İYİ Parti’den istifa eden Bahadır Erdem CHP’ye geçti. Erdem Ruşen Çakır’a neden CHP’ye geçtiğini, neden siyasete girdiğini, İYİ Parti’den neden ayrıldığını, 31 Mart Yerel Seçimleri’nin kazananını kaybedenini Ruşen Çakır’a anlattı.
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Özgür Özel, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki (TBMM) 7 Mayıs’taki grup toplantısında geçtiğimiz yıl İYİ Parti’den istifa eden Bahadır Erdem‘in partisine katıldığını açıkladı. Özel, “CHP’ye çok önemli katkılar yapacak olan yakın mesai arkadaşımız olan Bahadır Erdem, babaevine katıldı” diyerek kürsüye davet ettiği Erdem’e rozetini taktı.
Erdem, kürsüden, adaletin ve hukukun yeniden parlaması için, eşitlik ve kadın hakları için elinden gelen her şeyi yapacağının sözünü verdi.
Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal
Merhaba, iyi günler. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Prof. Bahadır Erdem stüdyo konuğumuz. Kendisi İYİ Parti’nin ilk yıllarında vardı. Yaklaşık 3 yıl sonra istifâ etmişti ve geçen salı günü CHP grup toplantısında Genel Başkan Özgür Özel kendisine CHP rozetini taktı. Biz de kendisine, “Neden CHP?” diye soruyoruz. Hoş geldiniz Bahadır Bey.
Bahadır Erdem: Hoş bulduk Ruşen Bey.
“Neden CHP?” diye başlayalım. Sonra sorular birbiri ardına gelsin.
Erdem: Neden CHP? Çünkü CHP, bu ülkede 22 yılı dolduran, uzun zamandan beri bu ülkede gerçekten haksız, hukuksuz, adâletsiz, dediğim dedik, hiçbir muhâlif fikre en ufak bir şekilde izin vermeyen, insanları haksız yere hapislere atan, tutuklayan, bu arada kendi zenginlerini yaratan, yarattığı zenginlerden faydalanarak kendini daha da zenginleştiren ve bu yolla âdeta ülkeyi soyup soğana çeviren bu “Tek Adam Rejimi”nden ve AKP iktidârından ülkeyi önümüzdeki genel seçimlerde ve cumhurbaşkanlığı seçiminde de kurtaracak olan tek partidir. Zâten buna yüzde yüz inandığım için Cumhuriyet Halk Partisi’ne geçtim. Buna yüzde yüz inandığım için İYİ Parti’den ayrıldım. Hep berâber milletçe göreceğiz. Zâten son yerel seçimlerde de artık Cumhuriyet Halk Partisi sâdece bir ana muhâlefet partisi değil; üzerinde Türkiye’nin birinci partisi olmanın getirdiği büyük sorumluluk da var. Bu sorumluluk çok da mutlu bir sorumluluk. Bunca sene sonra, muhâlefetin, Cumhuriyet Halk Partisi’nin, ana muhâlefet partisinin bu başarısı, aslında milletin, vatandaşların başarısı. Tabiî ki vatandaşları iknâ etmiş olmak ve onlara ümit olarak Türkiye’yi götürmek de Cumhuriyet Halk Partisi’nin başarısı.
Kişisel bir soru sormak istiyorum. Zâten hepsi kişisel, ama bu, tam damardan kişisel bir soru olsun. Siz, siyâsete girmesiyle şaşırtan bir isim oldunuz. Birçok kişi, “Böyle insanlar siyâsete girse iyi olur” dedi, ama içlerinde “Girmeseydi daha iyi olurdu” diyenler de olmuştur. Siyâset yaptığınız süre içerisinde birtakım tepkilere de mâruz kaldınız. İstifâ ettikten sonra, bu vesileyle, “Bir daha bu işlere bulaşmasam” dediğiniz olmadı mı? Hiç kimse size, “Niye siyâsete dönmüyorsun?” demezdi herhalde.
