14 Haziran’da okullar kapandı ve milyonlarca öğrenci yaz tatiline başladı. Ancak bazı çocuklar için ders zili hiç çalmadı. Bu çocuklardan biri Bitlis’te yaşayan 13 yaşındaki Ela. “Ben çalışıp eve yemek alıyorum, kardeşlerime bakıyorum. Ben de okula gitmek istiyorum, polis olmak istiyorum” diyen Ela, tarlada çalışarak ailesinin yükünü taşıyan çocuklardan yalnızca biri. Türkiye’nin en önemli sorunlarının başında gelen çocuk işçiliğini uzmanlar Medyascope’a anlattı, çözüm önerisi sundu.
Türkiye’de binlerce çocuk eğitimden koparak tarlada, madende, sanayide ağır çalışma koşullarıyla, tehlikeli işlerle karşı karşıya kalıyor. Okuldan uzak, yoksulluk kıskacındaki çocukların sayısı giderek artıyor. Türkiye İstatistik Kurumu (mTÜİK) verilerine göre, 15-17 yaş arasında çocukların işgücüne katılma oranı 2020’de yüzde 16,2 iken, bu oran 2023 yılına gelindiğinde yüzde 22,1 ile son 10 yılın zirvesine çıktı. Resmi verilere göre çocuk işçi sayısı 853 bin olurken uzmanlara göre kayıt dışı olanlarla birlikte bu sayı 2 milyonun üzerine çıkıyor. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği (İSİG) Meclisi tarafından paylaşılan bilgide 2013-2024 yılları arasında 695 çocuk işçinin çalışırken yaşamını yitirdiği yer aldı.
Sosyal İş Sendikası’nin verilerine göre Millî Eğitim Bakanlığı tarafından yürütülen Mesleki Eğitim Merkezi (MESEM) kapsamında çalıştırılan 400 bini aşkın çocuktan 336’sı son bir yılda işyerlerinde kaza geçirdi ve dokuz çocuk hayatını kaybetti.
Veriler çarpıcı tabloyu ortaya koyarken, eğitim dışına çıkan, erken yaşta çalışmak zorunda kalan çocukların durumunu Emekli Öğretim Görevlisi Dr. Bülent İlik, Kalkınma Atölyesi Genel Sekreteri Ertan Karabıyık, Fikir ve Sanat Atölyesi Derneği ( FİSA) Çocuk Hakları Merkezi Uzmanı Ezgi Koman ile konuştuk.
“Tarım işçisi 400 bin çocuk var”
Dr. Bülent İlik, çocukların çalıştırılmasının hak ihlali ve istismar olduğunu vurgulayarak, “Çocuklar işçi olmaz, olmamalı. Bununla ilgili çok gönüllü bir sorumluluk çerçevesinde herkes gereğini yapmalı. 400 bin civarında mevsimlik tarımda çalışan işçi çocuk var” dedi.
Ela’nın durumunu hatırlatan ve en fazla çocuk iş cinayetlerinin tarım sektöründe olduğunu dile getiren İlik, mülteci sorunu ile birlikte sayılarda artış olduğunu söyledi. İlik, “Çocuğun işçi olması bütün yaşamının etkilenmesi demek. Eğitimden yoksul kalması, nitelikli iş gücü haline dönüşememesi, entelektüel kapasitesinin, bilgi, biliş düzeyinin gelişememesi demek. Hem o çocuk, hem ailesiyle tüm insanların olduğu bir toplumun gelişme, birlikte yaşama ve mutlu olması açısından ciddi sorunlarımız var demek” ifadelerini kullandı.
İlik çözüm önerilerini ise şöyle sıraladı:
“Milli Eğitim okul çağındaki bütün çocukları biliyor. Aile Sosyal Hizmetler bunu Milli Eğitim ile birlikte takip etmek ve çocukların eğitim hakkının engellenmemesini sağlamak zorunda. Mış gibi yaparak bu sorun çözülmez. Çözmezsek bu başka toplumsal çatışmaların kaynağı olur. Üniversiteler alana girmek, araştırmalar yapmak zorunda. Yerel yönetimlerin bu konuda mutlaka düşünmesi ve önlem alması gerek. Bu önlemlerden biri kesin çözüm değil ama yaşam alanlarının düzenlenmesi gerekiyor.”
