Ruşen Çakır’ın konuğu Yusuf El Şerif: Arap dünyası Ankara-Şam yakınlaşması ihtimaline nasıl bakıyor?

Bir süredir gündemde Suriye ve Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad ile ilişkilerin normalleşmesi var. İddiaya göre AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Esad arasındaki görüşme Irak’ta yapılacak.

Peki Arap dünyası Ankara-Şam yakınlaşması ihtimaline nasıl bakıyor?

Yusuf El Şerif, Ruşen Çakır’ı anlatıyor.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler. Bugün Ankara-Şam yakınlaşması konusundaki ikinci yayınla karşınızdayım. Şimdi Arap dünyasının olaya nasıl baktığını Filistinli gazeteci arkadaşımız Yusuf El Şerif’le konuşacağız. Yusuf, merhaba.

Yusuf El Şerif: Merhabalar Ruşen Bey.

Geçen hafta seninle İsrail-Lübnan meselesini konuşmuştuk. Bayağı da bir ilgi gördü. Beğenenler ve beğenmeyenler oldu. Olsun, bizim gazetecilerin işi hep böyledir zâten. Bugün Ankara-Şam yakınlaşması konusunu konuşalım demiştik. Olay bayağı ciddîye biniyor, biliyorsun. Cumhurbaşkanı Erdoğan her vesîleyle bunu söylüyor; “Sayın Esed’le yeni bir dönem başlatmak istiyoruz” diyor. Rusya’nın bu işin içinde olduğu belli. Putin’in ve Irak Başbakanı’nın da bir tür arabuluculuk yapmaya çalıştığı söyleniyor. Önce sana şunu sorayım — bu “olur mu olmaz mı?” meselesine geleceğiz ama: Arap dünyası bununla ilgili mi? Yakın zamanda Suriye’yi geri aldılar aralarına. Arap dünyası Esad’la bir nevi barıştı, değil mi, yani belli bir süredir?

