Gazeteci Kemal Öztürk, Ruşen Çakır’a kendi internet sitesinde yayımladığı “AK Parti’nin oylarının düşmesine neden olan 16 neden…” başlıklı yazısından hareketle, AKP’deki kan kaybının nedenlerini, parti içindeki teşkilat sorunlarını, ekonomik krizin etkisini, seçmenin gösterdiği tepkiyi ve AKP’nin seçimden sonra neler yapacağını değerlendirdi.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Merhaba, iyi günler. 31 Mart’ı konuşmaya devâm ediyoruz, daha da edeceğiz ve stüdyoda konuğumuz gazeteci Kemal Öztürk var. Kendisiyle seçimden önce Yeniden Refah ağırlıklı bir yayın yapmıştık biliyorsunuz. Çok da ilgi görmüştü. Şimdi Kemal’le kendi kişisel blogunda yazdığı, “AK Parti’nin oylarının düşmesine etki eden 16 neden” yazısından hareketle; “Neden kaybetti Erdoğan? AK Parti neden kaybetti?” bunu konuşacağız. Kemal, hoş geldin.
Kemal Öztürk: Hoş bulduk.
Geçen yayınımız çok ilgi gördü. Çok teşekkür ediyorum tekrar.
Kemal Öztürk: Ben teşekkür ederim.
Bu sefer de öyle olacağını tahmin ediyorum. Şimdi bu yazıyı sıcağı sıcağına yazdın; 16 madde, kısa kısa cümleler. Bunların hemen hemen hepsinin üzerinden geçeceğiz de şunu soracağım. Sen bir dönem, Erdoğan başbakanken onun basın danışmanlığını yapmış, daha sonra Anadolu Ajansı’nın genel müdürlüğünü yapmış ve o çevrenin içinden birisin. Ve okuyucuların hepsi olmasa bile önemli bir kısmı da, herhalde senin blogunu okuyanlar falan da, AK Parti’ye yakın ya da en azından düşman olmayan çevreler. Biliyorum ki bu yazına çok tepki geldi. Tepkinin nedenini birazdan anlayacağız ama…
Kemal Öztürk: Tepki demeyelim de, mesaj diyelim.
İşte, mesaj, yani tepki derken, reaksiyon. Bir şey dediler yani, değil mi?
Kemal Öztürk: Evet.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Bir şey deme ihtiyâcını hissettiler. Ne diyorlar? “Sen bizi satıyorsun” mu diyorlar? Yoksa “Haklısın” mı diyorlar?
Kemal Öztürk: Şimdi şöyle; seçimlerden önce, seninle de röportaj yaptıktan sonra ben 10 tâne şehir dolaştım, ağırlıklı olarak doğu bölgesinde. Sonra bunları yazdım yine sitemde. Bir kısmı şaşırtıcı derecede doğru çıktı, bir kısmı da şaşırtıcı derecede yanlış çıktı. Adıyaman birinci sırada.
Evet, Adıyaman.
Kemal Öztürk: Sonra Urfa meselâ, bana göre şaşırtıcı. Meselâ Adana.
Urfa’yı ben kazanacak demiştim.
Kemal Öztürk: Doğru, doğru. Ben de kazanamayacağını düşünüyordum. Adana meselâ, ben başa baş olduğunu söylemiştim; ama 15 puan fark aldı. Şimdi, bunu CHP’liler bile beklemiyordu. İddiasına giriyorum; çünkü bana CHP’liler anlatıyordu. “Biz Adana’yı kaybettik” demişlerdi meselâ. “Edirne’yi kaybettik” demişlerdi. Şimdi CHP’nin bile beklemediği bu kadar büyük bir oy kayması, yani belediyelerin el değiştirmesi AK Parti tarafında hiç beklenmiyor tabiî, bir şok dalgası yaratıyor. Bunun sebebini bulmak için iki gün araştırma yaptım. Kamuoyu araştırma şirketleri, il başkanları, bâzı büyük kayıpların olduğu il başkanları, Ankara’da siyâseti yönetenlerin önemli bir kısmı, siyâsetbilimciler, siyâseti tâkip edenlerle iki gün boyunca sözlü mülâkatlar yaptım. Bir de sosyal medyada okurlarıma, takipçilerime, “Neden AK Parti’nin oylarının düştüğünü düşünüyorsunuz?” diye soru sordum. İki günde 5 bin mesaj geldi, 5 bin, abartmıyorum. Şu anda zannediyorum 8-9 bini bulmuştur gelen mesajlar. İnsanlar dolmuşlar; AK Parti’ye ve iktidâra yönelik eleştirileri var. Bunun içerisinde AK Partili olanlar var, Millî Görüş’ten olanlar var, milliyetçi olanlar var, seküler olanlar var; yani AK Parti’nin tabanı bu insanlar. Bütün bu verileri topladığımda ben 16 madde çıkardım. Bu 16 maddeyi de önem sırasına göre sıraladım bu arada. AK Parti’nin ortak hayal kurmaktan, ütopyası, idealizminden tutunuz; emekliler meselesine, sokak hayvanları meselesine kadar bir 16 maddelik neden olduğunu düşünüyorum.
Bunu yazdıktan sonra ayrıca, bir daha tepkiler aldın.
Kemal Öztürk: Evet, bu yazı sosyal medya hesaplarında, sitelerde, WhatsApp gruplarında çok dolaştı. AK Partililer kendi aralarında paylaştılar. Buna ek yapmak isteyenler oldu. Yani buna ek yaptığın zaman 30’a kadar çıkabilir bu rakam, ama bunlar alt kırılımlar olabilir. Şunu iddia edebilirim; buna yanlış diyen kimseye denk gelmedim AK Parti câmiasında.
Şimdi tekrar buna geçmeden…
Kemal Öztürk: Yani bakanlar dâhil buna, milletvekilleri, siyâsetçiler, yöneticiler dâhil; “Ya, bunu da yanlış yazdın” diyene hiç denk gelmedim.
Maddelere geçmeden önce yine şunu da soracağım. Yazıyı yazmadan önce ve sonrasında baktığın zaman –ve eminim birçok kişiyle konuştun, bunların büyük bir kısmı iktidârın içinde yer alan insanlar, yakın çevrende de çok kişi vardır– genel ruh hâli nedir? Meselâ 11 ay önce muhâlefet çökmüştü ve hattâ “Bir daha sandığa gitmez” falan deniyordu birçok insan için, ama olay farklı çıktı. Burada AK Parti tabanında ya da AK Parti kadrolarındaki ruh hâlini, en azından şu aşamaya kadar nasıl görüyorsun? Bir şok olduğu muhakkak da… Şoku atlatabilme ihtimâli, ayağa kalkabilme ihtimâli vs.. Bunları görüyor musun?
