“Yer6” isimli YouTube kanalında şeriatın konuşulduğu bir programdaki sözleri nedeniyle “Diamond Tema” isimli yayıncı hakkında yakalama kararı çıkarıldı. Adalet Bakanı Yılmaz Tunç bu kararı, “İslam dini ve sevgili Peygamberimizle ilgili kullanılan tahrik edici, çirkin ve provokatif ifadeler asla kabul edilemez” sözleriyle duyurdu.
Ruşen Çakır Diamond Tema ile görüşmesini anlattı.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Merhaba, iyi günler. Diamond Tema olayı bayramda özellikle sosyal medyada daha çok gündemdeydi. Olay ne? “Yer6” isimli bir YouTube sitesi bir münâzara yayınlıyor. Burada bir yanda Diamond Tema, diğer yanda Asrın Tok var, konu da şerîat. Asrın Tok şerîatı savunuyor, Diamond Tema da şerîat karşıtlığını savunuyor. Uzun bir tartışma, tam bir münâzara ve bu münâzara bayağı da ilgi görüyor. Çünkü katılımcılardan ikisinin de ayrı ayrı, özellikle belli bir yaş kuşağında ve YouTube üzerinde, sosyal medyada bir popülaritesi var. Bunlardan Diamond Tema uzun bir süredir, yaklaşık 5 yıldır YouTube’da agnostik bir düşüncenin savunusunu yapıyor. Agnostik ne demek? Bilinemezci demek; Tanrı konusunda, Tanrı’nın varlığı yokluğu konusunda bilinemezci tutum ve dinlerden uzak bir tutum. Tabiî ki dolayısıyla İslâmiyet’ten de uzak bir tutum. Henüz 30 yaşına yeni basmış. Yani 20’li yaşlarından îtibâren bunu yapan, bayağı da ilgi gören birisi. Ben yakın zamanda bu kişinin adını farklı kişilerden duydum, tâkip etmeye de başladım ve birdenbire karşımıza bu olay çıktı. Asrın Tok denilen kişi de genç birisi; ama Diamond Tema gibi istikrarlı bir çizgiye sâhip değil. Değişik dönemlerde değişik düşünceleri savunmuş ve en son geldiği nokta şerîat savunuculuğu. Her neyse; sonuçta bu tartışma çok büyük ilgi görüyor. Ben en son baktığımda, tabiî tartışmanın büyümesiyle ve bir linç kampanyasının başlamasıyla daha da artmış, izleyici sayısı yanılmıyorsam 2 milyonun üzerindeydi. Herhalde daha da artacaktır.Burada bâriz bir şekilde Diamond Tema’nın tezlerinin daha baskın çıktığı gibi bir izlenim ediniliyor. Dolayısıyla bundan rahatsız olan kesimler, onun Hz. Muhammed’in evlilikleri hakkında söylediği –ki bunlara referansı resmî kurumlar tarafından da onaylı olan hadis kitapları; bunlara çok hâkim Diamond Tema, bunları okuyan, hatmeden, yani eleştirdiği şeyi, özellikle İslâmiyet’i ana kaynaklarından bilen birisi–, burada Hz. Muhammed’in evliliği üzerine söylediklerini bir tür suç olarak gösterip bir kampanya başlatıldı. Ardından da önce İletişim Başkanlığı, ardından Adalet Bakanı devreye girdi ve hızlı bir şekilde yakalama emri çıkartıldı. Kendisi Türkiye’de değil, yurtdışında yaşıyor; ama Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı. O da biraz karışık. Arnavutluk doğumlu, 2 yaşındayken âilesiyle gelmiş ve Türk vatandaşı olmuş. Yayınlarında, arkasında hem Türk hem Arnavut bayraklarını birlikte görüyoruz. Her iki kimliğe birlikte sâhip çıkan bir genç kuşak fenomeni.Ve olay karakolda bitti, daha doğrusu karakolda bitecek. Kendisi şu anda yurtdışında olduğu için nasıl bir süreç işleyecek bilmiyoruz. Ama Türkiye’ye geldiği bir durumda herhalde havaalanında alınacak, ifâdesi alınacak ve mahkemeye sevk edilecek. Sonrasını bilmiyoruz.
