Geçtiğimiz hafta Reha Erdem ve filmleri, Washington DC. seyircisi ile buluştu. Başarılı yönetmen, American Turkish Association (ATA-DC) işbirliği ile gerçekleştirilen ve Ulusal Asya Sanat Müzesi’nde düzenlene üç filmlik bir retrospektif ile Amerika’nın başkentinde, belki daha önce hiç Türk filmi izlememiş bir seyirci kitlesi ile filmlerini konuştu, soruları yanıtladı ve dünyasını anlattı. Etkinlik boyunca, yönetmenin filmografisinin son yirmi yılına ayna tutan “Koca Dünya” (2016), “5 Vakit” (2006) ve “Neandria” (2023) filmlerini büyük bir merak ve ilgi ile izledik. Kısa bir söyleşi yapma fırsatı da bulduğum Erdem, filmciliğe nasıl yaklaştığını, neler okuduğunu, neler izlediğini anlattı. Kendisi, kuşkusuz, günümüz yerli sinemamızın en üretken yönetmenlerinden biri.
Kariyeri 1980’li yıllarda, ilk uzun metraj filmi “A Ay” (1988) ile başlayan yönetmenin filmografisine baktığımız zaman, felsefe, edebiyat, müzik ve resim gibi birçok dalın yoğun bir şekilde harmanlandığı, süzgeçten geçtiği, oldukça rafine ve dolayısıyla çok katmanlı, insanın ruhuna dokunan, taze ve ferah bir işler bütünü görüyoruz. Filmleri, temelde insanı, özellikle çocuk ve gençleri, ritüelleri, masalları, keşfi, büyümeyi, çevreyi ve mekanları merkezine alıyor ve sıradanlık içerisinde insana ve canlılara dair biricikliği tüm çıplaklığıyla ortaya çıkarıyor. Tıpkı gün doğumu ve batımı gibi hayatın tekrar eden sıradanlığı, filmlerinin temel arka planını oluşturuyor; topraktan var olan hayatı, tekrar toprağa dönüştürüyor. Hayatın kendisi gibi, her şey iç içe geçiyor ve toprakta buluşuyor.
Reha Erdem’i benim için özel kılan önemli unsurlardan bir tanesi, ticari reklam yönetmenliğinin yanı sıra, bağımsız bir yönetmen olarak kariyer yapabilmeyi başarmış olması. Aktif olduğu 30 yılı aşkın kariyerinde, yönetmenliğini yaptığı 11 filmi ile, yerli sinemamızda kendisine şüphesiz önemli ve aynı zamanda da özel bir yer edindi. Bu açıdan hem öğrencilik hem de profesyonel hayata geçtiğim yıllarda kariyeriyle beni derinden etkilemiştir. Bağımsız filmler üretebilmek, kişisel hikayeler anlatabilmek ve bunu süreklilik içerisinde yapabilmek sadece yerli sinemamızda değil, dünya sinemasında da her geçen gün zorlaşan bir uğraş.
Kendisiyle yaptığım sohbette, sinema ve hikâye anlatıcılığı ile olan ilişkisinin ilk günkü gibi taze, heyecanlı ve denemeye iştahlı olduğunu gördüm. Ve bence bu da onun işlerini yakından takip etmemiz için en önemli sebep.