Erdem: Aslında ben çocukluktan beri, bu ülkeyle, bu vatanla, milletle ve yönetimiyle hakîkaten zoru olan bir çocuktum. Ortaokul, lise yıllarından beri bu böyle diyebilirim. Hukukçu olmam çok doğru bir kararmış. Rahmetli annem bunu istemişti. İyi ki olmuşum. Akademisyen olmam çok doğru bir kararmış. Çok severek yaptığım bir iş. İş olarak bile görmüyorum. Yıllar içinde bu akademisyenliğin getirdiği bir sorumluluk var. Ben devlet üniversitesindeyim, İstanbul Hukuk Fakültesi’nin akademisyeniyim. Düşünün, referandum zamanlarında, o “evet-hayır” dönemlerinde, yani Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’ne geçerken, doğruları söylemek bu ülkede çok ciddî bir işti. KHK dönemleri, 15 Temmuz sonrası zamanlar… O dönemde, yakın arkadaşlarımdan, “Sen ne yapıyorsun? Deli misin? Allah aşkına, senin aklın yok mu? Çoluğun çocuğun var” diye şakayla karışık uyarılar da almıştım. Ama siyâsete girdim. Evet, İYİ Parti’de umduğum hiçbir şeyi bulamadım. Bana ve benim gibi bâzı kişilere verilen sözlerin hiçbirisine uyulmadı. Onun da kendine göre bir takiyesi varmış. Her partinin ya da her kişinin takiyesi de kendine uygun oluyor.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Ben siyâsette çok şey öğrendim. Siyâsete girmeden evvel hukuk hocasıydım. Yine kendi çapımda sevenim de vardı, doğruları da söylüyordum. Ama siyâsete girmek bana bir anlamda ülkeyle ilgili daha da elimizi taşın altına sokmamız gerektiğini gösterdi. Siyâsetin çok ciddîye alınması gereken bir iş olduğu, ama ciddîye alanın çok az olduğunu gösterdi. Maddî manevî, şahsî çıkarların ülkenin çok daha önünde olduğu bir dolu insanı gösterdi. Öyle olunca daha da hırslanıyorsunuz ve kendi çocuklarınıza, gençliğe karşı daha da çok sorumluluk duyuyorsunuz. Dolayısıyla ben devam edecektim; bunu biliyordum. Ayrılırken de zâten devam edeceğimin sinyallerini verdim. Ayrıldıktan sonra da bir siyâsî partiye mensup olmadan da tek başıma siyâset yaptım. Teşekkür ediyorum, sizler de bütün bu ekranları açtınız. Medya bütün ekranlarını açtı ve ben gerçekten olması gereken, düşündüğüm gerçekleri, hukukî gerçekleri ya da yerel seçimlerde ülke için ne yapılması gerektiğini çok açık bir şekilde ifâde ederek siyâset yaptım.
Sizin destekledikleriniz kazandı. Hem de çok şaşırtıcı bir şekilde kazandı. Siz şaşırmadınız mı?
Erdem: Ben şaşırmadım. Gerçekten ben Ekrem İmamoğlu’nun, Ankara’da Mansur Başkan’ın ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin yerel seçimlerde başarılı olacağına inanıyordum. Cumhuriyet Halk Partisi’nde, demokratik bir kongrede genel başkanın değişebilmesi aslında Türk siyâseti bakımından çok önemli. Çünkü düşünecek olursanız, Sayın Baykal’ın kaset mevzûu ile ayrılıp yerine Sayın Kılıçdaroğlu’nun geçmesini bir kenara koyarsak, sağ siyâsette de, sol siyâsette de, rahmetli Ecevit’in kongrede İsmet Paşa’nın genel başkanlığını elinden almasının dışında hiç demokratik şekilde genel başkan değişimi var mı bu ülkede? Ben önemli partide böyle bir değişim olduğunu neredeyse hatırlamıyorum. Bu çok önemli bir değişimdi. Büyük bir ivme verdi seçmene. Hatırlarsak, genel seçimlerden sonra, özellikle muhâlefet partisinin seçmenleri, Cumhuriyet Halk Partisi’nin seçmenleri yerle yeksan olmuştu. Antidepresana başlayan bir dolu tanıdığım var. Siyâsete küsenler, ülkeye küsenler, “Buradan artık olmaz, bu olmaz” diyenler vardı. Hatırlarsanız Sayın İmamoğlu “değişim” diyerek bir fişek yaktı ve onun ardından demokratik bir şekilde genel başkan değişti. Sayın Özgür Özel Cumhuriyet Halk Partisi’nin genel başkanı oldu. Ben seçmenin sonra yeniden toparlandığını gördüm. Ben bir hukuk hocasıyım, ama sâhada da çok varım. Çok seviyorum. Ben gerçekten siyâsette insanlarla, o yüz yüze olan ilişki için, onlara faydalı olmak için varım. Tıpkı öğrencilerim gibi görüyorum. Bunu çok seviyorum. Halkta da bunu görüyordunuz. Çok şükür yanıltmadı. Söylediklerim birebir çıktı. Bundan çok çok mutluyum.
