Elif Gökçe Aras yazdı: Restine rest

İki hafta önce bir rüya gördüm. Rüyamda siyah hamile bir at doğum yapacak ama at ölmek üzere ve o ölmek üzere olduğu için karnındaki ceninin de ölmek üzere olduğunu görüyorum nasılsa, sınırsız rüya âlemi işte. Normalde endişelenmem, çırpınmam gerekir ama gayet soğukkanlı bir şekilde izliyorum sadece.

Rüyadan uyandığımda önce çok endişelendim, bunun kötü bir kehanet olduğunu düşündüm. Sonra imgeler saçıldı hemencecik. At, Murat. Murat, aaa bi dakika, bu rüyada ölen biz değiliz. Murat Kurum. Aaa ben zaten hamisinin zorda olduğunu, artık dönüşü olmadığını biliyorum. Hamisi-hamilesi ölünce o da ölecek. Vaov. Ama bu müjdeyi kimseyle paylaşmamalıyım çünkü yani, belki de başka bir şeydir. İmgeleri yanlış yorumlamış olabilirim, bu yüzden rüyayla amel edilmez. Üstelik şeyh olmak gibi bir kariyer planım da yok.

Sonra seçmen kâğıdımı gördüm. Sıkı durun, sandık numaram 1453. Te allam, net konuşsana bir kez olsun, lanet olsun tek bir defa net konuş benimle diye mesaj attım hemen bizimkine. Biz mi alacağız, onlar mı? Görüldü yaptı, cevap vermedi. Daha ne söyliyim demek istiyordu galiba benim gibi en mutlu anında bile kaygılanacak bir şey bulan birine.

Her neyse, seçim günü İstanbul Gönüllüsü okul sorumlusu olarak sabah 6.30’da okulumdaydım. Sandık açılır açılmaz ilk oyu atarak sandığın aurasına “İmamoğlu” diye fısıldadım ve başladım beklemeye.

Gün içerisinde önce Çekmeköy’ün eski belediye başkanıyla, ardından tam sayım başlamışken sınıfa girip sayımı bölen AKP’li vekille tartıştım. Eski –ay- eski belediye başkanı ilkokullara bile gidip seçim kampanyası yapıyordu ama sokaklar yollara saçılan çöplerle doluydu. İşinizi yapın ve çocuklardan uzak durun deyince “Ben onlara dua ediyorum” dedi. Makamınızda içinizden edin duanızı dedim. Neyse, evinde eder artık duasını, kaybetti. Hiç kimseye ve hiçbir etik değere saygıları olmayan bu akıl, kaybetti.

Sandıklar sayıldıkça bir o sınıfa bir bu sınıfa koşuyoruz, CHP, CHP dendikçe sevinemiyoruz çünkü ya yine önceki seçimdeki gibi olursa. Ya kazandığımızdan emin bir şekilde sırıtarak eve gidip evde tam tersi bir manzara görürsem? Önceki seçimde Samsun’daydım ve Erdoğan’ın ilçelerden otobüslerle insan getirterek, sandviç-içecek, hediye dağıtarak, ulaşımı o gün bedava yaptırarak doldurduğu meydanı Kılıçdaroğlu’nun hiçbir şey dağıtmadan aynı oranda doldurduğunu gözlerimle görmüştüm. O zaman da tüm okulda o birinci çıkmıştı, sonra ne olmuştu?

“Beklemekte olduğun şey, ancak onu beklemeyi unuttuğunda gerçekleşir. Bu, evrenin ‘sen bakarken soyunamıyorum’ deme şeklidir.”

Küçük İskender’e ait olduğu söylenen bu sözdeki gibi mi olmuştu? Yoksa Murphey kanunu mu devredeydi? 10 ay önce evrene gönderdiğimiz mesajlar ancak mı ulaşmıştı?

Nasıl oldu da on ay önce kesin gözüyle kazanacağı beklenen muhalefet kaybetmişti de bu seçimde ucu ucuna kazanırız derken soldan sağa bir fırçayla kırmızıya boyanmıştı harita? Benim için cevap netti. CHP için başarının anahtarını çok iyi biliyordum, bunu “İttifak Bataklığı, Herkes için CHP ve CHP PRO 2023” yazılarımda yazmıştım ama o yöntemler uygulansa bile böyle bir kazanmak, zinhar beklemiyordum. Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle bu seçim arasındaki farklara bir bakalım dilerseniz. Zaferin bir değil, birkaç tane sebebi var, buyursunlar.

Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi kurulan ittifakla ilgili Kemal Bey’e yönelttiğim eleştirilerimin neredeyse hiçbiri bu seçimde tekrarlanmadı. Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi birçoğumuzun saç baş yola yola teknik direktör gibi saha kenarından Kılıçdaroğlu’na verdiğimiz direktiflerin bir kısmı bu seçimde uygulandı, bir kısım hatalar tekrarlanmadı.

Benim önerilerim şunlardı:

-Sağcılara sağcılık taslayarak, sağcı aday göstererek halkın takdirini kazanamazsınız. Tam tersine alay konusu olursunuz. Bu tercih size yaramayacağı gibi iktidarın oyunu arttırır çünkü siz halka onlar doğru, biz de onlar gibi olmaya çalışıyoruz mesajı veriyorsunuz. Üstelik de yapay bir şekilde. Aslı varken neden size gelsinler, gelmediler.

-Altılı Masa’nın bir garabet olduğunu, CHP’nin özgüvenli bir şekilde kendi kadroları ve teşkilatıyla sahaya inmesi gerektiğini, muhalefetin lokomotif partisi olması gerektiğini ve ittifaka ihtiyacı olmadığını yazdım birçok yazımda. Önemli olan, halkın ihtiyaçlarını belirlemek, buna uygun çözüm önerileri getirmek ve genel merkez polit bürosundan çıkıp, halkın kapısını arşınlamaktı. Bunun yerine halka değmekten imtina edip, halka şirin görüneceklerini sandıkları sağ partilerle ittifak yapmayı tercih ettiler. İki AKP eskisi parti, bir sağ parti, bir merkez parti, bir milliyetçi parti. İşte, Cumhur İttifakındaki her şey sağlanmıştı. CHP bu menüde oy alacak değil, hoş görülecek parti olarak konumlandırılmıştı. Bu haliyle Altılı Masa şöyle bir görüntü veriyordu: Bir tarafta tek lider Erdoğan, diğer tarafta ona ve seçmenine yaranmaya çalışan 6 tane lider. Cumhur İttifakı ne kadar kalabalık olursa olsun, tüm liderler kayıtsız şartsız Erdoğan’ın arkasındaydı. Altılı Masa ise hem Erdoğan’la hem birbirleriyle yarışmaya çalışan ezik bir görüntü veriyordu. O seçimin ben tek, siz hepiniz cümlesini kurabilen lideri Erdoğan’dı.

-Meral Akşener çok büyük bir tehditti. Bunu “İYİP’in ipiyle kuyuya inilir mi?, Akşener’in kızıl elması, Kedinin fareyle oynadığı gibi ve Metamorfoz” yazılarımda defalarca yazdım ancak görülmedi. Ve maalesef Kemal Bey Akşener’i tehdit değil, hayati bir unsur olarak gördü. O hakaret ettikçe Kemal Bey peşinden koştu. Şükürler olsun ki bu seçimde kendi isteğiyle ittifakı bitirmesi neticesinde CHP tıpkı benim önerdiğim gibi kendi örgütüne yönelmek zorunda kaldı. Birçok yazımda ittifak sebebiyle küçük partilere haddinden fazla teveccüh edildiğini, o partilerin asla AKP’den oy çekemeyeceğini söylemiş, “Herkes İçin CHP” sloganının küçük partilere hizmet etmek için varız olarak mı anlaşılması gerektiğini sorgulamıştım. CHP’nin toplumsal mutabakatı partilerle yapacağı sözleşmelerle değil, doğrudan halka yönelerek kurması gerektiğini, ana muhalefet partisi olarak kendi siyasetini sokağa anlatabilirse diğer partilerin destek vermek için avanta koparmak yerine peşinden koşarak onu destekleyeceğini belirtmiştim. İttifakı kimsenin okumadığı metinlerle masada yapmak yerine sahaya inerek yapmalıydılar. Herkes sokakta kendi siyasetini anlatmalı ama iş cumhurbaşkanlığına gelince herkes tek adaya oy istemeliydi. Kimse umursamadı. Haliyle sokakta siyaset değil, neden bir arada olduklarını izah etmeye çalışan ezik bir hamaset konuştu. Bu da halkta karşılık bulmadı.

