Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Transatlantik: Libya Türkiye için neden önemli? ABD’de Türkler Trump’a daha mı yakın? Blinken yine Ortadoğu’da

ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, Ortadoğu turunun ilk adımında Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed Bin Salman ile görüştü.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, bugün Libya’yı ziyaret ediyor. Bakanlığın yaptığı açıklamada “Sayın Bakanımız, 7 Şubat 2024 tarihinde Libya’yı ziyaret edecektir. Görüşmelerde, ikili ilişkilerin yanı sıra Libya ve bölgedeki gelişmelerin ele alınması öngörülmektedir” denildi.

Eski Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Donald Trump’ın seçimlere müdahale davasında yargılanmamak için gerçekleştiği dokunulmazlık başvurusu ABD’nin Başkenti Washington DC’deki bir mahkeme tarafından reddedildi. Eğer ABD Yüksek Mahkemesi kararı bozmazsa Trump, seçimlere müdahale davasından yargılanabilir.

Ruşen Çakır, Gönül Tol ve Ömer Taşpınar Transatlantik’te değerlendiriyor.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler. “Transatlantik”te karşınızdayız ve bu hafta tam kadroyuz. Washington’da Ömer Taşpınar ve Gönül Tol ile dünyayı, biraz da Türkiye’yi konuşacağız. Tabiî önce Türkiye’yi doğrudan ilgilendiren bir dünya meselesiyle başlayalım. Gönül, Libya Türkiye’de kamuoyunun çok fazla bilmediği, hep duyduğu ettiği ama “orada” deyip geçiştirdiği, detaylarına hâkim olmadığı, belki çok da merak etmediği bir konu. Ama belli ki bölgesel anlamda bayağı ciddî bir konu. Şu anda Hakan Fidan Libya’da, yanılıyor muyum? Libya’da ve Türkiye Libya’daki varlığını aynı zamanda diplomatik bir varlığa da dönüştürecek. Ama orada çok sayıda aktör de var. Fidan’ın Libya gezisinin önemli olduğunu yayından önce konuştuğumuzda söyledin. Neden önemli olduğunu hepimizin anlayacağı şekilde –çünkü Libya’yı insanların çok fazla bilmediğini kabul ederek– ricâ edebilir miyim?

Gönül Tol: Tabiî. Şimdi Libya muhtemelen siyâsî gündemde çok yer edinmedi. Bunun sebeplerinden bir tânesi, aslında Türkiye’nin Libya’daki varlığının başka dış politika meselelerine bağlı olması. Ve o yüzden önemli. Yani Türkiye’nin Libya’daki politikasını, “Libya’da neden Türkiye askerî olarak neden var?” sorusunu yanıtlarken diğer dış politika önceliklerine bakmak gerekiyor. Neden Libya Türkiye’nin dış politika çıkarları için önemli? Türkiye Libya’yı Afrika’ya açılan bir kapı olarak gördü. Yani bir Afrika politikası, bir Afrika’ya açılım politikası gütmüştü ve hâlâ da güdüyor hükûmet. Libya da o anlamda önemli bir kapıydı; neredeyse Afrika’ya açılan kapı. Türkiye’nin bir diğer amacı, tabiî her zaman Libya Doğu Akdeniz’deki gelişmeler açısından önemli bir yer oldu. Bir de tabiî savaşın başlamasıyla birlikte… orada AK Parti’den önce de bir sürü Türkiye merkezli inşaat firması vardı, inşaat ihâleleri, altyapı projeleri ihâleleri almıştı Türk firmalar. Dolayısıyla çok ciddî bir Türk yatırımı söz konusuydu. Fakat Arap ayaklanmalarıyla birlikte Libya’da savaş, çatışma başladıktan sonra tabiî Türkiye’nin bu politikalarının altı oyulmaya başlandı. Bu gerçekleştirmek istediği üç şey, yani Doğu Akdeniz’de kendisine bir müttefik arama kaygısı, yani Doğu Akdeniz’de oluşan bir Türkiye karşıtı cephe vardı, bunun içerisinde Mısır var, Yunanistan var, Kıbrıs var, diğer Akdeniz’e kıyısı olan ülkeler vardı. Dolayısıyla Doğu Akdeniz’de kendisine bir müttefik aramak için Libya’da daha çok varlık göstermek istedi, özellikle savaştan sonra askerî varlık göstermek istedi. Şimdi Türkiye’nin bu Libya üzerinden gerçekleştirmeye çalıştığı dış politika önceliklerini sekteye uğratan bir şey vardı. Neydi o? Birçok şey vardı, ama bunların en önemlilerinden bir tânesi Türkiye ve Mısır arasındaki gergin ilişkilerdi. Şimdi ise, bir süredir hem Mısır’ın Libya siyâsetinde bir değişiklik gözlüyoruz, hem Türkiye ve Mısır arasında bir normalleşme süreci var. Hattâ bu sürecin tamamlandığını söylüyor