AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın görüşmesi an meselesi. Peki bu görüşmenin önündeki imkanlar ve engeller neler?
Gazeteci Amberin Zaman, Ruşen Çakır’a anlatıyor.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Merhaba, iyi günler. Gazeteci arkadaşımız Amberin Zaman’la Esad-Erdoğan yakınlaşması üzerine konuşacağız. Amberin, merhaba.
Amberin Zaman: Merhaba Ruşen.
Öncelikle seninle son yaptığımız yayından bu yana yaşanan bir gelişmeyi söyleyelim; Al-Monitor’da Baş Muhâbir oldun. Tebrik ederim. Çok isâbetli bir seçim yapmışlar. Bugün yazını okudum, çok kapsamlı ve bütün yönleriyle bu olayın, Esad-Erdoğan buluşmasının olup olamayacağını, pürüzlerin neler olduğunu, olursa neler değişebileceğini anlatmışsın. Bir kere yazıyı izleyicilerimize tavsiye edeyim. Ama ben o yazıdan çıkarttığım birtakım sorularla seninle bu yayını yapalım istiyorum. Şimdi, yazıdan anladığım kadarıyla bu görüşme olacağa benziyor. Öyle değil mi?
Amberin Zaman: Yani Sayın Erdoğan’a kalsa hemen bugün yapmaya hazır. Yani böyle bir irâde kesinlikle Türk tarafında var. Bu tartışmasız. Erdoğan’ın son açıklamaları bence bunu net biçimde ortaya koydu. Ve son süreçte, farkındaysan, Esad da biraz ağız değiştirmeye başladı. Çünkü bu konu ne zaman gündeme gelse… daha doğrusu, Türkiye-Suriye yakınlaşması biliyorsun 2022’de ilk ortaya atılmıştı. Her ne kadar istihbârat düzeyinde görüşmeler olsa da, bunu bir siyâsî evreye taşıma niyeti o zaman Rusya’nın bastırmasıyla meydana gelmişti. Ne var ki, Esad başından beri şunu söylüyordu: Türkiye Suriye’den çekilmeden böyle bir şey söz konusu olamaz. Ama en son, biliyorsun Rusya’nın Suriye temsilcisi Lavrentyev Şam’daydı ve o görüşmenin akabinde Esad’ın yaptığı açıklama biraz farklı bir tondaydı. Her ne kadar toprak bütünlüğünden, Suriye’nin egemenliğinden bahsetse de, buna saygı gösterilirse elbette neden olmasın demesiyle birlikte, şunu demedi: “Türk askeri mutlaka öncelikle çekilmeli” cümlesini bu kez kullanmadı. Bu da çok önemli bir şey. Her ne kadar insanlar, “Bu sâdece sözlü bir şey, henüz bir şey yok ortada” dese dahi, “Dâveti kabul etmedi” deseler dahi, çünkü Erdoğan biliyorsun Türkiye’ye dâvet etti Esad’ı en son cuma namazı çıkışı. Bu bence çok şey anlatıyor bize önümüzdeki tabloyla ilgili.
Evet, yazıda zâten galiba bir Dışişleri Bakanı’na atıfta bulunarak, Türkiye’nin askerlerini çekme taahhüdünün buluşmayı mümkün kılabileceği yolunda bir şey var.
Amberin Zaman: Evet. Taahhüt başka, eylem bambaşka bir şey. Şimdi oradaki nüans çok önemli kanaatimce.
Bir diğer husus şu: Erdoğan ısrarla Türkiye’ye çağırdı, ama gelişmelerden ve senin yazından da anladığım kadarıyla ve Erdoğan’ın en son yaptığı “üçüncü bir ülke” lâfını da ekledi. Üçüncü bir ülke olma ihtimâli sanki daha ağır basıyor ve sanki Irak olabilirmiş gibi bir hava var. Yanılıyor muyum?
