Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ruşen Çakır’ın konuğu İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Oktay Vural

İYİ Parti’nin seçimden beklentileri ne? Partinin seçim kampanyası nasıl geçiyor? İYİ Parti’nin “hür ve müstakil” kararı seçim sonuçlarını nasıl etkileyecek? İYİ Parti seçimden sonra neler yapacak? İstanbul’daki seçim yarışında neler bekliyorlar?

İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Oktay Vural Ruşen Çakır’ın sorunlarını yanıtlıyor.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler. İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Oktay Vural stüdyo konuğumuz. Kendisiyle partilerinin yerel seçimlerde neler yaptığını, neler beklediğini, bütün bunları tüm detaylarıyla konuşacağız. Hoş geldiniz.

Oktay Vural: Hoş bulduk efendim.

Öncelikle şunu söylememe izin verin. Seçim sonrasında muhâlefetin yaşadığı o büyük hayal kırıklığı ve hezimet diyelim, yani istediğinizi tercih edin, onun ardından İYİ Parti bir kongre yaptı ve siz o kongrede partiye dâhil oldunuz.

Oktay Vural: Evet.

Aslında daha önce de olabilirdiniz, kongre sonrasında oldunuz. Hani başarılı geçmiş bir seçimden sonra katılmış olsaydınız insanlar diyeceklerdi ki: ‘‘Gördü orada bir şeyler oluyor…’’ falan. Siz kaybetmiş, hep berâber kaybedilmiş bir seçimin ardından girdiniz ve açıkçası riskli bir hamle olarak gördüm ben.

Oktay Vural: Evet. Efendim teşekkür ederim öncelikle. İlk defa Medyascope’a konuk oluyorum. Güzel bir müessese kurmuşsunuz, tebrik ediyorum. Burada sizin şahsî gayretleriniz çok önemli. Evet, aslında ben 2018 yılında 24 Haziran’da milletvekiliğimi tamamlamıştım. Dolayısıyla bir dönem geçmesini daha uygun gördüm. Aslında dediğiniz gibi 2023 yılı ben de bir değişimin olması gerektiğini düşünüyordum. Hattâ bu değişimin nasıl olabileceği konusunda, açıklamama gerek yok ama bir aydın olarak, yani siyâsetçi geçmişi olan bir aydın olarak da görüşlerimi ve düşüncelerimi paylaştım. Ve daha sonra, seçim sürecinde değil de ondan sonraki süreçte girmeyi daha uygun gördüm. Neden diyeceksiniz. Çünkü Türkiye’de gerçekten güçlü bir alternatif oluşması gerektiğini, bu sistemin ve yönetimin değişmesi gerektiğini düşündüm. Dolayısıyla bunu sağlamak için de en uygun alternatifin İYİ Parti olduğunu düşündüm. Sayın Genel Başkan da bu süre içerisinde görüş ve düşüncelerimi İYİ Parti’de ifâde etmem için bir fırsat tanıdı. Ruşen Bey, yani ben siyâsetten geçinen birisi değilim; siyâset için geçinen birisiyim. Takdir edersiniz ki bunun için de pek bir makam mevkiye ihtiyaç olduğu kanaatinde de değilim. O bakımdan Türkiye’nin bu gidişâtı konusunda ve gerçek bir dönüşümü ve değişimi sağlamak için görüşlerimi İYİ Parti câmiası ile birlikte dile getirmenin Türkiye için daha hayırlı olduğunu düşündüm.

Şimdi biz Meral Hanım’ı Medyascope’ta çok ağırladık; ama bu seçim öncesi kendisinin bir karârı varmış, ekranlara çıkmama karârı. Üzüldük, ama kendi takdiridir. Ama İstanbul’da, Ankara’da, Balıkesir’de, Adana’daki adayların da hepsiyle konuştuk yayınlarımızda. Ama partiye bir genel bakışa ihtiyâcımız var. Onun için siz de siyâsî işlerden sorumlu Genel Başkan Yardımcısı olduğunuz için hemen sorayım: Nasıl gidiyor seçim?

Oktay Vural: İyi gidiyor. Aslında bakıldığı zaman, yani birincisi İYİ Parti’nin bu siyâsal konumunu dikkate aldığımızda, gerçekten böyle danışıklı ilişkilerle başkalaşmış siyâsî partiler yerine; kendi siyâset anlayışı, ilke ve değerlerine uygun bir siyâset yürütmesi için, İYİ Parti’nin kendisini ifâde edebilmesi için uygun bir zemin.Ayrıca takdir edersiniz ki aslında ben hep şunu söylüyorum: Bu yerel seçimler, Ruşen Bey, aslında demokrasinin yeşil kökleri diyorum. Demokratik siyâsî çoğulculuğun en fazla yaşayacağı yer. Siyâsî partiler yörelerinde tâlip olacaklar, değil mi? Kadrolar çıkacak… Seçme ve seçilme hürriyeti diyoruz. Şimdi bu ittifak sistemi seçilme hürriyetini bile kısıtlıyor. Yani bu ittifak sistemi aslında öyle bir şey ki, bir yöredeki insan kendi yöresi için yönetici seçmeyecek, bir başka yörede ittifâak var diye burada o partiye oy verecek. Şimdi böyle bir tercih saptırması oluyor. Oysa demokraside gerçek anlamıyla halkın tercihlerinin ortaya çıkması lâzım. Dolayısıyla İYİ Parti’nin bu  siyâsal konumunun Türk siyâsetinde gerçekten siyâsal rekabeti oluşturma yolunda ve bu sistemi değiştirme yolunda önemli bir adım olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla bizim için en önemli husus şu: Bu kutuplaşmış siyâseti ortadan kaldırmanın yolu, bu kutuplaşmayı sağlayan mîmârî, bu mîmârîyi sağlayan ittifak sistemi. Yani sayısal çoğunluğa ulaşmak amacı; siyâsal anlamıyla toplumun çoğunluğuna ulaşmak değil ama sayısal çoğunluğa ulaşmak. Dolayısıyla böyle bir sistemi değiştirmek için önce bu sistemin dayandığı bu politik yapıyı değiştirmeniz lâzım. Aksi takdirde herkes bu sistemi yönetmeye gelir, değiştirmeye gelmezler. Dolayısıyla o bakımdan da aslında çok önemli, Türk demokrasisi için çok kıymetli bir mücâdele sürdürdüğünü ifâde etmek isterim. Onun dışında Anadolu’da bir heyecan var, yani gayet iyi; ama Türkiye’de genel îtibâriyle çok büyük bir seçim havası olduğu kanaatinde de değilim açıkçası. Ama yani bir derinden, vatandaşın açıkçası biraz daha kendi tercihleri, kendi sorunları istikametinde oy kullanmasını sağlayabilecek bir ortama gidiyor muyuz diye soruyorum. Çünkü Ruşen Bey, aslında maalesef bu kutuplaşmada değerler, yaşam tarzları çatıştırıldı, yarıştırıldı; bir “Cambaza bak!” siyâsetiyle toplumun sorunlarını dile getirme fırsatı ortadan kalktı. Yani ekonomik sıkıntı var; bunun üstünü örten bir beka sıkıntısı… İşte diğer tarafta da kendi içindeki başkalarıyla danışıklı ilişkileri örtmek için bunlardan kurtulmalıyız vs.. Şimdi böyle bir ortam içerisinde toplum… Oy dediğimiz nedir Ruşen Bey? Biz şimdi konuşuyoruz; düşünce, ifâde hürriyetimizi dile getiriyoruz. Aslında oy da bir düşünce ve ifâde hürriyetini dile getirme metodu. Neyle ilgili? Bulunduğu yöreyle ilgili, değil mi? Türkiye’nin sorunlarıyla, kendisiyle ilgili. Dolayısıyla bu gerçeklerle yüzleşmesi, bu gerçeklere göre hareket etmesi çok kıymetli. Bu bakımdan da ben her zaman onu söylüyorum; maalesef bu Türkiye’deki siyâset biraz gerçek ötesi toplum siyâseti hâline geldi. Oysa demokrasi gerçeklerle ilerleyebilir açıkçası. İşte, ötekileştirme, düşmanlaştırma, çapulcu, câhil… böyle bir gladyatörlerin şeyine geldi.

