İki buçuk ay (10 hafta) sonra yapılacak yerel seçimin son düzlüğüne girildi. Adayların önemli bir kısmı netleşti, çekişmenin hâlâ devam ettiği yerler veya küskünlerin son hamleleri, genel tabloyu çok etkileyecek gibi görünmüyor. Özellikle iktidar cephesinin aday ve kampanya tercihleri konusunda artık fazla tereddüt kalmadı. Gerek “50+1 tartışması” gerek AYM krizi dolayısıyla “çatlak” iddialarına konu olan Cumhur İttifakı, paylaşımı kolay halletmiş görünüyor. İktidarın stratejisinin fazla sürpriz içermeyeceği de ortada. Muhalefet tarafında ise özellikle kritik merkezlerde, DEM ve İYİP’in adayları ve profillerinin hâlâ sayısal tabloyu etkileme potansiyeli söz konusu. “Gıcıklık” veya “alerjik destek” tavrının, kampanya derinliğindeki pozitif ve negatif etkileri de henüz tam ölçülemiyor olabilir. Fakat temel tercihler ve kampanya rotaları konusunda radikal yenilikler beklenecek bir durum da yok. Bu veriler çerçevesinde, gelişmelere göre tekrar tazelenmek üzere- bir çıkış tahtası resmi çekmek mümkün. Alınan sonuçları sadece foto finiş görüntüleriyle okumamak için böyle notlar faydalı oluyor. Çoğunlukla, öncesi olmadan ve sanki bir süreç yokmuş gibi keyfi milatlarla kurulan hikayeler her şeyi “açıklar” sanılıyor.
AYM krizi sırasında fazla konuşkan olmayan Erdoğan, geçen gün partisinin Yalova’daki toplantısında “tereddütleri” ve uyduruk “vehimleri” sonlandıran bir konuşma yaptı: “Bu zihniyet, 18 yıl hapse mahkum olmuş bir teröristi Meclis’e taşımak için hukukun altından tünel kazmakla kalmıyor, şimdi işi daha da ileri götürüp mahalli seçim işbirliği kisvesi altında cezaevlerindeki terör örgütü mensuplarını salmanın hesabını yapıyorlar.” Bu, 2019’un “faturaları teröristler getirecek” iddiasının veya 2023’ün montaj videolarının yeni sürümü aslında. Erdoğan, uzunca bir süredir MHP’ye hatta onun yargıdaki dar ekibine etiketlenen tutumu, açıkça sahiplendi. İktidarın, muhalefetteki “gıcıklık” siyaseti sayesinde daha az enerji harcayacağı veya kolayca delege edebileceği bu kışkırtmanın, yine önemli kampanya malzemesi olacağına kuşku yok. İkinci ayak ise Murat Kurum’un adaylığı ile tescil olunan ve CHP’den transfer Muğla adayı Ayaydın tarafından açıkça ifade edilen, “hizmet belediyeciliğinin” iktidara mecburiyeti teması olacak. Bu yaklaşımın muhalefet seçmeninde alıcısı olduğu hesaplanıyor. Risk görülen şeylerin imkan, fırsat sayılanların ise tuzak olması pekala mümkün.
Çok uzun yıllardır kullanımda olan, son on yıldır cephe stratejisine dönüşerek resmileşen “Beka Davası” ve “yerli-milli siyaset” meselesi, iktidar açısından çok sayıda testten geçmiş, etkisi ve başarısı “kanıtlanmış” bir seçim enstrümanı. Ancak bu stratejinin sonuç garantisi, sanılanın aksine kendi bloğu için sağlayabildiği konsolidasyon imkanlarından gelmiyor. Aksine muhalefetin içinde yaratabildiği çözülme ve tedirginlikle ilerliyor. Bunu en somut biçimde, “müstakil siyasetin” her aşamada herkese hissettirdiği samimiyetsizliğini şimdi açıktan salladığı parmakla faş etmesinde görebiliriz. İktidarın bu çok güvendiği enstrümanının, muhalefet cephesinden açık ortaklar bulmuşken daha da etkili hale gelmesi beklenebilir. Fakat muhalefetin başarı ölçütü olacak büyükşehir belediyelerinin seçmen profili, bu konuda önemli baraj. CHP’nin yönettiği İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Antalya ve Mersin (Yirmi milyonun üzerinde seçmeniyle toplam seçmenin yaklaşık yüzde 39’u), bu enstrümanın en etkili kullanıldığı 2023 seçiminde Türkiye tablosunun tam zıttı bir sonuç üretti: Kılıçdaroğlu %55, Erdoğan %45. Elbette bu ittifaklı sonuç ama 2019 dağılımını bile geçen potansiyeli göstermesi açısından önemli. Çoğunluk ağırlığı değiştiğinde veya korunduğunda, kutuplaştırma çok farklı işleyebilir.
