Ruşen Çakır’ın konuğu Hümeyra Pamuk: 7 Ekim saldırısının ardından ABD’nin eli ayağı birbirine nasıl dolaştı?

ABD’li yetkililerin e-postaları, Gazze saldırılarının başladığı ilk günlerde Washington’un İsrail’e verdiği desteğin yanı sıra, artan sivil ölümlerinden ve İsrail’in savaş stratejilerinden duyduğu endişeyi de ortaya koyuyor.

Reuters’ın dış politika editörü Hümeyra Pamuk’un haberine göre ABD’li yetkililerin e-posta yazışmaları, Biden yönetiminin Gazze savaşının ilk günlerinde yaşadığı ikilemi gözler önüne seriyor. 11-14 Ekim tarihleri arasındaki üç ayrı e-posta zinciri, üst düzey ABD yetkililerinin İsrail’e verilen desteğin yanı sıra, Gazze’deki artan sivil ölümlerinden duydukları endişeyi de yansıtıyor.

Pamuk, Reuters için hazırladığı atlatma haberin detaylarını Ruşen Çakır’a anlattı.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Pazartesi günü Hamas’ın İsrail’e saldırılarının 1. yıldönümü; ama daha önemlisi, İsrail’in daha sonra Gazze’de yaptığı o büyük operasyonların, kimileri tarafından haklı bir şekilde soykırım olarak tanımlanan büyük operasyonlarının da –ki hâlâ sürüyor– 1. yıldönümü. Şimdi bu 1. yıldönümünde, İsrail’e en büyük desteğin Batı’dan, özellikle de ABD’den geldiğini biliyoruz ve bu konuda çok ciddî eleştiriler var. Peki, ABD İsrail’e olan bu desteğe, genellikle “kayıtsız şartsız” diye adlandırılan bu desteğe nasıl karar verdi? ABD’de Washington’da yaşayan ve çalışan meslektaşımız Hümeyra Pamuk –kendisi Reuters’in Dış Politika Editörü– dün bir atlatma haber yaptı ve saldırının, yani 7 Ekim’in hemen birkaç gün sonrasındaki Amerikan üst düzey yöneticilerinin e-postalarını ele geçirdi, değil mi Hümeyra?

Hümeyra Pamuk: Evet Ruşen. Merhaba.

Ruşen Çakır: “Bu suç değil mi?” diyeyim.

Hümeyra Pamuk: Amerika’da basın özgürlüğüyle ilgili kanunlar oldukça kuvvetli. Ama doğru bir soru soruyorsun. Bu iç yazışmalar “classified” dediğimiz, yani “gizli devlet sırrı” kategorisinde değildi. Ancak o şekilde yazışmaları da Nisan ayında ele geçirmiştim. Yani editörlerle ve şirketin avukatlarıyla bunları konuşup kendi prosedürlerimize uygun bir şekilde yayınlıyoruz. Bugün de bunu yaptık.

Ruşen Çakır: Evet, 11-14 Ekim arasındaki yazışmalar bunlar ve burada çok önemli bir şey var: Beyaz Saray’ın, Dışişleri Bakanlığı’nın ve Savunma Bakanlığı Pentagon’un çok üst düzey yöneticilerinin böyle kıran kırana tartıştıklarını görüyoruz sanki, değil mi? “Tabiî ki İsrail’e destek vermeliyiz” diyenler de var; “Bunu yapıyoruz, ama Araplar’ı kaybediyoruz” diyenler de var. Bir özetlesene; buradaki genel hava ne? Bir kafa karışıklığı mı? Yoksa bir karâra varılmış da, birileri o karardan döndürmeye mi çalışıyor? Bütün bunlar, yani 11-14 Ekim’deki Amerikan üst düzey görevlilerde –ki üç önemli kurum var: Beyaz Saray, Dışişleri ve Savunma Bakanlığı, kararlar buradan çıkıyor– nasıl bir şey var? “Nasıl bir muhabbet?” diyeceğim ama, bunun sonucunda binlerce, on binlerce insan hayâtını kaybetti.