Kemal Öztürk: Şimdi, evet, dediğin gibi bir şok hâli var. Bu şok hâli sarsıcı bir şekilde bir özeleştiri mekanizmasına dönüşürse, ben AK Parti’nin bu krizden çıkabileceğini düşünüyorum. Fakat 2019 yılında AK Parti zâten 10 tâne belediye kaybetmişti, hatırlayalım; buna İstanbul, Ankara dâhil. Biz o zaman da şok olmuştuk. Puanları 8 puan düşmüştü. Şimdi ben bir canlı yayında, “Kim burada AK Parti ve Cumhur İttifâkı başarılı çıktı derse, AK Parti’nin aleyhine çalışıyor” demiştim. Ve öyle dediler maalesef. Yani “Cumhur İttifâkı’nın oy toplamı %52 oluyor, o yüzden bu seçimden galip çıktık” dediler. Oysa ki 10 belediye kaybetmiş, 9 puanı düşmüş. Ben bunu seçmenin kuvvetli bir uyarısı olarak gördüm ve söyledim. Bundan ders aldı mı? Ben aldığını düşünmüyorum. O seçimde İstanbul’u ve Ankara’yı kaybeden AK Parti teşkîlâtlarının çoğu yerinde durdu. Ve Anadolu’da şunu gördüm bu gittiğimde: “İstanbul’u kaybetmiş ekip orada duruyor. Bizden de iş istiyorlar. Niye onlara bir şey denmedi?” diye AK Parti teşkîlâtlarında bir kızgınlık var. Bence haklı bir kızgınlık. CHP’nin yaptığı en başarılı işlerden birisi kongre oldu, ben Anadolu’da bunu gördüm. Kılıçdaroğlu’nun değiştirilmesi, yenilenme hareketinin Anadolu’da bir etki yarattığını gösterdi.
Şimdi biraz gülelim diyeceğim. Kılıçdaroğlu yanlıları diyormuş ki: “Kılıçdaroğlu seçilseydi fark daha fazla olurdu”.
Kemal Öztürk: Tam tersi, tam tersine.
Değil mi?
Kemal Öztürk: Evet, ben tam tersini iddia ediyorum. Şimdi AK Parti, bu saymış olduğum maddelerin hepsini önüne alıp, yani “Bizim bu ülke için hayâlimiz ve idealimiz nedir?” sorusundan başlayarak, emeklilere ve çıraklılara, “Neden bize kızdınız?”a kadar bütün o soru silsilesini önüne koyup, bunların tek tek gereğini yapmazsa, 4 yıl içerisinde, 2028’i kazanma ihtimâlini görmüyorum ben.
Şimdi o zaman, geçelim…
Kemal Öztürk: Ama şunu söyleyeceğim.
Tabiî.
Kemal Öztürk: AK Parti’nin ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dönüştürücü ve suyun akışını değiştirici özelliğini hâlâ taşıdığını düşünüyorum.
Bunu yayının sonunda tekrar konuşacağız. Gelelim “AK Parti’nin bir ütopyası yok artık. Ülkeye ve dünyaya dâir gelecek hayâli, vizyonu konuşulmuyor artık” meselesine. Meselâ daha yeni, “Türkiye Yüzyılı” diye bir şey dediler. Demek ki olmadı.
Kemal Öztürk: Şimdi, Adana’nın Yüreğir ilçesindeki bir mahalle temsilcisini heyecanlandıracak bir ortak hayal gerekiyor bize. Meselâ savunma sanayiindeki hayallerimiz bir başarı hikâyesidir; bir büyük ütopya değildir. O Adana’daki genci, İstanbul’daki insanı hep birlikte buluşturacağı… AK Parti’nin ilk yıllarında bahsettiği büyük Türkiye hayâli, İslâm dünyasına liderlik etme hayâli, Batı’yla İslâm dünyasını buluşturma hayâli, yani büyük hayallerimiz vardı, büyük hayaller kuruyordu. Ve o büyük hayallerin sonuçlarını da alıyordu. Yani demokrasiyle İslâm’ı birleştiren örnek bir Müslüman ülke oldu, hem doğuda hem batıda. Bu tür büyük hayalleri kalmadı.
Siyâset üretemiyor diyorsun. Bu hayal kalmadığı için mi, yoksa ayrıca hem hayâli yok hem de hayalsiz de olsa siyâset üretebilir, ama üretemiyor. Ve diyorsun ki: “Hamâsî milliyetçi söylemlerle politika yapmaya çalışıyor, geçmişte yaptıklarını anlatıyor”. Bu milliyetçilik meselesi çok önemli. Ben açıkçası, yani yıllardır bu hareketi, iki hareketi de milliyetçi ve İslâmî hareketi tâkip eden birisi olarak, onların arasında bir rekabet hep vardı ve bu rekabet aslında her ikisini de besleyen bir şeydi. Bu kadar aynılaşma, özellikle MHP ile ittifakla berâber bu kadar aynılaşma ve bunun Erdoğan’ın diline de yansıması bayağı bir kötü sonuç oldu o zaman.
Kemal Öztürk: Bence ikisine de zarar verdi. Bence birleşme fikri ikisi açısından da sorunlu olabilir. Yani siyâsette neden sürekli birleşmek, ittifak yapmak zorunda hissediyor hareketler? Meselâ Milliyetçi Hareket Partisi bağımsız kalıp AK Parti’yi daha önemli siyâsetler yapmak için zorlasa, hem kendi tabanını daha sıkı tutar, o harekete ihtiyaç var Türkiye’de. Ben bunu solda da görüyorum. Yani neden bütün partiler birleşmek zorunda hissediyor kendini? Şimdi AK Parti’nin büyük siyâset fikirleri üretmesi gerekiyor. Meselâ şu anda ben büyük bir Ortadoğu krizi görüyorum, bir fikre ihtiyacımız var. Bu sâdece bir jeopolitik hamle değil. Yani Filistin’de bu olsun, orada bu hükûmet kurulsun değil; büyük fikirlere ihtiyaç var şu anda. İslâm dünyasında büyük kriz var. Bunu çözebilecek ülkelerden bir tânesi Türkiye. O potansiyele sâhip. Aynı zamanda kendi içimizde sorunlarımız var. O yüzden büyük siyâset ve fikirler üretmiyor şu anda.
Zâten diyorsun ki: “Reformcu değil, statükocu bir parti oldu” diyorsun. Herhalde en kritik hususlardan birisi bu.
