Barbaros Gökdemir yazdı: Adana ve Antalya yolunda

Sinemaseverler açısından oldukça heyecanlı bir döneme giriyoruz. İlk önce Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali, ardından da Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali kapılarını sıkı film takipçileri için aralayacak; eylül ve ekim aylarında, çağdaş Türkiye Sineması’nın son örneklerini izleme ve tartışma fırsatı bulacağız. Programlar, seçilen filmler, jüriler ve temalar yavaş yavaş açıklanıyor. Festivallerin yerli seçkisinde, her sene olduğu gibi, ilk gösterimini yurtdışında yapmış filmlerin yanı sıra, prömiyerini ilk defa gerçekleştirecek filmler de izleyeceğiz. 

Bu iki film festivalinin Türk film endüstrisi açısından önemi büyük, zira 1960’lı yıllardan günümüze, sinemamızın en önemli filmlerine kucak açtılar. Sadece 2000’lerde bile, Büyük Adam Küçük Aşk (2001), Takva (2006), Beynelmilel (2007) ve Sonbahar (2008) gibi ülkenin hem sanat hem de siyasi iklimini derinden etkilemiş ve uzun yıllar boyunca tartışılmış eserlerine ev sahipliği yaptılar. Bu konumları, onlara, bağımsız Türkiye Sineması için bir ana ocağı olma özelliği de kazandırdı. Bu festivallerin İstanbul dışında olmaları, Anadolu seyircisinin sinema ile olan ilişkisini her zaman diri tutabilmesine yardımcı oldu. Bu seneki film seçkisinin, geçmişteki gibi, bir Türkiye panoraması çizeceğini ve sinemamızın güncel durumuna ışık tutacağını şimdiden söyleyebiliriz.

Öte yandan, geçen sene Altın Portakal için alınan iptal kararı, ülkemizde artan kutuplaşma, dünyadaki kültürel savaşların bize de yansıması ve Türkiye’de sanatın sansür karşısında giderek kırılganlaşması, bu festival heyecanına bir nebze de olsa tedirginlik katıyor. Bu haftaki yazımda film festivallerinin ne kadar hayati olduğunu ve iptal edildikleri zaman, nasıl bir boşluk meydana geldiğini tartışmaya çalışacağım. 

Washington'da düzenlenen DC/DOX belgeseli.
Washington’da düzenlenen DC/DOX belgeseli.

Film festivalleri neden var?

Eğer film festivallerinin bir listesini çıkarmak istesek, dünyanın birçok köşesinde, irili ufaklı, binlerce festival olduğunu görebiliriz. Festivaller bulundukları şehre, coğrafyaya, endüstriye ve ekonomiye göre farklılıklar gösterse de onları birleştiren bazı temel unsurlardan bahsetmemiz pekâlâ mümkün. 

Bir film festivalinin en önemli amacı filmleri seyirci ile buluşturmak. Festivaller, temaları ne olursa olsun, seçtikleri filmlerin, seyirci ile buluşabilmesini ve diyalog başlatabilmesini hedefler. Örneğin son bir senedir yaşadığım Washington D.C.’de bazıları oldukça butik olarak nitelendirilebilecek birçok film festivaline katılma ve buralarda bizzat görev alma fırsatı buldum. Başkentte düzenlenen DC/DOX ve DCEFF gibi belgesel üzerine yoğunlaşan festivaller, çevrecileri, siyasetçileri, kanun yapıcıları, akademisyenleri, film ve kültür takipçilerini ve toplumun geniş bir kesimini filmlerin etrafında toplayabiliyor ve son derece önemli konuların çevresinde çağdaş bir diyalog ve uzlaşma ortamı sunabiliyor. Amerika’nın başkentinde düzenlenen ve çevre ve iklim krizi konularına odaklanan bir film festivali olan DCEFF – Çevre Film Festivali, doğanın korunması ve tahribatının önüne geçilmesi, yeşil politikalar, demokrasi, kimlik politikaları ve göçmen sorunu gibi son derece güncel ve hayati konuların konuşulması için alan açıyorlar. 

