Buradaki meselede de, aynı şekilde Diyarbakır’da bir vatandaş kendince İslâm’ı yorumluyor. İlginç şeyler söylüyor. Çok sayıda onu dinleyen eden, sırf onun sohbetini dinlemek için çay ocağına gidenler varmış, İsmail öyle yazıyor. Kendi çapında bir şey yapıyor. Şimdi bundan niye rahatsız olursunuz, bunun ne zarârı var? Diyelim ki tamâmen yanlış şeyler söylüyor vs. –ki yanlışın ne olduğunu söylemenin bir otoritesi yok– ve görüyoruz ki –videolarını izlemişseniz görmüşsünüzdür– bu kişi gerçekten ilginç bir kişi. Yani topluma bir zarârı değil yarârı olan bir kişi. Sorular soruyor, kendince cevaplar veriyor; katılırsınız, katılmazsınız. Ama orada birtakım otoriteler devreye girip bu dinin yorumunu, bu dinin hayâta geçirilmesini sâdece kendi tekellerinde gören insanlar buralarda müdâhil olabiliyorlar. Kendilerinde bu hakkı görebiliyorlar. Ama işin kötüsü, RTÜK örneğinde gördüğümüz gibi bunu devlet yapıyor ve devlet bunu yaptığı zaman, aslında bu ülkede düşünce, ifâde ve inanma, inanmama özgürlüğünün olmadığını görüyoruz. 

Bu konulara öteden beri meraklı birisi olarak, bu tür şeylere biraz takmış olduğumun herhalde farkındasınızdır. Ama şunu söyleyeyim: Neyi nasıl savunduğu, nasıl dile getirdiğinden bağımsız olarak Ramazan Hoca’ya Allah’tan rahmet diliyorum. Gerçekten kayıptır, Türkiye için kayıptır. Böyle insanlar her zaman için ülkenin, bir toplumun renkleridir. Bunu yapanlar ve yaptıranlar varsa eğer, azmettirenler varsa, gerçekten çok kötü bir şey yapmışlardır, utanç verici bir şey yapmışlardır. Aynı şekilde bu kitap ve dizi örneğine ve diğer diziler örneğine gelirsek; bunların hiçbirisinin hiçbir şekilde kimseye zarârı yok. Tam tersine, kimileri izler kimileri izlemez, kimileri okur kimileri okumaz, kimileri beğenir kimileri beğenmez; ama sonuçta bunlar zâten toplumun çok merak ettiği, insanları ilgilendiren, ilgisini çeken bir alandaki üretimlerdir ve bunlara da pozisyonunuz ne olursa olsun sâhip çıkmak gerekir. Yani propagandasını yapmak anlamında değil; ama bu hak herkeste var. Özellikle kültür sanat üreticilerini bu anlamda sınırlamaya çalışmak –Selman Rüşdi örneği bunun en çarpıcı örneğiydi– kadar yanlış bir şey olmadığını vurgulamak istiyorum. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.