“Müstakil siyaset” ve “gıcıklık stratejisi”, ittifak zeminini bozan en önemli risk faktörü olarak ele alınıyor. Elbette konjonktürel etkiler yüzünden daha toksik bir temas haline gelebilecek DEM Parti ilişkisi de öyle. Ancak ilk bakışta aritmetik eksi gibi değerlendirilen bu gelişmelerin, siyasal avantajlar yaratması da olası. Çünkü “müstakil siyaset”, iddia sahiplerinin özgürleşmesinden ziyade hedef aldıklarını, gıcıklık yaptıklarını, tehdit ettiklerini “hür” kılabilir, iddia sahiplerini ise daha bağımlı bir zemine zorlayabilir. İYİP’in kurulduğu tarihten itibaren muhalefet ittifakının içinde yer alarak CHP’ye bir tür milliyetçilik kalkanı veya meşruiyeti sağladığı düşünüldü. Hatta CHP’ye alerjik olan seküler milliyetçileri toparlama kabiliyetine yapılan vurgunun ölçüsü fazla kaçtı. Ancak aynı dönemde Akşener’in bazen açık bazen pasif agresif tutumuyla, “gelecek kaz” konusundaki abartıyla veya bazı aktörlerin iç partner arayışlarıyla, bu ilişki her düzeyde “müstakil” olmayı zorlaştırıyordu. Şimdi bildiri meselesinden, açık müzakereye kadar -sallanan parmaklara rağmen- asıl olarak CHP’nin müstakil siyaseti için daha fazla imkan olabileceği anlaşılıyor.
Bazı siyasal iletişimciler, kampanya mühendisleri, danışmanlar muhalefetin genel siyasi konuların dışında kalmasının ve “hizmet belediyeciliği” üzerinden yürümenin çok doğru olacağı görüşünde. Bazı adayların da bu yaklaşımın fanatiği ve “siyaset üstü” kerametinin savunucusu olduğunu biliyoruz. Ancak bu mesele, 2019’dan farklı olarak kazanmak yerine olanı koruma mecburiyetine sıkışan ve başarı kriteri olarak değiştirmek yerine sürdürmeyi kullanmak zorunda olan muhalefetin çok ciddi paradoksu. Zaman zaman hizmet eksiğini açıklamak için merkezi yönetimin çıkardığı zorlukları anlatan, bazen iktidarın suçlamalarına cevap verirken yetersizliğini açık eden tutumlar, bu riski büyütüyor. Yerel iktidarları tercih sorunlarından arındırılmış teknik yeterlilik veya liyakat meselesine indirgeyince, merkezi yönetimin desteğini almak, otomatik avantaja dönüşüyor, insanları heyecanlandıracak vaatlerin bulunması zorlaşıyor. Tercih meselesini kampanya temasına dönüştürmek için ise ne hazırlık ne zaman var. Bu yüzden beş yıldır çok ciddi memnuniyet sorunları yaşamadan bazı belediyelerin iktidarında olmak, kazanma garantisinden ziyade kampanya zorlukları yaratabilir. Bu konudaki tutarsızlıklar da cabası. Mesela Eskişehir’de “Kaç yıldır yönetmiş, artık yenilensin” denilirken, Hatay’da “Alternatifini bulamadık” denmesi gibi.