Ruşen Çakır’la Hafta Başı (5): Ortadoğu’da savaş | Narin Güran cinayetinde son gelişmeler | Doğu’da taşımalı eğitim sorunu

Ruşen Çakır’la Hafta Başı’nın yeni bölümü yayında. Gündemde yaşanan olayları Medyascope muhabirleri ve konuklarıyla şu konuları derinlemesine ele aldı:

  • İsrail Beyrut’u bombalıyor: Ortadoğu’da neler bekleniyor? 7 Ekim 2023’ten bugüne neler yaşandı? İsrail İran’a nasıl cevap verecek. Kenan Çamurcu anlattı..
  • Diyarbakır Barosu, öldürülen 8 yaşındaki Narin Güran’ın cinayetinde son yaşananları Medyascope Diyarbakır Temsilcisi Ferit Aslan aktardı.
  • ÖZEL HABER | Doğu’da taşımalı eğitim sorununu, öğrencilerin eve gitmek için okul yolunda otostop çekmelerini ve kız öğrencilerin evlendirilmesini Medyascope Muhabiri Gülseven Özkan anlattı.

Ortadoğu’da neler bekleniyor?

İsrail-Hamas savaşı, İsrail-Hizbullah savaşı ve İsrail-İran savaşı. 7 Ekim sonrası Ortadoğu topyekun savaşın eşiğine geldi. . Gazze’de sivil can kayıpları artarken Lübnan’a yönelik hava saldırıları yoğunlaştı. Öte yandan bir çok ülkede savaş karşıtları sokaklara. Lübnan Sağlık Bakanlığı, İsrail savaş uçaklarının Baraşit kasabasındaki İslami Sağlık Kurumu’na bağlı bir itfaiye istasyonunu hedef alması sonucu 10 itfaiyecinin öldüğünü açıkladı.

İsrail Lübnan'ın başkenti Beyrut'a saldırıyor
İsrail Lübnan’ın başkenti Beyrut’a saldırıyor

Narin Güran cinayetinde son yaşananlar

Diyarbakır Barosu, öldürülen 8 yaşındaki Narin Güran’ın soruşturmasında müşteki sıfatıyla kabul gördü. Baro, soruşturmadaki gizlilik ihlali ve soruşturmayı yürütenlerin ihmali ile ilgili Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusu yaptı ve soruşturmayı yürüten yetkililerden şikayetçi oldu.

Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı Psikososyal Destek Ekipleri, Narin Güran’ın öldürüldüğü köyde yaşayan 18 yaş altı 14 kuzeniyle görüştü. Ön raporda bakanlık, çocuğun kuzenlerinde korku ve kaygı belirlendiğini, bazılarının okula devamsızlık yaptığını tespit etti.

Narin Güran
Narin Güran

ÖZEL HABER: Doğu’da taşımalı eğitim sorunu

Türkiye’de taşımalı eğitim ile ilgili yaşanan sorunlar gün geçtikçe artıyor. Çocuklar, okula gidebilmek için her gün yollarda otostop çekmek zorunda kalıyor. Özellikle kız öğrencilerin eğitim hayatları yarıda kesilerek evlendirilmesi, bölgedeki eğitimsizlik döngüsünü daha da derinleştiriyor.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler, iyi haftalar. “Hafta Başı”yla karşınızdayız. Bu hafta neleri konuşacağız, bugün neleri konuşacağız? Tabiî bugün 7 Ekim’in yıldönümü, ama biz bunu 2 saat sonra Senem Görür’le bir özel yayında ayrıca değerlendireceğiz. Bugün öncelikle İran’ın İsrail’e yönelik misillemesine İsrail’in cevap verip vermeyeceği konusunu araştırmacı yazar Kenan Çamurcu ile konuşacağız. Daha sonra Diyarbakır’a bağlanıp Ferit Aslan’la Narin Güran cinâyetiyle ilgili son tartışmaları ve gelişmeleri ele alacağız. Ve en sonunda arkadaşımız Gülseven Özkan Doğu ve Güneydoğu’ya gitti, taşımalı eğitim konusunda çok çarpıcı röportajlar yaptı. Gülseven bize onları anlatacak. 

Önce şu İran meselesine, İran-İsrail gerginliği meselesine bir göz atalım. Videomuz var; ondan sonra Kenan Çamurcu ile konuşalım.

İsrail, abluka altındaki Gazze’ye ve Lübnan’ın başkenti Beyrut’a saldırmaya devam ediyor. İsrail, Güney Lübnan’da Hizbullah’a âit silâh depolarının vurulduğunu açıkladı. Lübnan Sağlık Bakanlığı, hava saldırılarında 23 kişinin öldüğünü, 93 kişinin ise yaralı olduğunu açıkladı. Hizbullah da İsrail’in saldırılarına yanıt verdi; İsrail’e 120’den fazla roket fırlattı. Lübnan Başbakanı Necip Mikati, ateşkes için İsrail’e uluslararası baskı çağrısı yaptı. İran’ın misilleme açıklamaları devam etti. İsrail Savunma Bakanı Gallant, İran’a karşı olası bir saldırı için ABD ile koordinasyon hâlinde olduklarını açıkladı. Gallant, “Her şey masada” diyerek, nükleer tesislere yönelik saldırı olasılığını da dışlamadı. İran ise gece kapattığı hava trafiğini yeniden başlattığını duyurdu. Suriye’de de İsrail’in düzenlediği düşünülen hava saldırıları gerçekleşti. İsrail ordusu ayrıca 7 Ekim saldırılarının yıldönümü nedeniyle İsrail’in güneyinde güvenlik önlemlerini artırdı. Savaşın yıldönümünde dünya genelinde barış çağrıları yükseliyor.