Seçime dönecek olursak… Şimdi siz partide değildiniz, ama yakından tâkip ettiniz. 5 yıl önce bir ittifak vardı ve bu ittifak çok başarılı oldu. Fakat orada ilginç bir şey oldu; İYİ Parti’nin adayının gösterildiği yerde İYİ Partili adaylar kazanamadı ve sonuçta İYİ Parti herhangi bir il belediyesi kazanamadı.

Oktay Vural: Evet.

Bu sefer olacak mı? Meselâ bizim arkadaşlarımız dolaştılar Türkiye’de. Meselâ bir Ordu diyorlar, Muğla’da bir iddia olduğunu söylüyorlar. Siz bunları daha yakından… adayları da tanıyorsunuz, biliyorsunuz, faaliyetleri de biliyorsunuz. İYİ Parti meselâ bu seçimde il belediyesi, hattâ büyükşehir belediyesi kazanma kıvamında mı?

Oktay Vural: Evet, tabiî. 2019’da tabiî aslında bu ittifak modelini öneren İYİ Parti’ydi. Dolayısıyla bu da 2023 yılında sistemi değiştirmek için yapılmış bir fedâkârlık. Hiçbir belediye almadı, yani il belediyesi almadı. 19 tâne ilçe belediyesi aldı. Dolayısıyla şimdi zaman zaman şu soruluyor. Ben aslında Ruşen Bey şöyle görüyorum: Tabiî siyâsî parti olarak elbette bir yerleri kazanmak önemli; ama bu seçimi ne için yapıyoruz? Bu seçimi birilerine koltuk bulmak için yapmıyoruz aslında. Yani bir koltuk seçimi değil. Siyâset amaç değil; siyâset bir araç. Koltuk da bir araç, hizmet etmek için. Dolayısıyla ben bu seçimde milletin kazanması gerektiğini düşünüyorum. Millet hem kendi içinde bulunduğu sorunlara göre oyunu, tercihini kullanacak, hem de kendi yöresinde orayı daha iyi yönetebilecek, daha iyi hizmet edebilecek kadroları yapacak açıkçası. Hep bu soru soruluyor: Kim kazanacak, kim yapacak? Şimdi onun için de ben diyorum ki, yani sonuç îtibâriyle bakıldığında: Millet kazansın ya da ilindeki insanlar kazansın. Netice îtibâriyle bir yerel seçim. Evet, güzel şeylerimiz var; Ordu’da, Nevşehir’de gayet iyi teveccüh var. Anadolu’nun birçok yerinde var ilçelerde. Marmaris’te, Kuşadası’nda, Alanya’da, Serik’te, Adana’da, Adana Seyhan, açıkçası Çukurova, Büyükşehir’de de Ayyüce Hanım gayet iyi gidiyor. Yani bakıldığı zaman, Edirne’de, Kırklareli’nde… Dolayısıyla toplumun açıkçası gerçek tercihlerinin yönelmesi için bir fırsat. Ne ölçüde gerçekleşecek onu bilemiyoruz. Ama birçok ilçede almayı hedefliyoruz. Yani işte biraz önce dediniz: ‘‘Ama bunları kazanabilecek mi?’’ Yani bize verilen illerde kazanılamadı diyelim. Eğer bu iller kazanma hesâbıyla yapılmış ise, yani 3+2=5 ediyor, çoğunluğu kazanıyor mantığıyla, o zaman İYİ Parti’nin kazanmadığı yerlerde demek ki ittifak ortakları oy vermemiş demektir. Hesap bunu ortaya koyuyor.

Balıkesir örneği vardı. En çarpıcısı Balıkesir.

Oktay Vural: Evet, yani oy vermemiş demektir. Ama İYİ Parti seçmeni değişimi sağlamak için oyunu verdi. Ama maalesef işte bu konuda bir tutuculukla karşılaşıldığı bir vâkıa. O bakımdan da eğer bir hesap yapılmışsa… yani kazanılabilecek yerler toplarlar partilerin oylarını; eğer İYİ Parti’ye kazanılacak yerler verilmiş de İYİ Parti kazanmamışsa o zaman sorun kimde demektir? Ortakta demektir. 

O zaman pazarlıkta sorun olmuş.

