Ruşen Çakır’ın konuğu Rahşan İnal: Dağlardan Denize Artvin

Ruşen Çakır’ın konuğu Rahşan İnal derlediği Dağlardan Denize Artvin kitabını Ruşen Çakır’a anlattı. İletişim Yayınları’ndan çıkan kitapta Artvin’in tarihi, kültürü, gündelik hayatı ve mekanları anlatılıyor. İnal, Çakır’a yazım sürecini, kitabın içindeki yazarları ve Artvin’in kültürünü değerlendirdi.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler, iyi pazarlar. İletişim Yayınları’nın memleket kitaplarında en son olarak Artvin çıktı: Dağlardan Denize Artvin. Rahşan İnal derledi, ama çok sayıda kişinin katkısı var. Birçok yönüyle Artvin ele alınıyor. Biz de bu kitabı Rahşan Hanım’la konuşacağız. Merhaba Rahşan Hanım, hoş geldiniz.

Rahşan İnal: Merhabalar Ruşen Bey, hoş bulduk, teşekkür ederim.

Evet, Artvin deyince tabiî ben dayanamadım. Her ne kadar ben Artvin yerine Hopalı olduğumu söylemeyi tercih etsem de, Artvin hepimizin ili. Çok iyi bir kitap yapmışsınız. Size, yayınevine ve tabiî katkıda bulunan herkese çok teşekkür ederim. Yazıların çoğunu kaleme alanlar da Artvin’in değişik ilçelerinden; ama Artvinli olmayan, komşu Fındıklı’dan olanlar da var. Bütün boyutları kapsayan bir derleme olmuş. Öncelikle şöyle söyleyeyim: Artvin Türkiye’nin en küçük illerinden biri, ama en çok konuşulan illerinden de biri. Katılır mısınız?

Rahşan İnal: Katılıyorum, en fazla konuşulan illerinden bir tânesi — özellikle son 25 yılda. Birçok alanda konuşuluyor aslında Artvin. Aslına bakarsanız bir Beşiktaş ilçesi kadar falan nüfûsu da var, yani 170-180 bin arasında nüfûsu var; ama Artvin’de yaşayan nüfus bu. Doğu Karadeniz bölgesinin geçmişten beri olan göç süreciyle ilişkili olarak, bir o kadar da Artvinli sanıyorum İstanbul, Ankara, İzmir ya da Türkiye’nin diğer başka şehirlerinde yaşıyorlar. Dolayısıyla gündemde olan bir il. Ama siz farklı gündemleri soracaksınız, ben onları bekleyeyim isterseniz. Bu arada kitapla ilgili olarak, ben derledim ama, gerçekten çok kolektif bir emeğin ürünü kitap. Ben hâriç 13 tâne yazar var. 14 bölümden oluşuyor. Dilerseniz siz sorun ben devam edeyim kitapla ilişkili olarak.

Evet. Adı: Dağlardan Denize Artvin. Evet, Artvin’in en önemli özelliklerinden biri, hem deniz hem dağ olması; ama son dönemde özellikle hem dağlarda hem denizde çok ciddî sorunlar var, özellikle de çevre alanında. Yani en gündemde olan konular, mâden aramaları, duble yollar gibi hususlar. Bunlar hem deniz coğrafyasını hem dağ coğrafyasını olumsuz etkileyen gelişmeler. Bunları biraz özetler misiniz?

Rahşan İnal: Ben bu bölümü sunuş yazısında ele aldım, epey bir bu konuya değinerek. Son 25 yılda, sunuşta da yazdığım gibi, bu “kalkınma” büyülü sözcüğünün peşinde, enerji elde etmek amacıyla önce dereler HES çalışmalarıyla birlikte, daha sonra da mâden aramaları ile karşılaştı Artvin. Tabiî bu özellikle son dönemde Türkiye’nin gündemine en fazla –sanıyorum bunu herkes kabul edecektir– Cerattepe ile geldi. Herkes çok daha fazlasıyla duydu son dönemde. 2015 yılındaydı, ben de o zaman zâten Doğu Karadeniz’de bir sâha araştırması yapıyordum. Cerattepe, Artvin’in en tepesi, yani çatısı gibi olan bir bölge, bir yer. Benim için bir masal ormanı. Orada altın mâdeni ve madencilik şirketlerinin faaliyetleri başladı. Kitabın çıkmasına yakın bir dönemde, ben de basından öğrendim. Neşe Hanım’la da tekrar görüşmedim, Yeşil Artvin Derneği ile. Ama onların sosyal medya hesaplarında da gördüm. Şu an Anayasa Mahkemesi, çevresel etki değerlendirme raporunun hak ihlâli olduğunu belirtiyor. Daha sonra da Rize İdâre Mahkemesi karârı iptal ediyor. Yani şu an beklenen, mahkeme karârının uygulanması. Artvin’in vermiş olduğu yaşam alanlarını koruma mücâdelesi sanıyorum başarıyla sonuçlanacak. Şu an sâdece mahkeme karârının uygulanması bekleniyor ve şirketin Cerattepe’den çıkması bekleniyor diye toparlayabilirim bunu.