Ruşen Çakır: Evet, Kenan Çamurcu ile konuşacağız bunları. Kenan, merhaba.

Kenan Çamurcu: Merhabalar. İyi yayınlar.

Ruşen Çakır: Sen bölgeyi, özellikle İran’ı çok iyi bilen birisin. Öncelikle, “İsrail İran’a cevap verir mi?” sorusuna gelmeden önce şunu sormak istiyorum: İran’ın misillemesini, biliyorsun önce Haniye sûikastinin ardından bekledik, uzun bir süre bekledik. Daha sonra Nasrallah ve yanında İranlı bir komutanın da öldüğü o büyük saldırının ardından gerçekleşti ve buna Haniye’yi de dâhil ettiler. Bir ara da Pezeşkiyan’ın şöyle bir açıklaması vardı, biliyorsun: “Bize Gazze’de ateşkes sözü vermişlerdi” demişti. Şimdi İran’ın misillemesiyle başlayalım. Misillemenin zamânı ve kapsamı hakkında ne söylemek istersin?

Kenan Çamurcu: Olayları yakından izleyenler, Hamaney ve onun vekil güçlerinin İsrail’e etkili cevap vereceğini tahmin ediyordu. Fakat orada tabiî ihmal edilen nokta şu ki, Hamaney böyle bir cevâbın savaş başlatacağını ya da İsrail’in çok sarsıcı bir saldırısıyla sonuçlanacağını kestirdiği stratejinin içinde yer aldığı, böyle bir senaryonun yer aldığı çok açık belli oluyor. Dolayısıyla Nisan saldırısının, füze saldırısının neredeyse bir benzeri olarak, çok da zarar vermeyen bir füze gösterisiyle sorunu geçiştirmeye çalıştı. Meselâ Pezeşkiyan’ın açıklaması önemliydi bu saldırıdan sonra, yani: “Biz bu kadarla yetinmek istiyoruz, savaş da başlatmak istemiyoruz. Ama İsrail buna cevap verirse biz de devam ederiz”. Ama bu cümlenin girişinde Pezeşkiyan’ın hiçbir şekilde savaş istemediği vurgusu, İsrail’in karşılık vermeyeceği beklentisini ve umûdunu ifâde ediyordu. Bu da aslında İran Devrim Muhâfızları’nın saldırısının öyle çok da İsrail’i sloganlarda adı geçtiği gibi yok edecek, haritadan silecek tarzda, çapta olmayacağı, olmadığının, öyle de bir şeye niyetlenmediğinin ifâdesiydi. Yeni Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan, aslında Hamaney’in seçimleri kurtarmak için biraz da aday olmasına izin verdiği reformist aday olarak da tanımlanan Pezeşkiyan, bu olayların dışında kalmak isteyen birisi. Lâfın yeri gelmişken onu da söylemiş olayım. Meselâ, İsrail’e füzeler gönderilirken ateş emrini veren Sipah komutanının videosu yayınlandığında, o videoda Pezeşkiyan’la yaptığı telefon görüşmesi yayınlandı. Bu çok önemli bir şey bana kalırsa. Çünkü Pezeşkiyan barış isteyen taraf olarak öne çıkmak isterken, Sipah komutanının onu savaşın tam da göbeğinde, füze saldırısının tam da göbeğinde yer alan biri olarak göstermek istemesi önemli. Bir de videoda Pezeşkiyan’a cumhurbaşkanı olarak da hitap etmiyor, adıyla hitap ediyordu. Ama buna rağmen İran füzelerini gönderdi; bunların bir kısmı Demir Kubbe’yi aştı ve hedeflerine ulaştı gibi gözüküyor. Fakat ulaşan raporlara bakılırsa sivil bölgelere çokça füze düştü, balkonlardaki, teraslardaki görüntüleri gördük. Adı geçen yerler askerî havaalanı, askerî tesisler filan; yani böyle stratejik noktaların vurulduğu ve İsrail’e büyük bir darbe indirildiği yolundaki beyanların biraz propaganda olduğu kanaatindeyim ben. Şimdi İsrail buna karşılık verecek mi vermeyecek mi?

Ruşen Çakır: Oraya gelmeden Kenan… onu soracağım, ondan önce başka birkaç şey daha sormak istiyorum. Şimdi şöyle bir genel bir yorumlama var, ki bana da yakın geliyor, ben de yakın düşünüyorum: “İsrail İran’la bir çatışmayı istiyor ve tahrik ediyor; İran ise istemiyor ve frene basıyor” diye genel bir değerlendirme var. Sen buna katılır mısın?