Seyircide bıraktığı izler
Retrospektif, yönetmenin 2016 yılında vizyona giren ve Venedik Film Festivali’nden jüri özel ödülü ile dönen “Koca Dünya” filmi ile başladı. Kendisini ve kız kardeşini, hayatın tehlikelerinden korumak isteyen ağabey, ilk önce bir evde esir tutulan kız kardeşini kaçırır. Beraber yeni bir hayat kurmak için, ormana saklanırlar ve orada bir yuva kurmaya başlarlar. Çocuklar için, ormanın dışı tehlikelidir, ancak orman içerisinde güvendedirler; lakin ağabey bir suç işlemiştir. Kendilerine yeni bir hayat inşa etmeye devam ederlerken, biz de ormanın dünyasını, hayvanları, böcekleri, kuşları, ağaçları, rüzgârı ve çiçeklerin döngüsünü deneyimleriz. Doğa tanımını kullanmayı sevmeyen yönetmen, filmlerinde insan ve insan olmayan varlıkların her zaman iç içe olduğunu söylüyor. Filmin masalsı anlatısı, aslında büyüklerden kaçan çocukların bir büyüme hikayesi. Ve oldukça da acıklı bir hikâye. Hikayelerinin odağında neden çoğunlukla gençlerin ve çocukların olduğu sorusunu da şöyle yanıtlıyor Reha Erdem:
“Büyümek zor bir şey. Büyüme acısını da herkes tadıyor. Onların tarafında olma nedenimse, gençlik değişime açık bir çağ. Benim için gençlikte de çekici olan o. Durmayan, hayatın akışına çok uyumlu… Yürüyorlar, dayak yiyorlar, deliriyorlar. Hep akmaya devam ediyorlar.”
Etkinliğin ikinci gününde, yönetmenin 2006 yapımı “5 Vakit” filmini izledik.
“5 Vakit”, Çanakkale yakınlarındaki bir köyde, yine çocukların bakış açısından günlük köy hayatında olan bitenleri olabildiğine yalın ve sakin bir dil ile anlatıyor. 10-14 yaşlarında üç çocuk karakter izliyoruz. Birisi baba nefreti ile büyüyor. Bir diğeri köy öğretmenine aşık. İçlerindeki tek kız, yeni doğmuş kardeşine bakmakla yükümlü. Babalar, kendi babaları ile, çocuklar da kendi ebeveynleri ile kavgalı. Bir jenerasyon karışıklığı diyor yönetmen bunun için. Film, nefreti, kıskançlığı ve hayalleri, bir köydeki hanelerin iç dünyalarını merceğe alarak anlatıyor. Günler geçiyor, ezanlar okunuyor ve ayın farklı evrelerine tanıklık ediyoruz. Karakterler, hayatın sıradanlığı içerisinde, çevreyi, hayvanları, bitkileri ve büyükleri, daha çok da kendilerini anlamaya başlıyorlar. Yönetmen, her şeyin, aşkın, faşizmin, nefretin evde başladığını, evin bir büyüme olduğunu ve bütün o birlikteliğe eşlik etmenin trajedi ve aynı zamanda da bir sevinç olduğunu söylüyor.
Etkinliğin son gününde ise, yönetmen bizimle 2023 yapımı yeni filmi “Neandria”yı paylaştı. Türkiye’nin ilk sürdürülebilir prodüksiyonu olma isteğiyle gerçekleştirilen film, yine taşrada, bu sefer Neandria adında ve Kuzey Ege’de bir sit alanı çevresine kurulmuş bir köyde geçiyor. Diğer iki filmdeki gibi, büyüme çağındaki çocuk karakterlerin durdukları yerden, hayata naif bir gözle bakıyoruz. Suna profesyonel koşucu olmak için çalışıyor; aynı zamanda okumak istiyor. Filiz köy hayatını kaydederek sosyal medya fenomenliğine oynuyor. Rapçi Mako alkolik babası ile kavgalı ve oralardan gitmeye hevesli. Filmin başında gençlerin temel sıkıntısı, köyde hiçbir şey olmaması. Her şeyi büyüklerin dikte ettiği, geleneklerin, göreneklerin, ritüellerin çocukların önünde engel olduğu bir dünyada, karakterlerimiz kendilerini bulmaya çalışıyor. Ve bunu yaparken de çok bilmiş büyükleri ve hatta seyircileri yani bizleri, ters köşeye yatırıyorlar.
Reha Erdem’e göre, etkinlik boyunca izlediğimiz filmlerde öne çıkan temalar, gençliğin devamlılığı ve yönetmenin her zaman çocukların tarafında olması:
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
“Filmlerim çocukluğun tarafını tutuyor. Onlarla birlikte oluyor. Onların hayalleri öne çıkıyor. Neden? Çünkü en çok zarar gören onlar ama yine de umut onlarda. Çünkü hayat onlarda.”
