Ruşen Çakır’ın konuğu Ayşegül Doğan: DEM Parti’nin yol haritası

DEM Parti’nin yol haritası nedir? DEM Parti neden gücünün altında? DEM Parti’nin kendi içinde nasıl sorunlar var? Örgütlenme için nasıl çalışmaları var? Parti medyada ne kadar yer buluyor? Önümüzdeki günlerde DEM Parti’nin nasıl projeleri olacak?

DEM Parti'nin yol haritası | Ruşen Çakır ve Ayşegül Doğan yorumluyor
DEM Parti’nin yol haritası | Ayşegül Doğan ve Ruşen Çakır yorumluyor

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM) Parti Sözcüsü ve Şırnak Milletvekili Ayşegül Doğan, DEM Parti’nin yol haritasını ve geleceğini Ruşen Çakır‘a anlattı.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. DEM Parti Şırnak Milletvekili ve Parti Sözcüsü Ayşegül Doğan stüdyo konuğumuz. Kendisiyle partisinin geleceğini, yol haritasını ve tabiî ki gündemdeki sorulara ve sorunlara nasıl baktığını konuşacağız. Hoş geldin Ayşegül.

Ayşegül Doğan: Hoş bulduk, teşekkürler. Nihâyet.

Ruşen Çakır: Nihâyet. Evet, bir meslektaş ve çok eski arkadaş olarak, genellikle IMC TV’de sen sorardın, ben konuşurdum.

Ayşegül Doğan: Evet.

Ruşen Çakır: İlk defa sana soru soruyorum, ama ilginç. Zâten bizim meslekler arasında geçişkenlik çoktur, gazetecilik ve siyâsetçiler anlamında. Şimdi “DEM Parti’nin gidişâtı” diyorum. Önce çok genel bir soru sorayım, ama özet bir cevap istiyorum.

Ayşegül Doğan: Peki.

Ruşen Çakır: Nasıl gidiyor işler?

Ayşegül Doğan: “Kısa yanıtla” diyorsun yani.

Ruşen Çakır: Evet. Nasıl gidiyor?

Ayşegül Doğan: İşler nasıl gidiyor? Türkiye açısından iyi gitmediği için DEM Parti açısından da doğal olarak iyi gitmiyor oluyor. Ama tabiî, Türkiye açısından iyi gitmeyen bu işler içerisinde DEM Parti’ye ayrı bir parantez açmak gerekiyor, çünkü çok sayıda tutuklu insan var hapiste: DEM Parti üyesi, eski eş genel başkanlarımız, seçilmiş belediye eş başkanlarımız. Ve bugün 7 Ekim, yani 6-7 Ekim Kobani olaylarının yıldönümüne denk geldi aslında bizim yayın da. İşte üzerinden yaklaşık 10 sene, tam 10 sene geçti. Ve hemen her sene, bugün DEM Parti olarak temsil edilen bu siyâsî gelenek, 10 yıl boyunca “Ne oldu o gün?” sorusunu sordu. Onlarca kişinin hayâtına mal olan Kobani protestolarının müsebbibi olarak gösterdikleri insanlar –ki mahkeme karârı da bunun böyle olmadığını gösterdi biliyorsun– 400 yılın üzerinde cezâ almış olmalarına rağmen bu olayların müsebbibi olarak almadılar o cezâları. Ama Cumhurbaşkanı Erdoğan yıllarca, bu olayların müsebbibi o dönemin HDP’lileriymiş gibi davrandığı için, DEM Parti açısından baktığımızda, böyle değerlendirdiğimizde vaziyet tabiî iyi değil. Ama DEM Parti’nin siyâsal performansı olarak soruyorsak: Sâhadayız, alandayız, meydandayız, Parlamento’dayız. Olabileceğimiz her yere çok büyük bir performansla ulaşmaya çalışıyoruz bir yandan. Bütün bu adâletsizliklere ve hukuksuzluklara karşı sürekli mücâdele hâlinde olmak da kolay bir şey değil tabiî.

Ruşen Çakır: Şimdi şeyi hatırlıyorum, 31 Mart seçimi öncesi ben çok sayıda DEM Partili adayla konuştum. Bunların bâzıları kazandı, bâzıları kazanamadı. O zaman hep sorduğum bir soru vardı: Kayyum. Ve hemen hemen hepsi, “Kayyum devri kapandı” dedi. Seçimden sonra, biliyorsun gittim, belediye eş başkanlarıyla konuştum ve yine o konuyu gündeme getirdim, Ahmet Abi’yle ya da diğer başkanlarla. Şu âna kadar…

Ayşegül Doğan: Mardin’e, Batman’a…

Ruşen Çakır: Evet, Mardin, Batman, Van ve Diyarbakır yapmıştık, bayağı bir şeydi. Bir tek Hakkâri’de bir olay yaşandı; kayyum atandı. Onun dışında atanmadı. Hakkâri bir istisnâ mıydı, yoksa hâlâ böyle kafanızda Damokles’in kılıcı sallanıyor mu?