Hümeyra Pamuk: Ruşen, ben bu e-mail’leri ilk ele geçirdiğimde açıkçası şok oldum. Çünkü o kadar erken bir târih ki: 11 Ekim, 12 Ekim, 13 Ekim; yani 7 Ekim saldırısından sâdece birkaç gün sonra. Ve biliyoruz ki İsrail, Hamas’ın 7 Ekim saldırısından sonra hemen Gazze’yi havadan bombalamaya başladı. 11 Ekim’e geldiğimizde, bir sürü Filistinli evlerinden edilmişti, yerlerinden edilmişti. Yani sivil ölü sayısı hızla artıyordu o esnâda. Amerika’da o dönemde, ben gayet iyi hatırlıyorum, çünkü 11 Ekim’de Amerikan Dışişleri Bakanı Antony Blinken’la ilk Ortadoğu gezisine gidiyorduk, 11 Ekim Çarşamba günü. Amerika’daki ve Washington’daki hava yüzde yüz İsrail’le dayanışma şeklindeydi. Amerika senelerdir İsrail’le çok farklı bir ilişkisi olan bir ülke, bunu artık hepimiz biliyoruz. Gerek askerî, gerek siyâsî açıdan müthiş bir desteği var. Ancak, yani Filistinliler’in hiç adı geçmiyordu 11 Ekim’de, 12 Ekim’de. Ve biliyorsun, daha sonra İsrail’e yönelik, uluslararası hukuku ihlâl etme, savaş suçları, soykırım gibi birçok suçlama yöneltildi.Artık bugün, 40 bin kişinin öldüğü, yani 21. yüzyılın ortasında hiç olmaması gereken görüntülerin olduğu, çocukların açlık çektiği, yerle bir olmuş bir Gazze’ye baktığımızda, geri dönüp de 11 Ekim’de, 12 Ekim’de Amerikan yönetiminin tepesindeki yetkililerin İsrail’in uluslararası hukuku ihlâl edebiliyor olduğuna dâir uyarılmış olmaları beni gerçekten şok etti; yani bu e-mail’leri ilk aldığımda. Hemen sonra olması benim için çok çarpıcıydı.Yani belki izleyiciler saf bulacak bu açıdan beni; ama ben Dışişleri Bakanlığı’nda her gün ya da her hafta İsrail’le ilgili, uluslararası hukuk perspektifinden bakarak birçok soru soruyorum.Bütün Amerikan dış politikasıyla ilgili değişik sorular soruyorum; ama tabiî ki son bir senedir ağırlıklı olarak gündemimiz bu. Ve sözcülerden aldığım cevap her zaman hep böyle havada. Yani İsrail’in askerî operasyonlarında endîşe ettiğimiz birtakım uygulamalar var. Birçok olay oluyor, değil mi? Batı Şeria’da, Gazze’de askerlerin, yerle bir ettikleri evlerden, oradaki Gazzeli kadınların iç çamaşırlarını üzerlerine giyip video çektiklerini bile gördük.Bu olayların hepsini tek tek ben ve Dışişleri Bakanlığı’ndaki gazeteci arkadaşlarım hep sorduk. Aldığımız cevap hep: “Bakıyoruz, değerlendiriyoruz, net bir görüşümüz yok. Bunlar çok endîşe verici, çok rahatsız edici; ama kesin olarak söyleyemeyiz”. Şimdi kamuya yapılan bu açıklamalar, bunlar ve de Kasım, Aralık, Ocak, bugüne kadar… bugün de sorsanız hâlâ aynı cevap var. Ama bu e-mail’ler diyor ki: Daha 5-6 gün sonrasından, en üst düzeyde bu İsrail’in savaş suçları işleyebiliyor olduğu riski tartışılmış.