Oktay Vural: O bakımdan da aslında TürkiyeWnin genelinde, Ruşen Bey, ölüm kalım savaşı hâline dönüşüyor. Yerel seçimlerde yöremizi seçeceğiz, vatandaş tercihini yapacak, bu tercihle genel yönetim değişecek değil. Hiç olmazsa vatandaş bir uyarısını göndersin. Yani eğer bu kutuplaşmayı bu şekilde devam ettirirse, bu bloklaşma devam ederse, vatandaşın tercihleri de gerçek mânâda yansımayabilir. O bakımdan biz emeklinin, atanamayan öğretmenlerin, bu enflasyon altında ezilen, gelir ve servet eşitsizliğiyle haksızlık yapılan insanların tercihlerini vermesi gerektiğini düşünüyoruz. Ve İYİ Parti’nin, takdir edersiniz ki siyâsî olarak da bakıldığında, dayandığı siyâsî yelpazedeki bir konum var. Bu konumu dikkate alarak ciddî bir alternatif oluştuğunu düşünüyorum ben.

Peki o zaman, tam da onu söylemişken şunu sorayım: Yaşanan son seçimin ardından, bu seçim sizin partiniz için çok daha kritik bir hal aldı. Mâlûm, şu ya da bu şekilde değişik kademelerden istifâlar vs., bir ara furya gibi oldu. Yani kim neden yaptı vs. onu bir kenara bırakalım, ama bir sorun varmış gibi bir görüntü çıktı. Şu hâliyle bakıldığı zaman, son dönemde pek kalmadı, yani o duruldu, onu da görüyoruz. Bu seçimde ülke genelinde, yani il kazanmanın falan bir önemi var tabiî de, bir de ülke genelinde alacağı oy diye bir mesele var. Bunu da millet kazansın anlamında söylüyorsunuz ama, siz de kazanmak istiyorsunuz.

Oktay Vural: Tabiî yani. Aslında biz milletimizden güç alarak millete hizmet etmek istiyoruz. Şimdi tabiî biliyorsunuz 2019 yılında 7,40 almıştı yerel seçimlerde. Bundan sonraki süreçte bunları bir değerlendireceğiz. Tabiî yerel seçimlerde çok fazla siyâsî parti devreye girdi. Partilerin bir kısmının nitelikli adayları vardır, kendi yöresine daha iyi hizmet edebileceğini düşünür. Ama bizim ciddî bir direnç noktası elde edebileceğimizi ben şahsen düşünüyorum. Rakam vermem uygun olmaz. Rahmetli Süleyman Demirel, “Sandığa kim girerse o çıkar” demişti. Dolayısıyla ona bakmak lâzım. Bu arada hakkını da yemeyeyim, ama meselâ Muş’ta iddialıyız. Muş’ta iddialıyız, Ahlat’ta iddialıyız. Dolayısıyla zaman zaman bu tür programlarda bâzı ilçeleri, illeri unutmam tabiî, yani dile getiremem.

Gönül koymasınlar diyorsunuz.

Oktay Vural: Elbette, tabiî. Çünkü her yerde kazanma amacıyla adaylarımız var. Yani demokrasiyi yaşatmak isteyen insanlarımız var. Ve bir de şu var Ruşen Bey: O kadar seçim yaşıyoruz, ama hep hani kanunlarda vardır, “silâhların eşitliği” de, biraz da siyâsette de silâhların eşitliği olması lâzım. Ama maalesef yerelde iktidar olanla genelde iktidar olanın elindeki güçlerle mücâdele eden adaylarımız var.

Tam bu konuya geliyordum.

Oktay Vural: Öyle mi? Yani dolayısıyla bu şartlarda öyle kolay da değil.

Yerelde iktidar olanlardan birisi Ekrem İmamoğlu. Siz cumartesi günü sosyal medyada uzun bir paylaşım yaptınız, neredeyse bir makale gibi yani.

Oktay Vural: Evet, maalesef öyle oluyor benim şeylerim. Eleştiri alıyorum o konuda. Haklılar.

Orada İmamoğlu’nun, “Oylarınızı bölmeyin, particilik yapmayın” sözünün üzerine bayağı giderek, tonu yükselen bir metinde eleştirilerinizi söylemişsiniz. Burada tabiî bu seçimin hepimizin kabul ettiği bir gerçeği var: İlk bakılan yer İstanbul.

Oktay Vural: Evet, yani ne olacaksa…

İstanbul’a bakılıyor. Ve 5 yıl önce Ekrem İmamoğlu’nun kazanmasında partiniz çok önemli bir rol oynadı. Şu hâliyle Buğra Kavuncu partinin önemli bir ismi, İstanbul’da aday ve o ne kadar çok oy alırsa Ekrem İmamoğlu’nun kazanma şansı o kadar azalıyor açıkçası. Yani sonuçta geçen seçimi düşününce…

Oktay Vural: Veya Ekrem İmamoğlu’na oy verecekler ne kadar oy verirse Buğra Kavuncu’nun kazanma şansı o kadar artıyor demek.

Burada şöyle bir mesele var tabiî, bu paylaşımınızın altında gelen şeylere de baktım. Siz de bakmışsınızdır. İlk akla gelen: “Ya, sizin Ekrem İmamoğlu ile aranız çok iyiydi, ne oldu?” deniyor. O çok soruluyor; ama artık yeni bir dönem başladı. Gerek Ekrem İmamoğlu gerek Mansur Yavaş. Onu da ayrıca soracağım; Meral Hanım en son Mansur Yavaş’la ilgili çok açık bir serzenişte, serzeniş de değil; eleştiride bulundu. Biliyorsunuz, burada da görüyoruz, diyorlar ki: “Ya, ne oldu?” O defterler kapandı ve artık yeni bir sayfa mı var?

