Ruşen Çakır yazdı: İradesine sahip çıkan milletin karşısına “Devlet”i çıkarmaya kalkışmak

Cumhurbaşkanı Başdanışmanı, Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu Başkanvekili Mehmet Uçum Van’da yaşananlar hakkında 3 Nisan günü sosyal medyadan uzun bir metin paylaştı.

Bu metin, 31 Mart’taki ağır yenilgiden sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın nasıl bir yol izleyeceği tartışmalarına ışık tutmaya aday. Malum Erdoğan’ın önünde kabaca üç seçenek olduğu düşünülüyor: 1) Bir şey olmamış gibi aynen devam etmek ve dört yıl sonraki seçimleri kazanmaya odaklanmak, yani pek bir şey olmamış gibi davranmak; 2) Yumuşamak, demokrasi, temel hak ve özgürlükler ve hukuk devleti konusunda adımlar atmak; 3) Daha da sertleşmek.

Türkiye’deki mevcut sistem siyaset bilimciler tarafından “rekabetçi otoriterlik” veya “seçimli otoriterlik” olarak tanımlanıyor. Ve şimdi o sistem bir yol ayrımında. Çünkü 31 Mart’taki yenilgi -ki ben dahil çok sayıdaki gözlemci bunun 11 ay önceki seçimlerde yaşanmasını bekliyordu- Erdoğan’ın bir daha seçim kazanmasının hiç de kolay olmayacağını gösteriyor. Bu nedenle birinci seçenek, yani hiçbir şey olmamış gibi dört yıl sonraki seçimlere hazırlanmak Erdoğan için ideal ama imkansıza yakın bir zorlukta. Eninde sonunda “demokrasiye doğru hamle” ile “otoriterlikten totaliterliğe (diktatörlüğe de diyebilirsiniz) sıçrama” arasında bir tercih yapmak zorunda kalacağa benziyor. İşte Mehmet Uçum çok erken bir zamanda, Van’ı bahane edip totaliterliğin yegane çıkış olduğunu söylüyor ve bunu Devlet’in -“d” harfini büyük yazan Uçum’dur- seçim sonrası çizgisi gibi göstermeye ve dayatmaya çalışıyor.

Had bildiren devlet  

Uçum’a göre seçim sonuçlarından cesaret alan “batıcı ve neo-liberal iç kesimlerin hevesleri kursaklarında kalacak.” “Kim bu batıcı ve neo-liberal iç kesimler?” ve “neden hevesleri kursaklarında kalacak?” diye sordunuz diyelim. Uçum’a göre ilk sorunun cevabı “Bu seçim sonuçlarını Türkiye’yi batının egemen güçlerine teslim edilme koşullarını oluşturduğu şeklinde okuyanlar.”

İkinci cevabı ise çok net: “Bunu Devlet çok iyi okudu… (bu hevestekilere) Milli Devlet iradesi haddini bildirir.”

Uçum’un devlet’in d’sini büyük yazarak ona fazladan bir kutsiyet ve ayrıcalık tanımak istediği açık. Ve her ne kadar bu devlet’ten “milli” diye bahsetse de Uçum’un milletin karşısına devleti çıkardığı da ortada. Diğer bir deyişle, Erdoğan’ın da dahil olduğu Türk sağının o her derde deva “milli irade” kavramı, devlet adına konuşma iddiasındaki Uçum için bir yerden sonra hiçbir anlam ifade etmiyor.

“İç temizlik” çağrısı

Erdoğan’ın hukuk işlerindeki en önemli danışmanlarından olan Uçum da herhalde “Van süreci tamamen hukuki bir süreç olarak yaşandı” cümlesini inanarak yazmamıştır. Van’daki milli iradenin gaspı girişimine yönelik tepkileri Uçum’un “Bu hukuki süreci daha tamamlanmadan ‘ayaklanma’ çağrılarıyla istismar eden terör örgütünü ve legal görünümlü uzantılarını meşrulaştırmaya çalışanların Devlet de Toplum da farkında” demesinde de şaşıracak bir şey yok.