Dışişleri Bakanı Hakan Fidan. Dolayısıyla Hakan Fidan’ın Libya seyahatini şunun üzerinden de okumak lâzım: Erdoğan gelecek hafta 14 Şubat’ta Mısır’ı ziyâret edecek. Bütün bu resme baktığımızda şunu anlamak lâzım: Mısır’ın ve Türkiye’nin Libya’da farklı tarafları tutuyor olması, yani Türkiye her zaman Tripoli’deki (Trablusgarp) hükûmeti destekledi, Mısır tarafı Hafter’i destekledi. Ve bu, aslında her iki tarafın da elini zorladı. Her iki tarafın da Libya’daki çıkarlarını gerçekleştirmesinin önüne geçti. Fakat bunun değiştiğini gördük. Nasıl değişti? Mısır her iki tarafla da ilişki kurmaya başladı. Yani Türkiye’nin desteklediği, askerî olarak, diplomatik olarak desteklediği batıdaki hükûmetle de ilişki kurmaya başladı bir süredir. Ve her iki tarafın da aslında istediği, Libya’da seçimler yapılsın ve burada bir stabilite olsun. Fakat dediğim gibi birlikte çalışamıyordu Mısır ve Türkiye Libya’da. Fakat şimdi böyle bir açılım oldu. Türkiye’nin Mısır’la ilişkilerinin normalleşmesinin ardından Libya’da ortak çalışabilecekleri ve bu başlangıçta söylediğim politikaları, öncelikleri gerçekleştirmek için bir fırsat kapısı aralanmış oldu. Onu bunun üzerinden okumak lâzım. Şununla da bitireyim: Doğu Akdeniz’de de şimdi Türkiye şöyle bir döneme giriyor –F-16’ları konuşmuştuk Ruşen seninle–, Türkiye F-16’ları alacak. Amerikan Kongresi bu konuda biliyorsun hep karşı çıkmıştı; şimdi buna karşı çıkmayacağının, satışı onaylayacağının sinyalini verdi. Anladığımız şey şu, bu tabiî kamuoyuyla paylaşılmadı; fakat Kongre üyelerine, hem Senato’daki Dışişleri Komisyonu üyelerine hem de Temsilciler Meclisi’ndeki üyelere bir mektup gitmiş Amerikan Dışişleri Bakanlığı’ndan. Bu mektuba göre, F-16’ları Türkiye’ye satarken belli şartlar koşuldu deniyor. Bu şartların içerisinde, Türkiye’nin Yunanistan’la Ege’de ve Doğu Akdeniz’de gerginliği düşürmesi ve hattâ F-16’ların kullanılmasına bâzı sınırlamalar getirildiği anlaşılıyor. Biz dün Ömer’le berâber Yunan Dışişleri’nden insanlarla yemek yedik. Onlar da bu mektubun detaylarını bilmiyorlar. Bu mektup sâdece Kongre ve Amerikan Dışişleri Bakanlığı arasında, onların bilgisi dâhilinde. Ve Erdoğan’ın da geçen yaz yapılan NATO zirvesinde bu şartları belki aktif olarak kabul etmese de, bu şartların konulacağının Erdoğan’a söylendiği, dolayısıyla aslında bu F-16 satışının bir parçası olduğu ve dolayısıyla Erdoğan tarafından da onaylandığı söyleniyor. Şimdi bu neden önemli? Birincisi, Türkiye yıllarca, “F-16’ları almak istiyoruz, ama hiçbir şart kabul etmiyoruz. Özellikle Yunanistan konusunda bize öne sürülen şartları hiç kabul etmiyoruz” demişti. Şimdi bu konuda Türkiye’nin geri adım attığını anlıyoruz ve bu şartları kabul etti. Şimdi bu neden Libya açısından önemli? Çünkü Türkiye zâten bir süredir Yunanistan’la tansiyonu düşürmeye çalışıyor. Çünkü F-16’ları almak istiyor, Amerika bu konuda çok baskı yapıyor. Kongre’yi F-16 satışına iknâ etmenin temel ayaklarından bir tânesi de Yunanistan’la tansiyonu düşürmek. Zâten böyle bir sürece girdi. Fakat bundan sonraki süreçte, bu F-16’lar hemen yarın gelmeyecek Türkiye’ye, bu uzun bir süreç olacak. Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de Yunanistan’la çatışmaması gerekiyor. Çok daha yakın bir işbirliği sürdürmesi gerekiyor. Bu da ne anlama geliyor? Yani Mısır’la da çalışması gerekiyor, Libya’yla da çalışması gerekiyor. Yani bu bölgede, o geniş bölgede, yani Kuzey Afrika’da, Akdeniz’de, Ege’de bir çatışmasızlık dönemine giriliyor. Ve işte bütün bu açılımlar, Mısır’la normalleşme, Libya’ya seyahat, bu Amerika’nın dikte ettiği Yunanistan’la tansiyonun düşürülmesi, bütün bunlar aslında o aynı şeyin, ortaya çıkan konjonktürün bir gereği ve dolayısıyla Türkiye de bence akıllı da bir şey yapıyor bu şekilde. Yani hem Mısır’la ilişkileri normalleştiriyor hem Libya’da ortak ne adım atabiliriz diye konuşuyor. Bütün bunlar Türkiye’nin Akdeniz ve Ege’deki politikasına da hizmet edecek.