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Amberin Zaman: Irak deniyor, ama Moskova da deniyor. Tabiî buradaki en önemli güçlü aktör Rusya. Bu rejimi ayakta tutan en önemli aktör, İran’ın yanı sıra Rusya tabiî. Ve tabiî Bağdat burada biraz rol çalmaya da gayret ediyor. Biliyorsun Irak’ın Başbakanı Sudani şunu istiyor, bu çok net ortada: İkinci kez seçilmek istiyor. Önümüzdeki yıl Irak’ta gene parlamento seçimleri yapılacak ve bugüne kadar sâdece Nuri el-Maliki ikinci kez başbakan seçilebildi. Bunun dışında herkes neredeyse bir figüran şeklinde gelip geçti. Bunu değiştirmek istiyor, kendisine bir yer edinmek istiyor ve bunu diplomasi yoluyla da başarmak isteyen bir Sudani var elimizde. Kaldı ki biliyorsun, Suudî Arabistan’la İran’ın barışmasında Irak’ın önemli bir rolü olmuştu. Ve nitekim Çin’de buluşmuştu liderler. Ama şimdi tabiî şunu da unutmayalım; Irak’taki en etkin güç, perde arkasındaki güç de İran ve dolayısıyla hem Sudani’nin kendi bekasını göz önünde tutmamız lâzım bu meseleyi analiz ederken, ama her şeyden öte İran’ı da gözetmek lâzım. İran biraz da arka kapıdan girmeye çalışıyor. Yani burada çok fazla aktör var ve yepyeni bir konjonktür var aslında önümüzde. Özellikle bu Ukrayna Savaşı ve akabinde Gazze’den sonra bütün kartlar yeniden karıldı ve karılmakta.
Peki burada şunu sorabilir miyim? Aklıma çok şey geliyor, ama yıllardır süren bir düşmanlık var Türkiye ile Suriye arasında ve Erdoğan’la Esad arasında. Yani söylenenler, yapılanlar ortada ve yaşananlar ortada. Türkiye’deki milyonlarca göçmen ortada. Şu aşamada tarafların böyle bir yakınlaşmadan âcil beklentisi ne sence? Yani âcil derken, bâzı sorunlar çok uzun vâdeli olacak, çözümü kolay olmayacak, zaman alacak. Sen yazıda da bahsediyorsun zâten bundan. Yani belki on yıllarca sürebilecek sorunlar var, ama âcil olarak Erdoğan’ın ne istediğini düşünüyorsun, neden bu kadar ısrarlı olduğunu? Ve Esad’ın ilk başta daha mesâfeli olup, şimdi yanaşıyor olmasını sâdece Putin’in baskısıyla açıklamak yeterli mi?
Amberin Zaman: Hayır, değil. Şimdi dedim ya, yepyeni bir dünya var karşımızda Ukrayna’dan beri. Öncelikle şunu anladı bölge: Batı’nın çıkarları, Batı’nın güvenliği söz konusu olunca, Amerika bütün imkânlarıyla orada ve Batı’nın, Avrupa’nın, yani Ukrayna’nın yanında durabiliyor. İkincisi, İsrail söz konusu olunca da gene bütün imkânlarını seferber edebiliyor. Ve siz şimdi Riyad’da oturuyor olsanız, devamlı Husiler tarafından saldırıya uğrayan veya İran’ı büyük tehdit olarak görüp de İran tarafından saldırıya mâruz kalan ülke olarak ne düşünürsünüz? Dersiniz ki: “Demek ki Amerika kendi işine gelince, kendi öz çıkarları söz konusu olunca, Batı’nın çıkarları, güvenliği söz konusu olunca aslında bu kadar devrede olabiliyor, bizim için ise yok.” Durum böyle olunca tabiî her şeyi yeniden değerlendirmek durumunda kaldı. Yani ben yeni bir şey anlatmıyorum burada. Zâten biliyoruz bu ülkelerin, Suudî Arabistan gibi, Türkiye gibi ülkelerin bir şekilde kendilerini daha böyle otonom bir hâle, Batı’ya daha az bağımlı bir hâle ve ilişkilerini çeşitlendirerek, yani bir yandan Rusya’yla, Çin’le de ilişkiler kurarak daha böyle arkalarını güçlendirmeye çalışıyorlar. Bir de şöyle bir durum var; Gazze yüzünden, şimdi öncelikle Esad’ın cephesinden bakalım olaya, Gazze yüzünden şu anda öyle bir duruma geldik ki İsrail her an Hizbullah’la savaşa girebilir. Bu, Suriye ve Esad açısından son derece riskli bir durum tabiî. Bir kere İran çok fazla baskı kuracaktır. Eğer ki böyle bir savaş çıkarsa, Esad