Şimdi, kitapta şunu gördüm, açıkçası kendime de kızdım: Yusufeli’nin bir öyküsü var yakın dönemde. Ben Yusufeli’yi bilmiyordum açıkçası. Bir ilçenin, olduğu gibi taşınmasından bahsediliyor. Halbuki orada sivil anlamda bir îtiraz falan olmamış; ama bir yerden bir yere taşındığını okudum. Son seçimde, bir de geleneklere aykırı bir şekilde diyelim, Yusufeli’de belediyeyi CHP’nin almasına da şaşırmıştım; çünkü Yusufeli, ben kendimi bildim bileli Türkiye’de genellikle sağ partilerin kazandığı yerlerdendir. Bu olay niye gündeme gelmedi ya da ben mi hakîkaten çok atladım? Çünkü bütün bir ilçeyi ilgilendiren bir konu ve Türkiye’nin dört bir tarafında yaşayan çok sayıda Yusufeli kökenli insan da var. Bu olay gündeme gelmedi. Bir şekilde sessiz sedâsız olmuş bitmiş bir olay.

Rahşan İnal: Sanıyorum siz bu sorunun cevâbını benden siyâsetle de bağlantılı olarak bekliyorsunuz. Ama şöyle bir şey var; şimdi bu kitap, herkesin kendi alanından uzmanlığıyla yazmış olduğu bir kitap. Dolayısıyla ben çevre veya toplumsal hareketler uzmanı değilim ya da siyâsal anlamda Artvin siyâsetindeki dinamiklerin de uzmanı değilim. Bu bölümle ilgili olarak, baraj yapımlarında halkın tepkisinin ne olduğuyla ilişkili olarak… çok uzun bir süreç var. Yani tepki oldu ya da olmadı diye kesin bir ifâde kullanmak da biraz zor benim için açıkçası. Çünkü zamâna yayılan iknâ süreçlerinde bir köy taşınsa bile, bir kasaba taşınsa bile, belirli dönemlerde insanlar toplumsal tepkiyi farklı yönlerden kanalize edebiliyorlar, îtiraz edebiliyorlar, bir kısmı kabul edebiliyor. Ama Yusufelililer’in gündeminde olan bir konuydu. Sâdece Yusufeli değil, başka köyler de suların altında kaldı. Zâten baraj yavaş yavaş dolduruyor. Bunu iktidar partisiyle ilişkilendirmek, bugünle ilişkili olarak düşünmek çok doğru olur mu bilmiyorum; ama eski bir mesele bu baraj meselesi. Geçmişte başlayıp son dönemlerde nihâyete erdi diyebiliriz. Uzun soluklu bir mesele aslında. Ben Artvin’de doğdum, fakat Artvin’de büyümedim. Çok tesâdüf eseri Artvin’de doğdum aslında; ama âile köklerim orada. Babamın işi sebebiyle birçok yer gezildi, fakat âile kökleri orada olduğu için ve benim için de doğa çok önemli olduğu için Artvin’den ben hiç kopmadım.Yani yaz tâtillerinde mutlaka gitmeye çalışıyorum. Geçtiğimiz sene, en son sâha araştırmasında 2016’da ayrılmıştım Doğu Karadeniz’den. Doktora tezimi de orada yazdım çünkü. Geçen sene kitabın sunuşunu yazmak için, hem de bir boğa güreşleri yazım var benim orada, bilmiyorum okudunuz mu? O yazı için bir sâha araştırması için gittim ve Erzincan’dan Artvin’e bir seyâhat yaptım.Tıpkı kitabın sunuş kısmında Gürcistan’dan Ardanuç’a kadar at üstünde gidildiği gibi; ben arabayla Erzincan’dan Erzurum ve Artvin üzerinden gittim. Ben Yusufeli’ne daha önce 2008-2009’da gitmiştim. Hattâ Kaçkar’a tırmandım, Karçal Dağları’na tırmandım ve Yusufeli’ni bildiğimi zannediyordum. Kayboldum yolda. Ve Yusufeli’ne uğrayacaktım, orada görüşmeler yapacaktım, sohbet edecektim biraz tanıdıklarla. Nasıl bir dönüşüm oldu Yusufeli’nde diye. Yusufeli’nde kayboldum, çünkü çok değişmiş bir coğrafya; tamâmen farklı yollar, viyadükler… Sunuşta da yazdım onu. Tünellerden geçerken çok ürkütücüydü. Bu benim klostrofobimle de ilgisi yok. Çünkü kitap çıktığı günlerde Artvin Yusufeli Tüneli’nin o T14 bölümünde Anadolu Ajansı’nın haberini gördüm, üst beton korunağı –29 Haziran haberinde var– çöktü. Yan tarafınız baraj, diğer tarafınız dağ. Bayağı değişmiş. Yani görüştüğüm insanlar şunu söylüyorlardı: “Bir kişisel târih var, oralar bir yerdi ve mekâna dönüştü.” O mekânda insanlar anılarıyla vardılar. Bunu Fatih Artvinli ve Taner Artvinli çok daha iyi anlatır aslında; çünkü onlar Yusufeli’nde doğdular ve büyüdüler. Şu anki Yusufeli, nasıl söyleyeyim, kuru bir ağaç gibi. Ama sanıyorum insanlar orayı yeniden yeşerteceklerdir diye umut ediyorum.