Ruşen Çakır: Peki burada şunu sorabilir miyim sana? Üç tâne ayrı kurumdan bahsediyoruz, çok sayıda üst düzey yöneticiden bahsediyoruz. Burada, “güvercin” ve “şâhin” gibi bir kategorileştirme yapmak mümkün mü? Meselâ diyelim ki Dışişleri Bakanlığı daha güvercin, daha insânî yaklaşırken, Beyaz Saray daha şâhin, daha İsrail yanlısı yaklaşıyor falan gibi. Yoksa her kurumda farklı farklı düşünen insanlar mı var?

Hümeyra Pamuk: Her kurumda farklı farklı düşünen insanlar var. Bu benim burada Washington’daki tecrübem; bu savaşın başından beri gazeteci olarak tâkip ettiğim için tecrübem. Ancak çok iyi bir noktaya değiniyorsun; çünkü o e-mail’lerde Dışişleri Bakanlığı yetkilileri, başlamak üzere olan insânî krizle ilgili çok daha empati içeren ifâdeler kullanıyorlar. Oradaki ana konuyu üç başlıkta inceleyebiliriz; ama insânî kriz kısmına bakarsak, o, Pentagon yetkilisi Dana Stroul’un bir e-mail’iyle başlıyor. Kendisi 13 Ekim’de Uluslararası Kızılhaç’la bir telefon görüşmesi yapmış ve oranın Ortadoğu direktörü demiş ki: “Bizim değerlendirmemiz, İsrail’in 1 milyon kişiye ‘24 saat içerisinde burayı terk edin, çünkü biz burada askerî saldırı yapacağız’ demesi, uluslararası hukuku çiğneme riski taşıyor ve savaş suçu işliyor olabilir.” Bunu alıyor Pentagon’daki üst düzey yetkili; Beyaz Saray, başka Pentagon yetkilileri ve Dışişleri Bakanlığı’nın üst düzey yetkililerine gönderiyor. Bu Beyaz Saray yetkilileri arasında, herkesin, yani basının yakından tanıdığı, Biden’ın Ortadoğu Direktörü Brett McGurk de var. Esâsında Brett McGurk Türkiye’de de tanınan birisi. Obama yönetiminde de görevi vardı, IŞİD’e karşı özel görevli elçiydi.Yani meselâ onun cevaplarının daha şâhin olduğunu görüyoruz. Dışişleri Bakanlığı yetkilileri, İsrail’in bu tahliye emrinin durdurulmasını, İsrail’in genel askerî operasyonlarının biraz yavaşlatılmasını tavsiye ediyorlar. Çünkü hiçbir hazırlık yok; 1 milyon kişiyi yerinden edeceksiniz ve doğru düzgün gidecekleri bir yer yok zâten. Gidecekleri yerin güvenli olup olmadığına dâir birçok endîşeler var. Bunları ifâde ediyorlar. Brett McGurk sonra cevap veriyor. Diyor ki: “O 24 saatlik süre esâsında tam gerçek bir süre değil, birazcık zaman kazanabiliriz; ama o esnâda Birleşmiş Milletler’in insânî