üzerinden mutlaka, “Sen de bir cephe aç, en azından kendin savaşmasan da silâhların tedâriki için yardımcı ol” türünden baskılarla karşı karşıya kalacaktır. Ama biliyoruz ki aynı zamanda İran da böyle bir savaşı katiyen istemiyor, İsrail’le de savaşmak istemiyor. Bir bakıma eğer bu ılımlı diye adlandırılan Pezeşkiyan gibi reformcu bir figür de seçimleri kazanabildiyse, en azından yolu tıkanmadıysa rejim tarafından, demek ki İran da işte yeni bir pozisyon alıyor. Batı’yla daha az böyle gerilimli bir mecrâya, yola girmek istiyor. Çünkü ne gördük? Şu anda karşımızda çok azılı, agresif bir İsrail var. Siz şimdi bu durumda olunca ne istersiniz? Mümkün mertebe bir yandan Amerika’yla tansiyonu düşürürken, bölge aktörleriyle de işbirliğinizi geliştirmek istersiniz. Bunların arasında tabiî Türkiye de var, Suudî Arabistan da var İran açısından. Ve özellikle Türkiye ile ilgili, bunu Suriye üzerinden yapmayı denemek çok da yadırgatıcı gelmemeli hiçbirimize. Ve dolayısıyla Esad’ın üzerinde baskılar artmıştır ve Esad da anlıyordur ki artık eskisi kadar Türkiye’yi ve Erdoğan’ı dışlayan bir pozisyon takınması mümkün değil. Kaldı ki ayrıca bir Trump faktörü var önümüzde ve Trump’ın ne yapacağını hiç kimse öngöremez, Türkiye dâhil. Her ne kadar Erdoğan’la Trump arasında bir kimya vs. olsa dahi, ne yapacağı son derece belirsiz bir lider var karşımızda. Türkiye cephesinden bakıldığında, bunu sizlere anlatmak aslında abesle iştigal ama, net bir şekilde Erdoğan son derece sıkışmış durumda. Bir kere Suriyelilere karşı tepkiler şiddetlendi, ama öyle bireysel, münferit olaylar değil; toplu şiddet hâlini aldı. Gördük yani, korkunç manzaralar vardı ve bunun bir karşılığını da gördük. Tabiî basına çok fazla yansımadı; çünkü Erdoğan, hükûmet, iktidar bir şekilde üstünü örtmeye çalıştı. Ama Suriye içerisinde de Türkiye’ye karşı müthiş bir tepki oldu; yani Suriye içerisinde derken, Türk askerlerinin bulunduğu bölgeyi kastediyorum. Ve Lübnan’ın iki misli büyüklüğünde bir alandan bahsediyoruz, koskocaman bir alan bu Türkiye’nin aslında “işgal etti” dendiği alan, yani rejim öyle diyor, o kelimeyi kullanıyor. Ve Türk askerlerine saldırmaya kadar gitti bu iş. Türk askeri de karşılık verdi ve orada en az 8 kişi öldü deniyor. Ve bu daha başlangıç yani. Çünkü bu tepkilerin Türkiye içerisinde git gide artacağını hepimiz tahmin edebiliriz, özellikle ekonomi bu kadar sıkışmışken. Ve unutmayalım, Recep Tayyip Erdoğan’ın yaklaşımı nedir? Sanki yarın seçim olacakmış gibi. Sürekli kafası o şekilde çalışıyor. Şimdi bâzı insanlar diyor ki: İşte, erken seçim vs.. Erken seçime gerek yok, bu Suriye meselesini biraz bu tepkileri azaltmak adına bir şekilde Esad’la masaya oturmak ve belki birtakım Suriyelilerin geri dönüşünü sağlayabilmek için daha şimdiden, bugün, yani hemen masaya oturmaları gerekiyor. Önümüzde 4 yıl var, 4 yıl çok kısa bir zaman aslında. Dolayısıyla Erdoğan’ın bu tür baskılar hissettiğini düşünüyorum. Yani seçimleri, bir dahaki seçimi gözeterek ilk başta bu Suriyelilerle ilgili meseleye odaklanıyor. Bakın, bunu muhâlefet de anladı ve Özgür Özel şimdi biraz da rol çalarak, Esad’la görüşeceğini, görüşmek istediğini ve bunun Şam tarafından olumlu karşılandığı minvâlinde açıklamalar yaptı. Yani Suriye konusu artık iç politikanın ve seçim kazanmanın da bir ayağı oldu. Ama onu bir kenara koyalım. Bir de tabiî Türkiye’nin dış politikası ve en başta güvenlik sâikleriyle de yaklaştığını unutmayalım. Bu statüko Türkiye açısından artık sürdürülebilir gözükmüyor. Çok konuştum, pardon, kesiyorum.
