Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Elif Gökçe Aras yazdı: Özüm

Yalnızca sen varsın:

Özüm,

Bize hayat ve beden veren ruh. Gözlerimizden bakan, damağımızda tadan, dokunan, duyan, hep o aynı ruh, özüm. Sadece ruhlarımız değil, tenlerimiz de birbiriyle ilişik. Yaklaştıkça titreşir ya hani parmaklar, ısınır, soğur ya kalpler, anlar ya buluşunca gözler yahut korkar yahut güvenir ama anlar, bilir, çünkü tanır, aynı özdendir. Sezer insan karşısındakinin aslında ne olduğunu ve kim olduğunu, için için bilir bu hikâyede neler olacak ve işler nereye varacak.

Olmasın, bazen de olsun diye bir şey çok çabalarsın ama sadece bize bağlı değildir işler, diğerlerinin rızasında vardır çözüm. Onun için bekler; bazen susar, saldırır bazen olduramayacağı şeyi oldurmak için varlık. Elinden gelmez hiçbir şey hiçbirimizin bir başına. Oldurabilmek için istediğimiz şeyi, hareket ettirmeli özümüzün geri kalanını. Ama bazen, tüm o insanlarla ve zorlayıcı imkânlarla, doğayla mücadele etmektense içine içine konuşur özünün gücünü bilenler, kendisiyle arasında perde kalmayanlar.  Emir telakki eder özüm, hallediverir her şeyi. Danışır tüm öze ve açılır kapılar yavaşça, çözülür tüm imkânsız işler sırasıyla. Mucize yok, hayır, mucize yok. Her şey imkân ve zaman meselesi, mucize falan yok.

Koşarız aceleyle kısacık ömrümüze ömürler sığdırmak için kendimizce hayat gailesi içerisinde. Özümüzden habersiz koşarken tüketiveririz ömürleri. Hiç dönüp sormadın mı be insanoğlu “kardeş biz şuan nereye koşuyoruz?” diye? Koşmasak ne olur diye. Vardığımızda ne bulacağız diye. Neden koşmak zorundayız diye. Biz acele ederiz ama hiç acele etmez özüm, hiçbir şeyi çözmek için, hiçbir şeyi ömrüne sığdırmak için. Ömür değil, ömürler yaşar çünkü ve daha çok vakti vardır. Hiç durmadan bir iş işler çalışkan bir ana gibi, çıldırmış bir bilim insanı gibi, tutkulu bir sanatçı gibi, bir âşık gibi… Hepimizle temaşa eder, hepimizi anlar, dinler, izler, hayret eder, kahkaha atar, kederlenir. Hepimizle oturur ağlar, güler, yaşar, ölür, vurur, vurulur. Anlatılan ne benim, ne senin, ne onun, bizim hikâyemiz. Acele etmez özüm, tüm hikâyeyi görmek için. Finallerle işi yoktur, bizatihi yaşamaktır onun işi başından beri. O yüzden çalışmadı hiç dünyayı kurtarmaya.

Başta yalnızca bir damlada, sonra havada, ateşte, toprakta ve zamanda genişledi özüm. Bir damla bir balık eder, bir balık karaya çıkar ve bir vırakla merhaba der hayata. Sonra azıcık sürünür ve sürtündükçe derisini soyar. Yüzülen derisinden ve artık gereksiz gelen bedenin gerisinden sıyrılır ve ayaklanır omurgası eğik olduğu halde. Kanatlıdır, kuyrukludur, tüylü ve tüysüzdür özüm, bıyıklı ve bıyıksız, dişi ve erkektir de. Eskimiş formlarından geçmez özüm faydasız olmadıkça, serpilir, gelişir, çeşitlenir sadece. Hikâye daha zengin olur çünkü böylece. Seven ve sevilendir, kovalayan ve kaçan, ölen ve öldürülen, tecavüz eden ve edilen. Adaletin ta kendisidir bu yüzden. Hesabını sormaz hiçbir günahın kendine, öğrenmek istemedikçe kimse. 