Ayşegül Doğan: Sallanıyor tabiâî. Yani sâhaya gittiğinde bunu sen de görnüşsündür. Mardin’de, Diyarbakır’da, Van’da, Batman’da ve diğer tüm DEM Partili belediyelerin kafasında bu bir Damokles kılıcı gibi sallanıyor. Bunun endîşesi ve tedirginliği var. Kayyum dönemi siyâseten bitti, evet, iflâs etti, 31 Mart seçim sonuçları bunu gösterdi. Ama aslolan bu zihniyetten vazgeçip geçmediklerini bilmemiz. Bunu bilmiyoruz. Ayrıca kayyum rejiminin kapandığını bize gösterebilecek herhangi bir yasal düzenleme de yapılmıyor yani. Orada o hâlâ tutulduğu sürece ne olacak? Kayyum, her an istedikleri şekilde atayabilecekleri bir seçenekmiş gibi duruyor olabilir masada, bu iktidar açısından. Ama DEM Partili seçmen ve DEM Parti’yi tercih etmiş insanlar açısından belediyelerde baktığımızda, buna izin vermeyecekler. Buna izin vermeyecekler dememdeki kasıt şu — kimse bunu böyle bir tehdit gibi algılamasın: Demokratik bir direnişle… Ne o meselâ? Adâlet nöbeti gibi nöbet tuttular belediyelerin önünde insanlar kayyum atanmasın diye. Yani buna karşı çok büyük bir îtiraz var. Bu îtirâzı görmeden Hakkâri’yi sürdürmeye çalışmak Türkiye açısından iyi olmaz. Bir yandan da şöyle diyeceksiniz meselâ; hem ana muhâlefet partisi açısından baktığımızda hem iktidar açısından baktığımızda, “Türkiye’nin normalleşmeye ihtiyâcı var, Türkiye’nin yumuşamaya ihtiyâcı var, Türkiye’nin uzlaşıya ihtiyâcı var” diyeceksiniz –son günlerde gelen açıklamaları referans alırsak–; öte yandan bâzılarını bu söylediklerinizin dışında tutacaksınız. Bunu dışında bırakamazsınız.

Ruşen Çakır: Ama elinizi sıktılar.

Ayşegül Doğan: Değil mi? 

Ruşen Çakır: Kamuoyunda el sıkma olayı bayağı bir gündemde. Yani bunu şimdi insanlar tam anlamlandıramadılar belki ya da bir anlık bir şey olarak söylediler; ama bu sizin için önemli bir olay değil miydi meselâ, Devlet Bahçeli’nin yaptığı?

Ayşegül Doğan: Sâdece bizim için mi önemli bir olay, yoksa Türkiye için mi önemli bir olay? Bence eğer bu el sıkmaya farklı anlamlar yükleyerek konuşacaksak… Çünkü sen de biliyorsun, biz gazeteciler bunu yıllarca tâkip ettik ve şuna benzer içerikte kim bilir kaç tâne program yapmışsındır. Ara ara Bahçeli’nin böyle Meclis açılışlarında, işte bugün DEM Parti, o gün HDP, daha önce BDP, DTP olan partilerin eş genel başkanlarıyla, grup başkanvekilleriyle tokalaştığı dönemler oldu ve bizim bunu çokça konuştuğumuz dönemler de oldu. O dönemlere şöyle bir kronolojik olarak baktığımızda ve akabindeki gelişmelere baktığımızda, bugünü daha kolay yorumlamamız mümkün. Tabiî ki selâmlaşmak, tokalaşmak çok kıymetli. Çünkü biz şunu söylüyoruz zâten DEM Parti olarak: “Sorunlarımızı uzlaşıyla, diyalogla çözelim, konuşarak çözelim” diyoruz. Bu onun bir başlangıç noktasıysa, normal bir selâmlaşmanın ötesinde bir anlam içerir elbette bizim için. Bunu görmek gerekir. Bunun için, şu anda buna dâir bir yorumda bulunmak için erken. Ama bu yalnızca bir tokalaşmaysa, tabiî ki biz de o selâmı aldık zâten. Ama bu tokalaşmanın bizden çok Türkiye için bir anlamı var; akabinde gelmesi muhtemel ya da değil, onu bilmiyoruz şu anda. Bu gelişmelerin Türkiye için anlamı var, olumlu gelişmelerse bunlar; yalnızca güne, döneme ve bâzı siyâsî partilerin çıkarlarına göre planlanmış işler değilse, ki biz beyânı esas alalım. Bahçeli ne diyor? Diyor ki: “Ben bunu Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı dinledikten sonra, bir birlik ve berâberliğe ihtiyâcımız olduğu, Meclis çatısı altında bulunan grupların huzur içinde birlikte çalışmaları gerektiğini söyledikten sonra böyle bir karar verdim” diyor. Elbette tesâdüfen olmamıştır; fakat beyânı bu yönde. “O anda bunu hissettim, yapmak istedim, gittim yaptım” diyor, ekstra bir anlam yüklemiyor.

Ruşen Çakır: Peki ama şöyle diyenler de var: “Yeni bir çözüm süreci mi? Yeni bir barış süreci mi?” Bunu pozitif ya da negatif anlamda söyleyenler var. Bu acâyip bir şey zâten; bir tarafta birileri “Olsun” diye söylüyor, birileri “Olmasın” diye söylüyor. Böyle bir ihtimal… Yani şu âna kadar meselâ DEM Parti’yle, DEM Parti’nin değişik isimleriyle, hani kapalı kapı diplomasisi falan yoluyla hiç böyle nabız yoklamalar oluyor mu? Yoksa tamâmen ilk bir adım mı bu yani?