Yusuf El Şerif: Esad’la barıştı dememiz için biraz erken; Suriye ile barıştı, Suriye rejimiyle. Biraz ikinci bir fırsat veriyor yani, şartlı bir fırsat. Bu bir barışma falan değil. Yani Arap Ligi’ne geri dönmesi için belli şartlara uyması gerekiyor. O şartlar nedir? “Reform yapacaksın, muhâlefetle konuşacaksın, düzene gireceksin ve Birleşmiş Milletler’in kararlarını uygulamaya koyacaksın.” Yani anayasa çalışmalarını, yeni anayasa görüşmelerini yapacaksın. Bu yüzden birinci Arap Ligi’nde Riyad’da güzel bir şekilde ağırlandı Beşar Esad. Çünkü böyle bir anlaşma yapıldı. Fakat bir sene içerisinde Beşar Esad bir şey yapmadı. Hattâ önemli şartlardan bir tânesi, uyuşturucu ticâretini kesmesi gerekiyor. Çünkü Lübnan, Hizbullah ve Suriye, “Captagon” denilen metamfetamin uyuşturucusunu üretiyorlar ve Ürdün’e, Suudî Arabistan’a tırlarla, sebze meyve tırlarında çok fazla gönderiyorlar. Ve bu, Suriye ordusu himâyesinde yapılıyor. Bunu da durdurmadı. Hattâ Ürdün öyle bir yere geldi ki, Ürdün kendi askerleriyle Suriye sınırının içine girdi, uçaklarıyla bombaladı son uyarı olarak. Ama bu yüzden, dediğim gibi Beşar Esad istenilen şeyleri yapmayınca, Bahreyn’deki ikinci Arap zirvesine sâkin bir şekilde dâvet edildi ve konuşmasına izin verilmedi. Konuşmadı orada. Bu yüzden bir git-gel var, barışma diye bir şey yok.Suudî Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri büyükelçiliklerini orada yeniden açtı. Birleşik Arap Emirlikleri zâten büyükelçiliğini 3 yıl önce açmıştı. Bunlar yeni gelişmeler ve bu gelişmelerin nedeni, son iki ayda şöyle bir şey var ve bunlar zâten Türkiye-Şam yakınlaşması ile paralel gidiyor, çünkü aynı zamâna denk geliyor Sayın Erdoğan’ın son konuşmaları. İran-İsrail gerginliği, İsrail-Hizbullah savaş olasılığı yüzünden Körfez ülkeleri, Arap ülkeleri Suriye’yi “soğutmak” istiyorlar — iki tırnak arasında siyâsî bir terim olarak. Bu savaşın içinden çekmek istiyorlar. Suriye müdâhil olmasın. Savaş olursa, İran kendi milislerini, askerlerini Suriye’ye göndermesin, Suriye’den cephe açılmasın. Bunu istemiyorlar. Çünkü savaş olursa İran, biliyorsunuz, Irak üzerinden Suriye’ye askerler gönderebilir. Kendi askerleri değil; hiçbir zaman İran ordusu İsrail’le savaşmıyor. Irak milisleri, Şiî milisleri, Suriye milisleri, Hizbullah, Suriye üzerinden İsrail’e cephe açabilir ve bunu Araplar istemiyor.Çünkü böyle bir savaşın olmasını da istemiyorlar. Bu yüzden Suriye’yi biraz bu kargaşadan çıkartmak istiyorlar. Orada Beşar Esad’ın tek yaptığı olumlu bir tavır var Araplar açısından, o da Gazze Savaşı sırasında müdâhil olmaması. Biliyorsunuz, Hamas’ın en büyük destekçilerinden bir tânesi Beşar Esad. Hattâ bir zamanda Hamas’ın evliğini yaptı Şam; Hamas’ın bütün kararları, bütün işleri Şam’dan yönetiliyordu. Gazze’de bu kadar büyük bir savaşa girdiğinde, Suriye’den herhangi bir ses duymadık. Ne destek, ne siyâsî destek, ne de bir bildiri, savaşa da girmedi. Bu yüzden Araplar bunun devam etmesini istiyorlar. Eğer İsrail’in, Netanyahu’nun çılgın politikalarıyla, Hizbullah’ın İran’dan aldığı destekle olaylar şiddetlenir ve büyük bir savaş olursa, Suriye’nin bu savaşın müdâhil tarafı olmamasını istiyorlar.Bu yüzden Araplar, Beşar Esad’a şu anda bir kredi açıyorlar — ki bu kredi aslında kendi menfaatlerine; çünkü Suriye’nin böyle bir savaşa girmemesi hem İsrail’i hem de İran’ı biraz dizginler, yani bu savaşı mümkün hâle getirmez.

Suriye’de iç savaş ilk çıktığı zaman bâzı Arap ülkelerinin, Körfez ülkelerinin Esad aleyhine grupları desteklediği doğru ama, değil mi? Uzun bir süre yatırım yaptılar.

Yusuf El Şerif: Tabiî, tabiî. 2011’de olaylar başladığında, Suudî Arabistan Beşar Esad’a ilk önce, “Biz size para verelim, bu insanları tatmin edin, maaşları artırın, böyle bir şey olmasın” dedi. Beşar Esad paraları aldı, ama kimseye dağıtmadı, İran’ın yolunu tercih etti. Bu yüzden Katar, Suudî Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Amerika ile birlikte, Hillary Clinton ve Türkiye, o dönemde Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile birlikte tabiî ki Esad’a karşı silâh verdi, para verdi ve Esad’ı devirmeye çalıştılar tabiî. Bunu onlar da inkâr etmiyorlar. Ama tabiî ki ondan sonra Türkiye ve Katar devam etti 2013’ten sonra. Bu işin içine İslâmî kesimlere hâkim olunca –Nusra gibi, DAİŞ gibi, İhvân-ı Müslimîn gibi– Suudî Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri 2013’ten îtibâren çekildi. Hattâ diyebilirim ki Birleşik Arap Emirlikleri 2017’den îtibâren Şam’la yeniden yavaş yavaş sinyal kurmaya başlamıştı.