Peki nedir buradaki motivasyonlar? Genellikle, “AK Parti kaybetti, ama CHP kazanmadı” gibi bir yaklaşım var. İktidar da bunu söylüyor, garip bir şekilde muhâlefetten de çok kişi buna bir şekilde katılıyor.
Erdem: Hiç kusura bakmasınlar, ama CHP kazandı. Çünkü CHP yeni bir vizyon koydu. CHP yeni kadrolar koydu. Yeni bir genel başkan koydu. Ortada bir Ekrem İmamoğlu faktörü var. Genel başkanı var. Diğer çok başarılı belediye başkanları var. Şunu da îtiraf edelim — şimdi herkes eğri oturup doğru konuşsun: Bu başarı, büyükşehirlerde ya da bilinen şehirlerde kazanılan belediye başkanlıklarının dışında, Anadolu’nun birçok şehrine, il ve ilçelerine de yayıldı. Demin “Bu kadarını da beklemiyorduk” dediniz ya? Demek ki burada Cumhuriyet Halk Partisi doğru adaylar seçmiş. Doğru adaylar olmasa siz Anadolu’da başarı elde edemezsiniz. Bugün Manisa’nın 60 yıldan sonra Cumhuriyet Halk Partisi’ne geçmesi inanılmaz bir başarı. Cumhuriyet Halk Partisi bu değişimi gösterdi.
Şunu da açıkça söyleyelim: Siyâset de aslında terâzi gibidir. Yani bir taraf inerken, diğer taraf çıkar. Diğer tarafın çıkması için öbür tarafın da kendini zorla âdeta aşağı çekmesi lâzım. AKP iktidârı, hukuksuzluğuyla, vatandaşa nobran bakışı ile… Cumhurbaşkanı’nın emekliler için seçimlerden önce, “Emekli maaşını artırmayız. Emekliler kusura bakmasın. Eğer artırırsak askerle polise maaş verecek hâlimiz olmaz” dediğini hatırlayın. Bu ülkede 16 milyon emekli var; âilesiyle, torunuyla, çocuğuyla…Siz bunu nasıl söylersiniz? Bu ülke, bunca seneden beri, 100 yıldan beri, insânî şartlarda, ortalama artışlarla emeklilerine maaşını verebiliyordu. Emekliyi sen nasıl bir tarafa ayırırsın? Emeklileri öldürelim mi? Memur zammı enflasyona göre. O enflasyon oranlarının hiçbiri doğru değil. Sayın Genel Başkan’ımızın söylediği gibi, hepsi Tayyip Bey’i üzmemek için. Üvey evlât mı 70 yaşında, 75 yaşında insanlar? O kadar nobran, o kadar halktan kopuk ki AKP… Kendileri harcamaları yaparken, bu kadar şatafatlı yaşarken… “îtibardan tasarruf olmaz’’ saçmalığıyla… Hangi îtibardan tasarruf? Koskoca sarayda otursan ne olur, oturmasan ne olur? Sen, memleketindeki insanlar sofrasına ne koyuyor ona bak! Memleketindeki insanlar, kirâ parasını veremediği için hacizlerle, icrâlarla kapı önüne konuyor. İki kredi kartı sâhibinden bir tânesi kredi kartının asgarîsini bile ödeyemiyormuş. Düşünün, asgarîsini bile. Diğeri de kredi kartının asgarîsini ödeyip, bir parça daha üstüne koyarak belki şu oranda ya da bu oranda ödüyor. Orası da kendini zâten batırdı yıllar içinde. Hukuksuzluğu, adâletsizliği hiç saymıyorum. Artık tuz koktu. Başka hiçbir şey söylemeyeceğim. Bu arada siz de doğru politikalar yapıp halka güven verirseniz, halkın gözünde ümit olarak yükseliyorsunuz. Diğeri de yerin dibine batıyor.
Çok konuşmak istemediğinizi tahmin ediyorum, ama yine de şunu söylemeden edemeyeceğim. İYİ Parti, seçime “hür ve müstakil” girme karârı alarak… benim öyle bir lâfım var; çok kullandım, ama çok hoşuma gidiyor, bunu bir daha kullanayım: CHP’yi “hür ve müstakil” kıldı.
Erdem: Evet.