Ayşegül Doğan: Böyle bir şeyin olmadığı zâten yaşanan gelişmelerle de ölçülebilir diye düşünüyorum. Arka kapı diplomasisi yok ve biz olan her şeyi, özellikle de bu dönem, kamuoyuyla açık ve şeffaf bir biçimde paylaşacağımızı söyledik. Seçim süreci boyunca da böyle götürdük ve sonrasında da böyle devam ettik, hiçbir şeyi gizlemedik. Şimdi, bir yandan Kürtçe şarkı eşliğinde halay çektiği için insanları tutuklayacaksınız; yalnızca gözaltına almayacaksınız, onunla da yetinmeyeceksiniz, tutuklayacaksınız. Geçen gün Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi bir konser düzenledi. O konserde sahne alan Koma Hevra’nın –“hevra” da “birlikte” demek– meselâ solistleri daha sonra gözaltına alındı. Yine Mezopotamya Dil ve Kültür Araştırmaları Derneği diye bir dernek, Diyarbakır’da yalnızca dil kursu veren bir dernek ve orada eğitmenlik yapan insanlar gözaltına alındılar. Şimdi tutanaklara bakıyoruz meselâ: “Hangi tâlîmatla yapıyorsunuz bu işleri?” diye soruluyor. “Bu işleri” dedikleri şey, Kürtçe öğretmek. Şimdi bir yandan böyle yapacaksınız, bir yandan da arka kapı diplomasisiyle bu işi barışçı ve diyalog yoluyla çözeceksiniz ve biz bunu kamuoyundan gizleyeceğiz. Bu mümkün değil. Dünyada olmamış mı Ruşen? Olmuş. Çatışma çözümü literatürüne baktığımızda, her şey çok sert giderken arka kapı diplomasisinin de yürüdüğü yerleri elbette dünya deneyimlerinden biliyoruz.

Ruşen Çakır: Bizde de oldu.

Ayşegül Doğan: Bizde de oldu. Tam oraya gelecektim. Bizde de bu konuda çok ciddâî bir külliyat var aslında artık. Türkiye’nin müthiş bir deneyimi var. Yani dünya, Türkiye’de denenmiş bâzı yöntemlere ilişkin dönüp bakabilir. Olumlu anlamda söylüyorum bunu; yani barış görüşmelerine evrilmesine niyetlendiği zaman diyalog sürecinin… ama bir türlü o aşamaya geçemedik. Tam oraya geldi ve bir akamete uğradı. Tekrar soruya dönmek gerekirse, herhangi bir arka kapı diplomasisi yok. Keşke açık bir diplomasi olsa, arka kapıya da gerek yok.

Ruşen Çakır: Belki anayasa üzerinden iktidar bunu yapmak isteyebilir mi?

Ayşegül Doğan: Bu bence anayasaya… ya da işte biraz önce söylemeye çalıştığım şey de oydu, hiçbir siyâsî partinin çıkarlarına göre programlanabilecek bir şey değil. Bâzı şeyler tetikleyici bir güç olabilir, motive edebilir, bu süreci yaratabilir. Tabiî anayasa da bu bağlamda, yine çatışma çözümü bağlamında konuşulabilecek başlıklardan biri. Türkiye’yi âzâde tutarak söylüyorum şu anda. Çünkü şimdi bu cümlem bile tek başına şöyle değerlendirilebilir: “DEM Parti AKP’ye anayasa konusunda yeşil ışık yaktı” diye. Onu söylemiyorum, onu söylemiyorum. Şunu diyorum: Elbette çatışma ve çatışma çözümü literatüründe yine, anayasa yöntemlerden biri olabilir. Yani niyetiniz Barış Anayasası yapmaksa meselâ; sorunları çözmek, Türkiye’yi demokratikleştirmek, 12 Eylül Anayasası’ndan kurtarmak ise…

Ruşen Çakır: Yani şöyle teorik olarak bakıldığında, AK Parti-MHP ittifâkının DEM Parti’nin de altına imzâ atabileceği bir anayasa teklifiyle çıkması imkânsız gözüküyor. 

Ayşegül Doğan: Evet. Yalnızca DEM Parti’nin değil, yani başka muhâlefet partilerinin de.