Yok yok. Burada anladığım kadarıyla Ankara’nın iki tâne önemli aktörü var: Birisi Hakan Fidan, diğeri İbrahim Kalın. Yanılıyor muyum?
Amberin Zaman: Şimdi, birisi Dışişleri Bakanı, diğeri istihbârâtın başındaki isim. Zâten başından beri bu Suriye dosyası Hakan Fidan’ın elindeydi ve bence Hakan Fidan buradaki birincil aktör. Ama siyâsî irâde tabiî ki Erdoğan’a âit ve Erdoğan ne isterse o olacaktır. Şimdi bunu unutmayalım. Hakan Fidan tamam, önemli, ama örneğin Washington’a gitmesini, bunu çok yakından biliyorum, çok istedi. Ama Erdoğan gitmedi netîcede. Dolayısıyla ne demek bu? Netîcede son karârı her zaman Recep Tayyip Erdoğan verecektir. Ve net bir şekilde aslında bu Ortadoğu kültürüne baktığınız zaman, Erdoğan’ın yaptığı açıklamalar bayağı bayağı önemli. Neden? Çünkü bir şekilde karizması müthiş çiziliyor, değil mi?
Evet, özellikle Murat Sabuncu’ya verdiği röportajda Ahmet Davutoğlu, Erdoğan’ın bu görüşmeyi bu kadar talep etmesinin îtibar sorunu yarattığını falan söylüyor. Neyse, şeye gelelim. Demin bahsettin: Bu Suriyeli muhâlifler, Özgür Suriye Ordusu vs.. Yazıda da bahsediyorsun, bu çok ciddî bir sorun potansiyeli taşıyor. Nitekim geçtiğimiz günlerde de gördük. Bunu nasıl çözebilir Türkiye? Yani hakîkaten bir yerden sonra artık fonksiyonları kalmayacak. Rejim değiştirme diye bir gündemin, tamâmen Ankara-Şam yakınlaşmasının temel maddelerinden birisinin Türkiye’nin artık rejim değişikliği gibi bir arayışı olmadığı ortada. Dolayısıyla bu kişilere hiçbir şekilde ihtiyaç olmayacak. Ne olacak, nasıl yapacak, onları nasıl iknâ edecek?
Amberin Zaman: Son derece önemli bir soru sordun Ruşen. Çünkü çok fazla yazılıp çizilmiyor gene Türkiye basınında, ama bunlar çok kriminal yapılar. Öyle ki Birleşmiş Milletler ve Amerikan Dışişleri Bakanlığı raporlarında geçen, insanlığa karşı suç işlemekle itham edilen ve bâzılarına da yaptırım getirilmiş kişiler bunlar ve bâzılarının Türk vatandaşlığı olduğunu biliyoruz. Hattâ Türkiye içerisinde iş sâhipleri. İşte, oto galerisinden tutun, her türlü sektöre bulaşmış vaziyetteler ve de bunların ileride ne yapacağını çok iyi bilemiyoruz. Tabiî MİT’in bunların üzerinde kontrolü olduğunu varsayarak söylüyorum bunları. Ama yani ileride bunları tam olarak nasıl kontrol altına alırsın? Bir kısmını paralı asker olarak Karabağ’a filan yolladılar, Libya’ya yollandıkları söyleniyor. Hattâ bugünlerde Afrika’ya gittikleri iddia ediliyor. Bunu da araştırıyorum ben bir yandan. Ama netîcede bunlar çok önemli sorular. Çünkü Pakistan’da aynısı yaşandı biliyorsunuz. Önce bu cihadcı gruplara destek sağlandı, CIA müthiş para akıttı, silâh ve benzeri şeyler sağlandı. Sonradan Pakistan’ın başına belâ oldu bunlar. Aynısını yaşamayacağımızı nereden biliyoruz?En uzun sınır hattımız bu, Türkiye’nin Suriye ile sınırı 900 kilometre. Her ne kadar sen duvar da örsen, bu her zaman gedikler açıldığını bildiğimiz