Kemal Öztürk: Evet.
Yani iktidârı koruma her şeyin önüne geçiyor.
Kemal Öztürk: Devleti koruma, yani iktidârı korumaktan da geçtik, devleti koruma refleksi. Ha, şimdi insanlar şöyle düşünebilir tabiî: “Ya, devlet bizim devletimiz, tabiî ki koruyacağız”. Fakat biz devlet ve millet kavramlarını yerli yerine oturtmalıyız. Yani millet burada, devlet ona hizmet etmek için bir mekanizma. Onu yüceltirse milleti küçültüyor. Zâten Tayyip Bey’in sloganı neydi, hatırlayınız: “Milleti yaşat ki devlet yaşasın. İnsanı yaşat ki devlet yaşasın”. Şimdi bu reformcu özelliklerini, bunu en iyi tâkip eden isimlerden birisisin; Kürt sorunundan tut da Alevî meselesine dünya kadar reform yapmış bir büyük hareket. Şimdi etiketine bakın: Devlet partisi, parti-devlet. Yani bu etiketi hak etmiyor bana göre AK Parti. Yani bu etiketle anılmaması gerekiyor. Bu kadar reformcu bir partinin böyle olmaması gerekiyor. Burada bir sorun var.
Şimdi bu konuda çok çarpıcı bir olay oldu, biliyorsun. Mehmet Uçum şey yaptı.
Kemal Öztürk: Evet.
Şimdi o olay… Ben hafta sonu bunu yazacağım. Şimdi şöyle bir şey var: Devletin “D”sini büyük harfle yazıyor, tamam mı? Biliyorsun, sen de okudun.
Kemal Öztürk: Okudum, evet.
Ve diyor ki: “İktidâra bir istikamet çizdi. Bunu devlet çok iyi okudu” diyor. Yani böyle bir devlet var. “Türkiye’yi Batı’nın egemen güçlerine teslim edilme koşulları oluşturduğu şekilde okuyanlara millî devlet irâdesi haddini bildirir”. Yani şöyle bir şey diyor: “Siz seçimde iktidâra oy vermediniz, ama devlet size haddinizi bildirecek”. Bu nasıl bir şey?
Kemal Öztürk: Şimdi ben o yazılanlara cevap vermek istemem, ama ben şöyle bir şey görüyorum: Benim 2003 yılından beri içine girip berâber çalıştığım Erdoğan, AK Parti, böyle bir AK Parti fikriyâtına sâhip değildi. Ben hâlâ AK Parti’nin kahir ekseriyetinin devlet ve millet ilişkisinde, güvenlik ve özgürlük dengesinde hâlen millet yanında ve özgürlükler tarafında olduğunu düşünüyorum. Ama önemli görevlere getirilmiş kişilerin, tırnak içerisinde “tehditvâri” konuşmalarının daha fazla zarar verdiği kanaatindeyim. Bizim alâmetifârikamız özgürlük ve reformist bir parti iken, şimdi bu şekilde anılmamak, bence şapkasını önüne koyup AK Parti’nin düşünmesi gereken bir konudur yani.
Orada da tabiî 4. maddeye geliyoruz: Kimlik kaybı meselesi.
Kemal Öztürk: Evet.
Muhâfazakâr Demokrat. Yalçın yazmıştı değil mi o kitabı, Yalçın Akdoğan?
Kemal Öztürk: Evet.
O da bir süredir hiç ortada gözükmüyor, milletvekili de değil. Artık muhâfazakârlığına da biraz gölge düştü, milliyetçi söylemin çok öne çıkmasıyla berâber. Demokratlık konusu bence hiç yok.
Kemal Öztürk: Böyle bir görüşün olabilir tabiî ki. Şimdi AK Parti’nin kimlik meselesini önemsiyorum. Yani bu kimlikler konusunda siyâsette çok fazla konuşulmuyor, ama dipte yatan şey budur. Yani muhâfazakâr demokrat kavramı… Ben buna meselâ, “muhâfazakâr Müslüman” denmesinden daha memnun olurdum, yani Avrupa’daki Hristiyan demokratlar gibi, her neyse. Muhâfazakâr demokrat; liberal, dindar, milliyetçi, Kemalist… Yani Doğu Perinçek’in lâfına bakın, “Dindar Kemalist oldu AK Parti” dedi. Böyle bir şey olabilir mi? Hangisi AK Parti şu anda? Hangisi, hangi kimlikle kendisini ifâde ediyor? Bu ittifakların yüzünden kafası karıştı yani. Doğu Perinçek ittifâkın bir parçası mı değil mi? Değil mi? Tuhaflık var ortada. Bir kimlik kayması, bir savrulmaya neden oluyor bu nedenle.
Bir de “kötü yönetim” diyorsun. Yani hakîkaten ben Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yerinde olsam sana şey yollarım, müfreze yollarım susturmak için. Bitmiyor, daha 5. maddedeyiz. “Kötü yönetim; devlet bürokrasisi, belediyeler, parti yönetimi, teşkîlâtlar, medya yönetimi her geçen gün daha kötü yönetildi.” Yani şunu soracağım; Erdoğan’ın, sen benden daha iyi biliyorsun, en önemli özelliklerinden birisi her türlü detaya hâkim olmasıdır, değil mi? Meselâ bilmem ne devlet hastanesindeki başhekimi de bilir, bilmem ne teşkîlâtındaki il sekreterini de bilir.
Kemal Öztürk: İyi bir şey mi bu?
Hayır, işte dur, onu söyleyeceğim. Yani bütün bunlar, kötü yönetim denen şeyin Erdoğan’dan habersiz olması mümkün mü?
Kemal Öztürk: Şimdi bakın, ben Ukrayna Savaşı’nda dört ülke gezerek girmiştim Ukrayna’ya: Romanya, Slovenya, Polonya ve Ukrayna. Şunu dedim: Gerçekten çok büyük bir devlete sâhibiz ve çok hızlı hareket eden bir devlete sâhibiz. Ve şunu da iddia ediyorum; AK Parti iktidârında bu hız arttı. Mekanizmalar, bürokrasi, karar verme süreçleri AK Parti dönemlerinde arttı. Ama şimdi yavaşladığını görüyorum. Yani bunu Adıyaman’a gittiğimde de görüyorum; evlerin yapılması, yolların düzeltilmesi, depremlerin… Bunu İstanbul’da tapu kadastroya gittiğinde, bir belediyeye gittiğinde de görüyorum. Sorun var, yavaşladı bürokrasi. Yavaşladı, sistem yavaşladı, bir tıkanıklık var. Bu en son nerede karşımıza çıktı? İşte, Van’daki mazbata meselesinde. O mahkemenin karârından onun haberi yok. Orada yanlış hesaplama… Ne bu? Kötü yönetim, yargının iyi yönetilmemesi. Bunun sonucunu yaşıyoruz. Bu düzelebilir mi? Tabiî ki düzelebilir. Neden düzelmesin? Bunu yapmıştı çünkü AK Parti. Ama bunu düzeltmek için o şeyi görmüyorum ben, yani o enerjiyi ve o arzuyu görmüyordum. Ama bu yenilgiden sonra yapmak zorunda.