Ömer, Gönül’ü dinlerken hep aklıma Mavi Vatan geldi. Hattâ ilk başta “Mavi neydi? Mavi Marmara mıydı?” falan diye sordum kendi kendime. Bir ara uzun uzun bunu konuştuk ve zâten Akdeniz’deki birçok krizle vs., Libya da bu bağlamda Mavi Vatan üzerinden okunuyordu. Çok kısa bir süre içerisinde unutuldu gitti. Hâlâ bunu savunan birtakım çevreler var belki, ama siyâsî iktidârın bu önermesi, bu iddiası ortadan kalktı sanki, ne dersin? Yani şimdi Gönül’ün çizdiği tabloda daha bir herkesle barışık olma hedefi var, değil mi? Yanlış anlamadıysam. Hem olabildiğince herkesle ilişki içerisinde olmak, hem de gerginlik yerine işbirliği yapmaya çalışmak — ki bu Mavi Vatan konseptiyle pek uyuşmuyordu sanki.

Ömer Taşpınar: Öyle. Yani Türkiye’nin önceliği seçimlerden önce, yaklaşık 6 ay seçimlerden önce, deprem sonrası da özellikle ekonomik olarak bölgeyle ilişkilerini düzeltmek, özellikle Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan — ki Libya meselesinde özellikle Birleşik Arap Emirlikleri Türkiye’nin çatıştığı bir ülkeydi. Ve Mısır’la, İsrail’le, tabiî ki Avrupa Birliği ve Amerika’yla da ilişkileri biraz daha düzeltmek gereği ekonomik nedenlerle ön plana çıkmıştı. O nedenle Mavi Vatan projesine şöyle bakmak gerekiyor; Mavi Vatan projesi bir bakıma, daha çok ulusalcı, Avrasyacı olarak bilinen, anti-Amerikan, anti-NATO’cu subayların, amirallerin kaleme aldıkları ve Türkiye’nin Mısır’la, İsrail’le, Yunanistan’la ilişkilerinin 2020 yılında en kötü olduğu dönemde ortaya atılmış bir vizyon ve biraz maksimalist bir vizyon. O vizyon aynı zamanda Türkiye’nin Libya’ya çıkmasına da aracı oldu. Yani Libya bir bakıma bu Gaz Forumu, Türkiye’nin dışlandığı doğalgaz projeleri, boru hatları projelerini bozmak ve Libya’yla bir ticârî anlaşma, aynı zamanda Deniz Anlaşması imzalayarak da uzun dönemde Türkiye’nin ben buradayım demesi ve Girit’in dibindeki Libya’ya bir bakıma bir çomak sokması oldu. Bu açıdan da Türkiye’nin stratejik hedeflerini bir bakıma yerine getirdi. Bugüne geldiğimizde, Erdoğan yönetimi daha pragmatik politikalar, daha barışçıl politikalar, biraz o eski “sıfır sorun” dönemine geri dönüyor ve Amerika da bundan memnun açıkçası. Fakat bunu yaparken tabiî Erdoğan için aynı zamanda meselâ F-16’ları alırken, “Bunları biz Yunanistan’a karşı kullanmayacağız” diye bir şeyin ortaya çıkması Erdoğan’ı zor durumda bırakırdı. Yani bu çok konuşulmadı Türk kamuoyunda. Çok zor durumda burakırdı; çünkü bunu hem CHP kullanırdı hem ortağı MHP hem bir bakıma Türk Silâhlı Kuvvetleri içinde hâlâ bana göre anti-Amerikan, anti-NATO, Avrasyacı isimler de var. Yani “Bu F-16’ları biz nasıl bu şartlarda alırız? Egemenlik haklarımıza aykırı bir kere bize böyle şartlar getirmeleri” meselesi ortaya çıkardı. O nedenle Amerika bu İsveç’in üyeliği koreografisini, zamanlamasını kurarken çok başarılı bir politika izledi diyebiliriz. Türkiye’ye geldikten sonra, Blinken geçen ay Girit’e geçip Yunanistan Başbakanı Miçotakis’le bir görüşme yaptı ve Yunanistan’a bâzı garantiler verebileceklerini söyledi. Türkiye’nin F-16’ları Yunanistan’a karşı kullanmayacağı konusunda Türkiye’den sözlü bir şekilde garantiler aldıklarını söyledi. Kathimerini gazetesine göre Miçotakis orada akıllıca bir hamleyle, “Siz bize bunları söylemeyin, bunları Amerikan Kongresi’ne söyleyin. Amerikan Kongresi’nden eğer böyle bir garanti olduğunu ortaya koyan bir mektup olursa o zaman Türkiye herhangi bir şekilde önümüzdeki aylarda, yıllarda bu yeni gelecek F-16’ları Doğu Akdeniz’de, Ege’de kullanmaya başlarsa Amerikan Kongresi devreye girer” dedi. Şimdi bu F-16’ların alınması bir süreç. Özellikle yenilenmesi bir süreç, F-16’ların gelmesi bir süreç. Herhangi bir şekilde Ege’de tansiyon artarsa, Amerika tarafından Kongre’ye verilen bu mektup ve gizli tutulan mektup, bir bakıma Türkiye’yi incitmemek için gizli tutulan mektup, Yunanistan’ın bile, Yunan diplomatlarının, Yunan Dışişleri’nin bile görmediği, Amerika Dışişleri’nin basınla paylaşmadığı mektup Türkiye’nin herhangi bir NATO üyesine karşı F-16’ları kullanmayacağı yönünde bir garanti verdiğini, bu garantiye karşı eğer Türkiye yine kullanmaya kalkarsa F-16’lar programından çıkarılacağını, önce