“9 ve 10 yaşa kadar düşüyor”
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Çocuk Hakları Merkezi Uzmanı Ezgi Koman ise TÜİK verilerinin gerçeği yansıtmadığını vurgulayarak sahada yaptıkları çalışmalarda ulaştıkları çocukları, deneyimlerini anlattı. Koman, kamu idaresinin gerçeklerle yüzleşmekten kaçındığını dile getirerek şöyle dedi:
“Yaptığımız görüşmelerde, sektörlere baktığımızda tekstil, hizmet, ayakkabı imalatında, sanayi, pazar ve taşımacılıkta, deri imalatı alanında, terzide çalışan çocuklar vardı. Bu çocukların yaş sınırının çok altına düştüğünü fark ettik. Dokuz ve 10 yaşa kadar düşüyor. Çoğu iki ya da sekiz kişinin çalıştığı çok küçük ölçekli iş yerinde çalışıyor. Çok fazla iş değiştiriyorlar. Bu bir anlamda çocukların güvencesiz koşullarda istihdam edildiklerinin bir göstergesidir.”
İş sağlığı ve iş güvenliği açısından da ciddi riskler olduğunu dile getiren Koman, çocukların yasal sınırlar dışında çalıştıklarını söyledi. Çocukların yaşadıklarının farkında olduğunu anlatan Koman, mecbur oldukları için kötü şartlarda iş yapmaya devam ettiklerini, “Çocuklar karşılaştıkları bu ihlalleri aile bireyleriyle, çalışma arkadaşlarıyla paylaşıyorlar ama bunlara çözüm bulma konusunda ne yazık ki çok da karşılık bulamıyorlar. Çünkü ortada büyük bir yoksulluk, bir mecburiyet var” sözleriyle özetledi.
MESEM’lere (Mesleki Eğitim Merkezi) değinen Koman, çocuk işiyle ilgili mücadele etmek için ciddi program hazırlanması gerektiğini savundu. Kayıt dışına yönelik denetimlerin önemine değindi.
“Çocuğun eve getireceği paraya ihtiyaç duyuruluyor”
Bu konuda önemli çalışmalar yapan Kalkınma Atölyesi Genel Sekreteri Ertan Karabıyık da Türkiye’deki çocuk işçiliği olgusunun temelinde yoksulluk ve bu yoksullukla mücadele olduğunu söyledi. Göçmen çocuklara yönelik de hayatta kalma mücadelesinin varlığını hatırlattı. İşçi çocukların aileleriyle çalıştıklarını dile getiren Karabıyık, özellikle tarım alanında yasal güvenceden yoksun olanların düzenli çalışma imkanı olmadığı için çocuk emeğine bağlı bir yaşam stratejileri olduğunu belirtti. Karabıyık, “Bir aile sürekli iş bulamadığı, emeklilik hakkı olmadığı, sosyal güvenceden yoksun olduğu ve ailenin geçimini sağlayabilmesi için çocuğun eve getireceği paraya ihtiyaç var. Bütün sistem bunun üzerine kuruluyor ve değiştirmemiz gereken şey aslında bu” dedi.
Çocukların güvencesiz ve tehlikeli işlerde çalıştığını hatırlatan Karabıyık, “Maalesef Türkiye’de bu kapsamda başta sivil toplum kuruluşları olmak üzere yeteri kadar kişinin, kurumun buna kafa yormadığını görüyoruz. Yani işte bir avuç bir insanız” diye konuştu.
Türkiye’de çocuk işçiliğiyle mücadeleye dönük bir model önerisinin bulunduğunu söyleyen Karabıyık, bunun temelinde yer alan kurumların rol ve sorumluluklarını yasadan aldıkları belirtti. Modele değinen Karabıyık, “Ne demek istiyoruz? Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin, siyasal partilerin ne yapması gerekiyorsa onu yapması gerek. Hükümetlerin yapması gereken, sivil toplumun, medyanın, meslek örgütlerinin, özel sektörün, akademinin ne yapması gerekir? Örneğin barolar…” sözleriyle kurumların üstelenmesi gereken sorumluluklara vurgu yaptı.
“Yasalarla korunan düzen olmalı”
“Eğer siz kayıt altına almıyor, sosyal güvenlik kapsamına almıyor iseniz bu düzen sürüp gider. O yüzden yasalarla korunan ve bu yasaların da hayata geçirildiği bir düzenden söz ediyoruz” diyen Karabıyık, işbirliği yaparak Avrupa’da olduğu gibi tedarik zincirinden sorumlu olanları harekete geçirmek gerektiğini anlattı.
Toplumsal duyarlılık ve hareketin önemine değinen Karabıyık sözlerini şöyle tamamladı:
“Gerçekten yediğimiz yemeğin, marketten satın aldığımız bir şeyin, giydiğimiz bir giysinin arka planına bakmak… Ayakkabının fiyatıyla ne kadar ilgileniyorsak, onun nasıl imal edildiğini de merak etmemiz lazım. Çünkü marketten aldığımız birçok şeyin arka planında gerçekten çocuk emeğini görüyoruz. O yüzden modeller yaratmak ve özellikle de hak temelli bir kurum nasıl olabilir konusunda çözümler geliştirmek ve bunları uygulanması için de baskı yapmak zorundayız.”