yardım grupları Mısırlılar’la, İsrailliler’le beraber çalışsın ve bu insânî altyapıyı hemen bir an önce kurmaya başlayalım” diyor. Ama bu çok realist bir şey değil. Çünkü Netanyahu o esnâda Gazze’yi abluka altına almış ve 7 Ekim saldırısından sonra İsrail hiçbir şeyin girmesine izin vermiyor, hiç insânî yardım gitmiyor ki. ICRC yani Kızılhaç Örgütü’nün dediği şey de şu: “Savaş kanunlarına göre sizin sâdece, ‘Ben burayı bombalayacağım, buradan çıkın’ demeniz yetmez. O gidecek sivillere doğru düzgün gidecek güvenli bir yer vermeniz gerekir, aynı zamanda onlara en temel hakları olan yemek, su vs. gibi şeyleri sağlıyor olmanız gerekir. Bunları sağlamıyorsanız, o zaman savaş suçu işleme riskiniz var” şeklinde bir değerlendirme yapıyor ve buradan çıkıyor. Biden’ın Ortadoğu başdanışmanı Brett McGurk’ün bu e-mail’lere cevap verdiğini görüyoruz. Cevaplarından bir tânesinde, İsrail’in bu 1 milyon Filistinli’ye “Evlerinizi terk edin” çağrısını ve akabinde yapılması gereken hazırlıkları, Amerika’nın 2016-2017’de Irak’ta, Musul’da IŞİD’e karşı yaptığı operasyona benzetiyor. Meselâ o çarpıcı bir şeydi ve ben onu kullandım haberin içerisinde. Çünkü biraz tuhaf bir benzetme açıkçası. Zâten Brett McGurk’ün bu cevâbına Dışişleri Bakanlığı ve aynı zamanda Beyaz Saray’dan iki meslektaşı, böyle kibarca, pek katılmadıklarına yönelik bir cevap veriyorlar.Paula Tufro var Beyaz Saray’da, insânî yardım vs.’den sorumlu Biden’ın danışmanı. Diyor ki: “Musul operasyonuna biz aylarca hazırlandık”. Amerika aylarca hazırlandı. Birçok insânî yardım organizasyonu seferber edildi, değişik altyapılar kurma fırsatları oldu ve Musul’dan kaçan insanlara yardım yapabildiler. “Bunlar çok farklı şeyler” demeye getiriyor. Yani bununla bunu nasıl karşılaştırabilirsin? Öte yandan, yine Dışişleri Bakanlığı’ndan üst düzey yetkili Andrew Miller’ın, “İsrail’e bu operasyonunu yavaşlatma çağrısında bulunmalıyız ve bunu bir an önce yapmalıyız ve Amerikan yönetiminden değişik kişiler bunu yapmalı” şeklinde bir tavsiye verdiğini görüyoruz. Dolayısıyla kesinlikle senin dediğin gibi bir güvercin-şâhin ayrımı var. Dışişleri Bakanlığı’ndaki yetkililerin daha güvercin olduğunu, Brett McGurk’ün daha şânhin olduğunu söyleyebiliriz e-mail’lere bakarak.