uyarılacağını, sonrasında da F-16’ları alamayacağını belirtiyor Kathimerini gazetesinin yorumuna göre. Ve bu aslında gösteriyor ki… Yani Kongre’de neden şu anda Türkiye’ye karşı negatif bir hava oluşmadı.? “Tamam, F-16’ları satacağız” diyor diye merak ediyordum ben. Yani önünde 15 gün var Kongre’nin. Bir bakıma bu konuda endîşelerini, bâzı koşulları tekrarlaması için Kongre’nin sessizliği, bu mektubun bu kadar güçlü bir şekilde gelmesi ve Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nın bir bakıma garantiler vermesi nedeniyle olmuş durumda. Yani biz hep diyorduk ya; bu Amerikan hükûmetine bağlı bir mesele değil, Kongre’nin onay vermesi gerekiyor. Kongre’nin onayını almak için Amerikan hükûmeti böyle bir garanti veriyor. Böyle bir garantiyi de havada veremiyor. Demek ki bunlar Erdoğan’la konuşuldu. Ve Erdoğan bu konuda o şâhin, maksimalist, Mavi Vatancı, Yunanistan’la çatışmacı, Doğu Akdeniz’de çatışmacı yerden çok daha uzlaşmacı bir yere geldi. Bu bunu gösteriyor. Bu Türk kamuoyunda fazla konuşulmuyor, çünkü Erdoğan için bir geri adım. Konuşulabilirdi de. Yani Türkiye’de daha güçlü bir basın olsa, Kathimerini gazetesinin yaptığı gibi; “Bu mektup nedir? Nelerden bahsediyor? Türkiye böyle garantileri nasıl verdi? İnandırıcı mı bu garantiler? Neden Amerika bunları paylaşmıyor basınla?” gibi konular üzerine gidecek bir basın olsa Türkiye’de, Erdoğan zor durumda kalabilirdi. Ama bunlar bir bakıma Erdoğan’ın Türkiye’de basın üzerinde kurduğu, medya üzerinde kurduğu hâkimiyet nedeniyle çok fazla da gündeme gelmedi. Gündeme gelse bence bu CHP açısından meselâ, yani onlar birazcık daha milliyetçi bir politika yapmak istese, yani anti-Amerikan bir söylem olur ama; “Nasıl olur da böyle bir garantiyi verebilir? Hani ne oldu Mavi Vatan’a? Siz eskiden bu konularda son derece serttiniz, acaba ne pazarlıklar yapıyorsunuz Amerika’yla?” gibi bir söyleme de dönüşebilirdi. Bunların ortaya çıkmadığı bir yerdeyiz ve bunu bir bakıma Amerikan diplomasisinin yürüttüğü gizli müzâkerelere ve bu gizli mektuba bağlı tutuyoruz. Libya konusunda da son söyleyeceğim şey: Türk-Amerikan ilişkilerinde şu an bir iyileşme söz konusu. Yani bir pozitif momentum var. Bu demek değil ki bütün sorunlar hallolacak. Türkiye’nin gözündeki en büyük sorun, Amerika’nın hâlâ Suriye’de YPG/PYD’ye verdiği destek ve o konuda da Victoria Nuland geçen yaptığı ziyârette Amerikan politikasında bir değişiklik olmayacağını söyledi; “Ama S-400’ler meselesine bir çözüm bulursanız F-35 âilesine sizi geri alırız” dedi. Türkiye ile ilişkileri iyileştirmek istediklerinden bahsetti. Libya, Türkiye-Amerika ilişkileri açısından aslında olumlu bir yer. Çünkü Libya’da başka bir aktör de Rusya. Ve Rusya’nın karşısında durdu Türkiye orada. Rusya’yla bir bakıma, özellikle Wagner Grubu’nun yoğun olduğu bir yerde Rusya’yla çatışma riskine girdi. Ve aslında Amerika kesinlikle Libya’ya bir askerî müdâhaleden bahsetmezken Türkiye’nin oraya askeri müdâhale yapması, Türkiye’nin Libya politikası Amerika tarafından olumlu olarak karşılandı genelde. Hele Türkiye’yi Rusya’ya karşı gören bâzı buradaki Türkiye’ye yakın isimler, yani Türkiye’nin sürekli aslında Rusya’yla bir rekabet içinde olduğunu hatırlatmaya çalışan ve Türkiye’nin aslında hak etmediği derecede NATO’dan, Batı’dan dışlandığını, Türkiye’nin Rusya politikasının doğru şekilde değerlendirilmediğini söyleyen isimlere de malzeme veriyor Libya. Türkiye’nin Libya politikası tıpkı Türkiye’nin bir bakıma Suriye’de yürüttüğü politika Rusya’yla karşı karşıya bırakıyor Türkiye’yi, Kafkaslar’daki Türkiye politikası Rusya’yla aynı yörüngede değil, Balkanlar’da değil. Bütün bunları hatırlatma fırsatını da veriyor. Türkiye ile Rusya aslında Libya dışı bir sürü yerde rekabet hâlinde, bunu da unutmayalım deme fırsatını da veriyor. O nedenle önümüzdeki dönemde Türkiye ve Amerika arasında bir stratejik diyalog başlarsa, Libya meselesinde bana göre olumlu gelişmeler olabilir; hattâ daha uzun dönemde, “Afrika’da Türkiye neler yapabilir? Çin’e karşı Türkiye nasıl Afrika’da ekonomik yatırımları Amerika’yla berâber devam ettirebilir?” gibi konulara da pencere açabilecek, yer açabilecek bir konu Libya.