Kenan Çamurcu: Ben doğrusu bunun doğru olduğu kanaatindeyim, yani Binyamin Netanyahu’nun, İsrail’in kurucu babalarıyla aynı yerde anılmak için bu 7 Ekim saldırısını bir fırsat olarak değerlendirdiğini çok açık görüyoruz. Dolayısıyla İran’la da kapışmayı istediğini sanıyorum. Bir de şeyi de hesâba katarsak, yani iki haftada neredeyse Hizbullah’ı bitirdi İsrail operasyonları, çok şaşırtıcı bir şekilde o pager, telsiz vs. elektronik cihazların patlatılmasından tutun, bu son Nasrallah’ın da öldüğü bombalamaya kadar… Yani bu hiç beklenmedik bir başarı İsrail açısından; İsrailliler de bunu beklemiyorlardı muhtemelen ve İran’ın, Tahran dâhil bütün vekil güçlerini de demoralize eden bir şeydi bu. Şimdi buradan aldığı cesâretle Netanyahu’nun, bu Tahran’ın lejyon güçlerine dönüşmüş vekil unsurları, proxy’leri aradan çıkararak doğrudan Tahran’la kapışmak istemesi anlaşılabilir bir şey. Herhalde Hamaney ve rejimiyle, yönetimiyle bir hesaplaşma gerçekleştirip, İranlılar’a yaptığı son çağrıda da olduğu gibi rejime de son vermek istiyor olabilir, yani böyle bir saldırı yapmak istiyor olabilir. Nitekim Lübnan saldırısında, yani Hizbullah’a yönelik bomba saldırısında Hamaney güvenli bir yere götürüldü, yani bilinmeyen bir yere alındı. Bu, İran’daki kaynaklar tarafından doğrulandı. Hamaney’in hedef olabileceği endişesiyle… Binyamin Netanyahu’nun bu fırsatı kaçırmak istemediği kanaatindeyim; bir dalga yükseldi, o dalgayı tempo düşürmeden sonuçlandırmak istiyor sanıyorum. Haniye’yi öldürdüler, Yahya Sinvar’ın öldürüldüğü söyleniyor meselâ, o da ortada yok uzun bir zamandır. Kudüs Gücü Komutanı Kaani’nin öldürülmesi ve Nasrallah’ın öldürülmesi… bunlar çok büyük hamleler. Hakîkaten son dönemin belki de hiç hesaplanmayan, hiç kimsenin hesaplayamayacağı çapta şeyler. Tüm bu vekil güçlerin, Husilerin… meselâ Husiler füze attı İsrail’e, Tel Aviv’e filan gönderdiler; ama karşı hamleyle bir anda susturdular Husileri ve muhtemelen Husilere bu saldırılar devam edecek. Onların da meselâ birçok karargâhlarını vurdular, orada kimlerin hayâtını kaybettiği bilinmiyor. Yani Hizbullah’ın bütün bir üst kademesi neredeyse öldürüldü, Hizbullah’ın komuta aklı ve hiyerarşi zinciri bozuldu bir anda. Şimdi Hizbullah tarafından füze gönderildiği filan söyleniyor; ama bunlar muhtemelen bireysel inisiyatifler; yani füzelerin yerini bilen birkaç kişi, geride kalan birkaç kişi bunları yapıyor. Sistematik bir şey değil yani. Hizbullah’ın askerî stratejisi olarak bunlar gerçekleşiyor değil. Oraları da vuruyor; meselâ son saldırıda İsrail Hizbullah’ın bütün donanımını neredeyse yok etti. Tabiî bunları hesâba katarak bakarsak, Binyamin Netanyahu’nun artık sıranın Tahran’a geldiğini düşünmesinden daha doğal bir şey olamaz; böyle düşünüyordur muhtemelen. Amerikalılar herhalde bundan caydırmaya çalışıyor. Çünkü Moskova da işin içinde, öyle anlaşılıyor. Bu son Lazkiye saldırısı, Putin’in canını sıkmışa benziyor. İsrail’i vazgeçirmeye çalışıyorlardır, Binyamin Netanyahu’yu vazgeçirmeye çalışıyorlardır. Tabiî nasıl sonuçlanacağını zaman gösterecek.

Ruşen Çakır: Şimdi Kenan, hatırlar mısın, yıllar önce Türkiye’de kamuoyunda ilk Kudüs Savaşçıları ya da Kudüs Gücü ortaya atıldığında ben seni aramıştım: “Ya nedir bu Kudüs Gücü?” diye, sen bana bilgi vermiştin. Şimdi o zamandan bu zamâna Kudüs Gücü ya da Kudüs Savaşçıları, Devrim Muhâfızları’nın çok ciddî bir gücü, çok önemli şeylere imzâ attı. En son Suriye savaşındaki pozisyonu bile tek başına yeter; ama biliyoruz ki o “Direniş Ekseni” denen yerlerdeki koordinasyonu esas olarak bunlar yapıyor. Şimdi üst üste darbeler yaşandı. Yani Süleymânî’nin öldürülmesi apayrı bir şey zâten, onu Amerikalılar yaptı; ama son dönemde bu Direniş Ekseni denen yerde, İsrail tarafından verilmiş çok ciddî zararlar var. Şimdi şöyle düşünelim: Suriye’deki iç savaşa müdâhil olan Hizbullah, Lübnan Hizbullahı, şimdi kendisini koruma derdine düştü, öyle değil mi? Yani değil Suriye’ye takviye yapmak, kendi derdine düştü. Bu eksende ciddî bir kırılma yaşanıyor mu, yoksa bunu İran bir şekilde atlatır ve tekrar toparlar mı?