Ruşen Çakır: Yani konumuz şimdi DEM Parti olduğu için…

Ayşegül Doğan: Evet evet. Başka muhâlefet partilerinin de… Ama şöyle şeyler yapılmadı mı, olmadı mı? Türkiye’de meselâ îdam hangi dönem kaldırıldı? Milliyetçi Hareket Partisi vardı iktidarda, değil mi? Hiç bekler miydik o dönem îdâmın Milliyetçi Hareket Partisi’nin olduğu bir dönemde kaldırılabileceğini? Beklemezdik. Şaşırtıcı bir gelişme olarak değerlendirildi günlerce. Bunu şu sebeple örneklendirmiyorum: Neden olmasın istenirse, neden olmasın? Ama asıl Bahçeli’ye şu soruyu sormak gerekir: Selâmlamadan sonra ne dedi? Hepimiz bunu tartışıyoruz, “Yeni bir dönem başlıyor” dedi. Şimdi bu “Yeni dönem başlıyor” cümlesini, eğer yalnızca kamuoyunda buna dâir bir algı yaratmak ve gündem değiştirmek için –bunlar böyle tartışılıyor– ya da zaman kazanmak için ya da yalnızca yeni yasama yılıyla bağlantılı olarak kurmadıysa, o dönemin ne olduğunu bilmek, siyâsetçi olmak dışında yurttaş olarak da hepimizin hakkı. Nasıl bir dönem başlıyor? Şu gerçek: Evet, bu bir ikrar aynı zamanda. Biz yıllardır şunu söylüyoruz: Dışarıda gidip barışı sağlamak üzere göreve hazır olduğunu, bu konuda rol alan bir Türkiye olduğunu, sorumluluk alan bir Türkiye olduğunu söyleyip, içeride kendi barışını tesis edemeyen bir ülke samîmî olamaz, bir iktidar samîmî olamaz. Dolayısıyla Bahçeli aslında bizim söylediğimizi söylemiş oluyor. Dışarıda barış arayıp içeride savaşı sürdüremezsiniz. Ama nedir bu? Zaman kazanma değilse, gündem değiştirme değilse, bir tesadüf değilse nedir? O halde ne olduğunu bize açıklaması gerekenler bugün bu iktidârı yönetenler. Açıklamıyorlarsa adımlarıyla göstersinler. Somut görelim. Nasıl görelim meselâ? İşte, tecrîdi kaldırsınlar. Yani Öcalan’dan yıllardır haber alınmıyor ve bu tansiyonu yüksek tutan bir şey. Yıllardır böyle. Demirtaş’lar hapiste, Yüksekdağ’lar hapiste, Sincan Cezâevi dolu. Abdulkadir Kuday meselâ, geçenlerde hayâtını kaybetti, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezâsı dolayısıyla. Ruşen, 40 kiloya kadar düşmüş bir insandan bahsediyoruz, ALS hastası ve yapmadığımız “diplomatik” görüşme kalmadı; çıkaramadık, çıkaramadık. Şimdi hal böyle, vaziyet böyle. Ama öte yandan siz diyorsunuz ki: “Selâmlaştık, tokalaştık ve yeni bir dönem başladı”. Buna biz inansak, bize oy veren insanlar inanmaz. Bize oy veren insanları, Türkiye kamuoyunu bu kadar çok kutuplaştırdıktan sonra, söylediklerinizin altını doldurmanız gerekli ve bunun için somut adıma ihtiyaç var.

Ruşen Çakır: Demin bahsettin, tecrit dedin, Abdullah Öcalan dedin. Bu hafta sonu Diyarbakır’da bir miting mi düzenliyorsunuz?

Ayşegül Doğan: 13 Ekim’de Demokratik Bölgeler Partisi öncülüğünde, biz DEM Parti olarak da orada olacağız. Bir DBP, DEM Parti’nin aynı zamanda bir bileşen partisi. Ben hem DEM Parti sözcüsüyüm hem aynı zamanda DBP milletvekiliyim. Şimdi şöyle: Evet, biz 13 Ekim’de Diyarbakır’da DBP öncülüğündeki mitinge katılacağız. Bu mitingde savaşa karşı özgürlük istemek için binlerce insanın buluşmasını temennî ediyoruz, çağrımız bu yönde en azından. Göreceğiz bakalım. Aslında Türkiye’de savaşa karşı barış için sorumluluk hisseden herkesin o gün orada bizimle dayanışmasını istiyoruz, arzu ediyoruz.

Ruşen Çakır: Ama orada şöyle de bir şey var, biliyorsun. Tecrit denince, Abdullah Öcalan denince, hemen toplumun önemli bir kesimi frene basıyor ve hattâ kızıyor. “Başka işiniz mi yok? Türkiye’nin bu kadar sorunu varken bununla mı uğraşıyorsunuz?” diye DEM Parti’ye yönelik. Ne zaman tecrit dense ya da o konuda Öcalan’la ilgili bir şey olsa o olay çıkıyor karşımıza.

Ayşegül Doğan: “Başka işimiz mi yok?” konusuna şöyle cevap vereyim: En önemli işimiz bu. Niye? Çünkü sözünü ettiğimiz kişi… ki 2013 tecrübesi, 2011’de başlayan, 2015’e kadar devam eden süreç de Türkiye’ye bunu gösterdi ki İmralı Ada Hapishânesi’nde tutulan bir barış gücü var, öyle bir gücü var. Bu savaşı durdurabilecek gücü olan insanı siz mutlak bir iletişimsizlikte tutarsanız… Üstelik her şeyden önce bu bir işkence yöntemi, bir insan hakkı ihlâli. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırı. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi 17-19 Eylül arası toplandı ve yine Türkiye’ye bir uyarı çıktı orada. Siz hiçbir AİHM kararını uygulamayacaksınız, Anayasa Mahkemesi kararlarını uygulamayacaksınız, kendi yasal düzenlemelerinizi yok sayacaksınız, bir insanın âilesiyle, avukatlarıyla görüşme hakkını yok sayacaksınız, telefon hakkını kullandırtmayacaksınız, salt onunla birlikte tutuklu olduğu için onun yanındakileri de bu haktan mahrum bırakacaksınız ve üstelik bu insanın savaşı durdurabilecek bir gücü olduğunu biliyor olacaksınız ve de bunu tecrübe etmiş bir iktidar olmuş olacaksınız. Evet, o yüzden en önemli işimiz bu. Çünkü biz savaşa karşı hayâtın kazanmasını istiyoruz. Bu kadar korkunç bir ekonomik krizden bahsediyoruz meselâ. İşte, yabancı yatırımcının gelmediğinden… Bugün bir kulis haberi okudum da, AKP’li bâzı yetkililer de demokrasi sorunu nedeniyle yabancı yatırımcıların gelmekten imtinâ ettiklerini kabul ediyorlarmış aslında 1 Ekim resepsiyonunda. Bunu kamuoyuna açık bir biçimde deklare edip bunu tartıştıranları suçlu îlân edeceksiniz –bizim gibi partileri ya da ana muhâlefet partisini–, ama siz bunu kulislerde fısıldayacaksınız. Bu konu mühim bir konu. Yani bu barış gücünü iyi değerlendirmek gerektiğini düşünüyoruz biz DEM Parti olarak. Bu muhâtaplığı ve onun hayâta geçirebileceği bir arada yaşam projesine bir şans tanımak gerektiğini düşünüyoruz.