Ama ben Kemal Öztürk diye bir gazeteci tanıyorum. O diyor ki: “İdealistler gitti, oportünistler kaldı”. Onun için düzelmez gibi sanki.
Kemal Öztürk: O kadar karamsar değilim, karamsar değilim diyeyim. Şimdi evet, böyle bir gözlemim var benim. Yani AK Parti’nin ilk 10 senesinde devlet bürokrasisini, parti yönetimini yürüten idealist kadroları vardı yani ve bunlar ülkeyi gerçekten büyük bir dönüşüme soktular ve geliştirdiler. Önemli bir kısmı da ayrıldı, işin gerçeği bu. Onun yerine şimdi daha fazla kendi çıkarını düşünen; yani bir milletvekili seçilirken, bir belediye başkan adayı tespit edilirken, bu konularda daha fazla kendi çıkarını düşünen oportünistler var. Zâten Cumhurbaşkanı’nın MYK’dan sonra yayınladığı metne bakın; yayınlanan, yani servis edilen metne bakın. Orada bunları görürsünüz zâten; hani hesaplaşmalar, kendi grupları vs. Herkesin bir şeyini sayıyor orada. Buna bir şey yapmak lâzım, yapmıyorsunuz. 2019’da oy düştü, yapmadınız. 2023’te milletvekili oyu düştü, yapmadınız. Millet kızdı. Öfke patlamasıdır bu benim gördüğüm.
Ve güven kaybı oluştu diyorsun. 7. Madde: Güven kaybı.
Kemal Öztürk: Evet.
Bu güven kaybı karşılıklı bir şey mi? Yani şöyle söyleyeyim, sen diyorsun ki: Milletin onlara duyduğu güvende bir azalma var. Ama sanki bu seçimden sonra da iktidar millete fazla güvenmeyecek gibi bir hava var.
Kemal Öztürk: Şimdi benim Habertürk’te yaptığım programlara bakanlar çok çıkardı ve millet de bana yazıyordu: Bunu sor, bunu sor, bunu sor” diye. Şimdi bakın, emeklilikte yaşa takılanlardan tutun çıraklara kadar, öğretmenlerden tutun sağlık çalışanlarına kadar, bakanlara sorular sordum. Onlar da cevaplar verdiler ve vaatler verdiler, seçim öncesinden bahsediyorum.
Evet, biliyorum.
Kemal Öztürk: Şimdi insanlar bu videonun kliplerini kesip kesip yayınlıyorlar sosyal medyada; ‘”Söz vermiştin, tut. Söz vermiştin, tut” diye.
Mülâkat var başlı başına.
Kemal Öztürk: Mülâkat da. Aklınıza gelebilecek bir sürü şey. Şimdi bunlar tutulmayınca bir güven kaybı oluşmaz mı? Oluşur. Oysa Tayyip Bey’in en büyük gücünden birisi — hep söyler kendisi de: “Söz verdik mi yaparız biz” diye. Ama millet yapmadığını düşünüyor artık.
Bu mülâkat meselesi çok acayip ya. Yani tamâmen kayırmacılık, öyle değil mi? İlk başta şeydi, Fethullahçı eleme mekanizması gibi söylendi. Ama artık onca zaman geçti. Hâlâ mı bunu eliyorlar?
Kemal Öztürk: Şimdi bak, bâzı mesleklerde mülâkat gerekiyor.
Bâzısında.
Kemal Öztürk: Yani imtihana girdin, 100 aldın; ama senin bir tipine bakmak lâzım, konuşmana bakmak lâzım, ruh hâline bakmak lâzım, psikolojine. Bu mülâkat gerekiyor bâzı mesleklerde.
Çok var ama.
Kemal Öztürk: Sorunumuz aslında mülâkat değil; sorunumuz mülâkattaki tutum.
Eyvallah. “Klikler ve gruplar çekişmesi başladı” diyorsun. Bu ne zamandan beri söylenir, ama Erdoğan’ın çok mutlak otoritesi olduğu için bunların hepsi çok da önemsenmezdi. Ama anladığım kadarıyla sen bunların artık bayağı bir sorun çıkarttığını düşünüyorsun.
Kemal Öztürk: Evet, özellikle belediye seçimlerinde çok gördüm bunu. Yani “fişmekancanın adamı, fişmekanca ekibin adamı, fişmekancanın gönderdiği isim” diye müdâhale ediliyor belediye seçimlerinde. Ama milletvekilliğinde de görmüştüm ben. Meselâ bir ile gittim. “Burada en önemli sorun nedir” derdim; “4. sıradaki adamımız çok sorun” derdi. “Niye koydunuz o zaman?” derdim; “İşte, Genel Merkez’den fişmekanca gönderdi” diye. Bunlar liyâkat meselesini aşağı çekiyor. Yani idealist bir belediye başkanını seçmekte ekipler ve kliklerin çatışması sorun yaratıyor. O nedenle büyük bir liyâkat düşüşü görüyorum adaylarda. “Onun adamı, fişmekancanın adamı.” O da liyâkata bakmıyor, kendine daha sâdık olsuna bakıyor yani.
Ben şimdi kişisel bir deneyimimi anlatayım. Bir ara bir troll saldırısına marûz kalmıştım ve AK Parti’de tanıdığım, yakın olduğum birisine sordum, “Niye yapıyorsunuz bunu?” diye. O da bana, “Ona şu yaptırıyor” dedi, bir başkasının adını verdi. “O niye yaptırıyor?” dediim, “Şundan” dedi, bir şey söyledi. Ama yan yanalar, birbirlerinden bağımsız birtakım kendilerinin ajandaları var.
Kemal Öztürk: Şimdi bakın, önemli bir şey söyleyeceğim. AK Parti seçimden çıkmış, şok içerisinde, bir sürü yer kaybetmiş. Van’da tezkere olayı olmuş, sokaklar yanıyor. Sosyal medyada ne oluyor biliyor musunuz? Kampanya yürütüyor bir grup: “Bu seçim yenilgisinin asıl sorumluları şunlardır” diye isim sayıyor.
