Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Elif Gökçe Aras yazdı: Sadece bir noktadır

Kapı Yayınları’ndan çıkan İdris Küçükömer serisini okumaya başladım geçen gün. Serinin “Türkiye Üstüne Tartışmalar” kitabında 1970’li yıllarda gerçekleşen ve Milliyet gazetesinde yayımlanan “Düşünenlerin Forumu” konuşmaları basılmış.

Forumların özellikle cumhuriyetin 50. yılına denk gelen bölümleri oldukça ilgi çekici. Konuşmacılar; Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Şevket Süreyya Aydemir, Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya, Prof. Dr. Mehmet Kaplan, Prof. Dr. İdris Küçükömer cumhuriyetin 50. yılını yorumlarlarken hem geçmişin muhasebesini yapıyor, hem de Türkiye’nin geleceğine dair tahminlerini söylüyorlar. Bugün vasatın iktidarında yaşadığımız pespayeliği o gün hayal bile edemeyeceklerini fark etmek beni üzdü. 

Ne zaman geçmiş zamanlı bir okuma yapacak olsam, aynı düşüncelerle doluyorum. Bir yandan başımıza gelenlere yanıyor, bir yandan yine iyi kurtulmuşuz diyorum. Osmanlı serüvenini, Kurtuluş Savaşını, yıkılan saltanatı, altında kalanları, cumhuriyet devrimlerini, devrim sürecinde ve Atatürk’ün ölümü sonrası yapılan hataları, darbeleri, köy baskınlarını, sağ-sol çatışmasını, alevi düşmanlığını,  pogromları, terör saldırılarını,  düşününce, her bir olayın kendi başına çok büyük vakıalar olduğunu, her şeye rağmen tüm o olayları sindirmiş bir millet olduğumuzu kabul etmek gerekiyor. Belki de bu yüzden öyle suskun şaşa kalmış bakıyoruz bunca rezalete, bilmiyorum ki?

Her bir vakıanın ardından kat edilen aşamaları görünce, bugün yaşadıklarımızın normal sonuçlar olduğunu algılıyorum. Yalnız değişmeyen bir şey var. O gün de “Ne olacak bu memleketin hali?” diye hayıflanılıyormuş, bugün de. O gün de akil adamlar canhıraş bir şekilde “öyle olmalı, böyle yapmalı” diye saç baş yoluyormuş, bugün de. O gün de halk adamdan sayılmıyormuş, bugün de. Ne dersiniz? Adamdan sayılmaya sayılmaya, yılmıştır belki halk, hı? Belki; yirmi değil, kırk değil, asırlarca adamdan sayılmadığından, saygı görmediğinden böyledir halkımız? Bu yüzden onu uyandırmaya, harekete geçirmeye çalışanlara “Ben kimim ki?” deyip, omuz silkip yükünü taşımaya devam ediyordur.

Cumhuriyet bize birey olmayı ve onurlu yaşamayı bir seçenek olarak sunmuştu ama sadece bir kısmımız buna cesaret edebilmişti. Sağ-sol çatışmasında işkencelerle terbiye edilen neslin ardından ilk defa Gezi’de yeniden denedi bu ülkenin gençleri vatanına, geleceğine haysiyetle sahip çıkmayı. İktidarın sert müdahalesini tadıp, ardında onu destekleyen bir muhalefet olmadığını görünce o nesil de küstü bu ülkeye, çekildi köşesine. Çünkü ne dese, ne yapsa nafile. Muhalefet bile iktidarla el ele. Onları kim yenebilir ki? Biz kimiz ki?

Bu ülkenin siyasetçileri, bir gün bu ülkenin değişmesini isteyenler, bir zahmet halka inmeli. Taşradan ardına bakmadan kaçanlar, bir daha dönmeye yüksünenler, dönmek istemediğimiz yer cehennem olarak kalmaya devam edecek. Şikâyet etmeye hakkımız yok. Israrla gitmek, konuşmak, kavga etmek ama muhakkak orada olmak lazım, bir şeyler değişsin isteniyorsa.

Her neyse, forumun ilerleyen serilerinden birinde Şerif Mardin, bu ülkede bir grup insanın devlete ulaşmasına izin verilmediğinden, bunun sonuçları olacağından bahsediyor. İşte bu çok dikkatimi çekti. Bugünkü muhafazakâr çevreyi analiz ederken, o gün kimse “Ne yapıyoruz biz? Bu işin sonu nereye varır?” diye sormamış mı diye aklımdan geçerdi. Farkında olanlar varmış, uyarmışlar ama ciddiye alınmamışlar. Bugün bile halen cemaat ve tarikatların, ülkü ocaklarının faaliyetlerini tehlikeli bulanlar kestirme yöntemle “Bu yapılar kapatılmalıdır” diyebiliyor. Bu yapılarla mücadele etmenin birçok yöntemi var ve mücadele edilmeli evet ama uygulanacak yöntem asla kapatmak yahut baskı altına almak olmamalı. Kontrol altında tutmalı, artık bu beladan kurtulmak isteniyorsa tabi. Bu yöntemleri daha önceki yazılarımda yazmıştım, tekrar etmeyeceğim.

