Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Elif Gökçe Aras yazdı: Davranmayın yakarım

Bir 8 Mart haftası personel müdürü gelip “8 Mart’a kadın personel için planlama yapma. O gün sadece erkek personel çalışacak, kadınlar tekne gezisine gidecekler. Hadi yine iyisiniz” dedi ve gevşek gevşek gülerek gitti. Müdür erkekti tabi, müdürler erkek olur çünkü. Mutlu olmam lazım değil mi belki çoğunuza göre, mutlu olmadım. Kendimi mutlu değil, aşağılanmış hissettim. O gün 8 Mart diye kadınlara yemek ısmarlanacak, mini bir konser verilecek ve üzeri baskılı ucuz naylon şallar dağıtılacak. Sonra doğru evlere. Ne şanslıyız be!

Sırf çalışmamıza izin verdikleri için, aynı işi yapıp daha az ücret almamız, bir pozisyon için çok daha donanımlıyken uygun görülmeyişimizi sindiriyoruz diye, bayramlık çocuklar belleyip bizi gezmeye götürecekler.

Gerçekten nefret ederek gittim o etkinliğe, gitmek zorunda olduğum için. Kadınlar güldüler, eğlendiler, kime hangi renk şal denk geldi baktılar, aralarında değiştirdiler. Sonra da bir gün olsun mesai yapmayıp eve gidecekleri için neşeyle ayrıldılar. Canım kadınlar, çoğu düşünmez birçok şeyin üzerine. Düşünemediğinden değil, düşün düşün içinden çıkamayacağını bildiği, binlerce yıldır kendini tekrar eden sorunları bir çırpıda çözemeyeceğine inandığı için buna da şükür der ve üzerinde durmaz, devam eder. Kadınlardaki bu rikkat, hem hayatta tutar hem öldürür inceden. Ayrılırken tekneden, aynı dertleri yandılar. Aman bir günlük mutluluk işte, yarın yine işte koştur, eve git koştur, devam. Yöneticileri de böyle düşünüyordu onlar için, kocaları da.

Kadınlar yüzyıllar boyunca dizayn edilmeye, baskı görmeye, şiddete maruz kalmaya, eğitimsizliğe maruz bırakıla bırakıla hayatta kalma güdüsüyle erkeğin çizdiği rolleri kabullendi sırasıyla. Sistematik olarak süren bir şiddette hayatta kalmak için belli bir evre uyum sağlarsınız zaten, normal bir şey bu. Ancak bugün hâlâ en temel haklar bile lütuf gibi sunuluyorsa kabul etmeyin. Erkeğin avcı ve savaşçı karakterden iletişim sağlayarak problem çözen modele evirilmesiyle, kadınlar da çağlar boyu önce kaba kuvvetle ardından eril dille sağlanan bu baskıyla mücadele etmeyi sürdürdü.

Sokaklardan ofislere giren erkekler kadınları sekreteryaya layık gördü, kadınlar kabul etti. Temizlik yap, çayımı koy yeter dedi, kabul etti. Fuarlarda arabaların üzerine yatırdı, kadınlar kabul etti. Güzelliklerini yarıştırdı, kadınlar kabul etti. Saf mısınız kızım? Ne hemen kabul ediyorsunuz azıcık alan açıldı diye, şartları zorlasanıza? Zamansız zorlayanlara çok kötü şeyler yaptılar evet, haklısınız.

Bundan on yıl önce bile bugünden daha acıklıydı durumlar. Belediyeler dikiş-nakış kursu açar, meslek edindirme kursu açar, tanıtırken şöyle bir cümle kurarlardı:

“Kadınların meslek edinip ev bütçesine ‘katkıda’ bulunabilmesi için bir fırsat.” Hadi canım!

Kadınlar ev geçindiremez çünkü sadece katkı sağlayabilirlerdi o kafalara göre. Dikiş dikmeyi öğrenip kocanızın maaşına “katkı” sağlayabilirdiniz ancak. Üstelik evden çalışacağınız için kocanızın gözü arkada kalmaz, çoluk-çocuk yabana baktırılmaz. Kadınlar o kurslara bile hevesle yazıldılar.