Ruşen Çakır: Ben televizyonları çok izlemiyorum, ama sosyal medyadan tâkip ediyorum. Maşallah, her akşam bir yerde partinizden birileri tartışmalarda bayağı etkili bir şekilde rol oynuyor; milletvekilleriniz, eş başkanlarınız, belediye başkanlarımız… Nasıl izin veriyorlar buna?

Ayşegül Doğan: Evet ya; biz her gün bir televizyon kanalındayız. Herkes bizi konuşuyor, herkes DEM Parti’yi konuşuyor, köşe yazarları DEM Parti’yi yazıyor falan. Kimse görüş almıyor DEM Parti’den. Bunu tabiî bir sitem, bir yakınma, “Niye yapmıyorsunuz?” açısından söylemiyoruz DEM Partililer olarak. Ama bunu bir durumu göstermek ve ifşâ etmek için sürekli hatırlatmak gerekiyor. Çünkü biz daha önceleri, benim de gazetecilik yaptığım yıllarda söylerdik ya hani, hatırlarsın; HDP’ye uzanmayan mikrofon bir süre sonra CHP’ye de uzanmayacak. Sonra bu böyle peşi sıra devam edecek, diğerlerine de uzanmayacak. Dikkat et, şu anda çok az sayıda mikrofon uzanıyor muhâlefet partilerine. Bunlardan biri de sizin mikrofonlar başta olmak üzere. O halde bize yapılanı yalnızca bize yapılıyor ile sınırlı tutup tepki göstermemek haksızlık olur. Yani burada aslında sözüm biraz da ana muhâlefet partisine. Geçen sizin, CHP lideri Özgür Özel’le yayınınızı da izledim. Meselâ sordun sen, en son ne zaman TRT’ye çıktığını, hatırlayamadı. Ve ne dedi? “Sürpriz olsun diye 31 Mart akşamı çıktım TRT’ye” dedi. Muhtemelen bizde de TRT’ye en son cumhurbaşkanlığı seçimleri zamânında çıkılmıştır, onun dışında çıkılmamıştır. Dert TRT değil. TRT’nin kaygısı şu: “Ama şimdi DEM Partililer korkunç şeyler söyleyebilirler, RTÜK bize cezâ verebilir”. Bunu çok iyi anlıyorum, bu kaygının ne demek olduğunu. “Maâzallah ya Kürdistan kelimesini kullanırlarsa, maâzallah Öcalan’a ‘Sayın Öcalan’ derlerse ne olur? Çünkü bunlardan dolayı bize RTÜK cezâ verir.” Aslında pek çok meslektaşımızın yaşadığı endîşe bir yandan bu; ama öte yandan DEM Parti’nin sesinin Türkiye’de daha geniş bir kamuoyuna ulaşmasından da endîşe ediyorlar Ruşen. Endîşe ettiklerini 2015 seçimlerinde, 7 Haziran’da hep berâber tecrübe ettik. DEM Parti’nin, eşit koşullara sâhip olmadan; ama sınırlı da olsa birazcık o şartları zorladığı zaman, alan açıldığı zaman yapabilecekleri, yaratabilecekleri, alabileceği oy oranı görüldüğü için… Ki bunu biliyoruz. Sonradan bir sürü belge patladı, berâber okuduk, ne araştırmalar yapılmış. %13’lere varan, hattâ üzerine çıkan bir potansiyeli bağrında taşıyan bir siyâsal gelenekten bahsediyoruz ve Türkiye’de asıl muhâlefet gücü, sürükleyici muhâlefet gücü. Şimdi bu sesin hakîkaten yankılanmasını istemeyenler var ve bunu engelliyorlar.

Ruşen Çakır: Bir de şöyle bir şey var, bizim kendi deneyimlerimizden biliyorum; bu konuda gerek adaylar gerekse belediye eş başkanlarıyla yaptığımız yayınlar genellikle Medyascope ortalamasının üzerinde izlendi, yani alıcısı olan bir şey.

Ayşegül Doğan: Bu yüzden engelleniyor zâten.

Ruşen Çakır: İnsanlar meselâ Diyarbakır belediye eş başkanlarını bir yayında görmek istiyor ya da İstanbul’daki seçimde meselâ DEM Parti adayını görmek istiyor, tanımak istiyor. Ama insanlar ne olur ne olmaz diye ürküyorlar.