Şimdi Ortadoğu’ya bakalım. Yani sizin oradan Blinken yine tura çıktı. Bu sefer bayağı somut gelişmeler var herhalde. Ateşkes konusunda çok ciddî ilerlemeler de kaydediliyor ve anlaşılan Amerika Birleşik Devletleri de burada bayağı bir rol oynuyor. Geçen hafta biraz konuştuk, bu hafta biraz daha netleşiyor sanki. Ne dersin Gönül? Daha somut birtakım gelişmelere tanık olacak mıyız?

Gönül Tol: Ondan önce Ruşen, şunu söyleyeyim: Bu F-16 satışında Kongre ile paylaşılan, Amerika Dışişleri Bakanlığı’nın kKongre ile paylaştığı ve Türkiye’den aldığını iddia ettiği garantiler arasında Suriye meselesi de var. Maryland Senatörü Chris Van Hollen bir Twitter postunda şunu söyledi: “F-16’ların satışına hayır demeyeceğim, çünkü Biden yönetimi bu F-16’ları satarken Türkiye’den Suriye’de…” –ki şunu belirtmek lâzım, Van Hollen Kürtlere çok yakın bir isim, Maryland Senatörü, Senato’nun Dışişleri Komisyonu’nda, Kürtlere çok yakın bir isim– ve şunu dedi: “Türkiye’nin Suriye politikasında da bizim politikamızın altını oymayacağı yönünde garantiler aldık. Bunu Biden yönetimi bana iletti ve bundan memnun oldum” dedi. Dolayısıyla sâdece Yunanistan’la ilgili şartlar değil; bu söylenene göre Türkiye’nin Suriye politikasıyla ilgili de şartlar öne sürüldüğünden bahsediliyor. Bir de Libya’yı ekleyeyim. Ömer’in söylediği şeye katılıyorum. Yani şimdi Amerikan tarafı şey arıyor, Türkiye ile bu F-16 krizi aşıldıktan sonra –özellikle Afrika çok önemli– Libya’da ne yapılabilir? Libya’da zâten Amerika ve Türkiye’nin öncelikleri, yapmak istedikleri şeyler çok birbiriyle çatışmıyordu. Çünkü evet, Ömer’in söylediği gibi Rusya’ya karşı bir güç oluşturuyordu Türkiye’nin askerî varlığı. Fakat bir süredir zâten Libya’da Birleşmiş Milletler liderliğinde bir ulusal diyalog süreci başlatıldı. Dolayısıyla Amerika’nın ve Türkiye’nin Libya politikaları birbirine çok daha yaklaştı. Şimdi Türkiye’nin Mısır’la normalleşmesi, Doğu Akdeniz’deki tutumunu pozitif anlamda değiştirmesi sonunda Libya’da da çok daha yapıcı bir rol oynayacağı beklentisi var. Dolayısıyla gerçekten Türk-Amerikan ilişkilerinde Libya, işbirliğinin yürütüldüğü bir yer olarak karşımıza çıkabilir. Blinken, evet, 7 Ekim’den îtibâren bölgeye yaptığı beşinci seyahat bu. Neler oluyor? Tabiî hep bunu söylüyoruz: Seçimlerden önce Biden yönetimi şunu söyleyebilmek istiyor: “Suudî Arabistan ve Arap ülkeleriyle İsrail arasında başarılı bir normalleşme süreci yürüttük, bunu sağladık”. Şimdi bunu çok temel bir dış politika başarısı olarak satmaya çalışıyor seçimlerden önce. Ukrayna’ydı bugüne kadar. Yani 7 Ekim’den önce bence Biden kampanyasının bir dış politika başarısı olarak göstermeye çalıştığı şeylerin başında Ukrayna meselesi vardı. “Bakın nasıl bir koalisyon bir araya getirdik. Avrupa’da Batı’yı, NATO’yu nasıl bir araya getirdik, yardım sağladık, NATO genişledi.” Bütün bunlar bir başarı hikâyesi olarak anlatılacaktı. Fakat Ukrayna, özellikle Amerikan iç siyâsetinde, Kongre’de Ukrayna’ya yardım konusunda çok çatlak sesler çıkıyor. Ve 7 Ekim’den îtibâren öncelikler değişti. Şimdi Biden kampanyasının bölgeye dâir başarı olarak sunmak istediği, İsrail-Suudî Arabistan normalleşmesi. Temel önceliği bu. Ve bence bu aslında Amerika’nın Ortadoğu vizyonunda çok temel bir probleme işâret ediyor. İsrail-Filistin meselesi, barış sürecini bütünüyle, iki devletli çözüm meselesini bütünüyle bir kenara itmiş durumda. Şimdi bu nedenle çok sık gidiyor Blinken. Blinken’ın amacı ne? Suudîler ve İsrail arasında bu normalleşmeyi bir an evvel gerçekleştirmek, bir ateşkes sağlanmasına vesîle olmak. Üçüncü olarak da, bu çatışma bittikten sonra, yani Gazze’de İsrail operasyonları durdurduktan sonra nasıl dinamikler oluşacak? Yani senaryolar neler? Bütün bunların müzâkeresini yapmak için çok sık gidiyor. Şimdi şöyle bir gelişme oldu. Geçen hafta konuşmuştuk. Katar, Amerika, İsrail’den yetkililer Avrupa’da bir araya gelmişti ve bir ateşkes önerisi konulmuştu masaya. Bu öneriye göre, ateşkesle her iki taraf da elinde tuttuğu…, işte, Hamas rehineleri bırakacak, İsrail de kendi hapishânelerindeki Filistinli mahkûmları bırakacaktı. Katar’ın dün yaptığı açıklamaya göre, “Hamas pozitif bakıyor buna” diyor. Ama Suudî Arabistan’dan bir çıkış geldi ve bütün bunlar aslında Blinken’ın gezisini komplike hâle getiriyor. Beyaz Saray’ın Sözcüsü John Kirby bir açıklama yaptı bir gazetecinin sorusu üzerine. Gazeteci şunu sordu: “Hâlâ bir normalleşme yürüyor mu İsrail ve Suudî Arabistan arasında ve bu ateşkesle bağlantılı mı gidiyor bu müzâkereler Gazze’deki ateşkeste?” —“Evet, normalleşme süreci yürüyor, çok yakınız. Ama bunlar farklı süreçler” dedi. Bunun üzerinden hemen Suudî tarafı bir açıklama yayınladı bu sabah ve dedi ki: “İki ülke arasında bir normalleşme mümkün değil. 1967 sınırlarında bağımsız bir Filistin devleti oluşturulana kadar ve Doğu Kudüs’ün başkenti olduğu bir Filistin devleti oluşana kadar normalleşme söz konusu değil” dedi. Şimdi bu tabiî Blinken için, Biden yönetimi için çok istemedikleri bir senaryo. Çünkü bir taraftan İsrail’e baskı yapıyorlar Gazze’den çekilmesi, ateşkesin sağlanması konusunda. Fakat bence bütün taraflar, hem Netanyahu hem Suudî Arabistan şunu görüyor: Bu önemli bir an. Biden yönetimi gerçekten çok zor bir durumda seçimlerden önce. Bu normalleşmeyi çok istiyor ve eğer dış politikada bir şeyi çok istiyorsanız o zaman sömürüye açık oluyorsunuz. Şimdi her iki taraf da –hem Netanyahu tarafı hem Suudî Arabistan– bunu sömürmeye çalışıyor. Suudî Arabistan ne yapmaya çalışıyor? Hem bir taraftan Filistin meselesinin en temel savunucusu olarak, Müslüman dünyanın bir lideri olma söylemini güçlendiriyor; diğer taraftan o anlaşmanın içine nükleer faaliyetleri için Amerika’dan destek almak, Amerika’yla bir güvenlik anlaşması imzâlamak, bütün bu paketi Biden’a dayatmaya çalışıyor. Netanyahu da biliyor Biden yönetiminin bu normalleşmeyi ne kadar istediğini. Ama bir taraftan da Gazze’den çekil baskısı var. O da kendi elini iyi oynamaya çalışıyor. Ve bu durumda Biden yönetimi gerçekten zor durumda kalmış oluyor. O yüzden bu Suudî Arabistan’ın, “Filistin devletine evet deyinceye kadar normalleşme yok” demesi tabiî çok zor bir durumda bırakıyor Biden yönetimini. 

Evet Ömer, sen ne dersin? Blinken gide gele gide gele bir şeyleri ufak da olsa düzeltiyor mu, düzeltebiliyor mu, yoksa genellikle eli boş mu dönüyor?