Demin boğa güreşlerinden bahsettiniz, sizin yazınız da onun üzerine. Ben de yıllar önce, şimdi aramızdan yakın zamanda ayrılan fotoğrafçı, fotoğraf sanatçısı Manuel Çıtak ile iki sene üst üste Kafkasör’e gidip foto-röportaj yapmıştık ve ben de ilk gittiğimde neye uğradığımı şaşırmıştım. Hiç duymamıştım, gidince gördüm. Hattâ ilk gittiğimizde, hiç unutmuyorum, Turgut Özal’a sûikast girişiminin olduğu gün oradaydık, Kafkasör’de, yıllar önce. O ANAP kongresinde kurşunlandığı zaman… O târihte biz Kafkasör’de… Çünkü bir vatandaşın arabasında portatif televizyon vardı, orada izlemiştik, Kafkasör’de izlemiştik, hiç unutmayacağım bu anıyı. Bu apayrı bir olay. Şimdi Türkiye’de çok insan da bilmiyor. Normal olarak öyle bir olayın çok biliniyor olması lâzım. Ben oralarda doğmuş büyümüş biri olarak, yıllar sonra tesâdüfen öğrendim, yani gittiğimde öğrendim.

Rahşan İnal: Boğa güreşini mi?

Tabiî. Boğa güreşini, Kafkasör’ü bilmiyorduk. O târihte Artvin’e gittiğimizde bir şekilde öğrendik ve yaptık. Bu çok acâyip bir şey değil mi? Normalde bunun çok biliniyor olması, çok çekici olması lâzım. Orada yöreden insanların izlediğini biliyorum; ama böyle uçaklarla falan insanlar Kafkasör’e gitmiyor diye biliyorum. Yanılıyor muyum? 