Müzik, montaj ve sinema
Etkinlik boyunca, Reha Erdem ile filmciliğe nasıl yaklaştığı konusunda sohbet etme şansım da oldu. Özellikle müziğin ve montajın öneminden bahsettik. Ona göre müzik çok üstün bir sanat ve film ona özeniyor. Yeni film projesinde, henüz oluşmuş bir senaryo olmasa da “Neandria” filminin müziklerini yapan Alican Çamcı ile projenin müzik ve ses bandı üzerinde çoktan çalışmaya başlamışlar bile. Film yaparken, onun için önemli olan atmosfer ve ritim:
“Atmosfer sadece görsel olan ile inşa edilmek zorunda değil. Ritim de atmosferin oluşmasına yardımcı olur. Müzik de öyle. Kafamda müzik ile filmi yazıyorum.”
Erdem’e film yapım sürecinde en çok hangi alanı sevdiğini sorduğumda, tereddüt etmeden montajın en keyif aldığı alan olduğunu söylüyor. Filmlerini kendi kurgulayan yönetmen için montaj, sinemanın yapıldığı yer:
“Hem ses hem de görüntünün eşlendiği, filmin yapıldığı esas yer orası. En çok orayı seviyorum. Tek başına yapılıyor. En özgür alan.”
Ne tür yönetmenlerden ve filmlerden ilham aldığını sorduğumda ise, dünya sinemasından Taylandlı Apichatpong Weerasethakul, Malezyalı Tsai Ming-liang ve genç jenerasyondan Arjantinli Eduardo Williams gibi sinemacıların isimlerini sayıyor. Öğrencilik yıllarında sabah akşam Jean-Luc Godard seyredip, Jean-Luc Godard okuduğunu söylüyor bana. Ve her şeyiyle, kara filmleriyle, bütün türleriyle, 1960’lara kadar olan Amerikan sineması:
“Açık filmleri seviyorum. Beni ensemden tutup bir yere götürmesi yerine, filmi izlerken, bazen dalayım, kopayım filmden, sonra bir kere daha döneyim, ben öyle filmleri daha çok seviyorum. Bu tarz açık filmler seyircileri daha çok rahatsız ediyor maalesef. Halbuki o daha zevkli. Hatta filmin birazında uyuyabilirsiniz. Film huzur ya da huzursuzluk versin…”
İlham veren bir sinema!
Sinemacılık, kolektif bir üretim biçimine dayalı olsa da özünde oldukça yalnız bir uğraş. Festivalleri takip etmek, filmler ile haşır neşir olmak, okumak, düşünmek, hayal etmek, hikayeler inşa etmek, geliştirmek ve onları hayata geçirmeye çalışmak, bir filmcinin gündelik uğraşları arasında yer alırken, hayata geçirilemeyen projeler, retler ve yerinde sayma hissi çoğu zaman bir boşluk yaratabiliyor; hatta sinemacının kendisine olan inancını da kaybetmesine ve pes etmesine kadar gidebiliyor.
Reha Erdem’in filmlerini arka arkaya izleyip, bir de onunla film yapmak üzerine sohbet etme şansı bulduğunuzda, sinema ile olan uğraşınızda ve derdinizde yalnız olmadığınızı anlıyorsunuz. Bu da sizi motive ediyor. Film festivallerinin ve bu tür etkinliklerin böyle bir etkisi oluyor insanların üzerinde. Yaşadıklarınızı paylaşabileceğiniz ya da sizden önce bu işe başlamış örnek alabileceğiniz sanatçılar olduğunu görüp mutlu oluyorsunuz.
Eğer Reha Erdem’in filmleri ile karşılaşırsanız ve dünyaya farklı bir gözlükten bakmak istiyorsanız, yönetmenin filmlerini kesinlikle kaçırmayın derim.
Çünkü O’nun filmlerinde hayat var!