Oktay Vural: Evet, dünün güneşiyle bugünün çamaşırları kurutulmaz. Değil mi? Yani dolayısıyla o günün şartları içerisinde oldu. Bugün İYİ Parti Türkiye’nin değişmesini istiyor. Yönetimin değişmesini… Bu ucûbe sistemi yönetmek değil; değişmesini istiyor. Onu yönetecek kişi de aramıyoruz, sistemi değiştirecek kişi arıyoruz. Dolayısıyla İYİ Parti olarak kendi siyâsetinin Türkiye geleceği için yegâne tercih olabileceğini, güçlü bir tercih olabileceğini düşünüyoruz. O bakımdan da kendi kadrolarımızla toplumun huzûruna çıkmayı daha uygun gördük. Yani tabiî o süreçleri konuşmayalım filan derken… Ama takdir edersiniz –ki biraz önce söylediniz ya– yani bu büyükşehirlerde İYİ Partinin elbette hem hükmî şahsiyetinin karârıyla ittifak oldu, adaylaşma da öyle oldu; hem de İYİ Partililerin oyları var. Şimdi yani bunlar varken, bunlar ortadayken, bu nüfûzu ve gücü elde edenlerin İYİ Parti aleyhine nüfûzu kullanarak İYİ Parti içindeki birtakım insanları ayartmak filan… bunlar çok güzel şeyler değil. Ya, emânet edilmiş, emânet edilmiş. Şimdi siz Medyascope’dasınız da bunun yanında bir başka yerde, başka bir YouTube kanalına servis yapılsa hoş görür müsünüz? Görmezsiniz. Dolayısıyla bu siyâsette ilke kayboluyor. Değer yok. Kaldı ki zâten merkezî yönetim nasıl bastırıyor, değil mi? “Bana vermezsen sana hizmet gelmez”… işte bir sürü böyle baskılar, korkular; “Vermezsen devletin bekası filan olur”. Şimdi de burada kalkıp sırf bunun için size bu adaylaşmayı sağlamış, size de oy vermiş kitlenin hükmî şahsiyetini toplum nezdinde degrade etmek, yani onun îtibârıyla oynamak, sanki o bitiyormuş gibi hava uyandırmak filan… bunlar güzel şeyler değil. Siyâsî partiler demokrasinin vazgeçilmez unsurlarıdır. Demokrasinin vazgeçilmez unsurları olan siyâsî partileri yok saymak, kişisel politikanın aracı hâline dönüştürmek, zâten günümüzün en önemli problemleri bunlar.

Anladığım kadarıyla size yöneltilen eleştiriyi siz iâde ediyorsunuz. Yani sıfat doğru olmayabilir, ama ilk aklıma gelen o olduğu için: “Nankörlük söz konusuysa biz değiliz” diyorsunuz.

Oktay Vural: Yani siyâsette biraz sâkin olmak lâzım. Yani takdir edersiniz ki bir de şu var Ruşen Bey, şunu da ifâde etmek istiyorum. Meselâ İzmir ya da Ankara’daki seçimlerde, başka ildeki seçimlerde sandığa vatandaş gidiyor. Bir oyu yok, 3 tâne oyu var, değil mi?

Evet.

Oktay Vural: Hiçbirine tak tak yapmadı. Hattâ İstanbul seçimleri iptal edilirken, zarfa giren üç oydan birini iptal ettiler. Şimdi eğer tak tak yapsaydı zâten hepsini iktidar alırdı. Yani tercihlerini değiştirebiliyor. Şimdi dolayısıyla eğer siz bir partiyi hedef alıyorsanız, bu durumda bu artık bir partiye yönelik, hükmî şahsiyete yönelik bir operasyon. Ben doğru bulmadım. En aşağısından bu konuda bir parti… Ha, insanların siyâsî tercihleri değişmez mi? Değişir. Ama bunun bir kampanya, bir operasyon, İYİ Parti’yi kamuoyu nezdinde farklı boyutta göstermek için bir araç olarak kullanılmasını açıkçası doğru bulmuyorum. 

Benim anladığım kadarıyla, tabiî gazeteci olarak tâkip etmeye çalışıyorum olabildiği kadarıyla, galiba İstanbul’dan ziyâde bu konudaki en büyük şikâyet Ankara’da var. Mansur Yavaş için var. Ve Meral Akşener de en son olarak Mansur Yavaş’a –ki o çok dikkatli olurdu o konuda, ama artık çok açık ve sert bir şeyler söyledi; yani ayartma meselesinde sanki Mansur Yavaş daha fazla size rahatsızlık yaratıyor.

Oktay Vural: Bu güç medeniyeti bizi bozuyor. Bakın bizim medeniyetimizin gücünü kullanmamız lâzım, politik güç medeniyeti içerisinde. Güç sâhibi olan, elindeki bütün imkânları kullanarak Makyavelistçe her şeyi yapabileceğini düşünüyor. Ya, biraz kural lâzım, biraz ilke lâzım. Yani bu sâdece orada değil ki. Şimdi, ‘‘İYİ Parti’den istifâ edenler biz de çalışıyor’’ filan derken, ona cevap bu. Ama İstanbul’da da birçok ilçede İYİ Parti’den istifâ edenleri Meclis listelerine alıp, bir de garip bir şekilde “DEM’lenmiş” listeleri alıp böyle bir karışım modeli, ilke ve değerlerden uzak bir siyâset anlayışını ben doğru bulmuyorum. Yani Ruşen Bey, 100 yıllık bir cumhuriyetimiz, çok büyük bir demokrasi tecrübemiz var. Bu demokrasi tecrübemiz içerisinde kurumları aşarak, kişileri gücün odağı hâline dönüştürmek; zâten tek adamcı sistem bu. Dolayısıyla bu tek adamcılığı, bu adamcılığı ben doğru bulmuyorum.Demokrasi için büyük tehdit olduğunu düşünüyorum; çünkü kişiselleştirme siyâseti şahsîleştiriyor. Ve şahsiyetle ilgili hususlar açıkçası ön plana geliyor ve toplumun sorunları ortada görüşülmüyor. Bu bütün dünyada yaşadığımız bir problem alanı. Bu bakımdan da yani kurumdan ve fikirden ziyâde kişiye odaklı bir politika. Yani şimdi böyle bir şey olabilir mi ya? Kurt, yani Gazi Mustafa Kemal Atatürk diyor ki: ‘‘Bir gün sıkıntıda olursanız kurtarıcı beklemeyin. Kurtarıcı bekliyorsanız demek ki ben size bir şey öğretmemişim demektir.’’ Bakın! Çünkü asıl önemli olan millî bilinçtir. O bakımdan ben bu kişiselleşmiş politikayı ve açıkçası siyâsetin amaç hâline gelmesi…, amaç hâline gelen siyâset açıkçası o amaca ulaşmak için her türlü aracı da mübah görür. Oysa siyâsetin ilkesi olması lâzım. Amaç hedef ve eylem; bunları sevk eden bir ilkesi olması lâzım. İlkenin olmadığı yerde, kuralın olmadığı yerde demokrasiyi yaşatamayız. O bakımdan ben bu siyâsetin böyle kişiselleşmesini, kişi odaklı olmasını… Biraz önce söylediniz, particilik yapmayın. Ne peki, partinin temsilcisi değil mi? Yani bir demokraside ‘‘particilik yapmayın’’ ne demek? Yani partiler olmasın, partisiz demokrasi; işte tek adamcı zihniyet. Parti dediğiniz şey netice îtibâriyle siyâsal mücadelelerle oluşmuş. Siz bu konuları çok iyi bilirsiniz. Siyâsal mücadeleler târihini çok iyi bilirsiniz. Yani öyle şeyh mi arayacağız ya biz? Yani ne bu? Bu cemaatleşme kültürü yanlış bir kültür. Otoriterleşme kültürü yanlış bir kültür. Biz otokrasiyi mi istiyoruz, demokrasiyi mi istiyoruz?