Kenan Çamurcu: Yani Direniş Ekseni tabiî Tahran’daki Şiîlik türünün aslında Şiîlikler arasında yayılma stratejisiydi; yani büyük ölçüde Lübnan’da, Irak’ta ve Yemen’de olmak üzere… İşte Yemen’de Zeydîlik var, farklı bir Şiîlik var. Bu, Hamaney ve onun çevresindekilerin yorumladığı türden 12 İmamcı Şiîliğin yayılma stratejisiydi. Ama şöyle de bir zaafa yol açtı; bu Şiîlikler bir anda militer bir kimlik kazandılar; yani sivil, kültürel Şîa olmaktan çıkıp militer bir kimliğe dönüştüler ve bir hedef oldular. Yani şimdi Hizbullah’ın tüm taraftarları bir anda asker sayılır hâle geldi, yani hedef oldular. Irak’takiler de kezâ öyle. Üstelik Irak’ta Haşdi Şaabi ve başka, meselâ Irak Hizbullahı filan adı altında bir sürü tabelaları var. Bütün onların tamâmının Irak’ta da aslında güçlü bir muhâlefetle karşılaştığını biliyoruz. Yani Irak’a savaşı getirmekle suçlanıyor, onun tarafı Irak’ın bunun tarafı olamayacağı söyleniyor. Yani Tahran’dan yönetilen, Tahran’ın aklının ya da ulusal çıkarlarının korunmasının Irak’taki Iraklılara veya Lübnanlılara düşmediği yönünde yorumlar yapılıyordu. Hizbullah’ın şu son İsrail saldırısında, Nasrallah’ın öldüğü saldırıda, Hizbullahçılar Dahiye bölgesini kuzeye doğru boşalttı, neredeyse binlerce Hizbullahçı orayı terk etmek zorunda kaldı. Ama ilginçtir, Lübnan içinde sığınacak yer bulamıyorlar. Bâzı videolar geliyor. Telegram’dan veya X’ten gelen görüntülerde, kimi Hizbullahçıların Hıristiyan bölgelerde evlere saldırdıkları, onları kabul etmeyen, bahçelerine sokmayı kabul etmeyen Hıristiyanlara saldırdıklarına dâir görüntüler var, rahatsız edici görüntüler var. O nedenle Suriye’ye gitmek zorunda kalıyorlar. Lübnan’da barınamıyor Hizbullahçılar, çok önemli bir şeydir bu. Yani 2006’da İsrail savaşında, hatırlayalım, neredeyse bütün Lübnan, Hıristiyanlar ve diğerleri dâhil, Hizbullah’a şarkılar söylüyorlardı, yani övgüler, iltifatlar ediyorlardı, ama şimdi öyle değil. Irak’ta Tahran’a bağlı milis grupları kezâ Irak’ta da hoş karşılanmıyor. Yemen’deki zâten küçük bir grup; yani bir kabîle, aşîret neredeyse; yani Yemen’in tamâmını da temsil etmiyorlar. Onlar da bunu sürdürebilir bir durumda değiller. Şimdi bu “Direniş Ekseni” dediğimiz şey, bana kalırsa biraz tabeladan ibâretmiş gibi — gelişmelerden bunu anlıyoruz. İsrail istihbârâtının o kadar kolaylıkla Hizbullah’ın üstesinden gelebilmesi herhalde hayal kırıklığı yaratmıştır. Yani bu konuda taraftarlık yapan çevrelerde büyük bir hayal kırıklığı yaratmış olmalı. Direniş Ekseni, bir slogan, ne bileyim, yani moral vermeye dönük bir şeymiş gibi gözüküyor artık. Ben de öyle olduğunu düşünüyorum. Açıkçası yakın zamâna kadar onun güçlü bir askerî direnç, askerî-kültürel direnç noktası olduğu kanaatindeyim. Ama öyle olmadığı anlaşılıyor. Yani ben şaşkınım açıkçası. Bundan sonra geri sarmaları, yani Hamaney’in cuma namazında “İsrail 70 sene geriye gidecek” demesi filan… yani bunlar tabiî sloganlar ve kimseye de moral verdiğini zannetmiyorum. “Direniş Ekseni” denen şeyin İsrail karşısında bir varlık gösteremeyeceği eşiğe geldi. Buradan geriye gidilmesi, başa sarılması, kendini toparlaması, denk bir güç hâline gelmesi bundan sonra bana imkânsız gözüküyor en azından.

Ruşen Çakır: Şimdi Kenan, şunu hatırlıyorum; yıllar önce Irak işgali olduğu zaman, savaş olduğu zaman, bir Fransız Ortadoğu uzmanı olan Alain Gresh var, bilirsin, o Türkiye’ye gelmişti. O soldan birisidir, Le Monde diplomatique’in eski genel yayın yönetmeniydi. Onunla bir sohbetimizde şöyle demişti: “İlk defa bir solcu olarak bir savaşta arkadaşlarımın hangi tarafta olduğunu kestiremiyorum” demişti. Biliyorsun, orada Amerika’yı destekleyenler, Saddam’ı destekleyenler, arada kalanlar falan vardı. Şimdi bu son İsrail-Hizbullah, İsrail-İran kapışmalarında bakıyorum, bâzı İslâmcılar –ki İdlib’de gördük meselâ: Nasrallah ölünce sevinç gösterileri yapan El-Kaideciler ya da IŞİDçiler gördük. Şimdi o çok aşırı bir örnek olabilir, ama Türkiye’deki İslâmcı iddialı çevrelere bakıyorum, son dönemde özellikle Suriye Savaşı ile berâber yaşanan İran alerjisi, biliyorsun, çok ciddî. Yani şöyle bir şey var; İsrail’i tabiî ki kimse desteklemiyor, ama “Aslında fena da olmuyor” gibi bir yaklaşım seziyorum. Sen de görüyor musun bilmiyorum. Yani İran’ın ve Hizbullah’ın bir anlamda güç kaybetmesinden memnun olan İslâmcılar da var sanki, abartıyor muyum?