Çalışıyorsa bile iş hayatı kadının üzerinden ev işi ve çocuk bakımı yüklerini alamadı uzunca bir müddet. Şikâyet eden kadına “şikâyet edeceksen çalışma o zaman” dendi. Çalışmak isteyen kadınlara erkeklerden önce anası, komşusu, kaynanası kadınlar tarafından “Aldığın maaş bakıcı parasına gidecek zaten, otur evde çocuğuna bak” dendi. Sanki o bakıcı ücreti bir ömür verilecekmiş gibi, birbiri ardına çocuk doğurup hayat boyu çocuk bakması bekleniyor demek ki. Bütün bu laflara ve psikolojik baskılara rağmen kadınlar yılmadı, sırf bu laflar yüzünden eve tıkılmamak için çift mesai yaptılar. Biri düşük ücretli, biri ücretsiz hem işte hem evde çalıştılar. Kadri kıymeti de bilinmedi, “Olsun, minnet etmedim ya” cümlesini bile kazanım bildi kadınlar. Eskinin hiç durmadan çalışan kadınlarından çokça dinlemişimdir. Kadın merdiven siler, bulaşıkçılık yapar, fabrikada çalışır, beş çocuk birbirine bakar. Akşam koca kocası gelir, ona sofra kurar, bir posta dayağını yer, ertesi sabah sobanın külünü döker, koşa koşa iş yerine kaçar. Gerine gerine anlatır emekli maaşını çatır çatır yerken gebermiş kocasının ardından, “Hepsini okuttum, kimseye muhtaç etmedim çocuklarımı” diye. 

Kadın ve erkek eşittir söylemi yaygınlaştıkça denyo erkek modelinin yaptığı ilk icraat, toplu taşımada kadınlara yer vermemek oldu. Bu da pasif direniş işte onlar için. Bakın, mini minnacık haklarına bile nasıl sahip çıkıyorlar. Ayakta durun kadınlar, ayakta kalın lütfen. Her ne kadar o model eşitlikten kendine bir fayda devşirdiyse de bu olumlu bir şeydir. Yer vermek zorunda kalmadığı kadınlar en az onun kadar sokaktadır, onun kadar dayanıklıdır.

Kadınlar gününün giyim, aksesuar, güzellik ürünlerinde indirim rüzgârının yaşandığı günler olarak kutlanmasına itiraz ediyorum. Bu kafayla siz hiçbir şeyi kutlamıyorsunuz. Tam tersine, kadını binlerce yıldır hapsetmeye çalışılan role yakıştırıyorsunuz bu yüzyılda. Çalışır alırım kardeşim, yapma bana bir güzellik.

Erkekler buna bile bozuluyorlar gerçi, bizim bir tek babalar günümüz var deyip içerliyorlar. Keşke biz de hiç özel olarak anılmasak beyler. Keşke bizi de önemsemeseler, biz de kayırılmasak ve hayatın tam ortasında olmamız, bu yüzyılda bile lafı edilecek bir şey olmasa. Ne kutlansa, ne alkışlansa, ne hayret edilse; olağan olsa.

Oysa olağan olan kıskanç erkeğin cinayeti, gece yarısı sokaktaysan taciz edilme ihtimali, bir erkekle baş başa kalındığında taciz yahut tecavüz gerçekleştiyse hak etmiş olmamız. Ancak bu normali değiştirecek olan biziz biliyorsunuz değil mi? Tıpkı diğer normal olmayan şeyleri değiştirdiğimiz gibi. Erkeklere tolerans tanımamayı, kırmızı listede olan davranışlardan herhangi birini sergilediği an arkamıza bakmadan olay mahallini terk etmeyi bilmeliyiz artık. En küçük bir tolerans bir sonraki adıma kapı açıyor çünkü. Erkekler hakkında her zaman art niyetli olun! Ta ki tüm riskler bertaraf edilinceye kadar.

Bir kadının evdeki erkeğe güvenmediği için 8 yaşındaki kızını ekmek almaya giderken yanında götürüp, 2 yaşındaki bebeğini herhalde ona bir şey yapmaz diyerek evde bıraktığını, bebeğin tecavüze uğradığı için öldürüldüğünü unutma! Bizi bizden başka koruyacak kimse yok çünkü. Çoğunda saygı, merhamet, hatta akıl yok, güdüleriyle hareket ediyorlar. Bu yüzyılda hâlâ güdüleriyle hareket edenlerinden sakınacaksın, başka yolu yok. Bu uyarıyı Fatsa’nın köyünde oturan genç kız için yazmadım. Gündeme düşen son şiddet iddiasında gördük ki, sanat camiasının kadınları da konuşmak için o bir kişinin ortaya çıkmasını bekliyormuş. Ondan sonra temkinli cümlelerle destek olunuyormuş. O ilk kişi konuşana kadar herkes safa yatıyormuş, susuyormuş kasaba insanları gibi. Anadolu’nun taassubu İstanbul’un göbeğinde bile capcanlı yaşıyormuş. Bu davranış kalıbı medyada, siyasette, iş dünyasında farklı mı ki acaba? Kadınlar ne kadar susuyorlar zar zor elde ettikleri statüler ellerinden gitmesin diye? Güçlü kadınlar ne kadar tolerans tanıyor şahit oldukları zorbalıklara, erkekler en çok onların arkasında dursun diye? Bir yanda bu ilkellik, koca plazalarda başka bir ilkellik.