Rahşan İnal: Gitmiyorlar. Ama çok tutkulu bir alan. Açık söyleyeyim; en riskli konulardan bir tânesidir boğa güreşlerini yazmak. Çünkü siyâsetten bile daha riskli bir konu. Çünkü gündelik hayâtın içerisinde boğalar çok fazlasıyla var. Ben kitaptaki yazıda da yazdım, ilk defa 3 yaşımda gitmişim Kafkasör’e. Bir fotoğraf var hattâ evde, “Bu çocuk kim?” falan dedim, benmişim meğerse. Her yerimi sarmışlar sarmalamışlar. Arka tarafta bir erkek topluluğu… muhtemelen mekânda sınır olmadan boğa güreşleri var orada. Onlar onu seyrediyorlar. Daha sonra 2000’li yıllarda gittim. 2000’li yıllarda gitmem de, yine âilece Artvin’e gittiğimiz bir yaz tâtiliydi, Kafkasör’e denk geldi ve ben işin açıkçası o zamanlar lisansta okuyorum ve İspanya’daki boğa güreşleri gibi diye, çok mesâfeli duruyorum. Çünkü hayvanlar, sonuçta o televizyonlardaki görüntüler var ya, onları düşünüyordum. Dediler ki: “Hayır, gel bir bak”. Merak ediyorum bir taraftan; ama bir taraftan da kanlı görüntüler olur diye çok korkuyordum işin açıkçası. Daha sonra gittim merâkımı yenemediğim için ve boğaların boğalarla güreştiğini gördüm. O zaman notlar alıyordum, çok ilginç gelmişti bana. Kadın boğacılar var, boğaların sponsorları var, anonslar çok enteresandı. O gün hep aklıma yazdım boğa güreşlerini; bir gün mutlaka yolum düşer, bir boğa güreşi yazısı yazmak isterim diye. Bu kitabın olmazsa olmaz konularından bir tânesiydi boğa güreşi. Tabiî lisansta okurkenki hâlinizle sosyoloji doktoru olduktan sonraki bakış arasında çok büyük fark oluyor. Hem içeriden hem dışarıdan bakabiliyorsunuz ve biraz antropolojik bir yazı yazdım kitapta da bu nedenle. Ve zâten sonunda da aynı şey; çünkü Geertz’in Bali’de araştırdığı o horoz dövüşleri var; orada yapmış olduğu araştırmayı da iyice bir okumuştum. Boğacılarla görüştüm. Boğa yetiştiricileri de kendilerini “boğacı” olarak tanımlıyor.Boğacılarla görüştüm, boğalarla tanıştım, 700 kilodan fazla olanları da dâhil olmak üzere başboğa adayları var, onlarla. Kafkasör, içeriden anlamanın da gerekli olduğu bir alan. Kitapta boğa güreşlerini yazdığımı duyan bâzı arkadaşlar, “Boğa güreşleri mi?” diye böyle bir tepki gösterebiliyorlar; ama bu gelenekten modernliğe evrilmiş kültürel bir etkinlik olarak tanımlanabilir. Zâten bir eleştiri geldi hattâ, bu yazıyla da ilgili olarak. Kuzenime söylenmiş, mesaj yazılmış, tanınan da birisi. Hem Artvinli olup hem bu kadar nesnel yaklaşabildiğim için tebrik edilmişim. Çünkü nesnel yaklaşmanın da biraz zor olduğu bir konuydu. Fakat biraz eleştirel baktığımı da îtiraf ediyorum. Ama bu, Bourdieu’nün söylediği gibi orada bir alan var ve o alan sosyolojik anlama ve açıklama çabasını da hak ediyor. Yazıda da belirttim. Meselâ Yusufeli’nde yaşam alanları sular altında kaldığı için ayrılmak zorunda kalmış bir karı koca çift vardı; ama her yaz Kafkasör’e gelip 3-4 gün boğa güreşlerini izlediklerini anlattılar bana. Çünkü aynı zamanda bir sosyalleşme mekânı. İnsanlar tanıdıklarını da görüyorlar, farklı ilçelerden de gelenler var. Ama bugün artık Muğla’da ve Aydın’da da boğa güreşleri yapılıyor; fakat Artvin’de Kafkasör’deki yerelde de anlatıldığı gibi, Şampiyonlar Ligi orada. Hattâ benim izlediğim güreşlerde bir kadın boğacının boğası şampiyon oldu. Bu arada şunu da söyleyeyim: Sadece Kafkasör’de boğa güreşleri olmuyor, bütün ilçelerde ve köylerde de oluyor. Ama Kafkasör’deki bir kültür turizm festivali şeklinde organize edilmiş artık; akşamları konserler, gündüz eğlenceler, boğa güreşleri devam ederken, insanlar için artık bir sosyalleşme alanı. Öte taraftan tabiî rasyonel aklın da bir gereği olarak bâzı iktisâdî dönüşümlere de uğramış durumda boğa güreşleri.

