Kobani davasında aralarında eski HDP eş genel başkanlarından Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın da aralarında bulunduğu 24 sanığa mahkûmiyet kararı verilmesine hukukçular tepki gösterdi. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Eski Yargıcı Rıza Türmen, Anayasa Profesörü İbrahim Kaboğlu, Ceza Hukukçusu Prof. Dr. Adem Sözüer, Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararlarına uyulmadığını söyledi. Dosyaların siyasetin gölgesinde yürütüldüğünü belirten Türmen, haziran ayında Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin yeniden Demirtaş ve Yüksekdağ’ın davalarını ele alacağını hatırlattı. Türmen, yaptırımların uygulanmaya başlamasıyla Türkiye’nin konseyden ihracına kadar giden bir sürecin yaşanabileceğini söyledi.
Üç yıldır süren Kobani davasında mahkeme son kararını açıkladı. Eski HDP eş genel başkanlarından Selahattin Demirtaş’a 42 yıl, Figen Yüksekdağ’a 30 yıl üç ay hapis cezası verilirken, davanın beş tutuklu sanığı ise kararla birlikte tahliye edildi.
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) TBMM Başkanvekili Sırrı Süreyya Önder’in bulunduğu 12 sanık ise beraat etti. Diğer yandan Kobani olayları sırasında hayatını kaybeden Yasin Börü’nün arasında bulunduğu altı kişinin ölümüyle ilgili ise 36 sanık hakkında beraat kararı verildi.
İlk derece mahkemenin verdiği karara tepkiler sürerken, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Eski Yargıcı Rıza Türmen, Anayasa Hukuku Araştırma Derneği (ANAYASA-DER) Başkanı Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu, İstanbul Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Adem Sözüer Medyascope‘a konuştu.
“AİHM ifade özgürlüğü saydı”
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Büyük Dairesi’nin 22 Aralık 2020 tarihinde Demirtaş ile ilgili aldığı kararı hatırlatan Rıza Türmen, Demirtaş ve diğerlerinin mahkum edilmesine yol açan olayların ve 2014’te atılan tweetlerin incelendiğini söyledi. Demirtaş’ın sosyal medya paylaşımlarının mahkeme tarafından milletvekilin ifade özgürlüğünün sınırları içinde sayıldığını vurguladı.
Türmen,”Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararında, ‘6-8 Ekim 2014’te meydana gelen şiddet olayları tweetlerin sonuncu değildir. Tweetlerle bu şiddet olayları arasında bir bağlantı yoktur. Bunlar Demirtaş’ın, Yüksekdağ’ın tutuklanma gerekçesi olamaz’ diyor” ifadelerini kullandı.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin devleti ya da nüfusun bir bölümünü incitici, şok edici, rahatsız edici beyanların ifade özgürlüğü sınırları içinde saydığını dile getiren Türmen, şiddete teşvik olmadığı sürece hükümete yönelik sert sözlerin ifade özgürlüğü kapsamında olduğunu vurguladı. Mahkemenin bu yönde karar verdiğini hatırlattı.
Problemin, Demirtaş’ın ve diğerlerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması, milletvekilliğinin düşürülmesinden başladığını ifade eden Türmen, “Orada bir ihlal var. O dokunulmazın kaldırılması milletvekilinin ifade özgürlüğünü ihlal eder. Hem kararda söylüyor, hem dün çıkan kararda da bu problem var. Yani atılan suçla, delil olarak gösterilen olaylar arasında bir bağlantı yok. AİHM kararı bunu söylüyor” dedi.
“Türkiye kararı uygulamak zorunda”
AİHM kararı doğrultusunda Demirtaş’ın serbest bırakılması gerektiğini dile getiren Türmen, Türkiye’nin bunu uygulamadığını söyledi ve şöyle devam etti: “Türkiye kararı uygulamak zorunda. Bu, taraf olduğu sözleşmenin getirdiği çok açık bir yükümlülüktür. 46’ncı madde sözleşmenin hiçbir yoruma meydan vermeyecek karar açıktır. Sözleşmenin, AİHM’nin kararları bağlayıcıdır, devletler bununla bağlıdır ve devletlerin bütün organları, yargı organları da bununla bağlıdır.”
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Dosyanın AHİM’e de gidebileceğini vurgulayan Türmen, adil yargılama ile ilgili yeni ihallerin olduğunu belirtti. Kuralların çiğnendiğini ifade eden Türmen, “Gizli tanık deniyor mesela. Gizli tanıkla hiçbir zaman avukatlar görüştürülmüyor. Soru sorma imkanına sahip değiller. Gizli tanıkların beyanları ne kadar gerçek? Kimdir, nedir, nereden çıktı bunlar? Bir kısmı beyanlarını geri çekiyor. Böyle bir belirsizlik. Eski ihlaller de devam ediyor. Böyle kesinleşirse ikinci bir dava açmak gerekir” diye devam etti.