gibi, üstelik Türk tarafından da. Bunlar tabiî iddia düzeyinde, ama bu suç örgütleriyle birlikte mafyöz yapılar oluştuğunu, Türk tarafından da rant devşirildiğini, yani bunların asker arasında, polis arasında olduğunu da biliyoruz, duyuyoruz. Ve bütün bunlar tabiî Türkiye’nin aynı zamanda imajını korkunç sarsan şeyler. Özellikle IŞİD’den beri dünyadaki söylem nedir? “Türkiye bunların müttefiki oldu, Türkiye bunlara yol açtı, Türkiye yüzünden bunlar Suriye’ye girebildi ve bütün bu katliamları vs. yapabildi”. Yani neresinden baksanız, –bunu Behlül Özkan dedi ve çok haklı– Türkiye’nin en büyük millî güvenlik sorunu bugün Suriye. Ama biz şu anda bu kriminal yapılardan bahsederken HTŞ’den bahsetmedik. Hayat Tahrir El-Şam, biliyorsun oradaki en güçlü, El-Kaide’den devşirilen bir örgüttü.
Zâten sonraya saklıyordum. Yani Özgür Suriye Ordusu’ndan daha hayâtî, daha acâyip bir sorun İdlib’deki yapılanma. Tam senin bahsettiğin El-Kaide türevleri, eski Nusra Cephesi. Ve orada hem bunların militanları var hem de onlara destek veren geniş bir halk var. Yani sayıları hakkında değişik rakamlar söyleniyor; ama 1 milyonun üzerinde deniyor. Şu anda orada garip bir statü var, değil mi? Türkiye ve Rusya’nın kontrol altına aldığı… Ama bu Ankara-Şam yakınlaşmasının sonucunda o İdlib’deki statü süremez. Ne olacak o insanlar?
Amberin Zaman: En büyük açmazlardan biri de bu Ruşen. Çünkü Esad’ın Türkiye’den talep edebileceği ne var? En başta HTŞ’nin gelir kaynaklarını bir kere durdurmak ne demek? HTŞ ayakta kalabiliyorsa, bu Türkiye sâyesinde. Neden? Çünkü sınır, yani tek açık sınır, oraya işte malın girişini çıkışını, bütün hayâtî malzemeler, ticâret, artık ne varsa Türkiye üzerinden geliyor. Şimdi Türkiye bu sınırı kapatsa birdenbire, tabiî hayat orada imkânsız hâle gelecek HTŞ için. Ama aynı zamanda bunu yaparak, bir olası Suriye operasyonu, yani büyük çaplı… Çünkü Suriye Rusya ile birlikte sürekli oraya saldırılarda bulunuyor; ama böyle büyük bir operasyon henüz başlatmadı. Başlatmaya kalktığında da Türkiye biliyorsun karşısında durmuştu. Şimdi Esad’ın taleplerinden biri bu. Ama bu işte çok riskli bir durum Türkiye için. Çünkü öyle bir operasyon başladığı anda ne olacak? Yeni bir dalga akın edecek Türkiye’ye doğru, mülteci akını olacak. Bunun önünü nasıl alacak Türkiye? Çünkü Erdoğan’ın en büyük sorunu da zâten Suriyeliler. Daha fazla Suriyeli değil, mümkün olsa hepsini göndermek isteyecek noktaya geldi Tayyip Erdoğan. Şimdi ne olacak, nasıl olacak? Bunlar çok zor şeyler. Dolayısıyla bugünden yarına böyle mucizevî bir şekilde her şey düzelecek, her şey güllük gülistanlık olacak diye bir şey yok.
Daha sorunlar bitmedi. Bir de Kürtler meselesi var. Orada çok ilginç şeyler söylüyorsun. Kürtlerin şu anda orada birtakım petrol ve doğal kaynakları denetim altına aldıklarını ve Esad’ın bunu geri almak isteyeceği bir senaryodan bahsediyorsun.