Evet, kültürel anlamda başka çok şey var. Şunu özellikle vurgulamak istiyorum bilmeyenler için: Artvin çokkültürlü bir yer, çok sayıda dilin konuşulduğu, çok sayıda etnik grubun olduğu. Ben kendi şahsıma bir Laz’ım, Hemşinlilerle birlikte yaşadım; ama annem bir Laz âilesi olarak Şavşat’ta doğup büyümüş; bir ayağımız Şavşat’taydı. Ama Şavşat’ta da başka insanlar vardı. Meselâ kitapta bir makale var: Poşalar. Poşalar özellikle Şavşat’ta çok konuşulan bir şeydir ve aslında ayrımcılığa uğramış bir kesimdir. Ben hep çocukluğumda Poşaları… hani böyle bize kötü bir şey söyleyecekleri zaman, “Sen Poşa mısın?” falan derlerdi, oradan biliyorum. Onun da bir makale olması ayrıca çok hoşuma gitti. Birtakım küçük çaplı yerel sorunlar olsa da, zaman zaman bizim Hopa’da Hemşinliler ile Lazlar arasında birtakım tatsızlıklar falan olsa da, bu çokkültürlülüğün genel olarak çok sorunsuz yaşandığını ve hattâ çok iç içe yaşandığını ben görüyorum. Meselâ örnekler de var, çok yaygın olmasa bile herkes kendi çevresinden evleniyor vs.; ama öyle hasmâne bir tutum yok, bir iç içelik var. Ve bunu özellikle de tekrar burada görünce fark ettim; folklora bakıldığı zaman ya da kültüre, türkülere filan bakıldığı zaman, enstrümanlara bakıldığı zaman da, herkes her şeyi birlikte kullanıyor gibi. Yani böyle, Laz’ın horonu ayrı Hemşinli’nin horonu ayrı falan gibi bir şey görmedim ben. Yanılıyor muyum?

Rahşan İnal: Gündelik hayatın içerisinde, imparatorluk sonrası ulusal devletlerin kuruluş sürecinde tek dil, tekleşme üzerinden gitmiş olsa da, gündelik hayatta yerlerin isimleri değişmiş olabilir; ama insanlar onları hep geçmişten gelen isimleriyle söylüyorlar. Zâten Artvin’i benim için ilgi çekici yapan, akademik ilgimi de yönelten noktalardan bir tânesi buydu. “Bir yere gideceğiz” deriz; yazın Artvin’e gittiğimiz zaman, isim söylerler, “Ne demek o?” dersiniz. Çünkü anlamadığınız bir dildedir. Bir süre sonra ben doktora tezimi Rize’de çay tarımı, sanâyi, devlet ve milliyetçilik üzerine yaptım. Dolayısıyla orada çalışırken Rize’yi de görüyorum. Çayeli’nden ötesinin başka bir dünya olduğunu fark edebiliyorsunuz. Çok ciddî bir zenginlik olduğunu düşünüyorum.İşte, Gürcü, Laz ve Hemşinli dillerinin birlikteliği… Zâten kitabın sunuş yazısını ithaf ettiğim etnik diller ve etnisiteler bunlar. Çünkü müziğinde var. Yaklaşık 40 yılını Rusya yönetiminde geçirmiş bir şehrin müziğine de yansıyor, halk oyunlarına da yansıyor, târihine de yansıyor. O bölümün yazısını Şükrü Hoca yazdı. Şükrü Aslan zâten kendisi etnik coğrafya ile ilgili de çalışmalar yapan bir hocamız. Etnik coğrafya, dilsel, dinsel kimlikler… Ama sizin de altını çizdiğiniz gibi, sâdece o yazıda yok, müzik yazısında da görüyorsunuz o dillerin çeşitliliğini. Halk oyunlarında da, halk danslarında da görüyorsunuz ya da işte Poşalar için ayrı bir bölüm yaptık. Çünkü gerçekten sâdece Artvin için söyleyemeyiz; Erzincan’da da Poşalar’la ilgili yapılan çalışmalar vardı. Orada da bir ayrımcılığa uğramaları söz konusu olduğu için ayrıca onu sosyolog bir arkadaşımız da yazdı.Bence de yer alması gerekiyordu. Ama yerelde, aslına bakarsanız Artvin’de etnik farklılığın herhangi bir çatışmaya, tartışmaya dönüştüğünü ben hiç duymadım. Bunu bir zenginlik olarak görüp insanların yaşayabildiklerini düşünüyorum. Siz kaç yaşına kadar Hopa’da yaşadınız bilmiyorum ama…