Ayşegül Doğan: İşte bu, ne olur ne olmaz… Meselâ ne olur ne olmaz yerine keşke bu soruları sorabilseler. Siz niye ısrarla Meclis kürsüsüne çıkıp… Meclis kürsüsünde söylediğimiz şeyleri yayınlarda söyleyemiyoruz meselâ, düşünebiliyor musun? Çok normal değil yani bu. “Siz niye Kürdistan coğrafyası diyorsunuz, bölücü müsünüz, ayrılıkçılık bâbında mı kullanıyorsunuz bunu?” Hayır, öyle olmadığını herkes çok iyi biliyor. Yani Trakya dediğimiz zaman bölücü olmuyorsak, Kürdistan dediğimiz zaman da bölücü kabul edilmememiz gerekir. Ya da meselâ siz yıllarca bir insana “Sayın” demeyi yasaklarsanız, sonra da bir mahkeme karârı sizi haksız bulursa, o zaman siz kazandığınız o şeyin altını çizmek istersiniz. Ve yalnızca bunlar da değil; DEM Parti’nin yol haritasını anlatması, işçinin emekçinin yanında… Şimdi biz ekmek ve adâlet kampanyasıyla yaz boyunca sâhadaydık, çok çeşitli yerlerde. Dün meselâ Eş Genel Başkanımız Bursa’daydı. Bursa’da işçilerle ve emekçilerle buluştu. Bursa’dan Derecik sınır kapısına kadar geniş bir yelpazede insanlarla buluşuyor eş genel başkanlarımız ve bunu kesintisiz bir biçimde aylardır sürdürüyor. Bunu yalnızca bizim partinin yayın mecrâlarında ve bazı alternatif medyanın yer verdiği kadar haberlerinde görebiliriz. İnanın Türkiye’nin belki bir bölümünün bizim ekmek ve adâlet kampanyamızdan haberi dahi yok.

Ruşen Çakır: Kesinlikle.

Ayşegül Doğan: Bak, kesinlikle diyorsun. Bu, DEM Parti olarak yalnızca bizim eksikliğimiz, yetersizliğimiz olarak değerlendirilemez. Bizi bir alana hapsetmek isteyen, yalnızca Kürt meselesine dâir konuşabilen, yalnızca Kürt meselesinin çözümüne dâir programı, yol haritası ve çözüm önerileri olan ve yalnızca bu sorundan ibâret ve yalnızca Kürtlerden müteşekkil bir parti gibi göstermeye çalışan bir zihniyete karşı da mücâdele ediyoruz biz. Ha, yalnızca Kürtlerden müteşekkil olmak kötü bir şey mi? Hayır, bu da gurur duyulası bir şey; ama gerçeğimiz öyle değil.

Ruşen Çakır: Ama şöyle de bir şey var; yıllardır sen de ben de bu hareketi, sen içinden, ben dışından tâkip ederiz.

Ayşegül Doğan: Ben hem iç hem dış göz olarak.

Ruşen Çakır: Yani bence DEM Parti şu an gücünün altında. Yani tamam, önünüz tıkanıyor, tamam, engel çıkartılıyor, tamam, medya ambargo yapıyor vs.; ama hep böyleydi. Yani istisnâî dönemler olmakla birlikte hep böyleydi. Bana şey gibi geliyor; yani aldığı oyla kazandığı belediyelerle orantılı olmayan, yani onun altında olan bir temsîliyet, kamuoyunda temsîliyet geliyor. Yani bunun tek nedeninin dışsal nedenler olduğunu ben düşünmüyorum. Yani burada partinizde de birtakım sorunlar var gibi geliyor bana diyeceğim de…

Ayşegül Doğan: Ben de “var” diyeceğim, hiç kaçmayacağım bu sorudan. Çünkü kaçılacak bir soru değil, aksine biz bu soruyu ortaya koyduk 14-28 Mayıs seçimlerinden sonra. Hattâ biz bununla cesurca yüzleşebilen belki tek siyâsî partiyiz. Fakat şunu bir kenara koyup konuşmak gerekiyor: Türkiye’de neredeyse bütün siyâsî partiler, muhâlefet açısından söylüyorum, olması gerekenin epey altında son 10 yıla baktığımızda. Bunun işte sözünü ettiğimiz Türkiye’deki bu iklimle çok ilgisi var. Biraz önce anlattığın haksızlık, hukuksuzluk, manipüle edilme, algı yaratma, tutuklama, herkesle ilgili bir soruşturma, kovuşturma, insanların yurtdışına gitmek durumunda kalması… Klişe ama gerçek, bir beyin göçü yaşanıyor Türkiye’de ve sürgit devam ediyor bu 10 yıldır. Şimdi bir, bu durumu göz ardı edemeyiz. Ama öte yandan tabiî biz bir eleştiri, özeleştiri süreci başlattık, bunun adını koyduk. “Ne oluyor?” dedik ortaya çıkan tablodan sonra. İşte, il, ilçe değerlendirme toplantıları yaptık, halk buluşmaları yaptık, kendi örgütlenme modelimize dâir yeni bir çalışma metoduna ilişkin geçenlerde bir merkezî örgütlenme konferansı yaptık Ankara’da. Dört gün yalnızca bu sorunları konuştuk ve bunları nasıl aşabileceğimizi konuştuk. Bölgesel bazlı çalışma planı çıkarttık parti meclisi çalışmaları için. Bununla yüzleşebilen, bunu açıkça ortaya koyabilen, bu konuda özeleştiri verebilen bir siyâsal gelenekten geliyoruz biz. Bundan kaçmıyoruz. Tabiî ki bizden kaynaklı sorunlar da var; elbette tamâmını dışsal sorunlar olarak değerlendiremeyiz. Ama dışsal faktörleri de indirgemeci bir yaklaşımla ele alamayız.

Ruşen Çakır: Demirtaş… Partinin Demirtaş’a yeterince sâhip çıkmadığı yolunda çok ciddî eleştiriler var, katılmıyorsun herhalde.

Ayşegül Doğan: Yani şöyle katılmıyorum; çünkü ben bu tartışmanın her iki tarafa da haksızlık olduğunu düşünüyorum. Bunu böyle tartıştıranlar sözüm ona şöyle düşünenler ya…

Ruşen Çakır: Soru sorduğum için beni suçlamıyorsun değil mi?