Şimdi Ankara ile Şam arasında bir şeyler olacak gibi. Yani Erdoğan biraz daha istekli, Esad biraz daha acele etmiyor; ama çok net bir şekilde Erdoğan bunu bayağı bir çalışıyor. “Olur mu olmaz mı?”ya geleceğiz ama, Arap dünyası, Arap medyası tâkip ediyor bunları. Bayağı bununla ilgili haberler, yorumlar çıkıyor. Ama Arap dünyasının böyle bir beklentisi var mı? Ya da olsun diye çalışan ülkeler, liderler var mı? Erdoğan Körfez’le de barıştı, artık Mısır’la da barıştı. Şimdi Körfez ülkelerinin, Mısır’ın ve diğer Arap ülkelerinin, Ürdün’ün, “Artık bu şeyi bıraksınlar, anlaşsınlar” diye bir çabaları, bir beklentileri var mı?

Yusuf El Şerif: İlk önce, tabiî ki var. Ben biraz önce söyledim; yani paralel bir şey yürütüyor. Körfez ülkeleri Şam’a yakınlaşıyor, Türkiye’de aynı zamanda Sayın Erdoğan’ın lâfları da aynı paralelde. Bu yüzden bir “Suriye’yi soğutma operasyonu” var. Ve tabiî ki Körfez ülkeleri Türkiye’nin bu operasyona katılmasını istiyorlar. Hatırlarsanız, Türkiye-Mısır arasındaki ihtilâfın çözümünde Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri de arabuluculuk rolünü üstlendi ve burada aynı şeyi diyebiliriz.Fakat burada değişik bir şey var. Elbette Körfez ülkeleri, Türkiye ile Şam’ın yakınlaşmasını istiyor; çünkü İran’ı dengeler bu. Yani eğer İsrail ve İran arasında yavaş yavaş bir savaş çıkacaksa ve Suriye bu savaşın dışında kalırsa, Türkiye-Şam’la barışırsa yavaş yavaş, İran’ın etkinliğini kırmış olur Körfez ülkeleri. Bu önemli bir şey. Fakat benim izlediğim kadarıyla, Körfez ülkeleri pek buna bel bağlamamışlar. Yani Türkiye’nin Şam’la iyi bir şekilde barışacağına dâir pek fazla umut yok; istek var, ama pek umut görmüyorlar. Ve yaklaşım da biraz onların kafalarında soru işâreti yaratıyor. Ben birisiyle konuştum, bana şöyle dedi: “Yusuf, Sayın Erdoğan’ın söyledikleri lâflar diplomasi âleminden biraz uzak.Yani bir lider, ihtilâflı bir lidere böyle yaklaşmaz. Nostaljiyle, ‘Biz âile gibiydik, biz birlikte yemek yiyorduk, biz sizin eşinizi merak ediyoruz, yeniden bir araya gelelim” vs.. Bunlar diplomasi lâfları değil. Hele hele Beşar Esad’ın dinlemek istediği şeyler değil bunlar. Belki Körfez ülkelerinden ya da Arap ülkelerinden şöyle bir demeç beklerlerdi Sayın Erdoğan’dan ya da Ankara Dışişleri’nden: ‘Evet, Şam’la