Bu politika sâyesinde, İYİ Parti’nin oylarının önemli bir kısmının, özellikle büyükşehirlerde CHP’ye gittiğini görüyoruz.
Erdem: Ben bunu yüzde yüz biliyordum. Hattâ Sayın Fatih Altaylı’yla bir program yapmıştık, orada sormuştu. Sonradan bâzı kişiler buna şaşırmış. Ben, Cumhuriyet’in değerlerine bağlı, seküler, şehirli seçmenin, İYİ Parti’nin oy oranını bir dönem %17-19’lara çıkaran, sonradan ortalama 13-14’e düşüren, oraya Cumhuriyet Halk Partisi’nden gelen, laikliğe, Atatürk’ün bu ülkeye kazandırdıklarına, Cumhuriyet’in temel ilkelerine, kadın haklarına, demokrasiye inanan insanların, artık İYİ Parti’ye oy vermeyeceğini biliyordum. Buna yüzde yüz emindim. Meral Hanım bizi, bu oyları getirelim diye partiye aldı; ama parti, bize söylenenden bambaşka yöne gidince, bizlerle birlikte o oylar da gitti. Kendisinin yaptıkları, partinin aldığı kararlar, halkın, seçmenin inandığı insanların artık o partiye inanmadığını görmesi… Hiç kimse kusura bakmasın, ben bu konuda gayet netim, neyin ne olduğunu çok iyi biliyorum. Zâten seçimlerde de gördük. Ama artık yepyeni bir yönetim var tabiî ki. Tabiî benim bu şekilde bir başka parti hakkında konuşmam hiçbir sûretle yakışık almaz. Ben kendi mensup olduğum ve ayrıldığım dönem için söylüyorum. Şu anda İYİ Parti’nin başka bir yönetimi var. Genel başkanı seçildi, kongre oldu. Onlar kendi partilerini, siyâsetlerini bundan sonra millete gösterecekler.
Bugün de ağır toplardan bir başkası, Prof. İsmail Tatlıoğlu istifâ etti. Bu dönem milletvekili olmadı, ama geçen dönem grup başkanı idi. Meral Akşener için önemli bir isimdi Hoca.
Erdem: Çok mâkul, son derece beyefendi, son derece doğru grup başkanlığı yapan ve yaptığı dönemde de hakîkaten İYİ Parti milletvekillerinin saygı duyduğu ve sevdiği bir grup başkanıydı İsmail Hoca. Hakîkaten, bir akademisyenin de üzerinde olması gereken her türlü hasletlere sâhip olan bir kişidir. Dolayısıyla o da ayrılma kararını vermiş. Açıklaması da çok kısa, ama çok şey ifâde ediyor aslında. Okudum bugün.
Şu ana kadar İYİ Parti’den ayrılan üst düzey denebilecek isimlerden üç kişiyi gördük yanılmıyorsam. Bir milletvekili, bir eski yönetici, siz de eski bir yönetici olarak üç kişi. Devâmı gelir mi yoksa artık bu yeterli mi?
Erdem: “Yeterli mi?” değişik bir kelime. Herkesin kendi irâdesi var. Herkesin kendi bakış açısı var, siyâseti var. Ben kimse için hiçbir şey söyleyemem. Doğru da olmaz. Zaman gösterir. Bilmiyorum insanlar ne düşünürler. Bilemeyeceğim. Ben kendi adıma bir karar vermiştim geçen sonbaharda. Aldığım karardan da çok memnunum. Seçim esnâsında yaptığım çalışmalardan da çok memnunum. “İyi ki yapmışım” diyorum. Yerel seçim sonucunun bu şekilde olması, Türkiye için çok büyük bir ümittir. Bakın bunu ilk defa söylüyorum, ama her işte bir hayır vardır, yerel seçimler çok büyük bir değişim… Neyse, vazgeçtim, söylemeyeceğim.
Niye söylemiyorsunuz? Bir gazeteciye yapılabilecek en büyük kötülük bu.
Erdem: Yok yok. Belki yanlış anlaşılır, ama yerel seçimlerin bu şekilde olması… yani her işte bir hayır vardır. Genel seçimin kaybedilmesi de belki bir hayırdır. Çünkü yerel seçimlerde çok büyük bir başarı sağlandı.
Bunu söyleyen ilk kişi değilsiniz.