Ben 4 yaşında ayrıldım; ama sürekli, belli bir süre her yaz gittim. Yani şöyle bir şey vardı: Meselâ Kemalpaşa’da Hemşinliler ve Lazlar birlikte yaşarlar, hâlâ öyleler, ama meselâ bizim Laz çevredeki insanların Hemşinlilere bakışında hep bir mesâfe olurdu. Meselâ halkevine gidilen zamanlar, o benim dediğim zamanlar 70’li yıllar, devrimci hareket güçlüydü. Orada daha çok Hemşinliler vardı. Laz gençleri gittiği zaman âileleri rahatsız olurdu. Çok radikal oldukları için değil; Hemşinliler’le birlikte radikalizm yaptıkları için rahatsız olurlardı. Ama bu öyle açık bir kapışmaya dönüşmezdi; ama alttan alta olurdu.

Rahşan İnal: Sanıyorum zaman ilerledikçe gençler, yani yeni nesiller bunun önünü artık kapattılar. Çünkü ben de yazları gidiyorum. Laz köyü, anne tarafım Laz. Anneannem Lazca konuşurdu. Benim için burada çok daha önemli olan bir şey, kitapta da özellikle bu konuyu vurguladık, bu diller unutuluyor. Siz Lazca biliyor musunuz? Hayır.

Yok.

Rahşan İnal: Ben de bilmiyorum; çünkü annem de konuşmuyordu. Ama anneannemin sesi Lazca’dır kulağımda. Fakat bilmiyorum ve yazın o kadar da gidip sâha araştırması yapmama rağmen, “Nasılsın, iyi misin?”den öteye geçmedi.Ama bir farkındalık oluşmaya başladı. Zâten özellikle Gola Derneği’nde de çok güzel çalışmalar yapıyorlar. Kitabın yazarlarından biridir Özlem Şendeniz, Hopa Deniz Feneri’nin hikâyesini yazdı. Bizim Karadeniz sâhil yolundan geçip giderken fark etmediğimiz, ama artık denizde kalmamış olan Hopa Deniz Feneri’nin hikâyesini yazan Özlem Şendeniz ve Gola Derneği’nde Lazca ile ilgili çalışmalar var. Yine Hemşin dilini koruma ve yaşatma ile ilgili çalışmalar da var. İyi ki de var.

Evet, son olarak biraz siyâset konuşalım. Şimdi genel olarak Artvin solcu bilinir, bütün olarak solcu bilinir. Aslında öyle değildir, tam olarak öyle değildir. Yani sol yönü çok güçlü bir şekilde kendini gösterdi; ama öteden beri hep merkez sağın ya da sağ partilerin, zaman zaman MHP’nin kazandığı milletvekillikleri ayrı; belediyeler de oldu, olmaya da devam ediyor. Ama böyle bir anlayış var. Artvin’in solculuğu meşhur; ama Artvin solculardan ibâret bir yer de değil. Bunu özellikle bu seçimlerle ilgili yapılan yazıda çok detaylı bir şekilde görüyoruz. Meselâ Arhavi’de –daha solda bilinir Arhavi–, ama âilelerin etkili olduğunu söylüyor meselâ. Bâzı yerlerde değişik motivasyonlar etkili olabiliyor. MHP’nin kazandığı ilçeler oluyor, bâzen adaya bağlı oluyor ya da Hopa’da yaşandığı gibi kimi zaman adayın Hemşinli mi, Laz mı olması gibi meseleler de oluyor. Ama bir sol imzâsı var. Hattâ burada bir yazı da var, 70’li yıllardaki Devrimci Yol imzâsı da var.