-Kemal Bey’in “Herkes için CHP” sloganının içini doldurup partisinin gücünü ispatlamak varken hem kendi örgütüne hem de muhalif seçmene çok büyük bir haksızlık ettiğini yazmıştım yine o dönem. Artık AKP’nin seçmenini ikna etmeye enerji harcamaktan vaz geçin, yeni bir liman arayan merkez seçmene ve size umut bağladığı halde her seçimde görmezden gelerek küstürdüğünüz muhalif seçmene sahip çıkın dedik ama heyhat, Kemal Bey sol seçmenden sağ adaylara oy vermelerini isteyerek yine kendi seçmenine boyun büktürdü. Herkesin ortak dertlerine çözüm üretin, muhalif seçmen ve ortadaki kararsızları kazanmak size yeter de artar dedik, dinletemedik. Kemal Bey halktan ve CHP örgütünden kopuk bir lider olduğu için halkın nasıl da dönüştüğünü göremedi. Aslında sadece o değil, birçok muhalif siyasetçi, gazeteci, akademisyen yani halktan kopuk kendi dar çevresinde analiz kasan birçok kişi halkın dönüşen profilini fark edemedi. Muhalif seçmen her hâlükârda destekledi de, seçim yaklaştıkça küçük partilere hak etmedikleri halde verilen vekiller, Akşener’in sabotajları, iki seçim arası Ümit Özdağ’la yapılan protokol metni, kaybı garantiledi.

Kurultay sonrası CHP’de yaşanan değişim umut verdi çoğumuza. Ancak aday belirleme sürecinde bir yandan yeniden adaylığı hak eden bazı kişilerin kalbi kırıldı, öte yandan CHP’deki hizipler umduğunu bulamayınca dağıldı. Beton suratlı, örgütten ve halktan kopuk duygusuz bürokrat kafası tasfiye edilmiş oldu.

Sonuç olarak yeni CHP yönetimi geçen seçimde uygulasın diye yalvardığım, üzerine onlarca yazı yazdığım şeyi yaptı. Bürokrat kafasıyla düşünen, konuşan CHP kibrinden uzak mütevazı adaylarla, kendi örgütü, kendi siyaseti ile halkın ayağına gitti, rızasını almak istedi ve karşılık buldu. Ancak büyük bir zaferden emin olamayacağımız başka hatalar vardı bu sefer de bize yanlış görünen. Örneğin Lütfü Savaş’ın aday gösterilmesi yahut Burcu Köksal’ın adaylığının geri çekilmemesi, Tanju Özcan’a yeniden kucak açılması. Tunç Soyer görevden alınırken nezaketin elden bırakılması ve ilçesinde bile fazla beğeni toplamayan Cemil Tugay’ın İzmir halkına dayatılması. Küstürülen CHP’liler küskün bırakılırken, kendilerine hakaretler yağdıran Akşener’e ablamızdır denmesi enteresandı. İtiraf edeyim, İstanbul ve Ankara’da kazanmayı bekliyordum, İzmir’in de büyük fark yaratmadan kazanılacağını düşünüyordum ama böyle büyük bir başarı aklımın ucundan geçmiyordu. Bence herkes için sürpriz oldu. Oy verme kabininde bir kereden bir şey olmaz diyen AKP’li seçmene bile.

Bu seçimde yaşanan en net fark şuydu bence. CHP’li belediyeler önceki seçimden bu yana hizmet odaklı bir yönetim sergilemişti ve çalmadan çalışamayan AKP belediyeciliğinin aksine, sosyal yardımları rüşvet olarak değil, hak olarak sunmuştu. Seçim döneminde AKP’liler CHP’li belediyelerin hizmetleriyle alay ederken, CHP’li belediyeler kendilerini daha çok anlatmaya yöneldi ve aslında nasıl da güzel hizmetler sundukları o şehirlerden çıkıp diğer şehirlere ulaşmış oldu. CHP’nin sosyal belediyeciliğini, 40 liraya Kent Lokantası’nda döner yiyebileceğini gören halk, ekrana ekmek banarken “Benim de bundanım olsun” demişti. Yani bu seçimde AKP belediyeciliği cezalandırıldı, CHP belediyeciliği ödüllendirildi.