Erdem: Önümüzdeki genel seçimleri ve cumhurbaşkanlığı seçimlerini kesinlikle Cumhuriyet Halk Partisi kazanacak. Cumhuriyet Halk Partisi’nin kazanacağına eminim. Başka türlü bir şekilde olsaydı, belki bugün aynı şeyleri söyleyemeyebilirdik.
Mâdem gelecekten bahsetmeye başladık, öncelikle şunu sorayım: Siz partiye girdiniz. Ama şu anda herhangi bir göreviniz yok anladığım kadarıyla?
Erdem: Şu anda Sayın Genel Başkan ile görüştüğümüz şeyler var. Ama biliyorsunuz ki kurultay geçmişti. Dolayısıyla benim İYİ Parti’deki gibi genel başkan yardımcısı olarak partiye girmem şu an için mümkün olmayan bir şey. Rozetimi taktıktan sonra da söylemiştim bunu: Hakîkaten, Cumhuriyet Halk Partisi’nin bir üyesi ve neferi olmak, yeteri kadar bu ülkede çalışmayı, siyâset yapmayı ve üzerinizde yeterli sorumluluk olmasını gerektiriyor. Ben o sorumluluğun çok iyi farkındayım. Cumhuriyet Halk Partisi’nin üyesi değilken bile, “Bu ülkede muhâlefet kazansın, Cumhuriyet Halk Partisi kazansın ve AK Parti seçimle iktidardan devrilsin” diye epey çalışmıştım. Şimdi Cumhuriyet Halk Partisi’nin bir üyesi olarak, inşallah çok daha güzel işleri ve zaman içinde daha çok sorumluluk isteyen şeyleri yapacağız.
Bugüne kadar yaşananlara baktığınızda: Erdoğan’ın “yumuşama” dediğine Özgür Özel “normalleşme” dedi. Muhâlefetten de îtirazlar var. CHP’nin Erdoğan’a meşrûiyet verdiğini söyleyenler var. Özgür Özel’in “normalleşme” dediği süreci nasıl buluyorsunuz?
Erdem: Ben doğru buluyorum. “Yumuşama” diyerek bunu küçültmeye çalışmanın bir anlamı yok. İnsan ilişkileri diyalogsuz olmaz, siyâset hiç diyalogsuz olmaz. Biz siyâsetin diyalogsuz nasıl yapıldığını 22 sene boyunca AKP’den gördük. Ekonomiden dış siyâsete, dış politikadan hukuka, hukuktan sosyal barışa, siyâsetteki bu diyalogsuzluk yüzünden Türkiye’nin ne kadar çektiğini, yaşayıp görüyoruz. Zâten bunlar bu kadar bozulursa sosyal barış kalır mı? Bütün o içerideki insanlara, yıllardan beri hakları yenen, âdeta siyâseten esir tutulan insanlara, Gezi tutuklularına, bütün bunlara baktığımız zaman, siyâsetin bir diyalog olmadan, dediğim dedik şekilde yapılmasının Türkiye’ye verdiği zararları biz zâten AKP ile berâber yıllardan beri yaşıyoruz.
Biraz önce de söyledim, şu anda Cumhuriyet Halk Partisi ana muhâlefet partisi değil, Türkiye’nin birinci partisi. Önümüzdeki genel seçimlerde göreceksiniz, Cumhuriyet Halk Partisi Türkiye’nin iktidar partisi olacak. Cumhurbaşkanı da Cumhuriyet Halk Partisi’nin adayı olacak. Biz aynı şekilde mi yöneteceğiz Türkiye’yi? İktidâra geldiğimiz zaman biz de mi muhâlif olan görüşlere hiç kıymet vermeyeceğiz ya da onların hakkını yiyeceğiz, onlarla görüşmeyeceğiz, haklı îtirazlarını kaale almayacağız iktidar olarak? Böyle bir şey olabilir mi? Üstelik şu anda birinci parti olarak Cumhuriyet Halk Partisi’nin omuzlarında, emeklinin, gençlerin, kadınların, memurların, işçilerin hakkını iktidâra karşı daha da güçlü savunmak ve onların hakkını yedirmemek konusunda çok daha önemli bir sorumluluğu var. Bunu nasıl yapacaksınız? Sâdece bağırıp çağırarak yapamazsınız ki. Sâdece Meclis kürsüsünden söyleyerek de olmaz bu. Sâdece sokakta yürüyerek de olmaz. Diyalog esnâsında söylediğiniz doğruları iktidar kabul etmezse, hiçbir sûrette kaale almazsa, ülkenin, milletin faydası için getirdiğiniz çözüm önerilerinizi yine en ufak bir şekilde kaale almazsa, o takdirde hakkınızı hukukî yollarla her şekilde ararsınız. Muhâlefet etmek demek budur. Ama ben diyalog kesmenin ya da diyalogsuzluğun ne millete ne ülkeye bir fayda getireceğini düşünüyorum.