Rahşan İnal: Evet, evet. Bir Artvin kitabı hazırlıyorsanız ya da derliyorsanız siyâsetine değinmeden olmaz; ama işi uzmanlarına bırakmak gerekiyor. Ayşem Hoca yazdı; Ayşem Sezer Şanlı, daha önce Mete Hoca’yla birlikte de zâten toplumsal hareketlerde çalışıyor. “Devrimci Yol deneyimi üzerine düşünceler” diyerek o yazdı ve Enver Karagöz’le başlayan bir yazısı var. Enver Karagöz’ün şiiriyle başlıyor. Yazarlar birbirinden habersiz. Artvin’de eğitimle ilgili olan yazı da Enver Karagöz’ün şiiriyle bitiyor. Yani yazarlar birbirinden habersiz olarak bunu yazmışlardı ve bence iyi bir yeri de yakalıyorlar. Şimdi her şeyden önce sürecin, o Artvin siyâsetinin bütünlüğüne baktığımız zaman, kitabı da hazırlarken hep şeyi düşündüm: Nereden başlıyor? Eğitimle başlıyor. Artvin’in alâmetifârikası, eğitimli olmak. Yani bir yerde “Artvinli’yim” dediğiniz zaman ya da “Hopalı’yım” dediğiniz zaman, hiç fark etmez, bir eğitimli olma hâli söz konusu. Dolayısıyla sevgili Polat Hüsrevşahi de o eğitim yazısını yazarken sürecin okuma meselesini ele aldı.Tabiî ki onun biraz daha arkasında Türkiye’nin modernleşmesini okuyabilirsiniz. Artvin gibi bir şehirde, dağlık bir arâzi ve nüfûsun arttığı bir ortamda, aslında bunu Doğu Karadeniz’de Rize için de pekâlâ söyleyebiliriz, diğer ilçeler için de söyleyebiliriz; okuma gerekliliğiyle ilişkili olarak gösterilen yönden gidiyorlar.Ve o merkez Kars Cilavuz’dan Artvin’e, Artvin’den de işte zâten yazının başlığı da “Gurbete” diye devam ediyor ve 60’lı yıllardaki o toplumsal hareketlerden Artvin’in âzâde olması da mümkün değil.Çünkü zâten bütün dünyada böyle bir hareketlilik var. Dolayısıyla Şavşat merkez olmak üzere, önce Devrimci Yol deneyimi ve oradaki ağırlığı var. Ama tabiî ki diğer siyâsal gruplar da, çok daha fazla etkili olmasalar da, onların da etkisi var. Fakat kitapta Ayşem Hoca, yazısında Devrimci Yol deneyimi üzerine düşüncelerini ele aldı ve nesnel bir yazı olduğunu düşünüyorum. Bence güzel de bir yazı oldu. Daha sonrasında tabiî ki 80 sonrası süreçle birlikte, o bilinen 80 öncesinin etkisi ne kadar fazlaysa, hep bu solcu olma hâli akıllarda kalıyor. Fakat yereldeki dinamikler, özellikle belediye seçimlerindeki, Erdoğan Altun’un yazısında da okurların fark edebileceği gibi, çok farklı dinamikler var. Sizin de biraz evvel altını çizdiğiniz gibi, Hopa’da ya da diğer ilçelerde âilelerin etkisini görebiliyorsunuz. Yusufeli’nde bambaşka bir süreç var. Ben o konuda kendimi çok yetkin hissetmediğim için, gündelik hayat sohbetinde söyleyebilirim ama burada bir televizyon programı veya internet programında bu alanın uzmanına bırakmanın daha doğru olacağını düşünüyorum.Fakat yazı bize 3 ana hat çizdi. Âilelerin etkisi ve yereldeki farklı dinamikler, zâten 80 sonrası başka bir döneme evriliyor. Dolayısıyla kitabın 3 yazısı birbirini tamamlayan nitelikte toplumsal hareketler, 80 öncesi ve 80 sonrası günümüze kadar. 2024 seçimlerini de yakaladı Erdoğan yazısında. Bugünkü Artvin Belediye Başkanı ve yeni dönüşümü de yorumladı zâten. Buraya kadar getirdik bir bölümünü.

Bu eğitim meselesi öteden beri en çarpıcı hususlardan birisi. Özellikle benim bildiğim, Yusufeli, Ardanuç falan oraları pek bilmiyorum; ama Şavşat’ı annemden dolayı biliyorum. Şavşat’ta bâriz bir yoksulluk var; yani orman işçiliği vs., tarım kısıtlı. Ve oradan çok sayıda öğretmen, hemşire, polis memuru ya da hukukçu Türkiye’nin dört bir tarafına dağılmışlar. Meselâ benim bir dayım öğretmendir. Fakir Baykurt’un yıllar önce Şavşat’ta öğretmenlik yapmış olması meselâ bir efsânedir, öyle bir şeydir. Birazcık orta sınıf, üst orta sınıf olanlar, belki ticârette falan olanlar büyükşehirlere geçiyorlar; ama genellikle daha alt orta sınıflar ve alt sınıflar için eğitim resmen açılabilecek tek fırsat penceresi gibi. Burada da bir Cilavuz yazısı var zâten, o da çok anlatılıyor. Cilavuz aslında Artvin’de değil; ama Artvin’in çok rağbet edilen bir yeri. Ve gerçekten belki Artvin’in küçük ama çok konuşulan bir şehir olmasında da bu tür eğitimli insanların Türkiye’nin dört bir tarafında değişik meslekleri icrâ ediyor olmaları herhalde etkili.