Fakat  “Muhalefetin tüm aktörlerinin ve daha çarpıcısı iktidar içinde yer aldığı kabul edilen ve neo liberal zehirle zihin dünyalarını batıcılığa teslim etmişlerin Van olayında aldıkları tutumların kaydedildiğini de herkes fark eder” cümlesinde bir durup düşünmek lazım.

Uçum burada Hayati Yazıcı, Hüseyin Çelik gibi AKP ile özdeşleşmiş isimlerin Van’da yaşananlara “milli irade” perspektifinden bakmalarından hareketle “neo liberal zehirle zihin dünyalarını batıcılığa teslim etmişler” olarak tanımlıyor ve “bu tutumların kaydedildiğini” de çekinmeden söyleyebiliyor.

Nitekim onun “iktidar içi fişleme ve temizlik” sözlerine Orhan Miroğlu, Aziz Babuşçu gibi isimler hızlı bir şekilde tepki gösterdi. İktidar içindeki milli irade eksenli had bildirme seanslarının inişli çıkışlı bir grafikle devam edeceğini söyleyebiliriz.   

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Atanmış kibri

AKP’nin, hatta daha öncesinde Milli Görüş hareketinin tarihi “devletin milletin hizmetkârı” olduğu önermesi üzerinde şekillenmiştir diyebiliriz. Ama otoriterliğin inşası ve özellikle başkanlık sistemine geçişle birlikte “atanmışlar” hep “seçilmişler”in üstünde oldular ve bu durumu içselleştirdiler.

Örneğin Uçum Van halkının yüzde 55’inin oyunu alan DEM Partili Abdullah Zeydan’ın adını -hiç kuşkusuz bilinçli bir şekilde- anmıyor ve ondan “kişi” olarak bahsediyor: “Van konusunda YSK kişinin itirazını kabul etmiş ve hukuki süreç, kişinin lehine sonuçlanmıştır.”

Bunu Zeydan DEM Partili olduğu için yaptığını hiç sanmıyorum. Çünkü devleti milletin önüne, hatta karşısına koymaktan hiç çekinmeyen birisinin gözünde değil bir belediye başkanı, bir milletvekili bile pek bir anlam ifade etmez.

Ama ortada şöyle çok büyük bir fark var: Zeydan’ın belediye başkanlığı gasp edilmek istendiğinde Van halkı, partisi, diğer muhalefet partilerinin çoğu, hatta bazı AKP’liler onun yanında durdu ve bu sayede mazbatasını geri alabildi.

Uçum gibi “kişi”ler ise kapı önüne konulduklarında yanlarında hiç kimseyi bulamazlar. Öyle ki “istifa” etmeye bile hakları yoktur, en fazla “görevden aflarını istirham” ederler.

Doğu blokunun çöküşü gibi

Uçum söz konusu metnin son paragrafında “İyi niyetli ve hakiki demokrat olan hiç kimse Türkiye’nin 2024 yerel seçimlerinin dünyaya demokrasi dersi verdiğini asla inkar edemez” demiş. Doğru, umarım kendisi ve kendisi gibi ülkeyi totaliter bir yöne çekmeye niyetlenenler de bu dersi alır ve ülkenin demokrasiden başka bir çıkış yolu olmadığını, daha fazla sağa sola had bildirme şovuna kapılmadan bir an önce idrak ederler.

Eski Türkiye Komünist Partili (şimdiki TKP ile karıştırmayın, 1920’de kurulan, uzun bir süre Doğu Berlin’den yönetilen TKP’den söz ediyorum) olan Uçum da çok iyi bilir: Onun şimdi aldığı pozisyonu, yani mevcut rejimleri istemeyen halkları Batı’nın ajanları olarak görme ve karşılarına, her şeyi kaydeden, herkese had bildiren devleti koyma yaklaşımı Polonya, Romanya, Çekoslavakya, Macaristan gibi ülkelerin üst düzey yöneticileri tarafından da benimsemiş ve hepsi teker teker başarısız olmuştu. 

“Zamanın ruhu” diye bir şey var ve bu Türkiye’de demokrasiye dönüşün kaçınılmaz olduğunu söylüyor.