Hani dersin ya neden yaşıyorum? Öylesine.. Yaz bi macera sen de, yaşar özüm, hiç üşenmez, yeter ki yaşa. Ama dikkat et, haddi aşma. Varlığın birliğinde özünü inkâr edip “benim ben” diyene katlanamaz özüm. Layığınca verir cevabını. Bir tek buna katlanamaz görünür. Yoksa diğer tüm işler bir hareket, bir kaostur ve arttırdıkça devinimi sorun yoktur ne yaşandığında. Çünkü itekleyince döner dünya. Özün cüzleri halleder o küçük işleri canları dilerse, dilemezse hiç karışmaz adaleti sağlamaya uğraşmaz, kimseye gününü göstermeye girişmez. Ta ki hakkı yenen yenen hakkıçün özüne şikâyet etmesin.

Böyleyken yaşamak gayesi, neden böldü insanlık parsel parsel dünyayı? Neden üleşmedi de öldürdü bir lokma ekmek için diğerini? Neden icat etti tanrıyı, haklamak için diğerlerini? Kendinden kaçarken ve diğerini kovalarken tanrıyı buldu insan ve o görünmez tanrıya yükledi tüm korkularını, ümitlerini, kaygılarını, arzularını, nefsini, hevesini, öfkesini, hırsını. En kötümüz tanrıydı öyleyse, tüm o korkunç suçlar, savaşlar, tecavüzler onun için işlenmişti ya.

Gördü bu sırrı ama elleşmedi birçok bilgin insanlığa. Kimi de susamadı, susamadı işte, çağlarca tekrar gayret etti uyandırmaya. 

“Hey! Uydurduğunuz tanrılara tapınmayın ahmaklar! Bu kadar mı korkuyorsunuz kendinizden? Böh!” dediler ve öldürülmek istendiler. Spinoza’sından Mevlana’sına, Şems’ine, Voltaire’inden Feridü’d-din Attar’a. Onlarca cengâver uyandırmak istedi bu korkakları. Şiblî gibi, deli yerine koyduklarını, Cüneyd-i Bağdadi gibi yaşamak için duymak istedikleri masalları okuyanları, Fuzûli ve Gazzâli gibi çekilip köşesine susmakta çareyi bulanları ellemediler. Mansur gibi Nesîmî gibi hakikati haykıracağım ve ikna edeceğim onları hayaliyle aklını peynir ekmekle yemedikçe dokunmadılar kimseye. Olmayan bir düşmanı icat edip kovaladı oyunbaz çocuk insanlık, akıl almaz destanlar yazdı ona ve hep daha fazlasına sahip olabilmek için özüne, yani kendine kıydı. Hâlbuki yaşayacaktık, öylesine, hep birlikte, neşeyle. Yok, dahasını istedi kendinden kaçan hırçınlık.

Yoğğ dedi daha çok kadın isteyen çirkin adam, “tanrı dedi, bana dedi, o söyledi, daha çok kadın lazım bana. O diyor, ben demiyorum” dedi. Yoğğ dedi muzaffer olamayan komutan, “bu kadar toprak kime yeter, şu bölüştüklerimizden fazlasıdır benim hakkım. Tanrı dedi ben demiyorum”. Yoğğ dedi bu kadar para neme yeter diye düşünen tüccar ve toplamak istedi tüm altınları, “tanrı dedi bana daha çok altın lazım, çünkü yani, öyle işte”. Ve bozdular bu dünyanın kimyasını, silktiler düzenin manasını. Görünmez oldu bunca yalan arasında hakikat;

Herkesin dış yüzünden kendime kaçarım, oradadır özüm. Özüm, orada, hâlâ, içeride, capcanlı, ilk günkü gibi, sapasağlam duruyor. İnanmıyorsanız, aklının ve kalbinin kabuklarını soysun, içine baksın görmek isteyen. 

Çok ahmakça, kan dökmek bir lokma daha fazla kazanmak için. Kardeşinin hakkına girmek için değmez, değmez özünü incitmeye üç kulaçlık dünyada. Çünkü sorar hesabını şikâyet gelirse özüm, yiyemezsin o hakkına girilmiş lokmayı afiyetle. Boğazının hakkını aştıktan sonra ölümdür fazlası yaşam değil. Mutluluğunu kıskanırsan başkasının, haramdır, mutluluk bekleme boşuna. Çünkü tıpkı hava gibi, su gibi, gıda gibi, cevherler gibi, erdemler de, duygular da, sıhhat de, afiyet de, rızık da, iyilik hatta kötülük bile sınırlı şu hayatta. Kendine kadar olanı alıp, dönmelisin kovuğuna.