Kendisiyle ben dün konuştum. Birazcık beklemeyi tercih ettiğini, daha sonra Türkiye’ye geleceğini söyledi. Daha önce de hakkında değişik kereler birtakım ihbarlar ve suç duyuruları yapılmış ve bunların hepsinde de ifâde verip serbest bırakılmış. Dolayısıyla bundan çok fazla bir şey çıkacağını düşünmüyor; ama bu olayın çok popüler olması nedeniyle bir müddet Türkiye’ye gelmeyi düşünmüyor anladığım kadarıyla. Şimdi bu olay birçok açıdan çok anlamlı ve çok öğretici. Bunları sırasıyla incelemeye çalışalım. Her şeyden önce din konusu, dinlerin ortaya çıktığı andan îtibâren herhalde dünyadaki tartışmasız en popüler tartışma ve kavga konularından birisi. Bunu bir kere daha gördük. Şu anda sosyal medyada, YouTube üzerinde ve başka mecrâlarda yüzlerce, binlerce içerik üretiliyor — sırf Türkçe olanları söyleyecek olursak. Tabiî diğer dinler falan ayrı. Kimisi İslâm’ın farklı farklı yorumlarını savunuyor, kimisi İslâm’ı farklı farklı açılardan eleştiriyor. Kimisi tek kişinin yaptığı yayınlar, kimisi çok kişinin yaptığı yayınlar. Tabiî bu arada birtakım tarîkat temsilcilerinin de yayınları var — hemen hemen hepsinin YouTube kanalları var; şahıs olarak yoksa bile cemaat olarak var. Buralarda sürekli yapılan yayınlar var. Aynı zamanda biliyoruz ki radikal örgütler de en çok bunu kullanıyorlar, bu da var. Bir diğer yönden şunu da biliyoruz: YouTube üzerinden tabiî ki misyonerlik faaliyetleri de çok ciddî bir şekilde yürüyor. Yani birileri kendi dinî inanışlarını anlatmak isterken, kimileri başkalarının inançlarını eleştirmek isterken sosyal medyayı kullanıyorlar ve birçok içerik var; bu içerikler de aslında kendi başlarına suç teşkil etmediği müddetçe rahat bir şekilde sürüyor. Suçtan kasıt nedir? Düşünce ve ifâde özgürlüğü dünyanın en büyük kutsallarından birisi. Helsinki İnsan Hakları Evrensel Sözleşmesi’ni imzâlamış bir ülkeyiz biz. Anayasamızda da var, her yerde var. Düşünce, inanç ve ifâde özgürlüğü mutlak. Dolayısıyla burada tabiî ki hep bir nokta var, o da suç. Suç nedir? Şiddete teşvik, teröre teşvik vs.. Burada hiç öyle bir şey yok. Yani bir IŞİD’linin, bir El-Kaide’cinin yaptığı, silâhların gözüktüğü, kafaların kesildiği videolarla; iki tâne gencin oturup bir münâzara yapması arasında dağlar gibi fark var. Burada bir suç yok. Bu, sonuç olarak ifâde özgürlüğünün açık bir şekilde ihlâli. Dünyada bunu değişik dönemlerde hep yaşadık, Türkiye’de de yaşıyoruz. Daha önce Türkiye’de, açıkçası AKP iktidârı öncesi dönemlerde, olağanüstü örnekler dışında bu konularda pek bir şey yapılmazdı. Onun yerine daha çok Atatürk’e yönelik saldırılar, suçlamalar ya da hakaretler soruşturulur ya da laikliğe yönelik birtakım açık çağrılar vs. soruşturulurdu. Şimdi iş biraz tersine dönmüşe benziyor. Meselâ bu yayında şerîatı savunan kişi hakkında herhangi bir soruşturma yapılmıyor. Eskiden olsa yapılırdı muhtemelen. Ama bunun yerine, şerîat eleştirisi üzerinden Hz. Muhammed hakkında bir şeyler söylediği için 30 yaşındaki bir gence soruşturma açılıyor ve yakalama karârı alınıyor. Burada çok net bir şekilde ifâde özgürlüğüne aykırı bir durum var. Bu durumu da tabiî ki Türkiye’de devlet yaratıyor. Hukuk nereye kadar hukuk? Önce süreçlere bakıyorsunuz: İletişim Başkanlığı, ardından Adalet Bakanlığı diye giden bir süreç var. Bağımsız yargı vs. yok; çünkü burada, kendisinin de bahsettiği gibi, daha önce de değişik suçlamalar olmuş ve ifâdesi alınıp serbest bırakılmış. Burada çok hızlı bir şekilde gelişen bir faaliyet var. Bunun bize gösterdiği birinci husus, dinin en büyük, en popüler tartışma konusu olması — bu her zaman böyleydi. İkincisi, bu tartışmaların ifâde özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerekmesi ve dolayısıyla bu açılan soruşturmanın ve verilen yakalama karârının yanlış olması var. Tabiî buraya nasıl gelindiği de bir başka olay. Özellikle sosyal medya ile berâber, toplumun bâzı kesimlerinde var olan linç kültürü alabildiğine arttı. Artık her önüne gelen herkesi kolaylıkla linç edebiliyor, hedef gösterebiliyor. Hani var ya, polis şefi memurlara “Alın bunu, alın bunu!” der gibi, bizim muhbir vatandaşlar da, beğenmediği kişileri hemen “Alın bunu, alın bunu!” diye hedef gösteriyorlar.