Ömer Taşpınar: Şimdi, 27 Ocak’ta İran’a yakın proxy gruplar tarafından Suriye ile Ürdün sınırında üç Amerikan askeri öldürüldü. Ve Amerika’da birdenbire, “Acaba Amerika buna misilleme olarak çok daha ciddî bir şekilde İran’a bağlı gruplara, belki de İran’ın kendi Devrim Muhâfızları gruplarına, Suriye’de ve Irak’ta –kendi generalleri de çalışıyor, yani Iraklı, İranlı askerler de var– bunlara saldırısı savaşı birdenbire yayar, daha üst bir seviyeye getirir mi?” korkusu oluştu. Ve Amerika geçen hafta belirli üsleri vurdu, yani bu İran’a yakın bâzı proxy’lerin üslerini vurdu. Ayrıca, Devrim Muhafızları’nın olduğu bâzı yerleri de vurdu. Ve burada İran’ın tepkisi şu âna kadar beklenenden az oldu. Yani İran artırmadı tepkiyi ve bir şekilde bir dengede götürmeye çalışıyor iki ülke de. İran da Amerika’da aslında bu savaşın daha da büyümesini ve İsrail’le Hizbullah, Amerika’yla İran arasında bir savaşa dönüşmemesini istiyor. Büyük resimde Biden açısından, Amerika açısından Ortadoğu’nun bugün geldiği yer seçime giden bir Amerika için, seçime giden bir Biden için bir başarısızlık. Çünkü bundan daha birkaç ay önce, Ekim ayında Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan, 1Ortadoğu 10 yıldır bu kadar barış içinde, bu kadar istikrarlı olmadı” diyordu. Bugün ise CIA Direktörü William Burns bir yazı yazdı Foreign Affairs’e, aynı Jack Sullivan’ın yazdığı dergiye: “40 yıllık tecrübemle Ortadoğu’yu bu kadar tehlikede, bu kadar barut fıçısı hâlinde görmedim” diyor. Yani dolayısıyla Amerika açısından şu anda yapılması gereken, aslında Gazze’deki tansiyonu indirmek. Yani Gazze’deki bu ateşkesin daha uzun bir ateşkes hâline gelip diplomasinin önünün açılması. Bütün Arap ülkeleri de bunu istiyor: Diplomasinin önünün açılması, iki devletli çözümün masaya getirilmesi. Dolayısıyla Gönül’ün bahsettiği o Beyaz Saray Sözcüsü, National Security Council Sözcüsü John Kirby’nin, “Bunlar iki ayrı süreç. İsrail’le Suudî Arabistan’ın normalleşmesi ayrı bir süreç, Gazze’deki ateşkes ayrı bir süreç.” Hayır, yani Suudî Arabistan açısından aynı süreç bu. Suudî Arabistan açısından bu mesele, İsrail’le normalleşme meselesi rafa kaldırıldı. Tâ ki Filistin meselesinde diplomatik bir çözümde iki devletli çözüme tekrar ciddî bir dönüş yaşanana kadar. O yüzden Blinken’ın gelişi şu anda bir bakıma Suudî Arabistan’a, “Biz hâlâ bunların paralel olduğunu görüyoruz, biliyoruz tabiî ki” demek ve “Diplomasinin önünü açmaya çalışıyoruz” demek. Amerika meselâ Husilerle yaşadığı sorunlara bir yere kadar askerî çözümler getirebilir, yani belki 15-16 farklı sortilerle vurmaya çalışıyorlar Husileri. Hâla Kızıldeniz’de devam ediyor sorunlar. Askerî çözüm bir şekilde, yani Hamas meselesi olsun, Hizbullah olsun, Filistin olsun bunlarda askerî çözüm çok zor. Bir şekilde diplomasiye dönülmesi gerekiyor. Amerika açısından bunu hatırlatmak, İsrail’e bunu hatırlatmak son derece önemli. Bu arada tabiî Biden açısından bu yıl seçim yılı; petrol fiyatlarının artmaması önemli, enflasyonun kontrol altında olması önemli. Amerikan ekonomisi Biden’ın şansına çok iyi gitmeye başladı. Son zamanlarda büyüme hızı da artıyor. Ve Amerikan halkına da baktığımızda, kamuoyu yoklamalarına göre tüketici güven endeksi yerine geliyor yavaş yavaş. Bu Biden’ın şansını bir nebze artırıyor. Fakat dış politikaya baktığımızda Biden açısından bir başarı hikâyesi olarak gözükebilecek Ukrayna’da bile ciddî zorluklar var. Şu anda Ukrayna’ya ekonomik yardım, askerî yardım yapamıyor durumda Amerika; çünkü bütçeyi çıkaramadılar. Cumhuriyetçiler, Trump’ın etkisi altındaki Cumhuriyetçiler Amerika’nın Ukrayna’ya yapacağı yardımı sınır güvenliğine ve göçmen reformuna bağladılar. Ve şu anda paralize olmuş durumda o süreç. Senato’dan, Kongre’den geçemiyor. Halbuki bir bütçe var ve o bütçe aslında göçmenler reformunu da içeriyor, sınır güvenliği konusunda da bâzı Cumhuriyetçilerin istediği adımları atıyor. Bunun karşılığında da Ukrayna’ya yapılacak ekonomik yardımı… çünkü Cumhuriyetçiler Temsilciler Meclisi’nde çoğunluk oldukları için bunların ikisini bağladılar. “Sınır güvenliği olmadan Ukrayna’ya daha fazla para vermeyelim” dediler. Ve burada da Trump’ın etkisi altındaki daha radikal Cumhuriyetçi grup herhangi bir uzlaşmaya yanaşmak istemiyor. Yani seçimlere bir bakıma krizle gidilmesini istiyorlar ki Trump’ın eli güçlensin. Trump göçmenler krizinden bahsetsin, sınır güvenliğinden bahsetsin, Ukrayna’daki başarısızlıktan bahsetsin, Ortadoğu’daki felâketten bahsetsin ve “Ben bütün bunları aslında geldiğimde halledebilirim. Bakın ben 4 yıl iktidarda değildim neler oldu. Ben varken nasıldı dünya, ben yokken ne hâle geldi? Hem Amerika’da suç oranı arttı, göçmenler oranı arttı, sınır güvenliği yok” diyebilsin. O enflasyonun da devam etmesini istiyor tabiî. Yani bir şekilde Ortadoğu’daki kriz eğer petrol fiyatlarını artırırsa bu Trump’a yarar. Ukrayna’ya yardım yapılmasını istemiyor. Rusya’yla masaya oturmak istiyor. İran’ı muhtemelen Trump yönetimi geldiğinde çok daha sert politikalarla, bombalamaya kadar gidebilir. Yani bu tür bir durumla karşı karşıya Biden yönetimi. Bir başarı hikâyesine muhtaç dış politikada. Ve dış politikada Biden’ın siciline baktığımızda; Afganistan’dan başlayalım, Afganistan’dan o bütünüyle rezil olarak çıkışından başlayarak, sonrasında Ukrayna’nın işgali. Milyarlarca dolar karşılığında Ukrayna ordusunun tamâmen yenilmemesi, ama bir başarı da tam olarak kazanamıyor olması. Ortadoğu’da yaşanan felâket. Bütün bunlar, Biden’ın hânesine baktığımızda, Biden’ın 4 yıllık dış politikası açısından bir başarısızlık hikâyesi. Bunu Trump’ın kullanması gayet normal olacak. Fakat başladığım yerle bitireyim: Şu anda Biden açısından tek olumlu gelişme, ekonomideki düzelme sinyalleri. O ekonomideki düzelme, yani Amerika’nın bir resesyona, durgunluğa girmemesi, enflasyonu yenmesi son derece başarılı. Genelde seçimler Amerika’nın dış politika konusuyla ilgili değil; içerideki meselelerle ilgili ve iç güvenlikle ilgili. İç güvenlik konusunda da bir başarı hikâyesi yok Biden açısından. Yani baktığımızda kamuoyu yoklamaları Amerikan toplumunun genelinde güvenlik meselesinde daha çok Cumhuriyetçilere meylettiğini gösteriyor. Biden’ın kazanma şansı şu aşamada ekonominin iyi gitmesine bağlı diyebiliriz. O da birazcık petrol fiyatlarının kontrol altında olmasına bağlı. O da Ortadoğu’daki istikrâra bağlı. O nedenle bence Blinken bu mekik diplomasisine devam edecek. Amaç Ortadoğu’daki krizin birdenbire petrol fiyatlarını çok daha artıracak büyük bir savaşa dönüşmemesi. 

