Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Kemal Can yazdı: Seçime doğru ara rapor

Bir ay önceki “Seçim, stratejiler, fırsatlar, riskler” yazısında, mevcut “veriler çerçevesinde, gelişmelere göre tekrar tazelenmek üzere- bir çıkış tahtası resmi çekmek mümkün” demiş ve seçim panoraması için bir tazeleme yazısı vaat etmiştim. “Sonuçları sadece foto finiş görüntüleriyle okumamak için böyle notlar faydalı. Öncesi olmadan ve sanki bir süreç yokmuş gibi keyfi milatlarla kurulan hikayeler” pek açıklayıcı olamıyor. Epey gürültülü ve her türlü sakillik içeren adaylık süreci şimdilik tamamlandı. Destekler ve köstekler konusunda da yine şimdilik kaydıyla bir resim ortaya çıktı. Dolayısıyla seçime giderken bir ara rapor çıkartmak mümkün. Belki bir ay sonra, son haftanın notlarıyla bir tazeleme daha yapar, bir son rapor çıkarırız. 

Geçtiğimiz birkaç haftanın baskın gündemi adaylık tartışmalarına bir bakalım. Başta en çok konuşulan Hatay tercihi olmak üzere, çoğu garantili sayılan büyükşehir ve ilçe belediyelerindeki CHP performansı, sahiden “ilginçti”. Fakat keskin algı kırılması daha acayipti. Özgür Özel’in “Hatay sürecini kötü yönetmediklerini düşündüğünü” söylemesi, uygulayıcılar ve izleyicilerin aşırı farklı bakış açılarını iyi özetliyor aslında. İzlenen süreç, alınacak sonuçtan tamamen bağımsız olarak -sonunda aynı şey yapılacak olsa bile, her tarafıyla- en objektif bakışla bile berbattı. Ancak Erdoğan iktidarında, süreç hatta kriz yönetiminin, bütünlüklü politik tutum, tutarlılık hatta mantık arayışından uzak, sadece sürdürebilme becerisinden ibaret sayılması, sanılandan daha yaygın.

Seçimleri kazanmak, siyasi partiler için en önemli motivasyon. Hele yerel seçimler söz konusu olunca çok sayıda “özel” faktör devreye giriyor. Fakat “kazanma” gerekçesiyle bu kadar çok tutarsızlığın bu kadar kısa bir zaman dilimine sığdırılmasının makul sayılması, biraz irrasyonel. Ayrıca adaylık tartışmaları, yerel ve özel durumlardan daha ziyade genel siyasi hatta iktisadi tablonun çıktısı gibi duruyor. Gerek partilerin -tuhaf transferler dahil- aday tercihleri, gerekse teveccüh görmeyen adayların reaksiyonları, hiç özel ve yerel meseleler gibi durmuyor. Kazanmak kadar kendini ve önemini gösterme ya da gıcıklık yapmak ve kaybettirme çabalarının da,  alternatif geliştirme, farklı ve tutarlı bir politik duruş arayışıyla ilgisi çok zayıf. Özetle adaylık sürecinden, partilerin sloganlarını süsleyen, “değişim”, “3. Yol”, “müstakil siyaset” veya “alternatif olma” iddialarına denk bir resim görmek güç. 

Geçtiğimiz bir ayda, partilerin ilişki pratiklerine bakınca da bilinen ezberlerin çok değiştiğini söyleyemeyiz. Hatta son birkaç günde, herkes tanıdık eski hattına geri döndü. Kampanyanın başında siyasi polemiklerden uzak, kent rantını yeniden ihya ve dağıtma vaadinin “dinamik teknokratı” gibi konumlanan -ama muhtemelen bunu dolduramayan- Murat Kurum, “Kandil talimatı” noktasına geldi. Buna karşılık, “DEM’lenme sırası AKP’de” cümlesini (tekrar) keşfeden Özel, “meşru muhatap” çizgisinden epey geriye çekildi. Sadece “DEM’lenme” sözüne bir suçlama vurgusuyla müracaat etmek bile, iktidarın kampanyasına destek anlamına geliyor. Bu gereksiz savunmaya, “DEM Parti’nin, bu kez muhalefete gücünü gösterme, kaybettirme stratejisi var” suçlaması eklemekle nasıl bir kent uzlaşısı sağlanacağını anlamak kolay değil.   