Ayşegül Doğan: Hayır, asla, asla, hayır. Bunu tartıştıranlardan bahsediyorum. Asla. Bunu tartıştıranlar ve ilk bu ateşi fitilleyenlerden bahsediyorum. Sözüm onlara. Onlar nasıl duruyorlar yani? Sözüm ona Demirtaş’a sâhip çıkanlar ve karşısındakiler… Bu tartışma da yeni başlamadı. Ben de bu soruları sordum, senin sorduğun soruları, tam bu minvalde ve bu içerikte olmasa da. Ama “Arada fark var mı, görüş ayrılığı var mı?” diye ben de vaktiyle o tarafta oturduğumda sordum bu soruları. Fakat şöyle bir haksızlık olduğunu düşünüyorum. Çünkü ben vekil seçildikten sonra şöyle bir avantajım oldu: Gidip Demirtaş’ı görebilme, ziyaret edebilme.

Ruşen Çakır: Görebiliyorsun.

Ayşegül Doğan: Evet, gittim, gördüm kendisini. Bunun gerçekten ona haksızlık olduğuna karar verdim, böyle tartıştırmanın. Böyle bir ayrılık gayrılık yok. Her seferinde ona böyle bir soru sormak: “Var mı aranızda bir şey? Size yeterince sâhip çıkıyorlar mı?” Bu hem ona haksızlık hem bize haksızlık.

Ruşen Çakır: Peki, sana, partiye hiç sitem etmedi mi? Etmiştir illâki.

Ayşegül Doğan: Partiye sitem ettiğini meselâ hiç gizleyen birisi değil Demirtaş. Sitem ettiğinde yazan, sitem ettiğinde açıkça söyleyen; partide sitemini açıkça ifâde edebilen, dillendiren birisi. Ama meselâ biz hiç böyle konuları konuşmadık, bambaşka şeyler konuştuk. Şimdi, bizim aslında Demirtaş’la ilgili konuştuğumuzda ya da Mızraklı’yla ya da Yüksekdağ’la ya da Leyla Güven’le, o kadar çok insan ki ya da Nazmi Gür’le, Alp Altınörs’le, Günay Kubilay’la, Can Atalay’la ilgili, Osman Kavala’yla ilgili… İnanamıyorum, saydığımız isimlere bakar mısın? Çiğdem Mater’le ilgili, Mine Özerden’le ilgili. Yani birini saysak ötekini eksik bıraktığımızı hissettiğimiz, canımızı yakan… Çoğu arkadaşımız bunların, çoğu sevdiğimiz arkadaşımız, tanışımız, birlikte zaman geçirdiğimiz, işler yaptığımız insanlar. Ve bu iddialarla içeride, değil seneler, bir sâniye bile geçirmemeleri gereken insanlar bunlar. Biz bunları konuştuk meselâ daha çok. Çok yakın zamanda yine gittim, Demirtaş daha çok şunu konuşuyor gittiğimizde: “Daha iyi ne yapabiliriz, partimizin daha iyi sonuçlar alabilmesi için? Ben nasıl katkı sunabilirim? Dışarıya elim nasıl yetişir, uzanır?” Bu parti cumhurbaşkanlığına aday gösterdi. Seçim kampanyasını birlikte yürüttük. 14-28 Mayıs seçimleri Demirtaş’la birlikte yürütülen bir kampanyaydı. Ha, nüanslar yok mu? Var. Şu anda bizim partimizin Merkez Yürütme Kurulu’nda nüanslar tabiî ki var. Olmazsa olur mu? O kadar homojen bir parti olabilir mi? Ayrıca bizim gibi çokdilli, çokrenkli, çoksesli bir parti ve Türkiye yaratma hedefi ve iddiası olan bir siyâsal parti geleneğinde bu zâten söz konusu olamaz. Tabiî ki Demirtaş da… zaman zaman nüanslar olmuştur, geçmiş dönemler için söylüyorum. Olacaktır, olması muhtemel. Ama bunları iki taraf da daha geliştirici, destekleyici ve büyütücü unsurlar olarak görüyor. Öyle ayrılık gayrılık ya da farklı düşünce nedeniyle birbirinden uzaklaştıran değil, birbirine yakınlaştıran nedenler olarak görüyor.

Ruşen Çakır: Peki, nasıl toparlayalım? Bir “gidişat” diye başlık koyduk ve başta sorduğumda da Türkiye’nin gidişâtıyla doğrudan orantılı olduğunu söyledin. Tabiî çok isabetli. Ama siz bambaşka bir hareketsiniz, çok köklü bir hareketsiniz, ismi çok değişen bir partisiniz ve daha geniş bir şey, çok ciddî bir tabanınız var. Belki sizden daha ileride bir tabanınız var.

Ayşegül Doğan: Bizden daha ileride bir tabanımız olduğu kesin.

Ruşen Çakır: Nereye doğru gidiyor DEM Parti?