Evet, yavaş yavaş toparlayalım. Ama Ömer’in dediği, “Biden zor durumda, Trump her şeyi kullanıyor” meselesinde, şimdi Trump da o kadar kolay bir durumda değil herhalde, mahkemeler filan. Ama diğer yandan en büyük rakibi… Trump’ın katılamadığı Nevada’ydı, değil mi?

Gönül Tol: Evet.

Önseçimde Trump’ı yine geçememiş. Yani karşısında rakip olmamasına rağmen geçememiş. Şunları hızlıca bir özetleyebilir misin Gönül?

Gönül Tol: Evet, tabiî. Yani o açıdan Haley’nin kampanyası için çok utanç verici bir kayıptı Nevada’daki. Şimdi Nevada’da 2020 seçimlerinde Biden kazandı. Yani Demokratların kazandığı bir yer. Fakat bütün yapılan kamuoyu yoklamaları, bu yıl içerisinde yapılan ve geçen yıl yapılan kamuoyu yoklamaları Trump’ın önde gittiğini, Biden’ın 10 puan kadar önünde olduğunu gösteriyor. Önseçimlerle ilgili kamuoyu yoklamaları yapıldığında da Haley aslında kazanamayacağını biliyordu. Ve dün Haley’nin seçim kampanya ekibi, “Biz hiç enerji harcamamıştık zâten Nevada’ya” dedi. Fakat yine de utanç verici, şu yüzden utanç verici: Tam senin söylediğin gibi karşısında rakibi yoktu. O yüzden şimdi Cumhuriyetçiler’in özellikle Trump’ı destekleyenleri, “Hiç kimseye karşı kaybetti” diyorlar. Çünkü %31’ini aldı oyların, geri kalan %60 küsuru, “Bu adaylardan hiçbiri” diye oy verdi. Şimdi bir sonraki Güney Karolina’da –ki Güney Karolina Nikki Haley’nin eyâleti–. Şubat sonunda orada ön seçimler olacak. Orada da kamuoyu yoklamaları Trump’ı biraz önde gösteriyor. Tabiî kendi eyâletinde kaybederse Nikki Haley Trump’a, bu yani yıllarca da konuşulacak bir şey. Ömer’in söylediği gibi, yani Trump kendi partisinin adayı olacak. Biden gerçekten zor durumda, hep bunu konuşuyoruz. Evet, zor durumda; çünkü bir taraftan ekonomi iyi gidiyor, fakat halk böyle hissetmiyor. Yani algı farklı ekonomiye dâir. Öbür taraftan, işte, suç oranı, bunu biz bile hissediyoruz. Yani bizim yaşadığımız yer, bölge, Amerika çapında suç oranının çok düşük olduğu yerlerden bir tânesi. Fakat biz dahi, bizim kendi mahallemizde, bölgemizde suçun arttığını görüyoruz. Bu özellikle Latinolar için, siyâhî seçmen için suç oranının bu kadar artmış olması onlar için çok önemli bir kaygı sebebi. Bir diğer taraftan da gerçekten ekonomik düzelmenin Biden ekibinin söylediği gibi olmadığını hissediyorlar. Ve Trump’ın da Latinolar ve siyâhîler arasında oylarını artırdığını, desteğini artırdığını görüyoruz. Ve bir de sınır meselesi var, en önemli meselelerden bir tânesi. Şimdi dolayısıyla bütün bu faktörler Biden’ın işini çok zor hâle getiriyor. Ama diğer taraftan, Demokrat Parti’nin stratejistlerini dinlediğinizde şunu düşünüyorsunuz: Aslında parti on yıllardır olmadığı kadar güçlü bir yerde ve şunu söylüyorlar: “Son yıllarda girdiğimiz bütün seçimleri kazandık biz.” Ve Biden ekibinin yapması gereken şey… Evet, şunu kabul ediyorlar; Biden’ın yaşıyla ilgili, ekonomiye dâir algıyla vs. ile ilgili bir sürü sorun var. Fakat Biden’ın yapması gereken şey aslında seçmeni sandığa taşımak ve seçmeni sandığa taşımak için de iki temel argümanı var. Bir tânesi kürtaj meselesi –ki Amerika çapında yapılan kamuoyu araştırmalarında özellikle genç kadınların çok açık ara önde bir şekilde Demokratları desteklediğini görüyorsunuz ve hattâ şunu söylüyorlar; “Cumhuriyetçi Parti genç kadınları kaybetti” deniyor. Dolayısıyla kürtaj meselesini kullanıyorlar seçimi mobilize etmek için. İkinci söylemleri de, “Demokrasi elden gidiyor” söylemi. Bunun da insanları harekete geçireceğine inanıyorlar. Dolayısıyla hani bu bütünüyle, tamam Trump kazandı bu seçimi anlamına gelmiyor bence. Fakat benim gördüğüm şey, Biden kampanyası yeterince agresif hareket etmiyor. Aslında tam da şu zamanda çok daha agresif bir şekilde kampanya ekibinin kampanya yapıyor olması lâzım. Çünkü Biden yaşı nedeniyle ve bence nörolojik bâzı sorunları da var, kampanya yapabilecek bir insan değil. O yüzden onu çok göz önünde tutmamaya çalışıyor ekibi. Fakat meselâ Obama artık sâhaya indi. Böyle kilit isimleri bir araya getirerek bu kampanyanın çok daha agresif bir hâle gelmesi gerekiyor. Çünkü bu güne kadar çok ses çıkmıyor, çok agresif bir strateji izlemiyorlar, bu problem. Ama bunu yapmaya başladıkları anda, bence eğer kampanya hızlanırsa, yine de Biden’ın kazanabileceği bir şey ortaya çıkabilir diye düşünüyorum.