Geçen ben burada Ümit Özdağ’ı konuk ettim. Sizin oturduğunuz yerde o vardı. Mâlûm, yerel seçim havasına girildiği andan îtibâren partinize çağrı yaptı o. Sizin ittifâk düşüncesinden çıktığınızı biliyorum ama, “Hayır” cevâbı bile almamış.

Oktay Vural: Evet. Yani sonuçta ilkemizi belirlediğimiz için bununla ilgili yani bir hayır-evet cevâbı vermeye gerek duymadık. Her bir parti kendi kadrolarıyla tâlip olsun.

Ama burada şöyle bir husus yok mu? Şimdi bakıyorum, yakından bildiğimi sandığım bir hareket söz konusu olduğu için, yani sonuçta Alpaslan Türkeş’in Milliyetçi Hareket Partisi’nden türemiş diyelim, tabiî ki önce MHP var ama bir şekilde MHP’den ayrılan isimlerin kurduğu İYİ Parti var. İYİ Parti’den ayrılan isimlerin kurduğu Zafer Partisi var. Büyük Birlik Partisi var. Arada Tuğrul Türkeş’in örneğinde olduğu gibi AKP içerisindeki birtakım Ülkücüler var ve onun yaptığı, hani cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra bir “milliyetçiler ligi” oluşturma vs… Siz aynı zamanda birbirinizle yarışıyorsunuz. Yani sonuçta ben dışarıdan gözlemci olarak baktığımda, tabiî ki İYİ Parti’nin CHP ile ya da AKP ile olan puanlarını kıyaslıyorum. Ama en çok neyi merak ediyorum? MHP ne almış? İYİ Parti ne almış? Zafer Partisi ne almış? Buna bakıyorum. Böyle bir yarış da var ve bu yarışın da yeni etabı bu yerel seçimler. Bu anlamda baktığınızda, mahalle belki doğru değil, ama bu geleneği kim daha çok taşıyor, taşıyacak?

Oktay Vural: Takdir edersiniz ki fikir, yani siyâsî hareketler gelişen olaylar karşısında birtakım tavırlarını oluşturur. İYİ Parti’nin, İYİ Parti milliyetçiliğinin, bugün geldiğimiz noktada toplumun merkezinde değerlerin milliyetçiliği dediğimiz; yani açıkçası bu ülkenin insanının işini, aşını, gelir ve servet dağılımını düşünen, dayanışmacı bir toplum yapısı olmasını hedefleyen; ama aynı zamanda insanların fikir hürriyetiyle, düşünce-ifâde hürriyetini dile getirmesini isteyen, medya özgürlüğünün bir denetim için çok gerekli olduğunu düşünen ve açıkçası devlet yönetim sisteminde de tek adamcı bir sistemin Türk devlet geleneğinde olmadığını ifâde edebilen bir partiyiz; yani karşımızdaki sorunlara göre biz milliyetçiliğimizi bu şekilde ifâde ediyoruz. Yani diğer partilerin nasıl ifâde ettiğini bilmiyorum. Orhun Âbideleri’nde diyor ki: “Aç milleti giydirdim, doyurdum, bir kıldım” diyor. “Doğrusuz hakanlar, doğrusuz danışmanlar geldi. Türk milleti öldün” diyor. Dolayısıyla işte bütün bunlarla aslında İYİ Parti’nin siyâsî hareketini şekillendiriyoruz. Zaman zaman şunu diyoruz: “Adâlet mülkün temelidir” diyoruz. Şimdi bir milliyetçi olarak elbette adâleti önemsemem gerekiyor, değil mi? ‘‘İnsana değer ver ki devlet yaşasın’’ diyoruz. Şimdi insanın ne değeri var, ekonomide ne değeri kalmış? Düşünce, ifâde hürriyeti açısından bile insan artık korkuyla yayın yapabiliyor ya da mesaj atabilir duruma geliyor. O bakımdan İYİ Parti olarak biz milliyetçiliği ekonomik, sosyal, siyâsal boyutun tamâmıyla ve sorunların bütün boyutuyla ele alıp bağımlılık ilişkisine tâbi olmadan ya da bir başka yerle füzyona girmeden hür ve müstakil bir şekilde ifâde etmenin daha uygun olacağını düşünüyoruz. Böyle bir kapsayıcı anlayışımız var veya milliyetçi, demokrat ve kalkınmacı olarak ifâde ediyoruz. Bu bakımdan da takdir edersiniz ki fikirleri günümüzde yaşadığımız sorunlar karşısında ifâde edebilmek gerekiyor. Dolayısıyla biz de Türkiye’nin içinde yaşadığı bu sorunlar karşısında milliyetçiliğimizi bu şekilde ifâde ediyoruz. Başka siyâsî partiler sorunları bu şekilde ele almayabilir, daha dar anlamıyla bir soruna odaklanabilir. O da onların siyâsî tercihidir. Ben şahsen bu milletin tamâmına yakınının milliyetçi olduğunu düşünüyorum. Önemli olan bu insanların birlik ve berâberliklerini sağlayacak; İbn Haldun’un dediği gibi asabiyye milliyetini ya da Sadri Maksudi Arsal’ın dediği gibi sosyolojik bağını sağlayacak ilişkiler ağını genişletmekten geçtiğini düşünüyoruz. Böyle bir kavrayıcı, kapsayıcı bir yaklaşımımız var. Onun için marjinal olarak tek bir soruna odaklı, siyâsî pozisyonumuza bağlı olarak olayları tek boyutlu ya da daha az boyutlu görmekten kaçınan bir milliyetçilik anlayışı için hür ve müstakiliz. Gazi Mustafa Kemal Atatürk diyor ki: “Benim karakterim özgürlük ve bağımsızlıktır” diyor. Özgürlük ve bağımsızlıktır. Dolayısıyla siyâsî partiler Türkiye’ye tâbi ise, kendi fikri, ilke ve değerleri varsa, öncelikli olarak bu bağımlılık ilişkisini olayları yorumlarken bağımlılığa dayalı bir yorumdan ziyâde milletin gerçek tercihlerine göre, sıkıntılarına göre yorumlaması gerekir. Hür ve müstakil milli siyâsetin de buna hizmet ettiğini düşünüyoruz.