Ruşen Çakır: Peki, şunu sormak istiyorum: Şimdi bir kafa karışıklığı var, bir tartışma var ve bu bir anlamda da politikasızlık anladığım kadarıyla; Amerika’nın tereddüt etmesi, geç kalması, İsrail’i ürkütmemesi vs. gibi bir yere doğru gidiyor ve bir yıldır bu sürüyor aslında, değil mi? Yani açıktan yapılmayan, gizli gizli yapılan, Netanyahu’yu sıkıştırmak vs.. Meselâ varsayalım ki bu üst düzey yöneticiler insânî boyutun çok önemli olduğunu söyleyip baştan îtibâren karârı bu yönde almış olsalardı, İsrail operasyonlarını, Gazze’deki o büyük katliamları ABD bir şekilde engelleyebilir miydi? Yani bir anlamda, “Zâten istesek de yapamayız, onlar bildiğini okur” perspektifini bu mail’lerde gördün mü?

Hümeyra Pamuk: Biraz Brett McGurk’ün cevaplarında gördüm. Ve bunu daha sonra da, bu haberi yazma, toplama süresince değişik ABD’li yetkililerle konuştum. E-mail’deki bâzı insanlarla da konuşmaya çalıştım; işbirliği yapanlar oldu, yapmayanlar oldu vs.. Genel olarak Brett McGurk’ün, İsrail hükûmetiyle daha çok çalışmaya çalışan, işbirliği yapmaya çalışan, rest çekmek istemeyen, hayır demek istemeyen, onlarla çalışmak sûretiyle birtakım konuları ilerletmeye çalışan bir yaklaşımı olduğunu söylüyorlar. Yani ben büyük olasılıkla diplomatik bir şekilde aktarıyorum bunu. Dışişleri Bakanlığı’nda, onun yaptıklarını eleştirenler de var elbette, kayıt dışı ve özel konuşmalarda çok çok eleştiri var. Eleştirel bakanlar da var, hiç hoşlanmayanlar da var bu yaklaşımdan. Ruşen, bu çok zor bir soru. Ama artık bunu çok kişi söylüyor. Yani bir seneyi geçti neredeyse ve Amerika’nın elindeki en büyük kozu, İsrail’e gönderdiği milyarlarca dolarlık silâh yardımı. Şimdi, yani herkesle ilişkinizde, uluslararası diplomasi ilişkisinde, karşınızdaki sizin en yakın müttefikiniz de olsa, eğer bir konuda birbirinize katılmıyorsanız ve siz karşınızdakinin davranışını değiştirmek istiyorsanız, bir şekilde orada elinizdeki bir kozu kullanmanız gerekiyor, değil mi? Yani Biden yönetimine yapılan en büyük eleştiri de bu. Netanyahu, hiçbir zaman Amerika’nın İsrail’e olan silâh yardımının kesintiye uğratamayacağını biliyor. Dolayısıyla ne yaparsa yapsın, insânî yardımları engellesin, bir apartmanda 60 kişi var ama bir tâne Hamas komutanını öldürmek istiyor, bütün binâyı yerle bir etsin ve oradaki bütün sivilleri öldürsün. Yani yaptığı hiçbir şeyin bir sonucu olmayacağını bildiği zaman, karşınızdaki müttefikiniz de olsa, neden davranışını değiştirsin? Bu çok soruluyor. Ve bu e-mail’lerde görüyoruz ki gene Dışişleri Bakanlığı’ndaki birtakım diplomatlar, “Bakın, bâzı değişiklikler yapmamız lâzım” diyorlar. Meselâ ikinci set, ikinci e-mail grubunda Amerika’nın