Kenan Çamurcu: Var, evet, var. İslâmcılar, yani daha çok bu Selefî çevreler, Suriye’deki ayaklanmayı destekleyen, isyânı destekleyen çevreler bundan memnun gözüküyorlar. Ama yani o bir uçsa, işte diğeri de bir uç; yani ikisi de marjinal. İran’ı kayıtsız şartsız, Hamaney’in politikalarını diyelim, kayıtsız şartsız destekleyen İslâmcılarla diğerleri, aslında bir paranın yazı turası gibiler. Benzer aşırılıklar her iki tarafta da var. Bir de meselâ benim gibi eski İslâmcı, hattâ belki şu aşamadan sonra bu reel yaşayan Müslümanlıkla da kendini çok târif edemeyen eski Müslüman denebilecek insanlar da, meselâ 7 Ekim saldırısında da nasıl o Gazzelilerin yaptıklarını desteklesinler? Yani böyle bir orta nokta da var. Yani 7 Ekim’de İsrail’e 6 bin civârında Gazzeli girdi, orada 1200 insanı katlettiler meselâ. İçlerinde 6 yaşında çocuğun, bebeğin de olduğu insanlar… 300 insanı rehin aldılar ve hâlâ ellerinde o rehîneler. Bizim İslâmcı medyada, Türkiye’deki İslâmcı medyada 6 yaşındaki çocuk için “esir” tâbiri kullanıldı. Ya, meselâ bunlar kabul edilebilir şeyler mi? İslâmî ahlâka bunlar uyuyor mu? Biraz ahlâkı kaybetmiş bir Müslümanlıkla da karşı karşıyayız. Ve kendini şeye odaklamış; İsrail’e karşıtlığa ya da burada taraf olmaya odaklamış bir Müslümanlık da var. Ben meselâ kendimi orada târif edemiyorum açıkçası. Allah’ın emri değil ki Yahudilerle savaşmak; yani böyle bir emir yok, böyle bir gereklilik yok. Böyle bir Müslümanlık türüne de çok mesâfeli olursanız, o zaman başka türlü de bakmak mecbûriyetinde kalıyoruz. Şimdi, Binyamin Netanyahu’nun ne yapmak istediğinin farkındayız, oradaki sağ iktidar olarak. Ama başka yerlerdeki sağ iktidarlar da, Hamaney’in sağ iktidârı da ondan farklı değil. O da Yahudileri yok etmekten söz ediyor. Şimdi yani Binyamin Netanyahu’nun Gazzelileri yok ettiğinden söz edenler, oradan Yahudileri etnik arındırmayı da savunuyorlar meselâ. Mantık hatâları var. Böyle bir şey olamaz ki! Ahlâka bağlı kalacaksak, Netanyahu’ya karşı çıkarken, onun politikalarına îtiraz ederken, ona benzememek îcap eder. Ama bakıyorum İslâmcılar ona benziyor. Onun söylediklerini Arapçaya ya da işte Türkiye’dekiler Türkçeye tercüme ederek kendileri açısından savunuyorlar. Böyle bir durum var. Yani kafalar karmakarışık. Yani tam çorba olmuş vaziyette. İşte benim gibi, bunların arasında kendini târif edemeyen, etmeyen, böyle bir âidiyet de duymak istemeyen insanlar da var. Yani bakalım. Böyle bir döneme denk geldiğimizi söyleyebilirim yani.

Ruşen Çakır: Şimdi yine İsrail’in cevap ihtimâline gelmeden bir şey sormadan edemeyeceğim. Ben İran’a birkaç kere gittim, biliyorsun. Ama sen çok daha fazla biliyorsun, yani benim bildiğimin bilmem kaç katı fazla biliyorsun. Şimdi daha önce nükleer projede çalışan bâzı mühendisler falan, İsrail operasyonlarıyla İran topraklarında öldürüldü. Daha önce birkaç tâne. Hattâ bir tanesi benim adımı taşıyor diye biliyorum, Ruşen isimli bir mühendis de vardı. Ama bu Haniye sûikasti çok acâyipti; yani Devrim Muhâfızları’nın koruduğu bir misâfirhânede, bir binânın içerisinde, sâdece Haniye’nin kaldığı dâirede öldürülmüş olması. Şimdi teknik olarak çok ince bir iş ve çok ciddî bir istihbârat faaliyeti gerektiriyor. İran gibi bir ülkede bunu yapıyorsun. Bir de İran’ın böyle üst düzey bir misâfirini, İran’ın koruması altındayken öldürüyorsun. Bu bana sembolik olarak çok büyük bir olay gibi geldi. Meselâ devrim sonrası İran târihini çok iyi biliyorsun, çok şeyler yaşadı İran. Ama bu kadar, nasıl söyleyeyim, onu sembolik olarak kıran başka kaç tâne olay olmuştur açıkçası emin değilim.