Bu diyalogların birleştiği en önemli hususlardan birisi, tam sizin alanınız olan hukuk alanı. Osman Kavala, diğer Gezi tutukluları, Can Atalay, Kobani Dâvâsı gibi çok kritik olaylar var. Buralarda birtakım hukuktan yana gelişmeler olması durumunda gerçekten bir normalleşme olacağı söyleniyor. Meselâ Kobani Dâvâsı karar duruşması 16 Mayıs Çarşamba gününe ertelendi biliyorsunuz. Bakalım karârı açıklayacaklar mı? Siz ne bekliyorsunuz? Erdoğan, bu konularda, CHP başta olmak üzere muhâlefeti rahatlatacak birtakım adımları gerçekten atabilir mi? “İktidar” demiyorum, “Erdoğan” diyorum. Erdoğan bu noktaya gelebilir mi? Yoksa hakîkaten vakit kazanmaya yönelik birtakım oyalamalar mı yapar?
Erdem: Çok açık söyleyeyim: Gelmesi lâzım. Çünkü seçmenden çok büyük bir darbe yediler. Düşünecek olursanız, 22 sene sonra birinci parti olmayı kaptırdılar. İşte bütün bu yaptıklarından dolayı kaptırdılar. Hukukta, ekonomide, dış politikada, Türkiye’yi soktukları bütün sıkışmışlıklardan dolayı. Şu kadarını söyleyeyim: Gezi tutukluları, hakîkaten AKP’nin ve Sayın Erdoğan’ın Gezi olaylarından çok korkmasının sonucunda, meselâ Çiğdem Mater, Osman Kavala, Can Atalay, Tayfun Kahraman gibi isimleri âdeta cımbızla seçer gibi, birbiriyle nasıl bir araya getirebiliyorsunuz ve bu ülkeyi devirmekle, darbe yapmakla suçluyorsunuz? O anda kamuoyunda öne çıkan insanları seçtiler ve onları, siyâsî tutuklu, bir anlamda esir olarak içeride tutuyorlar. Bunun düzelmesi şart. Türkiye’de vatandaşın adâlete olan güveni kamuoyu araştırmalarında %2’lerdeydi, şimdi belki %0,5’tir. Geçenlerde bir haber vardı, dehşetle izledim. Adamın bir tânesi, köpeğine işkence eden komşusunu alıyor, arabasının arkasına iple bağlıyor, oradan oraya adamı savuruyor, savaşta en âdî savaş suçlularının yaptığı şeyleri yapıyor. İnsanlar artık adâlete olan güvensizliklerinden, kendi hakkını aramak gibi birtakım inanılmaz yanlışlıklarla, kendileri suç işler hâle geliyorlar. Adâletsizlik, sâdece Gezi Dâvâsı’nda, sâdece Sinan Ateş’in bir seneyi aşkındır, en nihâyet ortaya çıkan içi bomboş savcı iddianâmesinde değil. Bunlar artık bütün kamuoyunun, bütün vatandaşların, siyâsetin ilgilendiği dâvâlar. Ama gidin Adliye’ye, vatandaş eğer “Karşı taraf benden çok zengin. Vah vah vah! Ben bu dâvâyı kazanamam” diye düşünüyorsa; yahut, “Karşı taraf AKP’nin yâhut MHP’nin hâmil-i yakınıdır. AKP’nin, MHP’nin desteklediği biridir. Yandı gülüm keten helva” diyorsa, adâlet bu noktaya geldiyse, burada büyük problem vardır. Gezi Dâvâsı bir simgedir. Sinan Ateş cinâyeti simgedir ya da başka bâzı dâvâlar simgedir. Çünkü onlar bütün uygulamanın en öne çıkanları, en bilinenleri. Eğer iktidârın bir parçacık aklı varsa, Cumhuriyet Halk Partisi’nin ve Genel Başkanı’nın o görüşmelerde söylediği ve vatandaşın, adâletin sesi olarak önerdiği şeyleri düşünürler ve kaale alırlar. Yapar mı yapmaz mı onu bilemem. Ama yapmak zorunda.