kamu diplomasisi, tam o günlerde, 11-12 Ekim’de nasıl bir mesaj veriyor dünyaya? Dünyaya verdiği mesajda neden bahsediyor? Gayet iyi hatırlıyorum ben; yani “Yüzde yüz İsrail’in yanındayız” mesajı vardı ve hiçbir şekilde Filistinliler’in adı anılmıyordu.Blinken da Biden da insânî yardım veya Filistinliler’in acısına yönelik bir şeyi 13-14 Ekim’e kadar hiç söylemediler, hiçbir şekilde. Ancak, o zamâna kadar büyük saldırılar oluyordu ve birçok sivil hayâtını kaybediyordu. Burada da bir değişiklik isteğinin ve değişiklik tavsiyesinin gene Dışişleri Bakanlığı’ndan geldiğini görüyoruz. O ikinci e-mail grubunda da şöyle bir şey oluyor; kamu diplomasi yetkililerinden Bill Russo diyor ki: “Arap dünyasında müthiş bir kredibilite ve imaj kaybına uğruyoruz. Çünkü mesajımız çok tektaraflı. Sâdece, ‘İsrail’le dayanışma içindeyiz’ diyoruz ve başka hiçbir şey demiyoruz. Bu çok yanlış. Arap ülkelerinde imajımız korkunç zedeleniyor ve bu Arap partnerlerimiz, müttefiklerimiz bizimle çalışmayacaklar diyor. Bunu Dışişleri Bakanlığı’nın bir numaralı Ortadoğu diplomatı Barbara Leaf alıyor, Brett McGurk başta olmak üzere başka Beyaz Saray yetkililerine gönderiyor ve diyor ki: “Bakın, bu çok büyük bir risk”. Ona meselâ Brett McGurk’ün hemen cevap verdiğini görüyoruz ve biraz yanlış anlıyor esâsında: “Eğer burada ateşkes çağrısında bulunmamıza yönelik bir teklif varsa, bir öneri varsa, buna kesinlikle hayır demeliyiz” diyor. Yani o kadar net. Bu e-mail, yanlış hatırlamıyorsam 11 Ekim. Yani “Hiçbir şekilde ateşkes çağrısı yapmayacağız” diyor; çok net bir şekilde orada bir sınır çiziyor. “Ama eğer insânî yardım çağrısı yapılacaksa, insânî yardımlar Gazze’ye girmeli diyeceksek, %100” diyor. Yani şimdi işte birazcık, “Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu” oluyor. Anlatabiliyor muyum? Burada artık son dönemde bu yaklaşım çok fazla ciddîye alınmıyor. Yani “ciddîye alınmıyor”dan kastım, Biden yönetiminin kendisini savunması olarak habere yazılıyor, ama birçok kişinin bu yaklaşıma inancını kaybettiğini görüyoruz. Neden? Çünkü milyarlarca dolar silâh gönderiliyor. Hiçbir şekilde birtakım sivillere yönelik saldırıların, uluslararası hukuku zedeleyecek nitelikteki birtakım aksiyonların, yani hiçbir şeyin bir sonucu olmuyor. Amerika’nın başka ülkelerle ilişkisinde, o ülkenin davranışını değiştirmek için elindeki birçok kozu kullandığını görüyoruz; ama İsrail için bunların kullanılmadığını görüyoruz. Dolayısıyla burada insanlar giderek bu çifte standardın farkına varıyorlar ve bunu sorgular hâle geliyorlar. Yani e-mail’lerde de bu endîşelerin tâ bir sene öncesinden bile belli olduğunu, görüldüğünü, tartışıldığını anlıyoruz.