Ayşegül Doğan: DEM Parti son yaptığı Merkezi Örgütlenme Konferansı’yla, “Daha örgütlü bir hâle nasıl gelebilir?”i enine boyuna çok ciddî, çok derin bir şekilde tartıştı. Bir kere, daha çok örgütleneceğiz, bu kesin. İkincisi, bunu her zaman altını çize çize söylüyoruz ve ben ısrarla bunu çok sık tekrar ediyorum; DEM Parti bir mücâdele ve müzâkere partisi. DEM Parti’nin temsil ettiği gelenek böyle bir gelenek. Bir yandan mücâdele ediyor, bir yandan da mücâdele ettiği şeyler için müzâkere kanalları açmaya çalışıyor, diyalog kanalları açmaya çalışıyor. Bundan vazgeçmeyeceğiz. Geniş bir skalada daha çok işçiyle buluşacağız, daha çok emekçiyle buluşacağız, daha çok öğrenciyle, daha çok üniversiteliyle, daha çok yoksullaştırılmış kesimlerle buluşup bize kapatılmaya çalışılan yolları açmaya çalışacağız. Merkez yürütme kurulumuzun masasındaki başlıklardan seçmece yaparsak. Ama biraz daha sokağa gidelim. Onlar bizden ne bekliyor? Sâhaya indiğimizde herkeste müthiş bir bıkkınlık var bir yandan Ruşen. Bunu sanırım İstanbul için de söylemek mümkün, Şırnak için de söylemek mümkün, Edirne için de, Diyarbakır için de mümkün. Ama bu bıkkınlığa karşı meselâ, hani sıkça ifâde ediliyor, sen sormadın, ben söyleyeyim: Erken seçim meselesi. İktidar değişmeli mi? Evet, değişmeli. Bunu sokağa sorduğumuzda herkes, “Evet, artık değişmeli” diyor. Fakat bu derde devâ olacak bir örgütlü muhâlefete, daha güçlü bir örgütlü muhâlefete ihtiyaç var. Bizim yeni yol haritamızın en başında bu duruyor. Erken seçimi istemek, bunun için açıklama yapmak, erken seçime dâir yalnızca çağrı yapmak yetmiyor. Bunu oluşturabilecek bir örgütlülüğe ihtiyaç var, bir güce ihtiyaç var. Şimdi bir yandan böyle bir çalışmamız var. “Ekmek ve Adâlet”’ kampanyamız devam ediyor. Bunun için buluşmalarımız devam ediyor. Öte yandan, biz bir anayasa koordinasyonu kurduk. Biliyorsun, anayasa konusundaki en deneyimli siyâsî parti biziz. Çünkü 12 Eylül Anayasası’nın tümden yeniden yazılması gerektiğini söyleyen ve bu mücâdeledeki varlık nedenlerimizden biri olarak da bunu ifâde eden bir partiyiz. Değişikliklerle olmayacağını görüyoruz. En çok bu iktidar döneminde değişti anayasa. Ne oldu? Derde devâ oldu mu? Olmadı. Çâre mi? Değil. Hattâ şimdi şöyle diyor iktidar partisi yetkilileri: “Ya, işte biz bu kararları uygulayamıyoruz. Bu kadar çok haksızlık hukuksuzluk oluyor. Bütün bunların müsebbibi işte bu anayasa. Gelin, birlikte anayasa yapalım. Bunları da ortadan kaldıralım”. Aslında bir pazarlık unsuru olarak masaya çoktan koymuş oluyor. Dolayısıyla bizim Meclis Anayasa Komisyonu’nun yanı sıra eşgüdümlü çalışacak bir anayasa koordinasyonumuz da var ve onlar da birtakım çalışmalar yürütüyorlar. Eskisinden çok daha fazla sâhada olduğumuzu söyleyebilirim. En azından daha deneyimli, partili kimliğiyle daha deneyimli olan arkadaşlarımızın yaptıkları karşılaştırmalardan da anlıyoruz ki daha çok sâhadayız. Önümüzdeki dönem yine bizim için en temel sorunlardan biri: Ortadoğu yanıyor. Bu yangına çâre olabilecek şeyler üretmemiz mümkün Türkiye’de. Örnek teşkil edebilecek bir ülke olmak mümkün. Bunun ne kadar imkân dâhilinde olduğunu şu koşullara baktığımızda görmek istersek, son derece karamsar bir tablo çıkar karşımıza; bir iğne deliği kadar bile, hiç aralık göremeyebiliriz, yani tünelin ucunda ışık görmeyebiliriz. Ama biz bu ışığı yaratmak istiyoruz. Yani Türkiye’de hakîkî, târihsel, âdil ve gerçekten kalıcı bir barışa ihtiyâcımız var. Bizim en temel mücâdele alanlarımızdan biri de bu. Önümüzdeki dönem yol haritamızı şöyle birkaç başlıkta toparlamaya çalıştım, yetti mi bilmiyorum. Türkiye’nin bütün gündemleri bu başlıklar altında zâten. Bir yandan Ortadoğu meselesi, bir yandan İsrail-Filistin meselesi; şu anda yeni bir beka meselesi yaratılmaya çalışılıyor. İsrail ve Kürtleri de aynı cümle içerisinde kullanarak…

Ruşen Çakır: Evet, iç cepheyi…

Ayşegül Doğan: Ve buna karşı mücâdele etmek gerekiyor tabiî bir yandan da.

Ruşen Çakır: Çok teşekkürler Ayşegül. Evet, bu medyanın yoğun ilgisi arasında bize zaman ayırdığın için teşekkürler.

Ayşegül Doğan: Çok teşekkür ederim dâvet için.

Ruşen Çakır: İki meslektaş olarak Türkiye’deki medya düzenine eleştirimizi de dile getirmiş olalım. Evet, DEM Parti Şırnak Milletvekili ve Parti Sözcüsü Ayşegül Doğan ile partisini, partisinin önümüzdeki günlerdeki projelerini, neler yaptıklarını, kendilerini nasıl sorguladıklarını, her şeyi konuştuk. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.