AKP şunu gösterdi bir defa halka; bakın öyle iyi çalıştılar ki eleştirecek bir şey bulamıyoruz. Prodüksiyonla set kurup, otobüs şoförü kandırıp, bozuk otobüs videosu çekmek zorunda kalıyoruz. Ekrem İmamoğlu öyle tertemiz, çalmadan çalıştı ki, CHP İl Başkanlığı binası alımında sayılan para görüntüsünü kullanmaya muhtaç kaldık. İmamoğlu en ufak bir ihalede usulsüzlük yapsa neler olurdu, varın siz düşünün. Demek ki neymiş, çalmadan da çalışılabiliyormuş ama bunu CHP belediyeleri yapabiliyormuş, bunu anlatmış oldular halka.

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Şimdi hemen havalara girmeye gerek yok çünkü bitpazarına bir gecede nur yağmadı. Daha dün her şeye rağmen “Halimize bin şükür” diyenler, “Çalıyorlar ama çalışıyorlar da” diyenler, birden bire gelecek kuşaklara olan sorumluluklarını hatırlamadılar, hayır, yok öyle bir şey. Talana, ranta, hırsızlığa köstek değil oylarıyla destek olan ciddi bir seçmen kitlesi var bu ülkede, onlar birden bire vatansever olmadılar. Zaten bir kısmı hâlâ kaleyi terk etmedi. Ne oldu peki? AKP’den umudu kesen seçmen her ne kadar Selvi boylum diye övse de, daha önce karakaşına, kara gözüne, asaletine oy vermediği gibi bugün de o yüzden vazgeçmedi. AKP’den vazgeçen seçmen, Erdoğan’ın emekliye zam yapacak gücü olsa, bunu büyük bir şovla seçimden önce mutlaka yapacağını çok iyi biliyordu. Erdoğan’ın zam yapmaması, ekonominin yakın zamanda düzelmek şöyle dursun, toparlanamayacak kadar kötü durumda olduğunun ispatıydı. Bu yüzden de oyunu değiştirmek yani oyuncuyu değiştirmek zorundaydı.

Bu ülkede menfaatperest, ülkesiyle ilgili hiçbir sorumluluk almayan, dünyayı talan edip benden sonrası tufan diye düşünen bir seçmen kitlesi var. Öyle çoklar ki, sistematik olarak bilinçlendirmeye çalışmadıkça asla değişmeyecekler. Bu kitle AKP iktidarı boyunca ehlileştirilmek şöyle dursun, şımartıldı. Vasatın iktidarında edepsizlik, saygısızlık, arsızlık, suç, tavan yaptı.

AKP’nin eriyeceğini tahmin ediyordum ama ikinci parti olacak kadar eriyeceğini düşünmüyordum. Boş tencerenin gün geçtikçe daha fazla sonuç alacağını biliyorduk ama önceki seçimde içindeki azalmaya başlasa da tencerenin AKP seçmeni için hâlâ tam olarak boş olmadığını daha önce yazmıştım.

Özetlemek gerekirse; AKP’nin memur ordusunu, belediyelerde ve devletin taşeronlarında, hatta AKP’li iş insanlarının devletten teşviklerle beslenen firmalarında istihdam edilen insanlar için AKP’ye oy vermek mecburi hizmet gibi bir şey, yakınsalar da minnetle oy veriyorlardı. Çünkü o işleri onlara AKP sağlamıştı. Küçüklü büyüklü birçok firma, devlet yahut yerel belediyelerden aldıkları teşviklerle çarklarını bir şekilde döndürüyordu. E bu insanların ailelerini de hesaba katın. Onların yanı sıra, seçim zamanı seçim ekonomisi ile sosyal yardımları arttırıyorlardı. Sistematik olarak fakirleştirdikleri halk onlara bağımlı hale geliyordu. Hiç hesapta olmayan ama birçok kişiyi ayakta tutan başka bir gerçek, illegal ticareti özellikle görmezden gelerek sistemde görünmeyen bir şekilde çok fazla kişiyi ekonomik krizden koruyorlardı. Örneğin, kişi asgari ücretle çalışıyor ama ev-araba alım satımı yapıyor. Dükkânsız, vergisiz, masrafsız yürüttüğü bu iş için iş yerlerinden izin alıp bu işi yapıyor, maaşından daha çok para kazanıyor. Mülteciler sayesinde ucuz iş gücü yaratıyor, adamına göre dağıttıkları teşviklerle kendi çiftçisini, esnafını sübvanse ediyorlardı.