Resme uzaktan baktığımda, bugün battığımız çirkef hem normal, hem geçirilmesi gereken zaruri bir süreç, hem de ümitsizliğe kapılmaya müsaade etmeyen bir güce gönderme yapıyor. Neler yaşamış, hep aşmışız. Yine aşacağız. İçerisinde yaşarken vehimlere kapılıp, eyvah kötüye gidiyoruz endişesi taşıyoruz ancak bu bir süreç ve en nihayetinde dünya her zaman eskisinden daha iyiye gidiyor. Sadece zaman zaman birkaç adım geriye çekilip resme uzaktan bakmak yeterli. Bundan 50 yıl öncesinin aydınlarının o günkü kaygıları ve söylemleri, bugün içerisinde bulunduğumuz durumda ne yapmamız gerektiğini öğütlüyor. Biraz sükûnete ermeli ve umutla mücadele etmeye devam etmeli.

İktidarın kendi yaraları ve acısı öyle çok ki, daha fazla uğraşıp yıpratamayalım diye bizi onlarla mücadele etmekten alıkoyacak bir gündemi sürekli kan ve korkuyla besliyorlar. Başarıyorlar da çünkü dönüp bakılmayacak gibi değil çığlıklar. İstanbul’da önce Santa Maria Kilisesi’ne yapılan saldırı, ardından Ramazan Hoca’nın öldürülmesi. Hani bir Kızılderili Atasözü vardır “Bir suda iki balık kavga ediyorsa oradan beş dakika önce uzun bacaklı bir İngiliz geçmiştir.” İşte o cümle Türkiye’de AKP için kurulabilir artık. Bilgi birikimleri müsaade etmezdi bunları kurgulamaya ama 1950 sonrası kenara çekilen garibanlar bir tornadan geçirilmiş belli ki. Adeta bir İsrail, bir küçük ABD, bir FETÖ olup çıktılar başımıza. Planlama ve propaganda o aklın ürünü.

Birden bir grup hilafet bayraklarıyla yürütülüyor, öte yandan tarikat ve cemaat dünyası gözümüze sokuluyor. Her gün sosyal medyada kışkırtıcı, İslamiyet’in en tartışmalı mevzularını konu eden ve seküler kesimin tepki göstereceği içerikler önümüze düşüyor ve tweet yağmuruna dönüşmesi sağlanıyor. Peki, gerçekten bu kadar çok mu bu insanlar? Benim gördüğüm kadarıyla son ölen cemaat liderlerinin cenazelerinde bi Tarkan konseri kadar kalabalık yoktu. Hatta Tarkan abartılı oldu baya, her hangi bir popçunun konseri kadar kalabalık değildi. Gerçekten bir tehdide dönüştükleri için mi sürekli görüyoruz, yoksa gündeme pompalandıkları için mi? Yasaklanan tarikat dizilerini savunan aydınlar, ne de güzel propaganda yapıyorsunuz öyle. İzleyelim, izleyelim, evet, hepimiz izleyelim o kızıl şeylerin hepsini, sanki hiç bilmiyormuş yahut tahmin edemiyormuş gibi. Hangisi bu ülkenin kültürü? Tarikatlar mı, Angara pavyonları mı? İkisi de değil mi, ikisi de.

AKP’nin ÇEDES projesiyle okullara imamların girmesinin ardından, hükümet ortağı olarak “Bizim neyimiz eksik?” diyerekten, yengeç yürüyüşüyle Ülkü Ocakları da okullara girmeye başladı çakarlı arabalarla. Neyi başarmışlar da almışlar o arabaları, hangi savaşı kazanmışlar da boynu tutulmuş horoz gibi yürüyorlar onu henüz anlayamadım ama okullardaki genç çocukları heyecanlandırmışlar. Gençlik işte, insan cahil zamanında atlayacak bir ateş arıyor. Bunlar da çakmak tutuyor. Biraz yanınca akıllanırlar.

Bu leş, kokuşmuş ortamda başınız zonklamadan sakin kalmak zor, salim kafayla düşünmek daha da zor. Başımıza gelen her şey için sokağa dökülmeye kalksak sokakta yatmak zorunda kalacağımız günlerden geçiyoruz, senelerdir. Ama bizi korkutan şeylere korkmadan bi baksanıza?

Yani İslamcılar ve milliyetçiler bir macun oldu daha da bize kurtuluş yok demektense şu macuna bir bakalım. Bir defa milliyetçilerin hiçbir dönem yalnız başlarına hareket edemediklerini, her devirde hep bir yapıya eklemlenerek var olduklarını biliyoruz değil mi? AKP’ye yaslanmadan barajı aşamayan MHP’yi, CHP’den vekil almadan var olamayan İYİP’i iyi analiz edelim. Bakın, CHP ile yollar ayrıldı, İYİP eridi gitti. Öyleyse ciddiye alınmasalar ve yalnız bırakılsalar bitecek bu bela ama işte bizdeki şu şeyhi uçurma mevzusu ahh.. Bir de büyük yalanlara ihtiyaç var çok. Yalanın büyüğü de onlarda malum. ABD destekli darbeyle sahneye çıkıp millete milliyetçilik taslamak müthiş baş döndürücü gerçekten.