Bir diğer amaç, sinema sektörünün paydaşlarının film festivali kapsamında bir araya gelebilmesi. Festivaller film yapımcılarını, (yönetmen, yapımcı, oyuncu, senarist vb.) dağıtımcılar, televizyon kanalları, medya şirketleri gibi paydaşlar ile bir araya getirir; filmlerin gösterim, dağıtım ve televizyon anlaşmaları için satışlar ve alımlar gerçekleştirilmesinde ön ayak olur. Özellikle büyük film festivallerinde endüstrinin bileşenleri, sadece bitmiş film projeleri için değil, hazırlanmakta olan ama henüz çekilmemiş filmlerin fonlanması ya da ön satışlarının gerçekleştirilmesi için de festivalin pazar konumundan yararlanırlar. 

Son olarak, belki de film festivallerinin endüstriye en önemli katkıları, ana akım olmayan ya da ana akımda yer bulmakta zorlanan filmlere (özellikle kısa film ve belgeseller), alan açmalarıdır. Bunun sonucunda demokrasinin temel ihtiyacı olan çok seslilik, çeşitlilik ve farklı grupların temsiline yönelik farkındalık gibi hayati bir gereksinimin kültürel sorumluluğunu yerine getirirler.

Festivallerin bu şekilde bir köprü görevi gördüğünü düşünürsek, geçen sene Altın Portakal’ın iptal edilmesinin sektör için ne anlama geldiğini daha iyi anlayabiliriz. Bu karar, belki de yüze yakın filmin seyirci ile buluşmasının önünü kapatmış, birçok filmin yapımcısını bir sonraki yılı beklemeye veya filmlerinin açılışını yapabilecekleri başka bir festival kovalamaya itmiştir. 

Festivalin topyekûn iptal edilmesi ise, filmlerini festivalden çekmek isteyen sinemacıların, protesto haklarını ellerinden almış; birçok kişinin emeği ve zamanı filmlerin yapımı için harcanan uzun süren uğraşlar sonunda boşa gitmiştir.

Festivallerde neler yaşandı?

56. Antalya Altın Portakal Film Festivali.
56. Antalya Altın Portakal Film Festivali.

Altın Portakal’da geçen sene yaşanan sansür krizi ve festivalin iptaline giden süreç, aslında Türkiye’de ifade özgürlüğü alanında senelerdir yaşanan erozyonun sanata sirayet etmesine bir örnekti.

Belgesel seçkisinde yer alan Kanun Hükmü filmi, önceki yıllarda yaşanan Kültür Bakanlığı müdahalelerine benzer bir şekilde festivalden çıkarılmak istendi. Film programdan çıkarıldığında sinemacıların haklı tepkileri yükseldi ve bu baskılar sonucunda film yeniden programa alındı. Ancak, bu kez hükümetten gelen tepkiler krizi daha da derinleştirdi. Sonuç olarak, festival direktörü görevinden alındı ve belediye başkanı belgeselden “malum film” diye bahsederek festivali tamamen iptal ettiklerini duyurdu. Bu, ömrü altmış yılı devirmiş festivalin tarihindeki üçüncü kapanmaydı.

Altın Koza Film Festivali’nde ise şu ana kadar böyle bir olumsuzluk yaşanmadı. Geçtiğimiz yıl, Nuri Bilge Ceylan son filmi Kuru Otlar Üstüne’nin Türkiye prömiyerini bu festivalde gerçekleştirdi. Ceylan festivalde düzenlenen söyleşide uzun süredir kendisi hakkında merak edilen konularla ilgili samimi cevaplar verdi. Eşi Ebru Ceylan ile özellikle oyuncu yönetimi ve senaryo yazımı üzerine olan atışmaları da sosyal medyada yankı uyandı. Ceylan bu sene Altın Koza’da jüri başkanlığı yapacak. Bu görevi Altın Portakal’da Ferzan Özpetek üstlenecek.