Evet, o da oluyor.
Kemal Öztürk: Ve başka birini yüceltiyor. Bak şimdi. Bu hâle gelmiş bir parti durumunda yani.
Ve bunu açık açık, gerçek kimlikleriyle yapıyorlar. Eskiden böyle müstearla falan yapılıyordu, şimdi alenen, fotoğraflarıyla filan.
Kemal Öztürk: Bu olmaz yani.
“Halktan kopuldu, sesine kulak verilmedi.” Aslında şu âna kadar söylediklerinin içerisinde hep bu vardı ama. Meselâ şöyle bir şey var. Ben geçen gün bir fotoğraf paylaştım; İmamoğlu’nun Arnavutköy’de akşam vakti Kent Lokantası açma fotoğrafı. Ama fotoğraf böyle çok canlı, dinamik bir fotoğraftı. Paylaştım onu ve çok sayıda AKP yanlısından hakaretler falan geldi. Ama onlar da fark ediyorlardı ki o fotoğraftaki sorun İmamoğlu’nun, en azından o fotoğrafta halkın arasında olmasıydı. Dinliyor dinlemiyor vs. o ayrı. Ama AK Parti ne zamandır böyle fotoğraf vermiyor. Erdoğan da vermiyor. Veriyor mu? Erdoğan’ın etrâfında zâten koruma ordusu vs..
Kemal Öztürk: Yani yapmaya çalışıyor bence, ama ben bu yazıyı yazarken en çok mesaj aldığım konulardan biri bu oldu vatandaştan. O kadar çok aldım ki. Yani, “Bizden koptular, tanımıyoruz siyâsetçiyi, şehirlerdeki insanlarla iletişimimiz yok. Artık bizimle…” İnanılmaz, inanılmaz bir tepki var. Yani vatandaş onlardan koptuğunu düşünüyor. “Ya, biz kopmuyoruz, işte gidiyor…” diyor. Ya, böyle düşünmeyeceksiniz. Yani vatandaş böyle niye desin ki? Hani kopmadıysanız niye bunu eleştirsin? Kopmuş, temas kurmaz olmuş. Meselâ ben çok iyi hatırlıyorum, benim basın danışmanlığımda Ramazan’da gizliden gecekondu evlerinde iftarlara giderdik Sayın Cumhurbaşkanı’yla berâber. Yanımıza yiyeceklerimizi, kolilerimizi alır çat kapı açardık kapıyı ve girerdik. Bu örnekler azaldı.
Şimdi, “dönemsel sorunlar” diyorsun; ekonomik kriz, geçim derdi. Ama orada şöyle bir sorun var, herkes de bunu söylüyor; 11 ay önce de vardı, ama olmadı.
Kemal Öztürk: Neden olmadı diye düşünüyorlar? Meselâ AK Parti’nin oyları 8 puan düştü 11 ay önce de. Ya, millet yine kızmış.
Erdoğan tekrar seçildiği için yani.
Kemal Öztürk: Ha! Birinci turda tekrar vermedi, millet yine kızmış. Ya, bu mesajı niye almıyor şaşırıyorum ben AK Parti. Yani 2023’te Cumhurbaşkanı’nı birinci turda seçmeyerek, milletvekili oylarını 8 puan düşürerek, millet zâten kızmış; “Ekonomik sorunum var, geçim derdim var, yapmayın, etmeyin, demeyin”… bunu söylemiş zâten. Yani ona şaşırıyorum ben. Niye geçen sene yapmadı diye… Yapmış. Ama ikinci turda yine bir kredi vermiş. Çünkü hâlâ Erdoğan’ı seviyor millet, hâlâ gönlünde bir yeri var. Hani kavga eden sevgililer gibi, bağırıp çağırıyor; ama ya bir şey yap işte, yani ayrılmayalım. Tamam mı? Bu son mesaj böyle bir şey. Yani: “Bir şey yap artık, ayrılmayalım.”
Emekliler meselesi çok konuşuldu. Ve inan ki meselâ bizim Ali Deniz, benim oğlum biliyorsun, son âna kadar bana dedi ki: “Ya, Cumhurbaşkanı o seyyâneni verecek” dedi. Hattâ mitinge gittik, orada açıklanacağını söyledi, iddiaya giriyoruz baba-oğul. Açıklamadı. O kamu bankalarının promosyonu sanki bir şeymiş gibi sundu, devlet veriyormuş gibi sundu ve olmadı. Şöyle mi düşündü herhalde? Yani, neden vermediğini anlayabiliyorum, yani anlatıyor zâten kendisi de; ama böyle kritik bir seçimde bunu yapmıyor olması, hakîkaten ben de şaşırdım.
Kemal Öztürk: Para yok. Nasıl verecek?
Tamam, para olmadığını biliyorum. Önceden de pek yoktu, bir şeyler veriyordu.
Kemal Öztürk: Bir şey vardı, veriyordu. Yani durumumuz iyi değil, hani ekonomik durumumuz iyi değil. Yanlış politikalar mı dersiniz, dünya konjonktürü mü dersiniz, ne dersek diyelim yani; durumumuz iyi değil, bunu veremiyoruz. Bence bunun iletişimini yönetmekte problem yaşıyor olabilir mi acaba? Yani, emeklilere yaptığı zam az bir zam değil, ama yetmiyor. Ha, enflasyonu düşürme meselesi. Enflasyonun karşısında eridiği için zâten sıkıntı yaşıyoruz. Ama insanlara umut vermeyeceksiniz. Her istediğinde verdi, her istediğinde verdi. Şimdi vermeyince kızdı. Emekliler yerden göğe kadar da haklı yani, 10 bin lirayla insanın geçinmesi mümkün değil bu hayâtta yani.
Ben de emekliyim.
Kemal Öztürk: Ben de emekliyim. Ben şunu araştırıyorum bir süredir. Son 10 günde büyük bir değişim oldu. Yani bu kadar büyük kayıp olacağını hiçbir anket şirketi bile tahmin etmedi. 10 gün içinde… Yani bulabildiğim şeylerden biri bu: Emekliler bekledi, bekledi, bekledi; anketlerde kendilerine soran bizim gibi gazetecilere umutlu olduğunu söyledi. Vermeyince son 10 günde büyük bir kitle kaydı.
Buna ek olarak, “Sosyal kesimlerin sorunları çözülemedi” diyorsun. Taşeron işçi, çıraklar, sağlık çalışanları, atanamayan öğretmenler gibi birçok kesim. Bir de bunlara söz verildi.