çok büyük ihtilâflar yaşadık, fakat şu andaki durumda yeniden her şeyi gözden geçirmemiz gerekiyor. Önemli sorunlar var, güvenlik sorunlarımız var. Bu yüzden ben Sayın Esad’ı dâvet ediyorum. Bunları arkamızda bırakalım, önümüzdeki fırsatlara bakalım, önümüzdeki ortak tehlikelere bakalım’ gibi böyle daha sâde ve siyâsî bir demeç bekliyoruz.” Böyle demeçler çıkınca, gerçekten bunlar Beşar Esad’ı etkiler mi? Etkilemez yani, herhangi bir siyâsetçiyi etkileyemez. Hele Beşar Esad gibi duygusallıkla hiç alâkası olmayan birisini… Duygusal olsaydı, halkına böyle bir zulüm etmezdi, katliamlar falan. Bu yüzden burada bir soru işâreti yaratıldı. Tabiî ki Sayın Hakan Fidan’ın işi zor. Şimdi Sayın Erdoğan dedi ki: “Hakan Fidan’a dosyayı verdim. O gitsin, Suriyelilerle konuşsun.” Sayın Hakan Fidan’ın zâten hem Arap dünyasında hem Suriye’de; çünkü Türkiye’nin bütün Arap ülkeleriyle ilişkilerinin yeniden düzeltilmesinde Sayın Hakan Fidan’ın çok büyük bir rolü ve önemi var ve Hakan Fidan’a Arap dünyasında büyük bir saygınlıkla bakılıyor.Fakat burada Beşar Esad ve Arap ülkeleri, Sayın Erdoğan’ın lâfları karşısında şaşkın haldeler. Yani niye böyle nostaljik ve duygusal cümlelere dökülüyor bu iş? Orada bir soru işâreti var. Hele hele muhâlefet lideri Sayın Özgür Özel’in gidip de, “Ben Beşar Esad’la görüşeceğim” falan demesiyle Arap dünyasında şöyle bir algıya ya da kanaate varıldı:Bu iş biraz fazla iç siyâset meselesi olmuş. Yani hükümet ve muhâlefet baktılar ki Kayseri’de olaylar çıktı, Kuzey Suriye’de olaylar çıktı, falan filan; artık bir yarışa girilmiş; “Ben Beşar Esad’la barışırım”, “Hayır, ben Beşar Esad’la barışırım” şeklinde. Ve ikisi de, yani saygı duyuyorum herkese, sayın muhâlefet liderine ve tabiî ki elbette Sayın Cumhurbaşkanı’na; ama siyâset farklı bir şekilde işleniyor Ortadoğu’da ve bütün dünyada. Yani nerede görüldü ki muhâlefetin lideri gidip başka bir ülkenin lideriyle görüşecek ve ilişkileri düzeltecek? Yani Beşar Esad en azından diyecek ki: “Sayın Özgür Özel, size saygımız var. Ama siz ne yapabilirsiniz ki? Siz iktidarda değilsiniz. Elinizde ne var?” Sayın Erdoğan da aynı şekilde… Beşar Esad’ın dinlemek istediği şey: Türk ordusu ne zaman Kuzey Suriye’den çekilecek? Ya da Nusra’ya karşı nasıl bir işbirliği yapabiliriz?