Sosyal medyada her gün yaşadığım çok basit bir örnek vereyim: Meselâ bu sabah kalktım, baktım ve bir lince marûz kalmışım. Bu sefer linç ne? Avrupa Konseyi’nin “Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala’yı serbest bırakın çağrısı” haberi. Bu haber üzerine –ki haber dün öğle saatlerinde yayınlandı Medyascope’ta ve her yerde yayınlandı, çok düz bir haber yani–, bunun üzerine belli ki birileri –kim olduğunu bilmiyorum, arama ihtiyâcı da hissetmiyorum, çünkü tahmin edebiliyorum– bir işâret veriyor; o âna kadar haberi görmeyen, beni de tâkip etmeyen yüzlerce kişi, her biri başka şeylerle ve ilginç bir şekilde çoğu gerçek kimlikleriyle –genellikle bu tür şeyleri troll hesaplar yapar ve sahte profiller falan vardır, burada çoğu gerçek kimlikleriyle yazan insanlar– bizi kurşuna diziyor. Niçin? Bir haber verdiğimiz için. Haber Avrupa Konseyi’yle ilgili. Avrupa Konseyi, Türkiye’nin kuruluşunda yer aldığı bir kurum. Avrupa Konseyi’nin kararlarına uymaya söz vermiş bir ülkeyiz. Bu, anayasada yer alıyor. Bütün bunlar bir yana, bunların üzerinden her türlü saldırı yapılıyor ve bu saldırıların ardından bir şeyler olmasını umuyorlar. Ne olmasını umuyorlar? Bu haberi yaptığımız için bizim hakkımızda soruşturma açılması falan herhalde. Bu arada parantez açayım: Avrupa Konseyi’nin haberini yaptığımız için bize saldıranların bir kısmı Avrupa’da yaşayan Türk vatandaşları. Onu da profillerinde görüyorsunuz. Buradaki Diamond Tema olayında da birileri panik hâlinde; çünkü belli ki bu münâzaradan Diamond Tema daha güçlü çıkmış. Panik hâlinde bir kampanya başlatıyorlar ve bu kampanyanın sonucunda da hemen devreye devlet şartları giriyor. Yani bir linç kültürüne mâruz kalıyor. Onun ardından ne oluyor? “Diamond Tema yalnız değildir” diye başka bir kampanya yapılıyor, ama artık çok geç. Genellikle bu bir savunma refleksiyle yapılıyor. Yani bu da bize gösteriyor ki Türkiye’de linç kültürü –ki linç kültürü esas olarak faşizme özgü bir şeydir– bizde bayağı bir güçlenmiş durumda. Dokunulmaz birtakım konular var, sürekli sayıları artan kırmızı çizgiler var ve bunları ihlâl ettiği düşünülen herkesin boynu vuruluyor. Diamond Tema da yıllarca bu konuda yazıp çizen, tezlerini ciddî bir şekilde savunan bir genç. Kendisi birdenbire bir hedef hâline geliyor ve hayâtının akışı değişiyor. Normal şartlarda kendisi evlenmiş, eşinin Türk vatandaşlığı için bir süreç işliyormuş. Evi burada, birçok şeyi burada, kitapları burada; ama bir süre Türkiye’ye gelemeyecek ve bir süre sâdece bu konuyla meşgul olacak. Ve bu bile birilerinin yanına kâr kalıyor. Linç kültürüne ek olarak bir diğer husus çok açık, deminden beri söylediklerimden çıkıyor aslında: “Bükemediği bileği kırma” yaklaşımı. Burada bir tartışma var, bir münâzara var. Birisi çıkıyor, kendine güveniyor, ötekisi de kendine güveniyor. Bir arenadaki gladyatör savaşları gibi. Ve ondan sonra bir bakıyorsunuz, oyuna kurallar konmaya çalışılıyor. Kuralı kim koyuyor? Devlet, yüce devlet. Birileri diyor ki: “Öyle öyle, ama biz çoğunluğuz. Böyle yapamazsın, böyle diyemezsin.” Birdenbire normalde YouTube