Ekonomi çarkları gıcırdasa da dönüyordu çünkü faizler aşırı yükselmediği için insanlar zorda kaldıkça kredi kartına yükleniyor, kredi kartı patladıkça kredi çekiyordu. Mehmet Şimşek geldikten sonra ise kademeli olarak kemer sıkma politikaları hayata geçirildi. Faizler arttıkça kredi imkânları daraldı, öte yandan kredi kartı faizleri arttığı için gelir gideri karşılayamaz oldu ve sürekli kredi-kredi kartı zinciriyle birbirini ikame ederek sürdürülen döngü bozuldu. İnsanlar işte şimdi ekonominin yakıcı etkilerini hissetmeye başladı. Enflasyon artarken faizlerin de yükselmesiyle kredi imkânları daralınca illegal ticareti de sürdüremez hale gelenler, hükümete bilenmeye başladı. İnsanlar 90’lardaki krizden daha yakıcı olmasına rağmen kredi ve kredi kartı imkânları yüzünden ekonomik krizin sancılarını doğrudan hissetmiyor, morfin etkisi altında acı çekiyorlardı. Geleceğe borçlanıyor, gelecekten ümit bekliyorlardı. “Şu olaylar bir bitsin” diyorlardı her seçimde ama olaylar hiç bitmiyordu.

Bunlara ek olarak, önceki seçimlerde deprem bölgesinin bir an önce kalkındırılacağı vadi vardı. Aradan geçen on ayda devletin iddia edilen gücüne rağmen seçim alındığı halde deprem bölgesi ihya edilmediği gibi İstanbul kampanyası olarak Kentsel dönüşüm bir proje gibi sunuldu. Şaka gibi. Deprem bölgesinde bırakın binlerce konut yapıp teslim etmeyi, daha enkazlar kaldırılmamışken Kentsel Dönüşümün vaat gibi sunulması, hükümetin hayalden başka vadedecek hiçbir şeyinin kalmadığının ispatıydı. Ne proje, ne refah, hiçbir şey kalmamıştı demek ki.

Erdoğan’ın yanlış adayla seçime gittiği tezine asla katılmıyorum çünkü hepimiz biliyoruz ki her bölgede aday Erdoğan’dı. İstanbul’da Murat Kurum aday gösterildiğinden beri iddia ediyorum: Erdoğan İstanbul’u kazanamayacağını düşündüğü için Murat Kurum’u aday gösterdi. Çünkü gerçekten güçlü bir aday gösterse, yenildiğinde o adaya rağmen yenilmiş olacaktı. Bu zayıflığı göstermemek, onun yüzünden yenildim diyebilmek için zayıf bir aday gösterdi. Yine de yarıştan çekilemezdi. İstanbul’un İstanbul’u da aşan bir tehdide dönüştüğünü fark ettiğinde bakanlarını sahaya sürdü. İstanbul Anadolu’yu dönüştüremesin diye, İstanbul’u dönüştürmek için Anadolu’dan destek istedi, akrabalarınızı arayın ikna edin dedi. Önceki seçimde Altılı Masa’nın verdiği ezik görüntüyü, bu sefer Erdoğan verdi. Bu seçimin “Ben tek, siz hepiniz” diyen lideri Ekrem İmamoğlu’ydu.

Erdoğan’ın her seçimde bir tanesini kestiği tavşanlardan hiç biri kalmamıştı heybesinde. Bu yüzden en olmayacak yönteme başvurdu çaresizce. O güne dek sırtını dayadığı halkı tehdit etti ilk defa. “Fazla uzatmayın işte, oy verin lan!!” dedi özetle. Benim bildiğim, bu ülkenin insanı tehdit edilmekten hiç hoşlanmaz. Öte yandan, Kürtlere şantaj yaptı. Benim bildiğim, Kürtler şantaja boyun eğmez. Yani nasıl 14-28 Mayıs seçimlerini hükümet kazanmadı, muhalefet kaybettiyse, bu seçimde de sadece muhalefet kazanmadı, iktidar büyük oranda kaybetti. Tüm yoksulluğa rağmen madenlerden çıkarılan altınlar neredeydi? Toplanan paralara rağmen, deprem yardımları neredeydi?