Kemal Öztürk: Evet, en büyük sorun o. Benim programımda özellikle iki tâne Çalışma Bakanı çıktığı için, her seferinde o videolar dolaşıyor; “Söz verdiniz kardeşim. Ben şâhidim, program şâhit, kayıt var.” Yapmıyorsanız, böyle tepki alırsınız.
“Yolsuzluk, torpil, adam kayırma iddialarına tepki…” Şimdi en son nerede kalmıştık? “Yiyorlar, ama çalışıyorlar”da kalmıştık. O bir ara bayağı bir gündemdeydi. Şimdi sanki, “Yiyorlar, bir de çalışmıyorlar” gibi bir yere mi geldik nedir?
Kemal Öztürk: Şimdi bu tabiî önemli bir iddia. Hiç abartmadan söylüyorum, yani Trabzon’dan Adana’ya kadar gezdiğim şehirlerin tamâmında bu konudan şikâyet duydum: “Ya, torpil olmadan işimizi yapamıyoruz, tanıdığın yoksa belediyede çözemiyoruz, rüşvet verme…” Bunlar iddialar. Bunların somut kanıtları elinde olup mahkemeye giden pek de görmedim, bu da ayrıca enteresan bir şey. Ama insanlar şikâyetçi. Yani belediyelerin iş yapma modellerinde sorun var. Eskiden çok hızlıydı yani belediyeler, pat diye sorunu çözerdi. Şimdi orada bir sorun var.
“AK Parti teşkîlâtlarında sorunlar…” Bundan biraz bahsetmiştin. Ama iç hesaplaşma, kavga, ahlâkî erozyon; aslında zaman zaman böyle şeyler yansıyor. Hani bir sosyal medyada, yok işte bilmem ne görüntüsü vs., gizli kamerayla çekilmiş şeyler falan gibi. Ama sen çok da bölgede dolaştığın için, değişik yerlerde…
Kemal Öztürk: Ben bu kadar olduğunu ilk defa görüyorum Ruşen. Çok şaşırdım. Yani ne demek istiyorum? AK Parti’nin kendi adayının aleyhine çalışan parti mensubu. İşin enteresanı ne biliyor musun? CHP’de de aynı şeyi gördüm. Toplamda bir kalite düşüklüğü var. Yani, CHP, ismini söylemeyeyim şehrin, belediye başkan adayı kendi teşkîlâtının aleyhine çalıştığını söylüyor bana. AK Parti belediye başkan adayı da aynı şeyi söyledi. Bu kadar büyük kaymanın sebebi ne zannediyorsun? AK Parti’den böyle büyük kopma… Eski milletvekilleri, eski il başkanları veya Cumhuriyet Halk Partisi’nin Adana’da yaşadıklarına bakın. Sebebi bu ahlâkî erozyon, siyâsî ahlâkî erozyon.
“Şatafat, kibir, üslûp sorunları…” Bu kibir başlı başına bir şey. Bunun tabiî seçim sonuçlarından sonra biraz azalacağını umuyorum ama. Ya meselâ, şimdi tekrar şeye geleceğim de, sen konuşmak istemiyorsun; ama ben konuşayım. Ne de olsa eski solcu… Mehmet Uçum’un tweet‘inde şöyle bir şey var; Van olayından bahsederken “kişi” diye bahsediyor Abdullah Zeydan’dan. “Kişi” ne demek? Yani, insânî şeyini indirme. Yani Abdullah Zeydan demiyor. Niye demiyor? %55 oy almış birisi söz konusu. Tamam mı? % 55. Beğen, beğenme. Sen kimsin? Atanmış birisin. Bak hep klasik, aynı şeye geliyoruz: atanmış-seçilmiş. Yani en azından, böyle bir şey. Oraya birisi çalışmış, etmiş, %55 oy almış ve birisi de hiçbir seçime girmemiş, oraya bir şekilde atanmış birisi kalkıyor, diyor ki: “Bilmem ne”. Şimdi, bu kibirli tutumu birçok yerde yaşıyorum. Ben meselâ şeyden de, birazdan geleceğiz, “gazeteci milleti”nden de biliyorum. Ben bunca yıldır gazeteciyim. Sen de tanıksın; şimdi birtakım şeyler geliyor bana sosyal medyada filan; adlarını ilk defa duyduğum, unvanı gazeteci yazan insanlar bana gazetecilik öğretiyor. Neye dayanarak öğretiyor? Gazeteciliğe dayanarak öğretmiyor; sırtını iktidâra dayadığını düşünerek öğretiyor. Öyle değil mi?
Kemal Öztürk: Şimdi, ben iletişimde hep şu tezi savunurum, üniversitede de anlattığım konulardan biridir. En tepede bir kilogramlık bir mesajı aşağı doğru attığımızı düşünelim. Uçaktan bir kilo atmak gibidir. Aşağı inene kadar o 100 kilo olur. Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde bir başdanışmanın, bir bakanın; “Sen de kimsin? Sen kimsin ya?” cümlesi aşağı inene kadar ana avrat küfre döner, böyle bakar. Yani dağın tepesine bakar insanlar. Orada ne oluyor; aşağı inene kadar bu 10 kat artar. Mütevâzılık görse, aşağı doğru mütevâzılık daha da artar. Kibir görse, kibir artar. Örnek aldığı yer orasıdır. Bize yakışıyor mu? Biz dindar insanlarız ve biz böyle siyâset yapmak istiyoruz; mütevâzı, saygılı, edepli, emin, dürüst. Bizim Peygamberimize düşmanı hazînesini teslim etmiş. Biz de öyle olmak zorundayız. Biz Müslüman insanlarız, dindar insanlarız yani. Biz siyâsete de bunu katmak istiyoruz, ahlâk katmak istiyoruz. Böyle mi görünüyoruz şu anda? Böyle mi görünüyoruz? Görünmüyoruz. Ha, şöyle diyebiliriz: “Ya kardeşim, Ruşen solcu, Kemal böyle, o fişmekan”. Bunların dediklerine millet bakıyor, kaçmıyor gözünden yani. Ve üç seçimdir üst üste uyarıyor, uyarıyor, hâlâ belediye başkanı jiplerin üstünde vs.. Üzücü bir şey yapıyor ya. Bak, bu kadar akıl tutulması olabilir mi?
Son olarak, “Medya ve iletişim alanındaki sorunlar” dedin. Geçen ben izleyicilerle yayın yaptığımda bir izleyici şunu sordu: “İktidar yanlısı medya bundan sonra ne olur?” Ben de dedim ki: “Hiç takmayın kafanıza. Çünkü burasından artık bir şey olmadığı çıktı ortaya”. Zâten bir reform yapmaları, bilmem ne de mümkün değil. Çünkü tamâmen bambaşka bir şeydi. Meselâ mitinge gittik, pazar günü. Sen yoktun değil mi? Atatürk Havalimanı’ndaki miting.