içerisinde yapılan bir münâzara, herkesin katıldığı bir olaya dönüşüyor ve orada şerîata karşı tezleriyle daha baskın çıktığı izlenimi veren kişiye hep birlikte bir çullanma hâli var. Bu da aslında bir zayıflık göstergesi, çok açık bir şekilde zayıflık göstergesi. Kendinden o kadar emin olan, îmânından, dîninden emin olan insanlar böyle şeylere tenezzül etmez değil mi? Ama hayır, bu aslında sâdece bu olaya özgü değil, bunun birçok örneğini daha önce yaşadık. En son Sivas katliamını hatırlayın, en çarpıcısıdır: Bir kalabalık –o videoyu görmüşsünüzdür– kendinden geçmiş bir şekilde bunu yapıyorlar. Bugün sosyal medyada, tabiî ki sonuçları çok karşılaştırılamaz ama, değişik olaylarda, Sivas katliamı benzeri linç olaylarına tanık oluyoruz. Çünkü orada, bir argümana karşı, bir teze karşı kendini zayıf hisseden insanların bir şekilde bükemediği bileği kırmaya çalışması olayı var.
Bir başka husus, tabiî ki en çarpıcısı bence bu, yani en önemli husus bu: Türkiye’de 20 küsur yıldır bir AKP iktidârı var ve Türkiye yukarıdan aşağı İslâmîleştiriliyor. Bunların hepsini biliyoruz. Bunu geçen Şebnem Gümüşçü’yle bir yayında da uzun uzun konuştuk. Ama bu yukarıdan aşağı İslâmîleştirme operasyonları, devlet eliyle İslâmlaştırma operasyonları çok ciddî bir şekilde ters tepiyor. Bunu uzun zamandır biliyoruz. Devletin en yetkili kurumları da bunu söylüyor. Gençlerde özellikle dine karşı bir mesâfe, soğuma, deizm, ateizm, agnostisizm gibi akımların güçlendiği ve bunların özellikle dindar âilelerde de görüldüğü saptanıyor. İşte aslında en temel husus bu. Şimdi, yakın bir dönemde Türkiye’de yeni bir tür sekülerlik çıktı genç kuşakta. Bu sekülerlik, eskiden “laikçi teyzeler” olarak bilinenlerin laiklik anlayışının dışında bir şey. Daha kozmopolit, daha globalist ve dîni aslında çok fazla dert etmeyen, dîni çok fazla umursamayan bir sekülerlik. Bunun içerisinde, yine bu kuşaklarda çok ciddî bir şekilde, bununla yeni bir tür milliyetçiliği harmanlayan insanlar çıktı. Yani milliyetçilikle sekülerlik ve bir şekilde Atatürk’ün de dâhil olduğu, böyle yeni birtakım çevreler oluşuyor ve bunların en çok kendini gösterdiği yer sosyal medya. Bunlar bâzen yer yer çok sert, ırkçılığa kadar varan bir milliyetçiliğe de gidiyor. Oraya gittikleri zaman İslâmiyet’in dışında eski Türk inanışlarına gönderme yapanlar çıkıyor vs.. Ama ana akım şu: Dîne mesâfeli, hattâ sorgulayan, Tanrı’nın kendisini, Allah’ın kendisini olmasa bile dîni sorgulayan, dindarları sorgulayan, din adına bir şeyler yapma iddiasındaki kişi ve kurumları sorgulayan, onlardan uzak durmaya çalışan bir gençlik ortaya çıkıyor. Diamond Tema’nın aslında bu olayın içerisinde sivrilen bir fenomen olduğunu görmek lâzım. Başkaları da vardır muhakkak, ama o en çarpıcısı; hem görünümü anlamıyla hem geçmişi anlamıyla, gençliği anlamıyla, sâkinliği… Kendisiyle konuştuğumda şunu söyledi bana — ki bu çok önemli bir husus: “Ben bütün bunları sâkin bir şekilde anlatıyorum. Büyük gürültüler yapmıyorum. Ben din konusundaki agnostik görüşlerimi anlattığım zaman çok yaygara kopartan birisi değilim ve bundan rahatsız