Şimdi bu seçimler büyük ölçüde bir şekilde DEM Parti gölgesinde, ekseninde –özellikle İstanbul söz konusu olduğunda– geçiyor. Şimdi kimileri diyor ki: ‘‘Yeni bir çözüm süreci seçimden sonra başlayacak”. Kimileri diyor ki: “Seçimden sonra Kandil’e kara harekâtı olacak.’’ Birbirine zıt iki şeyden bahsediliyor. Kimisi İstanbul’u İmamoğlu’na kaybettirmek için iktidarla DEM Parti içerisindeki bâzı unsurların, kişilerin, aktörlerin ilişki içerisinde olduğunu söylüyor vs..

Siz baktığınızda, burada Ekrem İmamoğlu’na hitâben yazdığınız sosyal medya paylaşımında “DEM’lenme meselesi”ni Ekrem İmamoğlu’na söylediniz. Anladığım kadarıyla siz İstanbul’da bir ittifâkın olduğunu mu düşünüyorsunuz?

Oktay Vural: Evet, evet. Yani aslında bu bir düşünceden ibâret değil Ruşen Bey. Somut olarak 23 ilçede var zâten bu. 

Peki ya Büyükşehir’de?

Oktay Vural: Büyükşehir’le ilgili ilişki modelinin orada nasıl yansıdığını bilmiyorum. Ama gerçek bir kampanya olup olmadığı konusunda, bilmiyorum var mı yok mu. Beni de ilgilendirmiyor açıkçası. “Bana ne?”si şu: Yani aslında Türk siyâsetini bu DEM’in esir almasını kabul edemiyorum; marjinal HÜDAPAR ya da DEM eksenli… Yani çoğunluğa ulaşmak için bu marjinal unsurlarla ilişki modeli maalesef bizim ortak değerlerimizin aşınmasına yol açıyor. Yani Cumhuriyet’le sorunu olan, demokratik taahhütlere uymayan, Atatürk’le problemi olan; millî devleti, millî kimliği kabul etmeyen bu unsurlarla ilişki modelinin açıkçası ahlâkî ya da siyâsî temelini ben sorguluyorum elbette. Neden? Çünkü bedel ödettirir. Neden biliyorum bedel ödettiğini? Bu ilişkiler danışıklı ilişkiler, bedelini ödedik. “”Yetmez ama evet…” siz de o süreci yaşıyorsunuz. Bunlarla ilgili bir hedefe ulaşmak için birileriyle şu ya da bu şekilde birlikte olundu; bedeli ödedik. Meselâ Çözüm Süreci’nde bedeli ödedik. Meselâ paralel yapılanmada bedeli ödedik. Dolayısıyla bu ilişki modeli ileride imkânsızlıklarla bedel ödetir ve burada açıkça var. Meselâ Esenyurt’ta var. Ben kabul edemiyorum. Yani ‘‘Esenyurt’u referandumla ayırabiliriz’’; o zaman başka bir yöreyi de ayırabiliriz. Yani işte Türklüğü anayasadan çıkartmak, Türkçeye paralel dil oluşturmak, yerel parlamentolarla yönetmek, özerklik sağlamak… Ben bu fikirleri benimsemiyorum. Ben millî devletten, millî kimlikten; Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet’in kuruluş esaslarından yana bir siyâsetçiyim. Ve elbette bunlarla yapılan ilişkinin siyâsal alt zeminini sorgulamak durumundayım. Sorgularım, ben siyâsetçiyim. O bakımdan evet, İstanbul’da var açıkçası, var. Mersin’de de var, açıkçası var. Fakat benim garipsediğim husus şu Ruşen Bey. Demokrasi, hep deriz ki hesap verebilir, şeffaf bir devlet yönetimi. Peki bir siyâsî parti eğer bunlarla bu ilişkiyi kurmuşsa niye açıklamıyorlar? Yani niye bizler araştırıyoruz, bizler buluyoruz? Yani böyle deşifre ediyoruz? Açıkça, mertçe çıksınlar desinler ki: “Evet, biz bunlarla anlaştık, şunlar şunlardır…” Demokrasi böyle olur. Yani kapalı kapıların ardında, saklı… İşte biliyorsunuz, 2023’te gizli protokoller filan… Bunlar demokraside olacak şeyler değil. Bu bakımdan ben, evet, sorarım. Çünkü bu sistem içerisinde Türkiye’nin millî devletiyle, Cumhuriyet’iyle sorunu olanların bu açıkları kullanarak içeriye dâhil olmasını Türkiye’nin geleceği için çok ciddî bir tehlike olarak görürüm. Bu açıkçası var. Ben bu düşünceleri kabul etmiyorum. Yani şimdi kalkıp birçok yerde bunlarla ilgili, “DEM’le yönetmeyeceğim” diyen kendi partisindeki insanlara kapıyı gösterip onu ırkçı ve ayrımcı gören bir zihniyet. Dolayısıyla böyle bakıldığı zaman, sorgulamayı sâdece ben de yapmıyorum. Ben bir siyâsetin bu ilişkilerle, sayısal bir koltuk için yaptığı ilişkilerle Türkiye’den fedâkârlık yapmasını kabul etmiyorum. Sâdece tek taraflı mı, diğer taraf da yapıyor. Yancıları, iktidârın yancıları; yok efendim tecdit kalkacak, yok Demirtaş serbest kalacak, yok şu olacak, yok mühür onlarda olacak, yeni açılım olacak, bilmem ne olacak… Birçok şey… Şimdi dolayısıyla yani DEM’le gönül bağı olanların gönül bağının açıkçası kaynağının ne olduğunu ben sorgulamak durumundayım. Benim gönül bağım Cumhuriyet’le, Atatürk’le, millî kimlikle, millî devletle. Yani dolayısıyla elbette bunları siyâseten ben sorgulayacağım. Bu yönde bakıldığında da açıkçası İYİ Parti olarak da bizim hükmî şahsiyetimizi ortadan kaldırıp, demokrasinin vazgeçilmez unsuru olan partileri göz ardı eden, “Particilik yapmayın diyerek partisiz bir yönetim anlayışını da demokrasiye aykırı görüyorum açıkçası. Yani bunun nasıl bir demokrat olabileceğini de düşünemiyorum. Ben böyle bir demokrasiyi… yani buna demokrasi demek mümkün değil. O zaman kurtarıcı bekleyelim, her şeyi ona teslim edelim. Her şeyi o temsil etsin. O zaman sizin yazdığınız kitaplara da gerek yok. İşte sağla solla ilgili yazdığınız bir sürü kitaplar, mücâdeleler, şöyle oldu, bunlar da böyle oldu… Yani verdik adama yetkiyi; yaparsa âbad oluruz, yapmazsa biteriz. Böyle bir sistem olmaz yani.