Şimdi onlara geleceğiz. Onun öncesinde Türkiye’de bu olay, sen de bahsettin, Kayseri olayı dedin meselâ. Milyonlarca insan var Suriye’den kaçmış ve gelmiş. Ama bu sâdece Türkiye’nin sorunu değil, Arap dünyasının da sorunu. Ürdün’de çok sayıda insan var, Lübnan’da da var bildiğim kadarıyla. Suriyeli sığınmacılar oralarda da bulunuyor; aynı zamanda Arap dünyasının bir sorunu, doğrudan kendilerini ilgilendiren bir sorun bu. Sen Türkiye’den ya da Ürdün’den ya da Lübnan’dan geri dönüş ihtimallerini görüyor musun gerçekçi olarak? Olabildiğince gerçekçi bakalım. Yani tamam, bu sorun çözülsün, eyvallah. Ama kaç yıldır bu insanlar buralarda yaşıyorlar. Yani 8 yıl, belki 10 yıl falandır kendi topraklarında yaşamıyorlar, rejimle sorunları var ve rejimle sorunları hâlâ bitmiş değil. Meselâ Türkiye için, Ürdün için bir sil baştan yapma imkânı var mı?

Yusuf El Şerif: Büyük bir olasılıkla, evet, var. Suriye’de rejim değişirse ya da Suriye’de farklı bir güven sağlanırsa, evet, bu dönüşler olabilir. Ben size söylüyorum, yani ben Suriyelilerle konuşuyorum, Arapça konuşuyoruz falan filan. Dönüş olur. Çünkü insanlar için Suriye’de bir umut var. Suriye büyük bir ülke. Eğer rejim değişirse ya da bir çözüm uygulanırsa — ki çözümlerden bir tânesi Beşar Esad’ın yetkisiz bir cumhurbaşkanı olup, hükûmetin de farklı muhâlif partilerden oluşacak olması. Bunu Arap ülkeleri destekleyecek ve finanse edecek. Yani böyle bir ara formül üzerinde çalışılıyor şu anda. Eğer böyle bir formül olursa, tabiî ki Arap ülkeleri Suriye’yi parayla boğacaklar yeniden inşâsı için ve orada büyük fırsatlar olacak. Ve Suriyeliler, Ürdün’de de olsa Türkiye’de de olsa, kendini rahat hissetmediği bir yerde ülkesine dönmek isteyecek; ama bir çözüm olması gerektiği şartıyla. Şu anda Gazze de önemli bir örnek teşkil ediyor. Biz geçen hafta konuştuk, ama bir gelişme oldu. Onu söylememe izin verin. Şu anda Hamas ve İsrail, ikisi bir şeyi kabul etti: “Tamam, Gazze’yi biz kontrol etmeyeceğiz”. Hamas da dedi ki: “Tamam, ben kontrol etmeyeceğim”. İsrail de dedi ki: “Ben çekileceğim”. Bu yüzden biz şu anda bir sınav içerisindeyiz. Arap ülkeleri ve uluslararası güçler Gazze’ye gidecek ve Gazze’yi yönetecekler. Ne Hamas ne İsrail. Bu yeni bir formül. Gazze’de işe yararsa, ileride belki Suriye’de de kopyalanabilir bu. Yani Arap ülkelerin uluslararası garantörlüğünde Beşar Esad sâdece bir cumhurbaşkanı olarak kalır bir dönem için ve muhâlefet hükûmet kurarsa, böyle bir şey olursa, tabiî ki olur.Aslında burada, Arap ülkelerinde de Suriyeli mülteciler var, Mısır’da. Bir tek Lübnan’da sıkıntı oluyor. Ürdün’de fazla sıkıntı olmuyor, Suriyeliler orada yaşıyorlar normalde. Mısır’da da aynı şekilde. Fakat Lübnan’da biraz Lübnan milliyetçileri ve Hıristiyanlar fazla bastırıyorlar. Orada bir şey sormamamız lâzım, yani Türkiye bir fırsat kaçırmış bence. Türkiye’nin ordusu Kuzey Suriye’nin önemli bölgelerini kontrol ediyor. Orada ikinci bir –yani benzetmek gibi olmasın ama–, ikinci bir Kuzey Kıbrıs deneyimi başarabilseydi, çok insan dönerdi. Yani orada güvenli olsaydı, askerî milisler kontrol etmeseydi, düzgün bir hükûmet kurulsaydı, bunu Türkiye zorla yaptırsaydı o Kuzey’deki güçlere, insanlar Kuzey’e dönerdi. Niye dönmesin?Şimdi neden insanlar dönmek istemiyor Kuzey Suriye’ye? Çünkü orayı şerîat yönetiyor, orayı silâh yönetiyor, mafya yönetiyor. Peki bu kimin kontrolü altında? Orada Türk askeri var. Türkiye buna niye izin veriyor? İşte soru bu. Türkiye 5-6 yıldır Kuzey Suriye’de; Azez’de, El Bab’da, Afrin’de büyük coğrâfî alanlar var. Katar çok fazla para verdi ve inşaatlar yapıldı orada insanlar geri dönsün diye. Ama niye dönmüyorlar? Çünkü orada sözde bir geçici hükûmet var, ama bu hükûmetin hiçbir etkisi yok. Neden? Çünkü kim kontrol ediyor? Mafya, dinci silâhlı örgütler, muhâlefet denilen şey. Onlar insanları soyuyorlar, işkence yapıyorlar, kanun yok.Elbette Türkiye’ye çok şükrediliyor; çünkü elektriği veriyor, suyu veriyor, yol yapıyor, üniversite yapıyor; ama rejim bunu yapmıyor, güven sağlamıyor. Ve o şerîatçı silâhlı örgütler Afrin, Azez, El Bab’ı kontrol ettiği sürece, Suriyeliler Türkiye’den dönemez. Yani Türkiye’nin elinde çözüm var. Neden yapmıyor anlamıyorum ben. Ama gerçekçi olmak gerekiyorsa, evet, Suriyeliler Türkiye’den, Mısır’dan, Lübnan’dan, özellikle Ürdün’den dönebilir, eğer Suriye’de bir çözüm olursa. Ama Sayın Erdoğan’ın Şam’la barışmasının bir etkisi olur mu? Olmaz.