oluyorlar.” Yani daha militan bir agnostik umuyorlar. Ama onun yerine, izlediğiniz zaman görüyorsunuz, sâkin sâkin anlatan, genellikle birtakım somut referansları olan, yani “Ben böyle düşünüyorum” demekten ziyâde birtakım referanslar üzerinden konuşan bir insan. Felsefe okumuş, üniversite bitirmemiş ama bayağı bir okumuş — birkaç sene Marmara Üniversitesi’nde ve bir de galiba Akdeniz Üniversitesi’nde okumuş. Felsefi konulara hâkim, antik felsefeye de hâkim, çağdaş felsefeye de hâkim. Yani “hâkim” derken, o yaşta birisi için gerçekten ortalamanın üzerinde bir donanımı var ve en önemlisi bu olayı biliyor. Bu olay nedir? Sosyal medya üzerinden bâzı tezleri anlatmayı biliyor. Ve işte demin sözünü ettiğim o yeni kuşağın, dîne karşı mesâfeli, dindar olduğu iddia edilen iktidardan memnun olmayan ve bunun bir şekilde dinle ilişkisi olduğunu düşünen kesimlerin çok fazla ilgisini çekiyor Diamond Tema gibi kişiler. Ve burada da işte bir âcizlik var. Kimin âcizliği bu? Bir, kurumsal dînî yapılanmaların; yani Diyânet’in âcizliği var, cemaatlerin âcizliği var ve tabiî ki devletin âcizliği var. Bunlara karşı ne yapıyorlar? Bu konuların konuşulmasını engellemeye çalışıyorlar. Ama bunu nasıl engelleyeceksiniz? Bütün YouTube’u kapatmanız lâzım. YouTube olmaz başka bir şey olur, bir şekilde akacak yer bulur bu tür hikâyeler. Bunun için de tabiî en kestirme yol deneniyor: Korkutma. İbret olarak birilerinin cezâlandırılması ve diğerlerinin de ona bakarak çekinmesi, ürkmesi isteniyor. Yani birisi diyelim ki bu yüzden cezâlandırılırsa, hayat ona zindan edilirse, başkaları da yapmaya cesâret edemesin yaklaşımı var. En kestirme yaklaşım bu.
Ama bu tür fikirlerin bastırmayla, şununla bununla olmayacağını dünyadaki dinler târihi gösteriyor. Bir kere her şeyden önce dinlerin ortaya çıkması: Hıristiyanlık, İslâmiyet, birçok din, baktığınız zaman aslında kurulu yapılara karşı çıkmış ve onlar tarafından engellenmeye çalışılmış. Onlarla mücâdele ederek, birçok şeyi göze alarak, birçok şey kaybederek dinler kendilerini ortaya çıkarabilmişler. Ama daha sonra dinler, kurumsallaştıktan îtibâren bu sefer geçmişte kendilerine yapılanları örnek alarak, yeni eleştirilerin, yeni arayışların önünü kesmeye çalışmışlar; ama engelleyememişler. Şimdi hele bu çağda bunu yapmanın imkânı yok. Ama işte böyle yakalama kararları vs. ile, ifâde alıp bırakmalarla ya da belki hapse atmalarla bunların önünü kesmeye çalışıyorlar. Umarım olmaz, hiç kimse düşünceleri nedeniyle hapse atılmaz. Ama burası Türkiye maalesef. Bunlar, önü alınabilecek meseleler değil. O kadar teşviklerle, o kadar önleri açılarak, devlet eliyle gençlik örgütleri kurularak, vakıflar kurularak, gençler oraya yönlendirilerek yapılan şeylerin gelip bir yerde tıkandığını görüyoruz. Çünkü buralarda bir şeyler varsa bile bir ruh yok. Zamânın rûhunu yakalayamamış; insanlara, gençlere sâdece ve sâdece maddî birtakım şeyler önerilerek, imkânlar sağlanarak onların kalbi kazanılmaya çalışılıyor. Devlet bütün bu imkânlarını seferber ediyor, gençleri etkilemeye çalışıyor; ama bir bakıyorsunuz, uzun saçlı bir