Bugün modern dünyada hâlâ korunup kollanmamız gerektiğine inanıldığı için, kadınlara alan açmak için yapılan pozitif ayrımcılık kanıma dokunuyor! Çünkü pozitif dahi olsa bu bir ayrımcılıktır!

Neleri aşıp gelseniz de, ne kadar eğitimli olsanız da, eşit yaklaşmayı beceremediğinizin itirafı bu pozitif ayrımcılık meselesi. AVM’ye oyun alanı açar gibi kadın kotası açmak kelimenin tam anlamıyla aşağılık bir eylem. İşler, olağan akışında zaten öyle gelişmeliydi. Anlı şanlı holdinglerde, siyasi partilerde adı geçse bile uygulanamayan kadın kotası aşağılık bir şeydir.

Ha burada tüm suç erkeklerde midir, elbette değildir. Kendine güvenmeyen, kendisine güçlü pozisyonları yakıştıramayan, her işe atlamayan, konfor alanından çıkmayan, pozisyonların gerektirdiği güçlükler karşısında panikleyen kadınlarda da sorun vardır. Agora zorlu bir sahnedir ve biraz dizler kanayacak, dirsekler çürüyecek, gözler moraracak. Erkekler kadar erkek Satı’ların da suçu vardır bu düzende küme düşmemizde. Kadınları kadın oldukları için erkeklerin işlerine layık görmeyen, kendini onlardan ayıran erkek Satı’lar vardır. Kendisi de bir kadın olduğu halde en tepesine kadar çıktığı başarı merdiveninde geriye bakıp kadınları mesleğinde yükseltmediğini itiraf eden Sevil Atasoy’lar vardır. Onların haricinde üst pozisyonlara giden yolu dişiliğini kullanarak keşfeden fingirdekler de vardır. Hem çalışıp hem çocuk yapacağım deyip sürekli eşini, çocuğunu, evini bahane eden kadınların da payı vardır, vardır. Aklıyla, zekâsıyla, çalışkanlığıyla iş hayatında var olmak dezavantaj gibidir bu ortamda. Kadın sadece erkekle değil, hem cinsleriyle de mücadele eder, hem belki de asıl onlarla mücadele eder.

2024 yılında bu hafta büyük büyük firmalar kadın çalışanlarla övünecek reklamlarda. Övünmeyin artık bununla çünkü bu aşağılayıcı bir şey bu yüzyılda. İş yerinde kadın varlığının normalleşmesinin önündeki engelin ta kendisi o kampanya. Bir firma için kadın çalışan puanının hası, ofisi gezerken her pozisyonda kadın çalışanlara rastlanması.

En büyük farkındalık, en büyük kampanya nedir biliyor musunuz canım kadınlar? Sabahın körü sokakta tıkırdayan topuklar, okulun önünde çocuğunu öpüp işe koşan kadınlar, vapura atlarken uçuşan saçlar. En büyük kampanya, aslında sessiz ve derinden, bir fay hattı gibi orada öylece var olmak ve kendini her an hissettirmek. İşte bu güç büyük bir güçtür ve çatlatır toprağı. Her şeyin tam ortasında olmak gerek. Her şeye ve herkese rağmen orada olmak yeterlidir varlığımızı reddedemeyecekleri gerçeğini kafalara nakşetmek için.

Yolda erkeğe yol vermek için kenara çekilmeyen Fatma, ilişkisi yürüsün diye uğradığı kaba muameleyi yutmayan Begüm, “Abi evde yok mu?” diye soran yöneticiye “Bu evde abi yok, ben varım, buyurun?” diyen Nihan, metroda bacaklarını yayarak oturan hödüğe “Topla bacaklarını” diyen Seval. Eyvallahsız kadınlar, işte en büyük kampanya sizsiniz. Hayatın tam ortasında erkek, kadın herkese rağmen kendi gücüyle var olan kadınlar, tıpkı bir fay hattı gibi sarsıyor ve yıkıyor kalıpları. İkram olarak değil, hoşgörüyle değil, siz hak ettiniz diye açılıyor kadrolar. Geleceğimizi kurtarmak için kendimize yapacağımız en büyük yatırım; doldurulmuş dudaklar, soldurulmuş gülüşler, şişirilmiş memeler, kıvrık kirpikler değil. En büyük yatırım, aklımıza yapacağımız yatırım.

Kendi evrenini yaratan her kadın yeni dünyalar yaratıyor. Sokakta olmayı, güçlü olmayı, her işin altından kalkabiliyor olmayı en çok bizim normalleştirmemiz gerekiyor. Aferin beklemeden, açıklama yapmadan, öyle dimdik burnunun dikine yürürken. Kişisel ricam, benim kadınlar günümü kutlamayın.

8 Mart’ın hiçbir öneminin kalmayacağı, cinsiyet eşitliğinin yerleştiği adil bir dünya dileğiyle..

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.