Özüm, kırılırsa sana. Gücenirse öteler, örseler ve gösterir gününü sana. Yo, değil, suçlarının cezasını ötelemek için kurnazca uydurduğun öte dünyada, burada, bu dünyada. Benim anladığım dilden konuşmaz seninle bu yüzden bilmem ben belki, göremem dünya gözüyle ama senin anladığın dilden konuşur o zamanı gelince. Bu yüzden dikkat et sözlerine, düşüncelerine, iddialarına, incitme kendini. Kırılabileceğin kadar sert ol, yutabileceğin kadar iğrenç, kaldırabileceğin kadar büyük konuş, çekebileceğin kadar çile doldur heybene. Aynadır özüm, görmek istemeyeceğin şeyleri ona gösterme.

“Göstermediğim şeyleri görüyorum”, sakın! Sakın! Kendini kandırmaktan sakın, çünkü haddinden fazla eğilmek de üstüme bas demektir. Kabahati basan kişide arama.

Özgürsün, dilediğince yaşamakta. Ama önce şu yalanlardan kurtul bu ne böyle, önce bir kendine dürüst ol, sonra dersin hiçbir şey istediğim gibi olmuyor diye. Karar ver, sürekli fikir değiştirme, sakin ol, çabala, sabret. Ama ısrar edersen bu kadar dar zamanda bunca çok şeyi birden yaşamaya, alır sendeki bazı şeylerin birazını özüm, sana alel acele arzularını, senden aldıklarını da başkasına verir. Hahh! Doydun mu şimdi? Mutlu oldun mu? Erdin mi muradına, haydi eyvallah!!

Dünyada aynı miktarda var olan her şey ha bire yer değiştirip dönüp dolaşa. Biraz sağlık, biraz neşe, biraz hay ve biraz da huy. Eğer istiyorsan dengeli bir hayat, o zaman her şeyden azıcık koy kucağına. Fazla değil, fazla değil, haddi aşma, kendine kadar. Herkese yetecek kadar var her şeyden, doymayı bildikten sonra.

Eee, değiştirelim dünyayı öyleyse? Yok, çok bozdu, düzelmez kolay kolay. Devrim dediğin, devirmekle olur, onu da istemez kimse, ben bile. Herkesi eşitleyemezsin, herkesi düzeltemezsin, çünkü ne kadar unuttuysa da ona da sahiptir özüm. Çok haklı olmak haksızlık getirir, haklı ve dirayetli ol yeter. Özgür ruhludur özüm. Herkes ne bulmak istiyorsa bulmalı dilediğince bela yahut huzur, ona ne?

Bir ipin ucundan tutup çektin mi, sonuna kadar geleceğini bil yalnız. Ona göre seç ipini. Yok, vaz geçtiysen başına boşalıncaya kadar bekle ilk belalar, sonra koyarsın yerine her ne kadarını boşalttıysan. Biter çilen merak etme, hemen oracıkta koyarsan yerine aldığın kadar belayı gerisin geri, neden bitmesin?

Yavaş yavaş büyüdü özüm, anlaya anlaya, tanıya tanıya keşfettik ve yarattık ve yarattık ve keşfettik ve öğrendik ve öğrendiklerimizle yeniden yarattık bu âlemi. Yabancılaştıkça kendine ve daha da içre özüne, tanıyamaz hale gelirsin kendini ve özünü ama biliyorsun işte saklama sensin bu âlemin özü.

Adaleti sağlamak gibi bir derdi yoktur özümün yahut hepimizi iyi yaşatmak gibi bir amacı. Hiçbirimizin adına kamu davası açmaz özüm. Ama sen koyduysan hakkını ortaya ve talep ettiysen özünden, alır o hakkını zamanla. Ömrün vefa eder-etmez, dünya gözüyle görürsün-görmezsin o başka ama sonuçta özümdesin ya rahat ol o iş onda, yani sende, yani bizde işte, her neyse.

Huhh, çok yordun beni! Ne çok yalanın var.

Düşün ki bir damlaydın, bin damlaya bölündün. Her bir damlada o var. Ben ona tanrı diyemem, o benim özüm.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.