Başka siyâsî partiler hakkında çok fazla konuşmak istemediğinizi biliyorum, ama Yeniden Refah Partisi diye bir olgu var. Bununla ilgili ne söylemek istersiniz? Siz de görüyor musunuz?

Oktay Vural: Yani bir siyâsî parti olarak kendisini ifâde edecek. Yani öyle bir şey ki, biz İYİ Parti olarak hür ve müstakil çıkıyoruz; “Vay efendim!” –Cumhuriyet Halk Partisi– “…Niye yapıyorsunuz? Bu kazanacak.’’ Yeniden Refah çıkıyor: ‘‘Vay! Sen buna kazandıracaksın”. Ne yapacak? Demokrasi böyle işlemez. Ama işin ilginç tarafı şunu görüyorum Ruşen Bey; İYİ Parti’nin hür ve müstakil çıkmasını eleştiren Cumhuriyet Halk Partisi ve onun… İşte biz bâzen şey diyoruz, alınmasınlar ama değerli basın mensupları; ‘‘yoldaş medya’’ diye adlandırıyoruz. Yani bizim çıkmamızı eleştiriyorlar. Ama bir bakıyorsunuz ki Yeniden Refah’ı parlatıyor; “Aman güçleniyor” filan. Yani nasıl bir siyâset bu? Doğrusu akıl sır ermez. Sayın Özel, Ordu’da AK Parti kazanmasın diye, “Başka partiye oy veren hâindir’’ diyor. Ondan sonra gidiyor Manisa’da, Denizli’de diyor ki: “AKP kazanmasın diye İYİ Partililerin bize oy vermesi lâzım” diye söylüyor. Yani şimdi bu garip bir siyâset. Yani bu siyâset hakîkaten ilkeden kopmuş, doğruluktan kopmuş. Yani bakış açısı günü birlik değişen bir siyâset. Bir yerde AKP kazanmasın diye “Başkasına oy veren hâindir” diyor, diğer yerde de AKP kazanmasın diye ‘”Bana oy verin” diye söylüyor. Bunu siz herhalde belki seçimden sonra bir makaleyle değerlendirebilirsiniz.

Peki siz Yeniden Refah’ın Anadolu’da bâzı yerlerde çok iddialı olduğunu görüyor musunuz, duyuyor musunuz?

Oktay Vural: Bâzı yerlerde var. Bir geçirgenlik olduğu gözüküyor. Yani bunun temel noktası nedir, ne ölçüde oluşur onu doğrusu bilemiyorum. Ama ben sonuçta yani Türkiye’de muhtemelen önemli ölçüde bunu böyle bir câzibe merkezi hâline dönüştürmek isteyenlerin önemli bir kısmının da aslında milliyetçi-demokrat ve kalkınmacı olan, Cumhuriyet ve Atatürk’le barış içerisinde olan İYİ Parti’ye bu ekonomik konjonktürde bir tercih olarak yönelinmesini engellemek için yeni bir câzibe oluşturma çabası da değerlendirilebilir. Özellikle yoldaş medyanın yaptığı bu şeyi görmek lâzım.

Yani bir anlamda diyorsunuz ki: “Yeniden Refah, bizim önümüzü kesmek için…”

Oktay Vural: Yok hayır, onların rekabeti doğru da, yani bu konuda özellikle Yeniden Refah Partisi’nin siyâsal pozisyonunu benimsemeyenleri ön plana çıkartırken; İYİ Parti’yi açıkçası bu konuda işte; “Ne olacak? Siz biteceksiniz” filan diyerek propaganda edilmesinin arkasında yatan sebep belki de bu olabilir.

Bu söylediğiniz, yani bu “yoldaş” falan tanımları ayrı bir tartışma da… Ben meselâ kendi açımızdan bakıyorum; biz burada sizin partinizi, Yeniden Refah’ı, DEM’i, CHP’yi tabiî ki ve AKP’yi de, olabildiğince herkesle konuşmaya, herkesin sesini yansıtmaya çalışıyoruz. Ama tabiî ki öyle birilerine açık birilerine kapalı olan çok yer var.

Oktay Vural: Şimdi şey var, 1927 yılında, zannederim Benda’ydı galiba, Aydınların İhâneti diye bir kitap yazmış. O totalitarizme, Nazi dönemine giden… Orada temel sorun alanı, hakîkati arayan insanların; bilim adamlarının, medyanın, din adamlarının hakîkati aramak yerine politik gücün etrâfında dolaşmalarını aslında temel sorun alanı olarak görüyorlar. En önemli problem; biz hakîkati arama araçlarını kaybettik. Çölleşiyoruz. Hayır, medya gidiyor, orada bir politik gücün lehinde ya da aleyhinde pozisyon oluşturuyor. Oysa sizin göreviniz hakîkati aramak, sorgulamak. Tabiî kendinizin de elbette yorumları olacaktır, ona hiçbir diyeceğim yok. Ama bu aydınların ihâneti… Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur kitabında bir şey var, bir konuşma geçiyor. Bir konuşmada birisi, “Milletler yanılır” diyor. “Yok, yanılmaz. Bu siyâsetçilerin uydurduğu tâbiyedir. Millet yanılmaz. Aydınlar yanılır; milleti yanıltır” diyor. Sonuçta bizim sorgulamamız gereken; biz gerçekten hakîkati mi arıyoruz, yoksa gerçek ötesi bir toplumda, algılarla yönetilen bir toplum mu? Algılarla yönetilen toplumda hiçbir sorunumuza çözüm bulamayız. İlerleme de sağlayamayız. Zâten sağlayamadık, sağlayamıyoruz bununla. O düşman, bu öteki, bu kötü… Dolayısıyla hava iyi oldu desen: “Yandaş mı oldun?” diyecekler. Hava kötü, bulutlu desen: “Vay sen de muhâlif mi oldun?” diyecekler. Yani biraz önce bir parti hür ve müstakil giriyor: “Vay efendim! Sen bunu kazandırıyorsun”. Başka bir parti hür ve müstakil giriyor: “Vay! Ne güzel yapıyorsun” diye söylüyorlar. Yani aslında bu işte siyâset dünyasının da çok ciddî sorumluluğu var. Yani aydınlar derken, ben siyâset dünyasını da elbette katıyorum. Netice îtibâriyle siyâset dünyasının da bir aydın sorumluluğu olması lâzım. Siyâsetin ilkelerle yapılması lâzım.