Ama işte her şeye rağmen işler iyi gitmiyor, her şeye rağmen. Sadece muhalifler için değil, kimse için işler iyi gitmiyor.

İYİ Parti’nin muhalefeti, MHP’nin iktidarın dengesini bozmak üzere bulundukları ittifaklara konumlandırıldıklarını düşünmeye başladığımdan beri bu konu üzerine çokça yazı yazdım. İYİP muhalefeti, Bahçeli Cumhur İttifakını, Süleyman Soylu iktidarın dengesini bozacaktı. Kudretli padişahımız öyle güçten düşmüştü ki, elindeki liyakatsiz insan kaynağıyla ülkeyi yönetemiyordu ve iktidardan düşer düşmez koltuğu tutacak biri lazımdı. Her ne kadar oyunu görüyor olsa da, iş birliği yapabileceği herkesi çoktan kazıkladığından, el mahkûm, iktidarını korumak için kurt sürüsüyle tekinsiz bir yolculuğa çıktı Erdoğan. Seçim öncesi “Metamorfoz” ve “Kurtçuk” yazılarımda bu konuyu açmış ve şöyle demiştim;

“Erdoğan’ın bile meze olduğu bir plan yürüyor olabilir.”

Yürüyor yürümesine de, bakalım başarılı olabilecekler mi? Bugün Süleyman Soylu’yu görevden alan Erdoğan, seçim öncesinden daha da zor nefes alıyor onu saran pitonun boğumunda. MHP’den kurtulup İYİP ile ittifak yapacağını önerenler açıkçası bana komik geliyor. Olmaz demiyorum ama saçma. Meral Hanım muhalefetin dengesini bozmak için İYİ bir aktördü ve görevini layıkıyla yerine getirdi, devletine son görevini yaptı. Ancak çok fazla manevra yaptığı için sergilediği tiyatronun perdesi yırtılıverdi ve kendi kendini ifşa etmiş oldu. Artık seçmen onu olduğu gibi algılıyor. Bu saatten sonra hangi manevrayı yaparsa yapsın nafile. AKP yahut herhangi bir parti için tek özelliği kadrosundan adam devşirmek olacaktır. Siyaseten bir hükmü kalmadı. Zaten hiçbir zaman kemik bir seçmen kitlesi olmadı. Yüzergezer merkez sağ oyları taşıdı bir müddet, o kadar. Açıkçası Meral Akşener’i kendi siyaset becerisinden çok, ona güç ve değer biçen gazeteci ve politikacılar ön plana çıkardı. Belki, bu da bir talimat gereği yapılmıştır, bilemeyiz.

Bir süredir yazıyorum, artık Cumhur İttifakının iyiden iyiye çıkmaza girdiğini ancak renk vermediklerini. Tıpkı Fethullahçılarla girilen kavga açığa çıkmadan önce temkinli davranıldığı gibi kameralar önünde müttefik görüntüsü verilmeye devam ediliyor. Oğan, Özdağ, Akşener, bu kavga başladığında ringin ne tarafına düşer, kendilerine yanaşacak bir liman bulabilir mi, onu bilemiyorum. Muhtemelen her biri bir yana dağılır. Ama AKP ve MHP arasında başlayacak olan kavganın son yirmi bir yılda gördüğümüz hiçbir kavgaya benzemeyeceğini biliyorum. Bahçeli, sabırla rakibini boğmaya devam ediyor. MHP, AKP kadar güçlendiği anda kavga kaçınılmaz olacak.

Hükümet bir yandan dindar-seküler gerilimini, bir yandan cumhuriyet-saltanat gerilimini, bir yandan Türk-Kürt gerilimini kaşıyor. Ortaya çıkan gaz ve toz bulutundan kendince bir dünya yaratmaya kalkıyor. Ancak Erdoğan’ın yüz ifadesine yansıyan korku, öfke ve hayal kırıklığıyla karışık ifade, işlerin hiç de istediği gibi gitmediğini haber veriyor.

Genel seçimde olduğu gibi yerel seçimde de aday adaylarındaki profil düşüklüğü gözden kaçmıyor. Bu saatten sonra, övüneceği hiçbir vasfı olmayan yahut rezil olmakta daha aşağısına düşme şansı kalmayanlar haricinde, kim AKP’li olarak anılmak ister ki? 21 yıldır inşa ettiği hikâye, başarısızlık ve vizyonsuzluk öyküsü olarak anılacak.

İslamcılık ve milliyetçilik çıbanları nihayet uç verdi. Acıyor, ama geçtiğinde iyileşeceğiz. Davalarının kişisel ikbalden ibaret olduğunu, uğruna savaştıkları şeylerin güç ve para olduğunu herkes biliyor artık. Endişeye mahal yok. Bugün yaşadıklarımız, 5000 yıllık tarihimizde sadece bir noktadır.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.