Ruşen Çakır: Haber bayağı ilgi gördü. Çok konuşulduğunu görüyorum. Ne tür değerlendirmeler yapılıyor, bir özetler misin? Yani “Ne var bunda?” diyenler mi var, yoksa “Demek ki buradan böyle olmuş” diyenler mi var? Devlet sırrını ifşâ ettiğin için sana kızanlar mı var?

Hümeyra Pamuk: Yok, o kısma yönelik bir şey almadım şimdilik. Dediğim gibi, Nisan ayında başka bir haber yapmıştık; orada gizli bir memorandum vardı. O zaman işte, “Devlet sırrıyla ilgili nasıl haber yaparsın?” diye birkaç eleştiri, bazı tweet’ler vs. görmüştüm.Şu âna kadar bu haberle ilgili bu şekilde bir şey görmedim. Yani tepkiler aşağı yukarı beklediğim gibi. Son dönemde de, dediğim gibi Amerika’nın meselâ özellikle Dışişleri Bakanlığı’nda, silâhların onaylanma sürecinde, insan haklarıyla ilgili ayrı bir bürosu var Dışişleri Bakanlığı’nın. Ve ideal bir dünyada bu büronun görevi; insan hakları ihlâline karışmış hiçbir ordunun, başka bir ülke ordusunun hiçbir biriminin Amerikan silâhı yardımı almaması, Amerikan askerî yardımı almaması. Bununla ilgili görüş bildiriyor bu büro. En sonunda gene Dışişleri Bakanı’nın yetkisinde, “Tamam, ben senin görüşlerini dinledim; ama benim karârım bu silâhların gönderilmesi yönünde” diyebiliyor. Ancak son dönemde o kadar çok… Yani işte benimkisi olsun, bugün ProPublica’da da başka bir haber çıktı, buradaki başka meslektaşlarım da olsun; bu süreçlerde hep silâhların gönderilmesi, İsrail’in daha yarârına olup İsrail’in tercih edeceği yönde politika kararlarının alınmasına yönelik haberler okuyoruz. İçeride, Dışişleri Bakanlığı’nda… Beyaz Saray’ı çok fazla bilmiyorum, oradan çok fazla e-mail sızdığını görmedim.Yani bu belki de ilki. Ama Dışişleri Bakanlığı’nda Antony Blinken’ın kararlarına îtiraz edildiğini gayet iyi biliyorum. İçeride birçok diplomatın mevcut politikadan rahatsız olduğunu biliyorum. Bunlarla ilgili yazıyoruz. Yani bu haber de yine şu temayı tekrarlıyor: Çok erken bir zamandan beri, geçen sene bu savaşın başlamasının birkaç gün sonrasından îtibâren, savaşın gidebileceği nokta, ne kadar çok insanın ölebileceği ve ne kadar büyük bir insânî krizin oluşabileceğine yönelik endîşeler daha birkaç gün öncesinden biliniyormuş. Ve engellemek için hiçbir şey yapılmamış demek istemiyorum; çünkü Amerika kendi çapında bir şeyler yapmaya çalıştı; ancak birçok insan gerçekten çok az şey yapıldığını, hattâ hiçbir şey yapılmadığını düşünüyor. Yani bu eleştirilerinde de haksız değiller. Çünkü 40 bin kişiden fazla insan öldü. Artık bugün Gazze’ye baktığımızda, yerle bir olmuş bir yer görüyoruz. Yani insanların tekrar evlerine gitmeleri mümkün mü, gidebilecekler mi, gitmelerinin bir anlamı olacak mı? Yani birçok çocuğun çeşitli uzuvlarını yitirdiğini, annesiz babasız kaldığını görüyoruz. Yani inanılmaz bir trajedi.Amerika’daki yetkililer hep, “İsrail egemen bir ülke, kendi kararlarını veren bir ülke; biz ne yaparsak yapalım gene kendi bildiğini okuyacaktı” şeklinde bir savunma sunuyorlar. Bu savunma çok eleştiriliyor. Çok fazla insanın artık bunu kabul ettiğini zannetmiyorum; kabul edilmesi oldukça zor bir savunma. Çünkü elinizde silâh yardımı gibi çok büyük bir koz var. İsrail’in silâhlarının %70’i Amerika’dan geliyor. Bunların içerisinde inanılmaz sofistike silâhlar var; aynı zamanda çok yıkıcı silâhlar da var. Bir kere atıldığı zaman bütün bir bloğu yerle bir edebilecek silâhlar var ve bunların hepsini gönderdi Amerika.Dolayısıyla, “Biz bir şey yapamazdık, durduramazdık” yaklaşımına artık kimsenin inandığını düşünmüyorum, bunu gözlemlemiyorum. Bu e-mail’lerde de, daha 3 gün, 4 gün, 5 gün sonrasından ne kadar büyük bir insânî kriz olabileceğine yönelik endîşeler tartışılmış. Dolayısıyla, yani yorumu okuyucuya bırakayım diyeyim.

Ruşen Çakır: Peki, bitirmeden bir şey sormak istiyorum, bu senin yaptığın haberle bir şekilde bağlantılı, ama daha farklı bir olay. Amerikan vatandaşı bir Türk kadın Batı Şeria’da İsrail askerleri tarafından öldürüldü: Ayşenur Ezgi Eygi. Cenâzesi Türkiye’de defnedildi. Numan Kurtulmuş konuşma yaptı, vs.. Benim gördüğüm kadarıyla, Amerikan yönetimi ve ilgili kurumları, kendi vatandaşları olan bu kadın konusunda çok fazla bir şey yapmadılar. Yanılıyor muyum?