Son olarak şunu sormak istiyorum: Siz, yükselişte olan, istim üzerindeki bir partinin nasıl hızla aşağı indiğini gördünüz. Çok yakın bir târihte edindiğiniz bir deneyiminiz var. Şimdi CHP yükselişte. Bunu siz de görüyorsunuz ve iktidar olacağını söylüyorsunuz. Önündeki tehlikeler, en bâriz riskler nedir? CHP, CHP yöneticileri ve CHP tabanı neyi yaparsa bu gidişâtın durmasına, hattâ gerilemesine neden olur?
Erdem: Kendi içinde kavga ederse. Bir siyâsî partinin içinde fikir ayrılığı ve kavga –“kavga” dediğim: anlaşmazlık– ve o anlaşmazlığın açıkça ortaya konulduğu ve sonra da bu anlaşmazlığın ekseri çoğunluğun kabul ettiği, parti disiplini içinde, ama muhâliflerin de o görüşleriyle birlikte yaşadığı bir siyâsî yapı, çok kıymetli ve çok sağlam bir siyâsî yapıdır. Cumhuriyet Halk Partisi’nin böyle olduğuna inanıyorum. Ben çok yeni bir Cumhuriyet Halk Partili’yim. Cumhuriyet Halk Partisi Türkiye’nin 100 yıllık partisi. Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu parti. Temel ilkeleri, Cumhuriyet’in temel ilkeleri. Ben bu ülkede çok sessiz bir çoğunluk olduğuna inanırım. Çok sayıda bir vatandaş kitlesidir o sessiz çoğunluk. Her zaman kendini ortaya koyamaz; âile terbiyesinden koyamaz, mazlumdur koyamaz, imkânsızdır koyamaz. İster çok dinibütün olsun ister daha seküler yaşasın, sağda olsun, solda olsun, bu insanlar, Cumhuriyet’in temel ilkelerine inanan insanlar. Bu ülkenin kurucu değerlerinin hiçbir sûrette sarsılmasını istemiyorlar. İşte onun için Cumhuriyet Halk Partisi, aslında bütün bu sessiz çoğunluğa çok hitap eden bir parti. Şimdi sürdürdükleri politikalarını, âdeta bir Voltran gücüyle, bütün kıymetli fertlerini, güçlerini birleştirerek devam ettirdikleri müddetçe, Cumhuriyet Halk Partisi’nin, 22 sene sonunda –seçimler olduğunda kaç yıl olacak bilmiyorum– yeniden seçimle, demokrasiyle iktidâra geleceğine ve vatandaşın da rahat bir nefes alacağına inanıyorum.
Bir vatandaş nasıl rahat nefes alır? Önce, hukuka uyarsa bir iktidar, rahat nefes alır. Çünkü o, peşinden her şeyi getirir. Her ülke ekonomik krize girebilir. Biz şimdiye kadar hiçbir ülkenin cumhurbaşkanının, başbakanının ya da mâliye bakanının, “Şahsımın bir fikri var” deyip güneşi batıdan doğurmaya çalıştığını görmedik. Sayın Erdoğan’ın “Ben ekonomistim” diyerek, “Nass, nass” diyerek, “Fâiz sebepse, enflasyon sonuçtur” diyerek bütün iktisat bilimini bir tarafa koyup, bu ülkeyi bugün getirdiği noktada, emekliler 10 bin TL alarak sürünüyor. Bugün tasarruf tedbirlerini açıkladı Sayın Mehmet Şimşek. Nihâyet kaç ay sonra açıklayabildiler. Bütün tasarruf tedbirleri, kamunun, bu ülkenin parasını çatır çatır sarf etmesinden geri adım atması. Öyle ki, güvenmiyorlar, bir de altında, “Uymayan olursa kontrol edilecek, cezâlar kesilecek” diyor. Böyle bir şey olabilir mi? Balık baştan kokar hesâbı, bir ilçe başkanı, bilmem neredeki bilmem ne üyesi bile, altında Mercedes’i olmadan gezemez olup, “Onda o varsa, benden iyi olmasın, o kim ki?” diyerek… Ülkeyi böyle bir soyma düzeni yok. Bir gün ülkenizin çok imkânı olur, inşallah, ülkenin siyâsetçileri de en iyi şekilde ülkenin imkânlarından faydalanır. Ama siyâsetçinin bir sorumluluğu vardır. Siz bir siyâsetçi olarak, o işi belki en iyi yapacak olan bir akrabanızı, kendi sorumluluğunuz altındaki bir yere getiremezsiniz. Niye? Bu da siyâsetin bir bedelidir.