Rahşan İnal: Haklısınız. Şimdi bu Kars Cilavuz Köy Enstitüsü’yle ilgili bir katılımcının anlattıkları var. Orayı okuyayım mı? Çok güzel çünkü, meseleyi çok da güzel anlatıyor: “1930’da Şavşat’ta doğdum. O zaman köylerimizde okul yoktu; köyde okul yok, köyden Şavşat’a yürüyerek ilkokulu bitirdim. Ne Şavşat’ta ne de Artvin’de ortaokul, lise yoktu. Olsa da yol yok, nasıl gidilecek? Orada nasıl ev tutulacak? Köy Enstitüleri o zaman yeni açılmış. Köy Enstitüleri’nin yolunu tuttuk, ama nasıl tuttuk? Araba yok, yol yok, iz yok. Yaya yürüyerek Şavşat’tan…” –inanılmaz bir şey gerçekten– “…Kars’ın Susuz ilçesine gittik, geldik. Ancak birkaç yıl sonrasına arabaya nâil olabildik.” Düşünebiliyor musunuz? Yani Şavşat, o dağlık coğrafya, vahşi hayvanlar derken… Ve devam ediyor: “Araba da hangi araba? Kamyonlar… Kamyonlara Ardahan’a kadar yaya yürüyerek oraya ulaştım. Köy okulundan mezun olmadığım için okula kaydetmek istemediler; aynı yolu evrak almak için tekrar geri döndüm. Evrakı alıp yollara geri düştüm. Yol günlerce sürüyor. Anam kete koymuş heybeme. Yolda konakladığımız bir gecenin sabahı yollara düşüp heybemi açınca bir de ne göreyim; geceleme için misâfir edenler keteyi almışlar heybemden. Hem sıcak var hem açlık var.” Yani okudukları koşullar, okula varana kadar olan koşullar böyle. Kars Cilavuz birçok yazıda okurların karşısına çıkacak. Bu röportaj 2023 yılında yapıldı. Zâten kitabın da amacı buydu. Temel amaçlarından bir tânesi buydu diyeyim. Kayıt altına almış olduk; hangi koşullarda gittiklerini, hangi koşullarda okuduklarını kayıt altına almış olduk. Bu bence büyük bir mutluluk benim için de, yazarlar için de, özellikle coğrafyayı da bilenler için. Kars Cilavuz’dan sonra mezun oluyorlar ve Artvin’e öğretmen olarak atanmaya başlıyorlar, para kazanmaya başlıyorlar. Bir süre sonra Artvin’den de, kitabın başında da yazıldığı gibi; Cilavuz’dan Artvin’e, Artvin’den gurbete… Ve emekli oldukları zaman da bu arkadaşlıkları devam ediyor. Çeşitli sosyal medya mecrâlarında da görülebilir. “Artvinli öğretmenler” grupları da çok fazlasıyla var.

Evet.

Rahşan İnal: Soru başka mıydı? Ben yine başka yerlere mi dağıldım?

Yok, tam da bu. Tekrar çok teşekkür ediyorum. Gerçekten kayıt altına alınmış olması bir hemşehrî olarak ayrıca hoşuma gitti. Artvinli olmasam da yapardım bu yayını; ama Artvinli olunca daha fazla yapmak istedim. Gerçekten nüfûsu az, iki milletvekilinden fazla çıkartamayan bir şehir. İlçe sayısı arttı, Kemalpaşa’yı da ilçe yaptılar. Böyle ülkenin en kuzeyinin en uç tarafında bir şehir; ama gerçekten Türkiye’de kendini unutturmayan bir şehir olarak söyleyeyim. Çok teşekkürler. Size, bütün katkı veren kişilere ve yayınevine çok teşekkür ediyoruz. Dağlardan Denize Artvin kitabını derleyen Rahşan İnal ile konuştuk, kendisine çok teşekkürler. Size de bizi izlediğiniz için teşekkürler. İyi günler.

Rahşan İnal: Ben de teşekkür ediyorum. Çok sağ olun.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.