Kenan Çamurcu: O hâlâ muammâ; yani nasıl olduğuna dâir. Şimdi ben Telegram kanallarından tâkip ediyorum, bakıyorum, hâlâ muammâ. Yani dışarıdan bir füzeyle, roketle mi vuruldu? Yoksa önceden oraya bir bomba mı yerleştirilip patlatıldı? İranlıların bu konuda resmî beyânı yok. Çeşitli ifâdeler var. Bir de tabiî yapılan açıklamalar da ne kadar güvenilir olacak? Yani 2020’de Tahran semâsında Devrim Muhâfızları Ukrayna uçağını düşürdü, 3 gün boyunca hem İranlılara hem dünyaya yalan söylediler.Meselâ “O teknik bir ârızadan düştü” falan dediler, halbuki roketle vurmuşlar. Ondan sonra Devrim Muhâfızları’nın hava güçleri komutanı çıktı, dedi ki: “Keşke ben ölseydim de bunlar olmasaydı”; ama görevinden bile istifâ etmedi. “Biz onu bir savaş uçağı zannettik, telefonla füzenin başındaki kişiye ulaşamadık, o da maalesef ateşlemiş…” falan. Yani bunlar, bu zaaf, bu derin zaaf Haniye meselesini de açıklıyor biraz. Yani orada demek ki büyük bir zâfiyet var. Ve buna mukabil, İsrail’in istihbârat gücü İran’ın kat kat ötesinde. Yani Haniye’nin o saatte orada, o odada olduğunu, eğer dışarıdan bir roketle, füzeyle vurulduysa, Haniye’nin o saatte o odada olduğunu bilecek istihbârat, çok içeriden bir istihbârat demektir yani.Şimdi bu Kudüs Gücü komutanı Kaani’nin bir haftadır ortada olmamasından dolayı onun da Beyrut’ta öldürüldüğüne dâir güçlü kanaatler var. Her ne kadar İran, “Şu anda Tahran’da1 falan dese de, ortada görünmüyor. Yani ben de öldürüldüğünü düşünüyorum; herhalde ya Beyrut’ta oldu ya da başka yerde. Ama garip bir şey var; bir yarı şaka yapılıyor, ama bir komplo teorisine dönüştü. “Kaani casus muydu acaba?” diye Telegram’da, sosyal medyada birtakım haberler çıkıyor. Yani ben, insanları dalga mı geçiyorlar, şaka mı yapıyorlar diye ciddî ciddî okuyorum onları; ama bakıyorum ki ciddî komplo teorileri var. Yani, “Kaani, İsrail casusu muydu acaba? Ortadan mı kayboldu? Bütün bu istihbârâtı verdi” filan diyorlar. Ama bütün bunlar neye işâret ediyor? Demek ki Tahran’da, yani kendini yansıttığının arkasında, sahne dekoru gayet güzel ama arkada büyük bir çürüklük ve zaaf var, öyle anlaşılıyor. Bu zâten şeyden de belliydi; yani geçen sene Mahsa Amini protestoları başlamadan önce, Savunma Üniversitesi’nde bir rapor yayınlanmış. Bu rapor sonradan ortaya çıktı, bir makale olarak da yayınlanmış üniversitenin dergisinde. Daha sonra bu fark edildi ve haber oldu. Orada yönetimin akademisyenleri diyeyim ya da asker kişileri, eğer İran’da bir protesto gösterisi başlarsa tüm İran’da toplumun %85’inin buna katılacağına dâir öngörüler var. Nitekim Mahsa Amini protestoları öyle oldu. %85’inin buna katılacağı ve yönetimin acziyet içinde kalacağına dâir o raporda uyarılar varmış. Ben de raporu okudum; nitekim verilen linkten girdim, Savunma Üniversitesi’nin sitesinde hâlâ duruyordu o rapor. Şimdi toplumdan böylesine kopmuş bir rejim doğal olarak istihbârat zaaflarıyla da mâlûl olacaktır. Hasan Humeyni, önceki gün İran televizyonunda bir röportaj verdi. Hasan Humeyni, Humeyni’nin torunu, Ahmed’in oğlu. O dedi ki, yani lâfın arasına sıkıştırdı bunu: “Eğer toplumda halkta rızâyı artıramazsak, büyük bir zaaf içinde kalırız ve İsrail saldırısına karşı bile koyamayız” meâlinde bir şey söyledi. Yani bütün mesele burada toplanıyor gibi geliyor bana. Halkın, İran halkının büyük bir tepkisi var. Yani %85’lik oran hakîkaten ciddî bir oran. Nitekim bu Mahsa Amini gösterileri sırasında, “Revolution is loading” (Devrim yükleniyor) diye böyle görseller falan yapılıyordu. Çok güçlü bir edebiyat, neredeyse “devrim edebiyâtı” diyebileceğimiz görseller, afişler, marşlar falan üretildi. Şimdi böylesine yalnızlaşmışız bir rejimin İsrail’e karşı koyması da çok mümkün gözükmüyor.