Ömer, YouTube’da çıkan yorumlara bakıyor musunuz bilmiyorum, ama Amerika’dan bizi izleyen izleyicilerimizin hatırı sayılır bir bölümü Gönül’ün ve senin Trump karşıtlığınızdan rahatsız oluyorlar. Yani bu da şu anlama geliyor; oraya yerleşik Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları, belki Amerikan vatandaşı olmuşlardır olmamışlardır bilmiyorum, ama genellikle de belli ki orta sınıf Türklerde de bir Trump ilgisi var sanki. Siz de tanık oluyor musunuz buna? Siz kendinizi azınlıkta hissediyor musunuz?

Gönül Tol: Şuna cevap verebilir miyim Ruşen?

Tabiî.

Gönül Tol: Ben bir şey figür görmedim, hani yapılan bir çalışma var mı Türkiyeliler arasında bunu bilmiyorum. Fakat şu yorumu gördüm: “Ama sizin de Biden’ı desteklediğiniz çok açık. Bu sizin analizlerinizin taraflı olduğunu gösteriyor.” Şimdi şunu söylemek lâzım; biz beyin cerrahı değiliz, değil mi? Bilim insanı da değiliz. Biz sosyal bilimle uğraşıyoruz. Yani toplumsal fenomenleri herkes gibi izleyebildiğimiz kadar izleyip yorum yapıyoruz. Dolayısıyla bizim tabiî ki fikirlerimiz var. Ben demokrasiye, insan haklarına inanan, çok önemseyen bir insanım. Türkiye’ye dâir, Türk siyâsetinde nasıl Erdoğan’ın ülke için, ülkenin geleceği, demokrasisi, insan hakları için kötü olduğunu düşünüyorsam; Trump’ın da aynı şekilde bu ülke demokrasisi için kötü olduğuna inanıyorum. Ve evet, Demokratlara oy vereceğim. Fakat bir analist olarak bunun benim analizlerimi değersiz kıldığını düşünmüyorum. Ne zaman değersiz kılar? Ben bu inancımın Trump-Biden yarışını nasıl gördüğümü, nasıl değerlendirdiğimi eğer şekillendirmesine izin verirsem ben bu anlamda kötü bir analist olurum. Yani Biden’ı o kadar çok seviyorum ki bütün kamuoyu yoklamalarına bakıp; “Hayır, Biden kazanacak, Trump kaybedecek” dersem eğer, o zaman gerçekten benim söylediklerimi ciddîye almayın. Fakat ben elimden geldiğince şunu yapmaya çalışıyorum: Evet, ben de bir insanım, tabiî ki fikirlerim var, oy vereceğim; ama aynı zamanda analistim. Dolayısıyla o kendi şahsî düşüncelerimin gözlemlediğim şeyleri şekillendirmemesine ben gayret gösteriyorum. Bu nedenle de, “Ay, siz tarafsız değilsiniz. Siz dinlenmezsiniz” eleştirilerini kabul etmiyorum. 

Ömer, sen ne dersin? Sen Trumpçısın zâten, sana niye kızıyorlar anlamıyorum açıkçası. 

Ömer Taşpınar: Son zamanlarda hobi olarak beyin cerrahlığı da yapıyorum ara sıra. Şimdi şöyle bir mesele var Ruşen; yani Amerika’daki Türkler, eğer gelir seviyeleri yüksekse vergilerin azalmasını ister. Bir sürü göçmen buradaki, Müslüman olsun olmasın genelde gelirlere baktığımızda vergilerin düşmesini isteyen, ekonominin genelde Cumhuriyetçiler tarafından daha iyi yönetildiğine inananlar Trump’ı da bu kategori içinde değerlendiriyorlar. Ama Amerika’daki Türklerin başka bir bakış açısı da var. Demokratları genelde Türkiye düşmanı olarak görüyorlar. Yani Demokratların insan hakları alanındaki politikalarını Kürt sempatizanlığı olarak veya işte Rum lobisine, Ermeni lobisine, insan hakları lobisine yakın olarak görüyorlar Demokratları. Demokratların geleneksel olarak Pentagon’la da ilişkileri çok iyi değil, askerlerle ilişkileri iyi değil. Halbuki Türk-Amerikan ilişkilerinin ana kemiği hep asker, yani asker meselesi. Dolayısıyla Cumhuriyetçiler geldiğinde Türkiye’nin jeostratejik önemine bakarak daha Türkiye’nin lehine kararlar verebilme ihtimalleri yüksek. Bu Reagan dönemine kadar gidiyor. Ondan öncesine kadar gidiyor. Dolayısıyla ben Amerika’daki Türklerin bir bakıma, yani bunlar çok eğitimli, yüksek seviyede, yani insan hakları meselesine hassas oldukça, entelektüel seviye arttıkça bence Demokratlara gidiş oluyor Türklerde de. Ama hem böyle sırf ekonomik açından baktıklarında hem de reel politik, “Türk dostu mu Türk düşmanı mı?” diye baktıklarında hâlâ bana göre bir Biden’a göre Trump’ı daha Türk dostu olarak görebilecek Türkler de var. 

Gönül Tol: Halbuki Türk ekonomisini Demokratlardan çok daha fazla riske atmıştır Trump. Hatırlayalım yani o yaptırımı, “Sizin ekonominizi yerle bir ederim” dedi ve ne kadar etkilendi. Yani aslında fiiliyatta evet, Trump söylüyor, “Erdoğan’ı seviyorum. Otokratları seviyorum” diyor. 

Aslında bu konu çok keyifli. Sizin orada seçim olana kadar arada sırada ben sizi biraz böyle yine provoke edeyim. Zâten bu yayından sonra da yeni tepkiler gelir, buradan devam ederiz. İsterseniz bugün burada noktayı koyalım. Bayağı yoğun bir yayın oldu yine. Ömer Taşpınar ve Gönül Tol’a çok teşekkürler. Haftaya tekrar buluşmak üzere, iyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.