Kemal Öztürk: Hayır.
Gittik, gördük; zayıf mitingdi. Ben orada üç tâne miting izlemişim. Bir Mayıs mitingini, bir Filistin mitingini izlemişim, üçüncü de o. Sayı az, coşku yok, bilmem ne yok. Ben bunu söyleyince hemen üzerime, diğer gazeteciler; “Ne diyorsun, bilmem ne” falan deyip, birtakım… biliyorsun görüntüler var, özel olarak çalışılmış görüntüler var. Ama Cumhurbaşkanı şikâyet etti katılımın azlığından meselâ, hatırlıyorsun. Orada millet gerçeği örtmeye çalışıyor. Gerçeği örtemiyorsun Kemal.
Kemal Öztürk: Şimdi bu yazımdan sonra AK Parti medyasından arkadaşlarım da aradılar beni, “Çok doğru söylüyorsun” diye. “Sen de doğru söylemelisin” dedim. Yani ben bağımsız blogumda yazıyorum da bunu, sen de söylemelisin. Yani Yeni Şafak’ta, Sabah’ta, Hürriyet’te, Akşam’da bu yazıların çıkması gerekiyor ki AK Parti bir kendini toparlasın; “Ya, ne oluyor?” diye. Çünkü ben AK Parti’yi önemsiyorum. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı da önemsiyorum. Ben düzelmesini istiyorum. Düzelmesini istemek için, “Mitingde gördüğüm coşku azdı” diye yazmam gerekiyor benim. O zaman diyecek ki: “Aa, Ruşen de az demişse, bir dakika, bir sorun var.” Ama küçük bir fotoğraf çekip, zoom yapıp, “Coşku böyleydi” dediğinde, hakîkati değiştiremiyorsun; hakîkati erteliyorsun sâdece. Bak, aradaki farka bak. O mitingde çok büyük coşku vardı dediğinde, hakîkati seçime kadar erteliyorsun. Ne kadar süre geçti? 11 gün. 11 günde hakîkat gül gibi ortaya çıktı; “Kardeşim, bu miting zayıfmış. Millette bir sorun varmış. Bak, sonuçlar da böyle oldu” diye, Ruşen’in dediği doğru çıkmış oluyor.
Ben işte, bak sana onu göstereceğim, dayanamadım, çok hoşuma gitti. Bir de hani intikam soğuk yenen yemektir ya! Şimdi o arkadaş –“arkadaş” diyorum ama neyse–, ben bunu paylaşınca, o drone görüntüsünü paylaştı ve dedi ki: “İşte bu gözüne girsin” dedi. Ben de dedim ki, keyif alıyorum gördüğün gibi. Dedim ki: “O kadar çok gözüme girdi ki gece uyuyamadım” dedim, aynı şeyi paylaşarak. Yani şimdi, bir de işin komik tarafı şu: Biz buradayız, orada hani böyle bölme bölme ya şeyler, stand; yanındaki bölmede, yani aynı açıdan bakıyoruz mitinge. Tamam mı? Yani ben mitingi boş görüyorsam o da boş görüyor. Bunu yapıyor ve sonra şey diye düşünüyorlar bir de hani: İktidar hep süreceği için falan bunlar nasıl olsa telâfî edilir. Ama artık iş şeye geldi.
Kemal Öztürk: Evet. Ben meselâ şunu çok gördüm Anadolu’da: “Nedir şu ekrana çıkan adamlar. Hep aynı adamlar. Bağırıp çağırıyorlar. Hep aynı şeyleri söylüyorlar”. Bundan çok şikâyet gördüm. Bakın, bu kendi partisinde böyle bir kızgınlık yarattığı gibi, karşı mahallede de bir nefret hâlesi yaratıyor. AK Parti’yi savunma üslûbu, tarzı, tonu, o duruşu bir nefret hâlesi yaratıyor ve öfkeyi daha da bir kabartıyor. Konsolide ediyor yani karşı tarafı, bu tarafı da kızdırıyor. Bunu görmemelerine şaşırıp kalıyorum, gerçekten şaşırıyorum.
Peki, Kemal şöyle bitirelim. Sen kaç doğumluydun?
Kemal Öztürk: Ben 69.
69. Sen Ecevit’i hatırlamazsın. Biliyorsundur da hatırlamazsın.
Kemal Öztürk: Nasıl hatırlamam, hatırlıyorum.
Ben ama hatırlıyorum.
Kemal Öztürk: 77 yılını mı, hangi dönemi?
77, yani işte. Ben bir de babam Ecevitçi olduğu için daha iyi hatırlıyorum. O zamandan beri Cumhuriyet Halk Partisi ilk defa birinci parti oldu ve oy ortalaması 37,7, %25 falan deyip duruyorduk. Şimdi genellikle benim gördüğüm, sağ cenahtaki değerlendirmelerde şöyle bir şey görüyorum: “Erdoğan kaybetti, AK Parti kaybetti”; ama “CHP kazandı” demeye çok dilleri varmıyor. CHP kazanmadı mı?
Kemal Öztürk: Şimdi Ruşen, bu yazıdan sonra ikinci bir araştırmaya başladım: “CHP neden kazandı?” Şimdi CHP’nin kamuoyu araştırma şirketleriyle görüşüyorum, belediye başkanlarıyla görüşüyorum, gazetecileriyle görüşüyorum. Neden kazandı?
CHP’nin gazetecileri mi var?
Kemal Öztürk: Tabiî var. Yok mu?
Var.
Kemal Öztürk: Sen de şimdi Allah aşkına. Yani hep AK Parti’yi ve onun medyasını kötüledin de öbür tarafa daha gelmedik. Şimdi o yüzden bir programda da “CHP neden kazandı ve CHP ne olacak?” programı yapmamız lâzım.
Sen o yazıyı yaz, yaparız.