Amberin Zaman: Başından beri Suriye’nin neredeyse bütün petrol varlığı Kürtlerin denetiminde ve Amerika’nın koruması altında. En büyük petrol sâhalarının yanında Amerikan üsleri var. Ben, biliyorsun, Kuzeydoğu Suriye’ye devamlı giden bir insanım. En son Nisan ayında oradaydım. Tabiî ki bunları geri almadan Esad’ın ekonomisini yeniden canlandırması mümkün görünmüyor. Sâdece petrol değil ki; bütün barajlar, aynı zamanda bütün tarım zenginliği ve en verimli topraklar da Kürtlerin denetiminde. Tabiî ki bunları geri istiyor Esad. Ama Amerika orada bulunduğu sürece bunu yapması mümkün değil. Çünkü karşısında Amerika’yı bulacak. Peki bu nasıl olacak? O kadar çok açmaz var ki. Bir yandan Türkiye de Amerika’nın çıkmasını istiyor. Çünkü her şeyden önce Kürtleri himâye eden bir pozisyonda Amerika orada ve orada bir Kürt devletçiliği oluşuyor gözüyle bakıyor. Yani bir yeni Kuzey Irak modeli diye bakıyor. Ve bu süre ne kadar uzarsa o yapının o nispette daha fazla kök salacağı bilincinde. Ne kadar operasyon yaparsa yapsın Türkiye, o yapı varlığını sürdürüyor.Ve işin tuhafı tabiî, o petrolü bir yandan rejime satıyor Kürtler, bir yandan Türkiye’nin denetimindeki alanlara da satıyor. Öte yandan, hattâ bir dönem en çok da Kuzey Irak’a satıyordu bu petrolü ve neredeyse bedavaya. Çünkü Kuzey Irak’la olan sınırın açık kalmasının bedeli o; Irak Kürtleri tarafından biçilen bedel, KDP tarafından biçilen bedel, “O petrolü bize çok ucuza satacaksın”. Ve hakîkaten neredeyse bedavaya, yani dünya fiyatlarının, yani en son varil başına 7 dolar bile duyduğum olmuştu. Ve o petrol orada, Kuzey Irak’ta rafine edilip, hattâ bir dönem Kuzey Irak’ın Türkiye üzerinden ihraç ettiği bir boru hattı var şu an kapalı olan, o boru hattına o petrolün de yedirildiği iddia ediliyordu. Hattâ ben bunun izini sürmüştüm ve bir şekilde gerçekten de en azından kamyonlarla SDG’nin, YPG’nin ürettiği petrolün bir kısmının bir şekilde Türkiye’ye gittiğini de tespit edebilmiştim.Yani çok karmaşık bir durum var orada.
Şu hususta herhalde durum net. Başka yerlere de gidenler var, ama biz Türkiye’dekileri konuşuyoruz: Türkiye’de milyonlarca Suriyeli var. Esad bunların gelmesini istemiyor. Yani gelsinler, yurtlarına dönsünler gibi bir şeyi yok. Kendileri de büyük ölçüde istemiyorlar. Çünkü yıllardır Türkiye’deler, iyi kötü bir hayat da oluşturdular. Ama hani başta da söyledin ya; bu kadar çok sığınmacının olması siyâsî partileri, iktidârı da iç politikada zorluyor. Bunların hepsini olmasa bile gözle görülür bir sayıda insanın geri gitmesini istiyorlar, istemek durumundalar. Bu olayın yakın vâdede çözülemeyeceği muhakkak. Ama burada bir şey kurulabilir mi? Yani bir imkân, bir zemin oluşabilir mi geri dönüş için? Nasıl olabilir?