Geçen ayın belirsiz görünen başlıklarından biri de, YRP’nin nasıl tavır alacağıydı. Fatih Erbakan’ın kantarı bu seçimde kurup, daha önce başkalarının hamle ettiği “dip dalgayı”, beklenenin tam aksi yönde yakalama niyeti olduğu anlaşılıyor. İlk veriler de, YRP’nin Saadet, DEVA ve Gelecek Partisi toplamını aşacak kadar seçmeni yakalayabileceğini gösteriyor. Üstelik çoğu iktidar kanadından akan bu oy, iddia edildiği gibi blokun “merkeze” yakın tarafından gelmiyor, uçlardan sızıyor. (İktidar oylarının “merkez” kapısından boşalacağı beklentisinin sonuçsuz kalmasını ve “aşırıcılıktan” daha verimli imkanlar beklendiğini, İYİP ve Zafer Partisi stratejilerinden de izlemek mümkün) Bu gelişmeler, iki bloklu siyasetin, blok lideri partileri AKP ve CHP’nin, seçmenleri mecburiyetlere sıkıştıran stratejilerini zayıflatıyor. Kimlik duvarlarını, hassasiyet rüşvetleriyle aşmanın pek işe yaramayacağı, kimlik aidiyetlerinden doğan çözülmelere otantik alternatiflerin içerden çıkacağı daha net görülüyor. 

Toparlarsak, geçen sürede adaylık tartışmaları, siyasi ilişki performansları ve kampanya temaları bakımından heyecan verici bir resim ortaya çıkmış değil. Daha önceki bütün seçimlerde de söylendiği gibi, “bu son seçim” ve “sonuç her şeyi belirleyecek” iddiasının ağırlığını göremiyoruz. Anlaşılan seçmenin kendi kendine heyecan yaratması ve heveslenmesine güvenen siyaset profesyonelleri, “süreci iyi yönettikleri” kanısında. Başlangıç noktasındaki genel görünüm ve bu yazının konusu olan süreç, Türkiye’nin kaderini belirleyecek seçim iddiasının işaretini vermekten çok uzak. Daha önce sağlanmış ama Türkiye’yi başka bir yer yapmaya yetmemiş başarının tekrarının, bambaşka sonuçları olacağına inanmak için, daha fazlasını beklemek çok mu aşırı istek? Üstelik her şeyin üzerinde ama hiçbir şeyle bağlı olmayan aktörlerin, -avantaj olmaktan çıkıp risk olmaya başlayan- iktidarı ve diğer bütün parti iktidarlarını hatta “müesses nizamı” korkuttuğu iddiası ileri sürülürken.

Seçim sürecinin ara raporunu tamamlarken, arkadaşım Kadri Gürsel’in mevcut siyasi tablo ve bilinçli biçimde ihmal edilen ekonomi politik hakkındaki zihin açıcı yazısının başlattığı tartışmaya birkaç katkıyla katılmak isterim. Kadri Gürsel, AKP neden kazanıyor ve muhalefet neden kaybediyor?” sorularına, teknik ve taktik hatalar ve zaaflar penceresinden cevaplar aramanın eksik bıraktıklarına bakıyor. Bir seçime daha giderken, rejim hatta hayatta kalma meselesi haline gelen siyasi krizin çözümünün, sadece seçim performansına indirgenmesine itiraz ediyor. Muhalefetin -hatta siyasetin- gücü, sadece seçim kazanma ihtimaliyle ölçülemez; aynı zamanda despotik iktidarı durdurma veya caydırma kabiliyeti ya da kapasitesine bakmak gerekir. Bakınız: Önünde hiçbir engel olmadan, arkasından hiçbir gürültü çıkmadan, anayasanın yürürlükten kaldırılması ve bu hadisenin hiç olmamış muamelesi görmesi. “Karşı taraftan oy alma” sihirli cümlesi, karşı tarafı anlamayı tam beceremediği gibi, kendi tarafını dinlemeyi de fazla ihmal etti. 

Kadri Gürsel, bir tarihsel fenomen olarak “Devlete göç eden siyasal İslam” kavramını, “tabanı, gövdesi ve kendine özgü elitiyle devletin tüm organlarına yerleştiği, bu bağlamda devleti değiştirdiği, dönüştürdüğü, her yönüyle kontrol eder hale geldiği” durum olarak tarif ediyor. AKP iktidarının daha önceki dönemlerinde -AB süreci ve Cemaat  katkısıyla- yürüttüğü “stratejik yolculuk” veya “kılcal sızma” stratejilerinden farklı yeni bir merhaleden bahsediyor. Ben, “göç” veya bazılarının tercih ettiği gibi “işgal” yerine, “milliyetçi-maneviyatçı çoğunluğun” devlette kadrolu istihdamı demeye yakınım. Türkiye, uzun yıllar “milliyetçi-maneviyatçı” çizgiyi bazen sözleşmeli, bazen kiralık bazen de taşeron olarak hep oyunda tuttu. 12 Eylül, sentetik Türk-İslam Sentezi yaratmaya çalıştı. 2014-2017 arasında fiilen uygulamaya giren ise MHP torpiliyle “kadrolu yerleşmeydi”. Muhalefetin seçim yoluyla sonuç alma hevesinden dolayı milat haline getirilen 2023, kurumsallaşma açısından geç bir eşik. Dolayısıyla, ekonomi politik kadar, devleti de pasif mağdur saymayıp, sorgulamaya katmak gerekir.  

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.