Hümeyra Pamuk: Yok, hiç yanılmıyorsun. Bu konuda da o günlerde çok fazla soru soruldu. Biden yönetimi çok ciddî bir eleştiri aldı. Çünkü artık, yani biraz şey bir tâbir olacak ama, zurnanın zırt dediği yer değil mi bu? Kendi vatandaşları, Amerikan vatandaşıydı Ayşenur. Bununla ilgili ben de haber yaptım. Yani normalde savunma şöyle: “Amerikan vatandaşları nerede olursa olsun, her zaman bizim en büyük önceliğimiz”. Ancak bu, sonucu değiştirmedi en nihâyetinde. Dışişleri Bakanı Blinken sanırım bir gezideydi. Tam nerede olduğunu hatırlamıyorum. Londra’daydı galiba. Oradaki basın toplantısında kendisine göre sert denilebilecek bir açıklamada bulundu.Ancak, evrensel anlamda ne kadar sertti bilemiyorum. Yani orada, dediğim gibi, Amerikalı yetkililer İsrai’i açık açık eleştirme yoluna pek gitmiyorlar. En azından bu yönetim gitmiyor. Bunun, yapıcı olduğuna ve kendileri için etkin bir diplomasi olduğuna inanmıyorlar. “Biz kapalı kapılar ardında özel görüşmelerde istediğimizi alma konusunda ısrârımızı, talebimizi daha rahat belirtiyoruz ve o şekilde yol alıyoruz” diyorlar. Ne kadar yol alıp almadıklarını konuştuk seninle; bu, yoruma açık. Ama orada Blinken önemli bir çağrıda bulundu ve çok ciddî bir şekilde, İsrail ordusunun kurallarını eleştirdi. Yani, “Bu göstericilerin ellerinde sopa ve taşlar var” dedi. “Niçin onlara silâhla, tüfekle cevap veriliyor?” diye sordu. Yani plastik mermi bile değil, hakiki mermiyle cevap veriyorsunuz. Ve işte, hani oradan sekmiş, onu öldürmüş vs.; “Bunun önemi yok” dedi. “Burada çok orantısız bir güç kullanımı var ve İsrail ordusunun bu güç kullanımını, bu angajman kurallarını bir gözden geçirmesi gerekiyor” diye sert bir çıkış yaptı. Ancak sonrası?… Devâmı yok, anlatabiliyor muyum? Zâten Ayşenur vefat etti, onu geri getirmek mümkün değil. Burada bunu biz de dealarca sorduk, ancak tatmin edici bir cevap yok. Yani gene orada da aynı şey vardı: Eğer karşınızdaki  muhatabınızdan ciddî bir politika değişikliği istiyorsanız ve diplomasi yoluyla, ısrarla, müzâkerelerle eğer bu sonucu alamadıysanız, o zaman elinizdeki kozları bir şekilde kullanmanız gerekiyor.Eğer kullanmıyorsanız, o da sizin bir seçiminiz oluyor, bir politika seçiminiz oluyor. Ama ondan sonra da, “Biz ne yaparsak yapalım, karşımızdakini durduramayız” demek, bana pek mantıklı gelmiyor. Çünkü elinizde yapabileceğiniz şeyler var ve yapmıyorsunuz. Ayşenur’un olayında da bence benzer bir şey oldu.

Ruşen Çakır: Evet Hümeyra, çok sağ ol. Gerçekten tekrar tebrik ediyorum.

Hümeyra Pamuk: Sağ ol.

Ruşen Çakır: Amerika Birleşik Devletleri’nin üç önemli kurumunun üst düzey yöneticilerinin, 7 Ekim’den 4 gün sonra başlayarak birkaç gün süren, Gazze olayıyla ilgili tartışmalarının e-postalarını buldu ve yayınladı Hümeyra Pamuk. Kendisi Reuters’in Washington’da Dış Politika Editörü. Bayağı bir atlatma haberdi ve aslında birçok şeyin daha fazla aydınlanmasına yardımcı oldu. Ve bize bu e-postalarda neler konuşulduğunu ve bu tartışmaların nelere yol açmış olabileceğini anlattı. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.