Amberin Zaman: Şimdi burada tabiî bir kere para çok önemli. Bir kere Suriye’nin yeniden ihyâ edilmesi gerekiyor. Yani yerle bir olmuş ülke, değil mi? Şimdi unutmayalım, Avrupalılar aslında bu olaya çok sıcak bakıyorlar. Neden? Çünkü bu bir tür canlı bomba gibi o Suriyeliler, Türkiye’deki Suriyeliler değil mi? Hattâ bir zamanlar bunu neredeyse bir şantaj unsuru gibi kullanıyordu Türkiye ve bu sâyede zâten Avrupa Birliği’nden çok mühim fonlar alıyor. Bu fonlar da bu mülteciler için harcanıyor. Öyle ki Türk vatandaşlarının gözüne batacak şekilde. Çünkü meselâ diyorlar ki: “Hastânede ilk onlara bakılıyor.” Neden? Çünkü onlara özel bir statü tanınmış bir şekilde. Ama Amerika’nın uyguladığı yaptırımlar yüzünden hiç kimse yanaşamıyor Suriye’ye ekonomik yardımda bulunmaya, yeniden ticârî ilişkiler geliştirmeye. Dolayısıyla burada Amerika’nın tavrı çok önemli. Çünkü sen bir kalkınma modeli geliştirmeden nereye yollayacaksın o Suriyelileri? Bırak dönmeyi isteyip istemediklerini veya Esad’ın onları isteyip istemeyeceğini, yani nerede barınacak bu insanlar? Öyle kolay iş değil ki bu. İşte bu noktada, dediğim gibi, Amerika’nın tavrı çok çok belirleyici. Çünkü benim görüştüğüm Avrupalılar, Birleşmiş Milletler’den bu konuda yetkili kişiler, hepsi aslında, bunu kamu önünde belirtmeseler dahi, Esad’la Türkiye’nin barışmasının hayâtî olduğuna inanıyorlar.Yani özellikle Avrupalılar için kendi güvenlikleri açısından bunun önemli olduğunu düşünüyorlar. Trump seçilirse bu konuya nasıl yaklaşır onu tam olarak bilemiyorum. Ama mevcut yönetimin tavrına gelince… Şimdi yazımda da belirtmiştim, bütün bu Esad-Erdoğan barışacak vs. bu haberler karşısında Amerika’nın tavrı nedir? Amerika aslında suskun. Neden suskun? Çünkü Amerika da aslında bu olaya karşı değil. Neden değil? Çünkü Suriye Amerika’nın hiçbir zaman önceliği olmadı. Ve her ne kadar komplo teorileri dolaşsa da, “Suriye’ye geldi, çünkü Kürt devleti kurmak istiyordu” gibi iddialar olsa da, hayır, mecbûren geldi.Çünkü öncelikle bu DAİŞ’i Türkiye ile birlikte halletmek istedi; ama Türkiye’nin yereldeki partnerleri, bu Sünnî cihadcı yapılar, bir kere birbirleriyle kavga etmekten ve para pul peşinde koşmaktan doğru düzgün ne savaşabiliyor ne de başka bir şey yapabiliyorlardı. Mecbur kaldılar. Baktılar bu Kürtler savaş konusunda daha başarılı, partnerlik kurdular.Ama şimdi Amerika orada kalmak istiyor mu? Hayır, yok. Yok efendim petrolünü istiyormuş, şu bu. Bakın, Amerikalılar kendi üslerini bombaladılar. Kobani’de üsleri vardı, gittiler, sonra çekilince, Kobani’den bombaladılar orayı.Yani demek istediğim, Amerika orada kalıcı değil ve bunu her fırsatta Türk tarafına da iletiyorlar. Ama bir şekilde orada bir istikrârın yakalanması… İstikrardan anladıkları da şu: DAİŞ’in yeniden palazlanan büyük bir tehdit olmasını engellemek adına oradalar.Ama bu işin bir de Irak ayağı var, bir de Irak’a dönelim. Irak ne diyor? Irak, “Artık biz koalisyon güçlerini istemiyoruz, çıksınlar” diyor ve onların çıkışı şu an için müzâkere ediliyor, Amerika’yla yeni bir anlaşma üzerinde duruluyor ve artık Amerikan askerî güçleri orada bir şekilde danışman pozisyonunda ve çok daha az sayıda bulunmak üzere yeniden düzenleniyor. Şimdi koalisyon oradan çekildiği anda ne olacak? Suriye’deki varlığını sürdüremeyecek. Çünkü Amerikan askerleri, birkaç Fransız ve İngiliz askeri de var orada, onlar Suriye’deki varlıklarını koalisyonun misyonuna, Bağdat’taki, Bağdat merkezli koalisyonun varlığına bağlıyorlar ve o şekilde îzah ediyorlar. Çünkü Suriye onları dâvet etmedi oraya. Suriye İran’ı dâvet etti, Suriye Rusları çağırdı; onları değil. Yani orada kalmaları imkânsız hâle gelecek.Dolayısıyla bu yılın başında, çok uzattım lâfı farkındayım ama, ben bir yazı yazmıştım, bayağı da Washington’da tepki yaratmıştı; ama doğru bir haberdi bu. Beyaz Saray’da bir toplantı yapıldı ve o toplantıda şu konuşuldu: “Acaba rejimle Kürtler bir arada DAİŞ’e karşı işbirliği yapabilirler mi? Böyle bir model geliştirilebilir mi?” Yani bunu neden tartışmaya açtılar? Çünkü artık kendileri çekilince bir şekilde bu problem devam ettiği sürece bununla mücâdele etmek gerekiyor. “Acaba böyle bir model olabilir mi?” diye toplantı yaptılarve her ne kadar akabinde “Biz çıkmıyoruz” vs. gibi peş peşe açıklamalar yapılsa da, hiç kimse “O toplantı yapılmadı” diyemedi. Anlatmaya çalıştığım, artık yeni bir evredeyiz.