Ruşen Çakır: Evet, bir tarafta toplumsal desteği iyice azalmış bir rejim var, son olayların gösterdiği gibi istihbârat açıkları veren bir yer var. Diğer yandan sâdece İsrail’de değil, Lübnan’da, Suriye’de vs. yaptığı operasyonlarla hem teknolojik olarak hem de istihbârat anlamında bayağı bir mesâfe katetmiş bir İsrail var. Zâten hep vardı. Böyle bir bağlamda İsrail, şimdi son İran saldırısına cevap vereceğini söylüyor, biliyorsun: “Kararlı bir şekilde yapacağız” diyor. Savaş kabinesi bu karârı aldı. Amerika’dan da yeşil mi sarı mı tam emin olamadığım bir ışık aldı ve bir karşı saldırı tekrardan bekleniyor. Daha önceki örneklerden bakarsak, İsrail istihbârat imkânlarıyla ve teknolojik imkânlarıyla çok ciddî bir saldırı yapabilir sanki teorik olarak. Ama bu illâki yapacağı anlamına gelmiyor tabiî. Sen ne düşünüyorsun? 

Kenan Çamurcu: Orada bir pazarlık dönecek, öyle anlaşılıyor. Yani Pezeşkiyan’ın “Gazze’de ateşkes îlân edilecekti” filan diye îtiraf ettiği şey, bir pazarlık sürecinin yürüdüğünü gösteriyor. Eğer Pezeşkiyan tarafı, Hamaney’i de iknâ ederek bir reform sürecine girileceği ve bu bölgedeki askerî varlığını azaltacağı ya da bundan tamâmen vazgeçeceği yönünde güvence verirse, İsrail saldırı düzenlemeyecektir, öyle anlaşılıyor. Yani Tahran’dan yüksek sesli şeyler tabiî çıkacak muhtemelen, sloganlar yükselecek filan; ama proxy’lerle, vekil güçlerle İsrail’i tâciz etme işine İran son vereceğini kapalı kapılar ardında taahhüt ederse, İsrail saldırmayacaktır. Amerikalıların böyle bir şeye izin vermeyeceğini anlayabiliriz. Trump da zâten, eğer seçilirse, “Ben bunları durdururum, çocuk kavgası, bunları durdururum” filan diyor. Böyle bir şeye güveniyor, pazarlık gücüne güveniyor anlaşılan. Ama Hamaney rejimi İsrail’i tâciz etmeyi sürdürecekse, ben İsrail’in mutlaka saldıracağı kanaatindeyim. Bu saldırı da yani işte öyle rastgele füze atma biçiminde olmayacaktır, yani Tahran’ın yaptığı gibi. Gönderdiği füzeleri biliyorsunuz, işte Batı Şeria’da bir Filistinli’nin kafasına düştü meselâ bir tânesi. Bir tânesi galiba Kirmanşah’a düştü. İran topraklarına da düşen füze var. Geçen Nisan saldırısında hem İran Kürdistanı’na hem Irak Kürdistanı’na füzeler düşmüştü. Yani İran’dan bile çıkamadı füzeler filan. İsrail ise nokta atışlar yapıyor. Yani Gazze’deki o insansızlaştırma stratejisinin bombardımanını saymazsak, nokta atışlar yapıyor. Muhtemelen nükleer tesisleri vuracağı, askerî tesisleri, petrol tesislerini vuracağı düşünülüyor. İran o 200 küsur füzeyi gönderdiği gece İran’ın neredeyse bütün şehirlerinde, büyük şehirlerinde benzin istasyonlarının önleri kilometrelerce kuyruk olmuştu, herkes yakıt almaya koştu. Yani petrol tesislerinin vurulacağı tahmin ediliyor. Yani bu tür bir saldırı hakîkaten İran’ı Taş Devri’ne döndürür. Hamaney ve çevresi de bunu tahmin ediyordu. Böyle bir saldırı durumunda, yani nükleer tesisin vurulduğu, enerjinin, elektriğin, ne bileyim, petrol tesislerinin filan vurulduğu bir senaryoda, yönetimin ayakta durması zorlanabilir. Yani zâten köşeye sıkışmış bir siyâsî rejim var. Bu, seçime katılımlardan da gözüküyor. Pezeşkiyan’ın aday olmasına izin vermesinin tek nedeni, seçimlere katılımın %15’e düşeceğine dâir Hamaney’in önüne rapor konmasıydı. %15 katılım olacaktı, %40’a ancak çıkabildi Pezeşkiyan’ın katılmasıyla.Yani böylesine köşeye sıkışmış bir siyâsî rejim, İsrail’in bu saldırısı karşısında ayakta durmakta zorlanabilir, hattâ duramayabilir de.

Ruşen Çakır: Burada tabiî şöyle de bir husus var, istersen kapatırken bununla noktalayalım. Şimdi İsrail’in arkasında ABD var, Batı ülkeleri var. Hattâ 7 Ekim’den îtibâren gördük, kayıtsız şartsız destek verdiler, şu oldu, bu oldu. Küçük çaplı, özellikle sivil toplumlardan eleştiriler geldi; ama İsrail çok büyük güçlerin desteğini alarak yoluna devam etti. İran’ın arkasında bir ülke desteği, güçlü devlet desteği yok sanki, değil mi? Yani baktığımız zaman, Lübnan’daki Hizbullah’ın desteği ya da Yemen’deki Husilerin desteği ya da tam değil; ama işte Şam’daki Esad rejiminin desteği dışında İran’ı destekleyen herhangi bir güç var mı? Çin ve Rusya da böyle çok ciddî bir şekilde İran’a sâhip çıkar bir pozisyon takınmıyorlar anladığım kadarıyla. Birazcık yalnızlığa düşmüş bir ülkeden, bir rejimden… yani rejim nedeniyle ülkeden bahsediyoruz herhalde. Yanılıyor muyum?