Altın Koza’ya son yıllarda ilk filmler damgasını vuruyor. Yaramaz Çocuklar (2021), Ela ile Hilmi ve Ali (2022) ve Sanki Her Şey Biraz Felaket (2023) gibi yapımlarla bu festivale giren Ziya Demirel, Umut Subaşı ve Ahmet Necdet Çupur, genç kuşaktan sinemacılar olarak en iyi film ödülüne layık görüldüler. Altın Portakal’da ise Hayaletler (2020), Okul Tıraşı (2021) ve Karanlık Gece (2022) gibi hem ilk film hem de daha deneyimli yönetmenlerin elinden çıkma yapımlar en iyi film ödülünü aldı. Azra Deniz Okyay, Ferit Karahan ve Özcan Alper bu filmleriyle öne çıkmayı başaran isimler.

Bu seneki Ulusal Yarışmalarda, Altın Portakal’da yarışan on iki filmden yedisi yönetmenlerin ilk uzun metraj sinema filmleri. Altın Koza’da ise toplamda on bir yerli uzun metraj film yarışırken, bu filmlerden altısı yönetmenlerin ilk filmleri. Sadece bu küçük istatistik bile heyecan duymamız için yeterli bir sebep.

“Festivallere ihtiyacımız var!”

Yıllardır büyük bir tutku ile film festivallerini takip ediyorum. Eskiden daha çok yabancı yapımları izlemek için giderdim. Son zamanlarda yerli sinema ile daha çok ilgilenmeye başladım. Geçtiğimiz son beş senede, Mubi, BluTV gibi platformlar yerli filmleri izleyebileceğimiz kuvvetli birer alternatif olarak pazarda yerlerini almış olsalar da, güncel sinemamızı gerçekten takip edebileceğimiz ve destekleyebileceğimiz en iyi yer film festivalleri. 

Ve yerli sinemamızın bu desteğe ihtiyacı da var. Yüksek enflasyon, Türk lirasındaki değer kaybı, sektörün çeşitli alanlarındaki haksız rekabet ve tekelleşme ve sansür gibi olumsuz koşulların altında ezilmesine rağmen, hala büyük bir sebatla hikayelerini seyirciyle buluşturmaya uğraşan bir sektörden bahsediyoruz. Bu zor şartlar özellikle de bağımsız yerli yapımları ciddi bir şekilde etkiliyor. Para birimimizdeki değer kaybı, uluslararası yapımlarla aramızdaki makası iyice açtı; fon bulabilme, teknolojiye ulaşabilme, rekabet edebilme yetimize ciddi bir hasar verdi.

Küresel koşulların da lehimize işlemediğini söyleyebiliriz. Artık Cannes, Venedik, Toronto ve Berlin gibi festivallerde yarışmanın ya da yer almanın, eskine göre çok daha pahalı, zor ve çetrefilli olduğunu görüyoruz. Her sene, büyük markalar kırmızı halılar için büyük paralar harcarken, bağımsız sinemanın alanı gitgide daralmaya devam ediyor. 

Tüm bu zorluklara göğüs gerip filmlerini tamamlamayı başaran bağımsız yerli sinemacılar, aslında en büyük sınavlarını, filmin vizyon şansının olabilmesi sürecinde veriyorlar. Festivallerde yer almak, distribütörler ile dağıtım ya da satış anlaşmaları yapmak, ana akım olmayan, daha düşük bütçeli, bağımsız olarak konumlandırabileceğimiz projeler için çok zor. (Herkes Netflix izliyor!) Üretilen birçok film, festival seçkilerinde kendilerine yer edinemiyor. Yer edinebilenler içinse, festivale girebilmiş olmaları onlara dağıtım ya da satış garantisi sunmuyor. İşte bu yüzden sinemacıların sürdürülebilir bir kariyer inşa edebilmeleri her geçen gün daha da zorlaşıyor. 

Tüm bu olumsuzluklara rağmen yazımı iyimser ve umutlu bir notla kapatmaya kararlıyım!

Eğer bu festivallere yolunuz düşerse, ışıklar kapanıp perde açıldığında adım attığınız dünyanın size gelene kadar geçtiği bu engebeli yolculuğu; belki de bu yüzden sizinle buluşmasının aslında ufak tefek bir mucize olduğunu hatırlamanızı dilerim. Ben sadece kalben orada olacak olsam da, şimdiden, hayallerini, dünyalarını ve hikayelerini bizimle paylaşacak olan filmcilere verimli, bereketli ve sansürsüz bir festival sezonu diliyorum.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.