Son on yıldır uzatmaları oynuyor AKP. Yeri geldi adam devşirdi, yeri geldi halka rüşvet verdi, sahte seçmen üretti, yalan propaganda yaptı, siyasetçileri, gazetecileri tutuklattı, basılı ve görsel medyayı istila etti. Hiçbir seçimi bileğinin hakkıyla kazanamadı. Şimdi para suyunu çekti, devşirilecek mühim bir profil kalmadığı gibi yanına yanaşan düşük profilli tipler anında küçücük ağırlığını bile kaybetti. Geçen seçimde çok güvenilen boş tencere, dibi sıyırılınca anca bu seçimde ses verdi.

O seçimden sonra gerçekleşen CHP kurultayının ardından CHP içindeki hizipler savruldu, devşirmelerin maskesi düştü, Meral Akşener’in ihaneti ifşa oldu. O seçimde saçma sapan altılı masa denklemiyle ve Akşener ihanetiyle ziyan edilmesin diye kendimi paraladığım Ekrem İmamoğlu, icraatlarıyla halkın takdirini alarak yani rüştünü ispatlayarak çok büyük bir zaferle yeniden İstanbul’u aldı. Erdoğan’ı yenebileceğini halı saha maçında ispatladı. Hepsinden önemlisi, CHP’nin iktidar olabileceği ve onu olgunlukla karşılayacağı görüldü. Şimdi, çok da beklemeyeceğimizi düşündüğüm erken genel seçimlerde gerçek bir sahada onu yenecek. Bunu hepimiz çok iyi biliyoruz.

“Diğer seçimde neden istememiştin İmamoğlu’nun adaylığını, o seçimi de alabilirdik” diyenlere; o zaman aday olsa, henüz Meral ablasının gerçek yüzünü görmeden ona güvenecekti ama Akşener ve CHP içindeki hizip onu da çiğ çiğ yemeye kalkacaktı. Öyle bir durumda her şeye rağmen kazanması çok zordu ve kaybetseydi, bugün İstanbul’a yeniden aday olamayacaktı. Attan inip eşeğe binemezdi çünkü. Öyle bir durumda hem o seçim kaybedilmiş olacak, hem de CHP en gözde prensini harcadığı için bu seçim kaybedilecekti. Ama şimdi, yolun üzerindeki bütün engeller temizlendi. AKP’nin yalan vaatlerinin tümü hepimizin gözü önünde ifşa oldu. Bu seçimin en büyük muzafferleri Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu’nun genel seçimlerdeki rekabeti konuşulmaya başlandı şimdiden. Bence akl-ı selimle hareket eden bu iki lider rakip değil müttefik olurlar ve bu ülkede sonsuza dek devran döner.

Sessiz ve derinden süren AKP & MHP kavgası artık alenileşecek. Bütün rezillikler bir bir ortalığa saçılacak. Cennet Mahallesi’ndeki kavgayı izlerken oldukça eğleneceğiz. Cumhur İttifakı dağılırken “Ayılana gazoz, bayılana limon” şarkısı söyleyeceğiz.

28 Mayıs seçimleri sonrası “Kurtçuk” diye bir yazı yazmış ve “Erdoğan çoktan bitti. Ne milliyetçilik yükseliyor, ne de şeriat geliyor” demiştim özetle ve Süleyman Peygamber kıssasını örnek göstermiştim. Erdoğan, cinlere bile hükmeden ve onları ağır işlerde çalıştırırken bir dakika göz açtırmayan kudretli Süleyman Peygamber gibiydi. Süleyman Peygamber bir gün ölür. Ancak asasına dayanır halde öldüğü için minik bir kurtçuk o asayı kemirip çürütene değin Süleyman’ın çoktan ölmüş olduğunu kimse anlayamaz. Kurtçuk, on ay önce bile ölmüş olan peygamberin asasında oldukça yol kat etti.

Ha gayret kurtçuk..

İstanbul’u fethettik, Anadolu’yu da fethedelim.