genç çıkıyor, YouTube’da bir video yapıyor ve o gençlerin daha fazla ilgisini çekiyor. Bu, târih boyunca yaşanan bir realite.Onun söylediklerinin doğru olduğu anlamına gelmez bu. Doğrunun ne olduğu zâten tartışmalı bir konu. Ama bu tür baskılar, bu tür engelleme çalışmaları bu konulara ilgiyi zâten artırıyor. Belki şu anda, diyelim ki burada başına çorap örülmeye çalışılan bir genç var; diyelim ki onu vazgeçirdiniz, muhakkak bir başkası çıkacaktır. Bununla baş etmeleri mümkün değil. Böyle bir yapıya Türkiye maalesef gelemiyor. Devlet gelemiyor, toplumun büyük bir kısmı da açıkçası kendisi gibi düşünmeyenlere tahammül etmeye yanaşmıyor. Böyle acımasız bir durum var. İnsanlar hemen, “Alın bunu!” diyorlar; hemen, “Bunu yakalayın, ne yaparsanız yapın!” diyorlar. Yani şimdi bakıyorsunuz, kimi suçlara karşı devletin ne kadar yavaş olduğunu, ama bu tür suç bile olmayan olaylara karşı ne kadar hızlı olduğunu görüyorsunuz. Bütün bunların hepsi aslında yaşadığımız çağda bir imaj olayı. Devlet imajını korumaya çalışıyor. Devlet, iktidar, siyâsî iktidar, kendisine oy verdiğini düşündüğü insanların gönlünü almaya çalışıyor. Ama bütün bunlara rağmen hiçbir şekilde baş edemiyorlar. Baş edemeyecekler, târih boyunca böyle oldu bu. Nâfile bir çaba. Ama birilerinin canını yakıyorlar, birilerinin hayâtının akışını değiştiriyorlar. Şimdi ne olacak? Dediğim gibi, Diamond Tema bir müddet Türkiye’ye gelmeyecek. Öyle düşünüyor kendisi. Sonra bir şekilde gelecek, havaalanında herhalde ifâdesi alınacak, sonra muhtemelen bırakılacak. Ama onun videoları ya da ona benzer şeyler yapanların videoları izlenmeye ve daha fazla ilgi görmeye devam edecek.
Son olarak, çok alâkasız gibi gelebilir ama, Diamond Tema’nın adını duyduğumdan beri aklıma, birçokları gibi, bizim çocukluğumuzun yıldızı Muzaffer Tema geldi. Baktım, birçok yerde “Muzaffer Tema’nın oğlu” diyorlar. Böyle bir şey olması imkânsız. Muzaffer Tema 1920 doğumlu birisiydi, Allah rahmet eylesin. Torunudur herhalde diye düşündüm. Sordum Diamond Tema’ya da. Dedi ki: “Vallahi bunu herkes söylüyor. Çok şey yazıyorlar. Ben kim olduğunu bilmiyorum. Belki babamın uzaktan bir akrabasıdır. Torunu, oğlu vs. değilim” diye de bir not düştü. Şimdi nasıl kapatalım? “Diamond Tema yalnız değildir” diye hashtag’ler açıldı. Ne kadar etkili olur bilmiyorum, ama şunu biliyorum ki her zaman için egemen görüşe karşı bir şey söyleyenlerin gücü hep daha fazladır. Söylediklerinin doğruluğu yanlışlığı tartışması bir yana. Eğer egemen sistem, egemen bakış açısı, çoğunluk size öfkeleniyorsa, çok kızıyorsa, siz orada bir şeyi yakalamışsınızdır demektir. Belli ki Diamond Tema yakalamış. İşte, yakalandıkları için de büyük bir can havliyle onu susturmaya çalışıyorlar. Susacağını sanmıyorum. O sussa bile, herhalde başkaları konuşmaya devam edecektir. Bitirmeden, bugün saat 17.00’de bir bayram sohbeti yapalım istiyorum. Her şeyi konuşacağız. Gelin, sorun, eleştirin, görüşlerinizi iletin. Siyâset, gazetecilik, Medyascope, her şeyi konuşmaya saat 17.00’de sizi dâvet ediyorum. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.