Yeni bir evredeyiz, ama şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Bir süreç başladı. Bu süreç devam edecek, ama zaman alacak.
Amberin Zaman: Evet. Zaman alacak, ama siyâsî irâde noktasında ben çok önemli olduğunu düşünüyorum, özellikle Erdoğan gibi güçlü bir lider söz konusu olduğunda. Neden? Şimdi Ermenistan’la da sözde bir sürecimiz var, değil mi? Ön koşulsuz barış deniyor, işte ön koşulsuz olarak oturduk masaya. Ve hattâ şu dendi: Üçüncü ülke vatandaşları artık sınır kapısından geçebilecek. Bu sözde Ocak ayında başlayacaktı. Hiçbir şey hareket etmiyor, yaprak kıpırdamıyor, hiçbir gelişme yok. Ama Ermenistan Karabağ’ı kaybetmiş, savaşı kaybetmiş. Ermenistan Başbakanı Paşinyan, meclisin önüne geçip “Karabağ Ermenistan’ın demek hatâydı” demişken ve artık her şeye hazırken… En son dört Azeri köyünü iâde etti. Azerbaycan hâlâ barışa hiç yanaşmıyor. Şimdi Türkiye bu konuda bu kadar yavaş davranırken, herhangi bir geçerli gerekçesi de yok aslında, Azerbaycan’la, Aliyev’le diyelim bu müthiş ittifak dışında.Peki bunu yapamazken Suriye için ne kadar ileri adımlar atmaya hazır Erdoğan? Bir siyâsî irâde var ortada. İstediği kadar insanlar küçümsesin, hani böyle “Bunu çok duyduk” desinler, böyle şeyler biz duymadık aslında Recep Tayyip Erdoğan’ın ağzından bugüne kadar. Dolayısıyla bu süreç çok sancılı olacak, çok zaman alacak ve kolay olmayacak, belki geri adımlar atılacak, bilemeyiz; ama yeni bir süreç başladı. Herkes de ona göre pozisyonunu alıyor veya almalıdır. “Yok efendim olamaz” vs. diyenlerin birçoğu da… Bu bana biraz Sovyetlerin çöküşünü hatırlatıyor. Bütün bir ömrünü, kariyerini Kremlin’i anlamaya adayan, Sovyetolog olarak hayâtını kazanan ve îtibar edinen kişilerin böyle bir anda dumûra uğramasını bana biraz hatırlatıyor. Bir anda herkes dumûra uğrayabilir.
Evet, Amberin çok teşekkürler. Sonuçta süreç başladı. Zor olacak, ama bir şekilde ilerlemeye mahkûm gözüküyor. Ve tabiî ki olay şu: Erdoğan ve Esad’ın dışında da çok sayıda aktör var. Bir de Amerika’daki Amerikalı aktörlerin kim olacağını tam bilemiyoruz. Trump tekrar gelirse işin rengi iyice değişebilir. Çok teşekkürler Amberin. Çok sağ ol katkıların için. Bu süreçte başka yayınlarda tekrar bir arada olacağız. Sağ ol.
Amberin Zaman: Ben teşekkür ederim. Biraz karışık anlattım, ama durum çok karışık.
Yok yok, çok güzel. Sağ ol. Evet, Al-Monitor Baş Muhâbiri Amberin Zaman’la Erdoğan-Esad yakınlaşmasının önündeki riskleri ve fırsatları konuştuk. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.