Şunu soracağım: Dün Ahmet Davutoğlu İdlib’e dikkat çekti. Dedi ki: “En büyük göç Halep’ten olmuştu. Şimdi de İdlib var”. İdlib’de bayağı sayıda cihadcı militanlar ve onlara destek veren insanlar var ve bir süredir orada bayağı bir şeyler oluyor. Şimdi Ankara ile Şam’ın yakınlaşması durumunda bunlar ne olacak? Yani bu birkaç milyon ya da daha fazla olduğu söylenen bir popülasyondan bahsediliyor. Bunu herhalde dünyanın hiçbir ülkesi, hiçbir Arap ülkesi bu insanları topraklarında istemezler. Hepsi cezâevine mi atılacak? Bu da olamayacak. Nasıl olacak? Yani o konuda, İdlib konusunda herhangi bir tartışma, gelişme var mı? Orası efsânevî bir olay, yani ne olacağı çok belirsiz. İnsanlar konuşmaktan bile korkuyor sanki.

Yusuf El Şerif: Ruşen Bey, biliyor musunuz biz bu Arap Baharı yüzünden kötü 10 yıl geçirdik Arap dünyasında, hele Suriye’de özellikle. Ve herkes kendine bakıp da geçmişle muhâsebe yaparsa, aslında bir adım ileri gidebiliriz. Onların en başındaki umduğum insan Sayın Ahmet Davutoğlu. Yani bir gün Sayın Ahmet Davutoğlu çıkıp da, “Evet, biz böyle böyle yanlış yaptık, aslında bunu bilmiyorduk” filan demeye başlarsa, birçok şey çözülebilir ileride. Çünkü herkes, her taraf… Ben sâdece Sayın Ahmet Davutoğlu da demiyorum, ama birincisi o. Yani çünkü onda biraz umut var, umut veriyor bana. Ama herkes aslında bir kendine bakıp, “Ya, biz ne yanlışlar yaptık?” tarzında bir muhâsebe yaparsa, aslında her şey daha kolay olabilir ileride. Şimdi siz örnek verdiniz, önemli. Ama ben size başka bir örnek vereyim: DAİŞ’ciler nerede? Musul kurtuldu, DAİŞ atıldı. Şimdi El-Hol diye bir kamp var, tam Suriye-Irak sınırında, Amerika’nın kontrolü altında, YPG kontrol ediyor. İçerisinde 200 bin kişi IŞİD âileleri var. Bunlar duruyor, hâlâ duruyor.Ve hatırlarsanız, Türkiye operasyon tehdidinde bulunduğunda Kuzey Suriye’de, PKK/YPG Amerika’ya gidip, “Biz elimizdeki IŞİD’lileri salıveririz” demişti. Hâlâ duruyorlar orada. Irak’ta birkaç tâne aldılar, hapishâneye attılar, Fransa birkaç tâne aldı, bâzı ülkeler de aldı; ama çoğu hâlâ duruyor. Kaç yıl oldu? Belki 5 sene, hâlâ duruyorlar kampta. Çünkü çözüm yok. İdlib daha zor bir durum. Ama İdlib El Nusra’nın kontrolü altında şu anda. Ve bu El Nusra zor bir şey. Yani El Nusra’yla ne Türkiye savaşmak istiyor ne de Suriye ordusu. Suriye ordusu diyor ki: “Biz güneyden gelelim, Türkiye kuzeyden gelsin, Rusya havadan vursun, El Nusra’yı bitirelim”. Ama kimse bu bedeli ödemek istemiyor. Yani Türkiye niye ödesin? Suriye de tek başına yapamaz, Rusya da tek başına yapamaz. Bu biraz sıkıntılı. Aslında sıkıntılar çok fazla. Yani pratiğe gelirsek, bu barışmanın bir uygulama olasılığı çok az.Yani tamam, Sayın Erdoğan Beşar Esad’la barışabilir, Bağdat’ta görüşebilir — ki burada yine benim eleştirilerim var, bir tâne daha ekleyeyim, benim duyduğum Araplar’dan, Sayın Erdoğan’ın bu duygusal sözlerine karşı deniyor ki: “Sayın Erdoğan niye Beşar Esad’ı Türkiye’ye dâvet ediyor?” Yani Beşar Esad böyle kalkıp gider mi? Bu da bir soru işâreti aslında. Tamam, neyse, Bağdat’ta görüştüler diyelim, eyvallah. Ondan sonra ne olur? Hiçbir şey