Siz eğer halkın gönlüne girmek ve ona hizmet etmek istiyorsanız, bunun bir bedeli var. Canınızın istediği kadar para harcayarak, bilmem kaç tâne konvoy arabalarla, sanki padişahın cuma selâmlığına gitmesi gibi cuma namazına gidemezsiniz. Bu olmaz; hele vatandaşınız gerçekten artık sofraya koyacak yemek bulamıyorsa. Böyle bir dönem hiç olmadı. Ben 58 yaşındayım. Ayağına ayakkabı alamayabilir, arabası da olmayabilir, evi kirâda olabilir, evin babası ya da annesi, 15 seneden beri giydiği paltoyu giyebilir. Bir ikincisi olmayabilir, ikinci ayakkabısı da olmayabilir. Ama “Akşam sofrada ne yiyeceğiz? Acaba hanım yiyecek bir şey buldu mu? Soğan alabildi mi? Patates alabildi mi? Bir çorbamız var mı?” diye düşünüyorsa… Böyle bir açlık hiç görmedim. AKP’nin sokağa çıkamaması lâzım. Yirmi iki senenin sonunda ülkeyi getirdiği bu hal yüzünden, utançtan sokağa çıkamaması lâzım.
“CHP kendi içerisinde gereksiz kavgalara girerse, bu yakaladığı büyük fırsatı kaçırır” diyorsunuz.
Erdem: Böyle bir şey olacağına hiç inanmıyorum.
Ama iktidar bunu teşvik ediyor, biliyorsunuz.
Erdem: Çünkü görüyor. Cumhuriyet Halk Partisi şu anda ülkenin o kadar ümidi oldu ki. Seçimlerin üzerinden neredeyse bir buçuk ay geçti, hiç kimse, “Cumhuriyet Halk Partisi’ne niye oy verdim?” demiyor. Bütün belediye işleri, Cumhuriyet Halk Partisi’nin belediyeleriyle olan her iş tıkır tıkır işliyor. Ama AKP’nin hep bir yalanı var: “Yapmıyorlar, etmiyorlar, şöyledir, böyledir”. Niye? Yalan söyleyerek, kendi seçmenini kendine göre inandırmak. Ama vatandaş biliyor. Bugün İstanbul’da kaç yüz bin bebeğe süt sağlanıyor, annelere ulaşım kartları veriliyor, yurtlar açılıyor. İktidarın çâresiz bıraktığı, ekonomik bakımdan insanların ne yapacağını şaşırdığı bir dönemde, belediye, iktidârın yerine geçerek, vatandaşlara ekonomik rahatlama sağlamaya çalışıyor. Vatandaşlar bunu biliyor.
Bakın, Murat Kurum o kadar alay etti Kent Lokantaları ile. Sen de yapaydın, aklın neredeydi senin? Bırak seni, şimdiye kadar senin öbür arkadaşının aklı neredeydi? Bakanının aklı neredeydi? Sayın Cumhurbaşkanın, AK Parti iktidârının başının aklı neredeydi? 14 tane Kent Lokantası’na taktınız. Ne oldu? Vatandaş nasıl hadlerini bildirdi. Dışarıda bir tost bile 40 liraya satılmazken, 14 Kent Lokantası’ndaki 40 liraya yemek vermek, çok önemliymiş demek ki. Bunların hepsi belki küçük gibi görünen, ama vatandaşı bu ülkede ne hâle getirdiklerinin göstergesi. İşte o alay etmelerle, o nobran tavırla, halktan kopuk, zümrüdüanka kuşunun Kaf Dağı’nın tepesine çıkmış gibi halleriyle, en küçük kademesinden, en tepesindekine kadar, vatandaştan öyle bir şamar yediler ki, bundan sonra geçmiş ola.
Çok sağ olun Bahadır Bey.
Erdem: Ben teşekkür ediyorum.
Neden CHP’de olduğunuzu sorduk. Bütün detaylarıyla anlattınız. Hayırlı olsun.
Erdem: Teşekkür ederim.
Prof. Bahadır Erdem’le, İYİ Parti’den neden ayrıldığını, neden Cumhuriyet Halk Partisi’ne katıldığını, Türkiye’yi nasıl bir gelecek beklediğini konuştuk. Kendisine çok teşekkür ediyoruz. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.