Peki Oktay Bey, toparlayalım. Atladığımız, unuttuğumuz önemli bir husus kaldı mı?

Oktay Vural: Yani zaman zaman bu soru sorulur; işte neye değinelim, ne yapabilirim? 

Yani siz sormak istediğiniz her şeyi sorabilirsiniz. Ben de her şeyi cevaplarım. Ben İYİ Parti’nin Türkiye’nin gerçek mânâda değişimi sağlayabilecek, gerçek anlamıyla hem toplumun ortak değerlerini benimseyen hem de güncel kaygılarını dile getirebileceği bir siyâsî parti olarak güçlenmesinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Ve İYİ Parti bu sistemi yönetmek için değil; bu sistemi değiştirmek için hareket ediyor. Dolayısıyla maalesef şunu görüyorum ki; Erdoğan yönetim anlayışına benzeşmek isteyenler var ve mevcut sistemi yöneterek davranmak isteyenler var. Dolayısıyla ne yapacağız biz aslında? Gönül ister ki bu sistemi değiştirelim, bu sistemin dayandığı politik yapıyı dönüştürelim. Ondan sonra da artık sistem tartışması olmasın da sistemi yönetmek için rekabet edelim bizler. Şimdi hep böyle sistem tartışması, değil mi? Hep böyle sistemle ilgili şeyler… O bakımdan ben İYİ Parti’nin siyâsal duruşunun çok doğru olduğunu düşünüyorum ve önümüzdeki yüzyılı millî yükseliş yüzyılı yapmakla ilgili gerçekten ciddî bir hazırlığı olduğunu da biliyorum. Dolayısıyla şunu rahatlıkla ifâde edebilirim; İYİ Parti’yi ifâde etmek için, ben şöyle düşünüyorum, tabiî bütün siyâseti tâkip ediyorum. Zaman zaman şöyle olur; tabiî mevcut hükûmeti ve Cumhur İttifâkı’nın milliyetçi ve muhâfazakâr bir iktidar olarak, partiler olarak işte, milliyetçi ve muhâfazakârlık… Ben şöyle düşünüyorum: Milliyetçiliği ve muhâfazakârlığı bu partilerin temsil ettiğini düşündükleri bu partilere oy verenler… ben bunlara oy verenlerin tek adamcılığı, yoksulluğu, yolsuzluğu içine sindirdiği düşünmüyorum. Adâletsizliği hazmettiğini düşünmüyorum. İşsizliği hazmettiğini düşünmüyorum açıkçası. Yani bu kadar baskıyı, korkutmayı hazmettiğini düşünmüyorum. Ama ne oluyor? Devletin bekası gibi bir kavramla toplumun bu gerçeklerinin üstü örtülüyor. Yine aynı şekilde bir başka tarafta cumhuriyetçi, Atatürkçü olduğunu ifâde eden parti. Ben de bu partiye oy veren insanların, yani Cumhuriyet’le sorunu olanlar, millî kimlikle sorunu olanlar, emperyalizmle, işte Büyük Orta Doğu projesiyle aktör olanlarla ilişkileri içine sindirdiği zannetmiyorum. Ama dolayısıyla ne kapatıyor? İşte bu, “AKP kazanmasın, bu gitsin…” Birçok sosyal medyada paylaşım yaparken “DEM’i desteklemiyoruz” filan diye söylemek durumunda kalıyorlar. İşte İYİ Parti’nin siyâset alanı şimdi burası. Maskeli bir siyâset var. Yani şimdi milliyetçi ve muhâfazakâr bir parti iktidarda. Ama işte, adâlet, eşitlik, hürriyet dediğimiz; denge, denetim dediğimiz unsurları göz ardı eden bir yönetim. Bunun maskelenmesini kabul etmiyoruz. Aynı şekilde Cumhuriyet ve Atatürk’le ilgili… Yani bunun da açıkçası DEM’le olan ilişkiler… İşte Türkiye’de –siz de katılabilirsiniz, ama ben katılmıyorum– Adâlet ve Kalkınma Partisi’nin Kürt sorunu ekseninde yeniden açılım sürecini hem AKP hem de CHP destekliyor. Ben bunun doğru olmadığını düşünüyorum. Daha meselelere vatandaş kimliği ekseninde bakılması gerektiğini düşünüyorum. Millî kimlik ekseninde bakılması gerektiğini düşünüyorum. Dolayısıyla oraya oy veren, bundan dolayı Cumhuriyetçi, Atatürkçü diyerek oy verenlerin de aslında bu ilişkiyi hazmetmediğini düşünüyorum. İYİ Parti olarak işte bu… Politik olarak evsiz olanlar var. Politik evsiz diyorum. Politik olarak evsiz…. Biz bu siyâsete maskelerini koyarak, bu insanlarımızı politik olarak iç huzur ve dengesini sağlamayan ve politik evsiz duruma düşüren bu siyâsî partilere karşı bir alternatifi güçlendirmek istiyoruz. Onun için maskeli siyâsete son; kutuplaşma ile ilgili son. “Efendim, şuraya oy verseniz bu kazanır, buraya oy verseniz bu kazanır” — millet yok. Millet ne kazanacak? Yok. O bakımdan bu siyâset temsil ettiklerini düşündükleri kimlikleri temsil etmeyenlerin insanlarımızı politik evsiz duruma düşüren bu maskeli siyâseti sonlandırmak istiyoruz. Demokrasiye de büyük katkı olacağını düşüyorum.

Evet, bu da yayınımızı sonlandırmak için güzel bir paragraf oldu diyeyim. Çok sağ olun Oktay Bey. Evet, İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Oktay Vural’la 31 Mart yerel seçimlerinde İYİ Parti’nin neler yaptığını, neleri savunduğunu konuştuk. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.