olmaz, yani uygulamada hiçbir şey olmaz. Çünkü Suriye destek verse bile, Türkiye YPG’ye karşı savaş açamaz. Çünkü ne Rusya kabul eder ne Amerika kabul eder bunu. Beşar Esad şu anda çok zayıf. Esad ve Erdoğan’ın buluşmasının, barışmasının tek bir pozitif avantajı var: İran’ın etkisinin Suriye’de azaltılması ve Suriye’nin büyük bir savaştan uzak tutulması. Ama Suriye’nin iç sorunlarını, mültecilerin sorunlarını çözmez. Yani ben öyle görüyorum. Ne kadar Şam’la görüşürseniz görüşün, bir şey yapamaz. Şimdi son dönemde, İran Meclisi’nde iki hafta önce ya da bir hafta önce bir tasarı, bir anlaşma görüşüldü: Suriye-İran arasında stratejik bir işbirliği anlaşması. Bu zâten bir sene önce imzâlandı Şam’da. Ve orada deniliyor ki: Suriye İran’a borçlarını ödesin. Suriye’nin İran’a olan borçları ne kadar? 30 ilâ 50 milyar dolar arasında. Ben birçok analiz okudum Arap gazetelerinde, şimdi deniliyor ki: İran niye bu borç meselesini şimdi çıkarttı? Çünkü bunu görüyor Arap ülkeleri; Suriye’yi soğutmak, savaşın dışına atmak ve İran’ın hegemonyasının altından çıkarmak istiyorlar. İran hatırlıyor ve diyor ki: “Ben oraya çok büyük paralar yatırdım; ödeyin bu paraları görelim. Belki çıkarım”. Bâzı analizler öyle diyor. Yani Körfez ülkeleri, İran’a 30 milyar dolar ödesin, İran milislerini Suriye’den çeksin.İran’da bunu düşünenler var. Tabiî buna karşı çıkanlar daha fazla var. Diyorlar ki: “Suriye bizim için stratejik bir ortak ve oradan çıkamayız”. Yani para meselesi değil. Ama bâzı İran reformcuları diyor ki: “Artık yapacağımızı yaptık, daha fazla yapamayız. Bundan sonra paramızı alalım ve çıkalım Suriye’den. Çünkü Suriye’ye kimi gönderirsek, İsrail ânında vurur”. Biz sizinle geçen hafta konuştuk, dedik ki: “İsrail, Hizbullah ile İran’ın liderlerini yatak odalarına kadar tâkip edebiliyor”.Biz konuştuktan sonra kim öldü? Suriye’de bulunan büyük bir İran generali gitti, yanında kim vardı? Hasan Nasrallah’ın yâveriydi, özel korumasıydı. İkisini İsrail bir füzeyle öldürttü, arabadayken.Yani Beşar Esad bir şey yapamaz orada. İran da Suriye’de artık çok şey yapamıyor; çünkü Suriye’de nerede hareket ederse, general gönderirse öldürülüyor. Füze gönderse bombalanıyor. Bu yüzden İran da Suriye’den çekilmeyi düşünüyor olabilir; ama karşılığını da düşünüyor. Bu yüzden Türkiye de bence bu fotoğraf şekillenirken fotoğrafın içinde olmak istiyor. Elbette İran’ı dengelemek istiyor. Elbette Körfez ülkeleri’ne, “Evet, biz de sizinle çalışıyoruz” diyor, Suriye ile ortak olarak. Ama bu görüşme, bu buluşma, bu barışma olursa da, ondan bir çözüm, yani Suriyeliler için bir çözüm çıkacağını ya da mülteciler sorunu için bir çözüm çıkacağına ben inanmıyorum.

Çok sağ ol Yusuf El Şerif, böyle bitirelim istersen. Barışabilirler, ama buradan sonuç çıkmaz; çünkü çok büyük bir yıkım var zâten. Bunun telâfîsi pek mümkün değil diyorsun. Çok teşekkür ediyoruz.

Yusuf El Şerif: Ricâ ederim.

Yusuf El Şerif’le Arap dünyasının Ankara-Şam yakınlaşmasına nasıl baktığını, bu yakınlaşmanın mümkün olup olmadığını ve olursa ne olabileceğini konuştuk. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.