Kemal Öztürk: Dengeleyelim yani. Şimdi Cumhuriyet Halk Partisi’nin belediyelerinde hangi büyük politika ve hangi büyük eser ve hangi böyle dillerde dolaşan bir eser rüzgâr yarattı da belediyecilikte bu kadar çok yer kazandı? Ben şahsen izliyorum ve bakıyorum, kişisel görüşüm: Ben Cumhuriyet Halk Partisi’nin yüksek belediyecilik kabiliyetlerinden dolayı seçimleri kazandığı kanaatinde değilim. AK Parti bu seçimleri kaybetmeyi hak etti; ama Cumhuriyet Halk Partisi’nin bu kadar çok belediyeyi kazanmak için bir şey hak etmediği kanaatindeyim. Bunun da maddelerini yayınlayacağım yakında. Ama bunu Cumhuriyet Halk Partili kamuoyu araştırma şirketlerinden ve siyâsetbilimcilerden de ayrıca duyduğum için fikrimin de doğru olduğunu düşünüyorum. Ha, bundan da buradan yola çıkıp, Cumhuriyet Halk Partisi’nin başarısını küçümsemeyi de düşünmüyorum. Cumhuriyet Halk Partisi en zayıf zamânında AK Parti’yi böyle perîşan etti. Kongreden çıkmış, istifâlar, birbiri aleyhine konuşmalar… Değil mi, dünya kadar şey oldu yani? Buna rağmen bu kadar büyük bir belediye sayısını kazandı. Ve şunu da söyleyeceğim: Devir-teslim törenlerinde ve zafer konuşmalarında son derece akıllı hareket ediyorlar. Hem İmamoğlu hem Mansur Yavaş hem Özgür Özel oldukça temkinli, akıllı hareket ediyorlar. Sürdürürlerse CHP kazanır, 2028’de kazanır. Ama sürdürebilirler mi? CHP’nin kendi içindeki o kronik hastalıklar ki Özgür Özel buna dikkat çekti, “Bunları yapmazsak kazanırız” diye.
O söz çok güzel: “Tüketici değil, yatırım kredisi verdi”.
Kemal Öztürk: Evet, çok güzel.
Peki son kapatırken, sen gittin gördün ve başta da söyledin: Ya Adıyaman’da ne oldu?
Kemal Öztürk: Vallahi diyeceğim ki hani ben yanıldım da… ya milyon para harcayan şirketler, oranın yerel halkı, oranın Cumhuriyet Halk Partisi teşkîlâtı… Herkes mi yanılır arkadaş? Ama bence siyâset bilimi açısından son derece güzel bir laboratuvar oldu. Neden? Yani %65 oy almış Cumhurbaşkanı oradan, %65 ve Cumhuriyet Halk Partisi kazanıyor. Bu üzerinde son derece çalışılması gereken bir konu. Ama Adıyaman perîşan hâlde yani. Sokakları, mahalleleri…
Onu demişken, bir de biliyorsun Menzil’in Semerkand kolu alenen Cumhur İttifâkı’nı destekledi ve belediye başkanı da ilk açıklamasında, “Adıyaman’ın imkânı halka gidecek, Menzil’e gitmeyecek” dedi. Şimdi burada Menzil’in ya da İsmailağa’nın ya da Cübbeli’nin kalkıp kendilerini böyle bağlıyor olmaları, parti işâret etmeleri filan, bu nasıl bir mantık Kemal? Niye yapıyorlar? Böyle bir şeye niye ihtiyaç duyuyorlar? Ve sonuçta bunun sonuçlarına da katlanmak zorundalar. Meselâ dua etti diyor Murat Kurum için. Murat Kurum 12 puan fark yedi.
Kemal Öztürk: Şimdi Adıyaman’da Menzil’in oy potansiyeli çok yüksek değil, onu bir kere söyleyeyim.
Biliyorum, onu biliyorum.
Kemal Öztürk: Yani orada bir şeye etki edeceğini düşünmüyorum.
Ama Menzil köyünün Adıyaman Belediyesi’ne ihtiyacı var yani.
Kemal Öztürk: Olabilir. Ama onların oyları yetmemiş görünüyor. Şimdi bakın, Cübbeli’nin seçimden kısa süre önce yaptığı açıklama, fetvâ veriyor yani; “Ona vermek haramdır, buna vermek câiz değildir, buna vermek…” Bak, o kadar büyük bir tahrîbat yarattığını düşünüyorum ki bu fetvânın. O kadar etkili, ama negatif etkili olduğunu düşünüyorum ki. Dinî anlayışı olan dindar insanlarda nefret yarattı. Ya, senin bir hoca olarak ne işin var belediye seçimlerinde fetvâ yayınlıyorsun? Karşı cenahta büyük bir konsolidasyon yarattı: “Allah kahretsin, bu adamın inadına gidip vereceğim” diye. Bu tarafta dine biraz meyilli olan adamlar; “Dindar olup da böyle mi olayım yani?” Gaziosmanpaşa’da kime oy vereceğini konuşan bir fetvâ veren bir din adamı olabilir mi ya?
Şu da çok acayip, ince işçilik var: “Kazanamayacağı yerlerde Yeniden Refah’a oy vermek câiz değildir”.
Kemal Öztürk: Bir de siyâsî analiz yapıyor yani bak. Olacak şey mi bunlar ya? Yani, AK Parti’nin şunu görmesi lâzım: Ya, bunlar fayda sağlamıyor, zarar veriyor, tersine insanları dinden soğutuyor. O açıklamaların insanları dinden uzaklaştıran tarafı da var. Niye bu tarafını da görmüyor yani?
Vallahi ben dün yayında dedim ki, aynen şöyle dedim: “Ya, benim gibi bir insan bile rahatsız oluyor” dedim. Yani hakîkaten…
Kemal Öztürk: Ben rahatsız oluyorum canım. Ben dindar bir âilenin çocuğuyum, ben rahatsız oluyorum ya. Hani hocaefendilerin bu topluma vereceği en önemli mesaj ahlâktır, edeptir, âdaptır, nezâkettir, değil mi? Tarîkatların birbiriyle yaptıkları kavgalara bak ya. Ne kadar utanç verici bir halde bu câmia…
Demek ki kendilerinde olmadığı için tavsiye edemiyorlar.
Kemal Öztürk: Yani birbirlerinin aleyhine yaptıkları, İsmailağa ile Cübbeli’nin arasındaki kavgaya bakın ya. Ne kadar itici bir şey, ne ayıp bir şey.
Aforoz ettiler diyeceğim, kızacak ama… Attılar yani.
Kemal Öztürk: Çok ayıp bir şey ya. Bu mudur yani bizim ahlâk anlayışımız, edep âdap anlayışımız?
Evet Kemal, çok sağ ol. O CHP araştırmanı yaptıktan sonra da bayramdan sonra artık CHP’yi de konuşuruz. Çok güzel bir yayın oldu yine. Çok teşekkürler.
Evet, gazeteci Kemal Öztürk ile “AK Parti ve Erdoğan neden, nasıl kaybetti?” sorusunun cevaplarını aradık. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.