“Türkiye’nin ihracına kadar giden bir yol”
Önümüzdeki haziran ayında Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin yeniden Demirtaş ve Yüksekdağ davalarını ele alacağını hatırlatan Türmen, sözlerine şöyle devam etti:
“Bu karar şimdi ortada, bu kararı görüşecektir. Bir takım kararın uygulanması için bir takım başka tedbirler düşünecektir. Çünkü bu son kararında diyor ki, ‘Eğer hiçbir değişiklik olmamışsa…’ Değişiklik oldu ama olumsuz taraftan oldu. ‘Değişiklik olmamışsa sekreter bir karar tasarısı hazırlasın’ diyor. Bakanlar Komitesi burada da ihlal prosedürünü başlatır. Kararı tekrar AİHM’e gönderir. Soru sorar. ‘Türkiye uyguladı mı, uygulamadı mı?’ AİHM, ‘Hayır Türkiye uygulamadı. Dolayısıyla yeni bir ihlal vardır’ diye karar verir. Bunların hepsini Kavala davasında gördük. O zaman tekrar top Bakanlar Komitesi’ne gider ve Bakanlar Komitesi yaptırım uygulamaya başlar. Bu, Türkiye’nin ihracına kadar giden bir yoldur.”
Davanın siyasi olduğunu 18’nci madde üzerinden anlatan Türmen, sözlerini şöyle tamamladı:
“Madde şudur: ‘Devlet kendi siyasi amaçları için bu ihlali yapmıştır.’ Bu madde ihlali son derece ağır bir ihlal. Çok ender görülür. 18. maddeden ihlal bulmakla, AİHM iki şeyi tespit etmiştir. Bir, dava siyasidir. İkincisi bu siyasi kararı yürütmenin verdiği siyasi kararı uygulayan yargıdır. Demek ki yargı da bağımsız değildir. Siyasi olduğu hukuken saptanmıştır.”
“İntikam, rövanş süreci, ortada suçlu yok”
AKP iktidarının hukuku intikam aracı olarak kullandığını dile getiren Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu ise, Kobani, Gezi, Osman Kavala ve cezaları kaldırılan generallerin davalarının ortak noktasının AYM ve AİHM kararının uygulanmaması olduğunu anlattı.
Kaboğlu, “Parti başkanlığı yoluyla devlet başkanlığı ve yürütmenin ya da AKP-MHP koalisyonunun bir tür kendisine geçmişte muhalif gördüğü ve gelecekte de potansiyel olarak muhalif olabileceğini düşündüğü kesimlere karşı bir intikam, bir rövanş süreci bu. İkincisi bu üç davanın, dosyanın veya ayrı ayrı davaların ortak noktası siyasallaşmış olması. Yani siyasetin gölgesinde yürütülen dosyalar bunlar. Bu üçünde de ortada suçlu yok” dedi.
“Seni cumhurbaşkanı yaptırmayacağız” diyen kişiye karşı yürütülen toplu bir linç kampanyası olduğunu dile getiren Kaboğlu, üç dosyada verilen kararların Anayasa Mahkemesi üyelerine karşı suç duyurusunda bulunan dairenin başkanının Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı olarak atanmasıyla birlikte değerlendirilmesi gerektiğini vurguladı. Anayasa’yı uygulamakla yükümlü olan başta yürütme olmak üzere organların Anayasal düzeni tanımadığını dile getiren Kaboğlu, dosyalarda “üst şemsiye”” olduğunu savundu.
“İstinaf’tan AİHM’e yıllar sürebilir”
Dosyalara yönelik, “Anayasa Mahkemesi kararları dikkate alınmadı. AİHM kararı var ortada. Adil yargılanma hakkının ihlal edilmesi sonucu bu noktaya gelinmiştir…” diyen Kaboğlu, kararı verenin ilk derece mahkeme olduğunu vurguladı. Kaboğlu, “Bunun başvuru yolları var. Dolayısıyla kesinleşmiş bir karar değildir. İstinafa, Yargıtay’a, Anayasa Mahkemesi’ne ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gider. Bu yılları alır. Eğer 28 Şubat Paşaları gibi bir ceza kaldırma türü ya da bir siyasal müdahale sonucu gibi bir seyir almazsa bu şekilde devam eder” diye konuştu.
“Önce AYM ve AİHM kararı uygulanmalı”
Prof. Dr. Adem Sözüer, Demirtaş ve Kavala için aynı durumun geçerli olduğunu dile getirerek şöyle konuştu:
“Türkiye’de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararları Kavala ve Demirtaş’la ilgili olarak da uygulanmıyor. Can Atalay ile ilgili olarak da ve başka birçok konuda da Anayasa Mahkemesi’nin kararları uygulanmıyor. Dolayısıyla AYM ve AİHM kararlarının uygulanmadığı bir ülkede zaten Anayasa’da öngörülen hukuk devleti ilkesi fiilen devre dışı bırakılmıştır.”
Bazı insanların affedildiğini, bazıları için tekrar hukuk yolun başvurulduğunu hatırlatan Sözüer, bunların siyasi propaganda aracı olarak kullanıldığını dile getirdi. AYM ve AİHM’in verdiği kararın uygulanmadığı bir ortamda bir mahkemenin verdiği kararın sorgulanmasının anlamı olmadığını savunan Sözüer, “Önce Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarını uygulayacaksınız. Orada tutuklamanın olamayacağı gayet yerinde olarak vurgulanıyor. Bu uygulanmadan devam edilen yargılamaların hukuki olmadığı açık. Önce AİHM ve AYM kararları uygulanmalı Türkiye’de” dedi.