Kenan Çamurcu: Evet, evet. Yani halkını yalnızlaştırdığı, diğer ülkelerin, Rusya’nın yalnız bıraktığı… Rusya da kendi derdiyle meşgul, yani Ukrayna meselesiyle zâten yeterince meşgul. Bir de İran’a el uzatacak durumda değil. Çin zâten bu askerî işlerde pek görünmek istemiyor, var olmak da istemiyor ayrıca. Kendi bölgesiyle ilgilenmek istiyor sâdece. Yani İran, Tahran rejimi bu anlamda çok yalnız. Hizbullah’ın desteğinden ne olabilir? Yani Hizbullah şu anda kendine lider seçemiyor. İşte, haberlerde okuyorsunuz, en son Emin… adam Hizbullah’ın başına geçmeyi kabul etmedi. Yıllarca Nasrallah’ın sağ kolu, ikinci adamı olan Naim Kasım, bırakın Hizbullah’ın başına geçmeyi kabul etmemeyi, Hizbullah’tan da ayrıldığını açıkladı. Yani böylesine bir durum var. Hizbullah tamâmen bitmiş, sona ermiş durumda. Husileri ben bir güç olarak zâten görmüyorum; küçük bir grup. Yani orada, işte, Yemen şartlarında kendilerine bir alan açmış durumdalar. Ne kadar devam edecekleri belli değil. Bunun dışında bir gücü yok. Yani İran’ın destek alabileceği bir dış güç yok. Yani ülke olarak, devlet olarak bir güç yok. Bu denklemde de İsrail’le kapışmaya kalkışmanın çok çılgınca olacağını herhalde Tahran değerlendiriyordur. Bununla ilgili söylediklerimi tekrarlamayayım. Yani bu rejim böyle bir kapışmada ayakta kalamaz. Bundan yüzde yüz eminim. Çünkü toplum onu tamâmen dışlamış vaziyette. Seçimlere katılmayan bir toplumdan söz ediyoruz, yani rejimi reddediyorlar; üstelik yaptırımlar olmasına rağmen. Bakın, memurların orada pasaportlarına falan işleniyor oy kullanmazlarsa. Onlar bile seçime katılmadılar, düşünün. Neleri göze almış bir toplumdan bahsediyoruz. Bir kere 79’da devrim yapmış, bir daha devrim yapabilir, böyle bir toplum. Kendi içinde zâten ayakta duramayan, halk desteği olmayan bir rejim. Dışarıdan da Rusya bunları görüyordur herhalde. Putin’in İran’a bir askerî destek vermesinin ben mevzûubahis olduğu kanaatinde değilim. Çin zâten böyle bir şeylere hiç kalkışmaz. Onun dışında bir şey de kalmıyor ülkede. Birleşmiş Milletler’de bâzı gösteriler yapan, yani İsrail karşıtı şovlar yapan liderleri konu etmenin hiç doğru bir şey olduğu kanaatinde değilim. Bir de şunu söyleyeyim: Tabiî İranlılar biraz da utanç duyuyorlar. Yani dünyada, kendi siyâsî rejimlerinin Avrupa’daki antisemitizme katılıyor olmaktan utanç duyuyorlar. Aslında kendilerini İslâm’la falan tanımlayan Hamaney yönetiminin de oturup bunu düşünmesi îcap eder. Yani antisemitizme katılarak, o dalgaya güvenerek İsrail karşıtlığı yapmak çok gurur duyulacak bir şey değil bana kalırsa.

Ruşen Çakır: Kenan, çok teşekkürler, çok doyurucu bir yayın oldu. Artık önümüzdeki günlerde seninle daha sık bir arada olabiliriz. Çok teşekkür ediyorum.

Kenan Çamurcu: İyi yayınlar dilerim ben de.

Ruşen Çakır: Sağ ol.

Kenan Çamurcu: Kolay gelsin.

Ruşen Çakır: Evet, İsrail İran’a cevap verir mi? Cevap verirse İran ne yapar? Bunları araştırmacı yazar Kenan Çamurcu ile konuştuk. Şimdi Diyarbakır’a döneceğiz. Narin Güran cinâyetinde neler oldu, neler olmadı bunları konuşacağız Ferit Aslan’la. Ama önce bir videomuz var, ona bakalım.

Diyarbakır Barosu, Tavşantepe köyünde öldürülen 8 yaşındaki Narin Güran’ın soruşturmasında müştekî sıfatıyla kabul gördü. Baro, soruşturmadaki gizlilik ihlâli ve soruşturmayı yürütenlerin ihmâliyle ilgili Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulundu ve soruşturmayı yürüten yetkililerden şikâyetçi oldu. Baro, jandarma personelinin arama, kurtarma ve delil toplama süreçlerinde kusurlu hareket ettiklerini belirtti. Söz konusu kişilerin cezâlandırılmasını talep etti. Baro, Güran’ın kaybolduğunun fark edildiği saat olan 17:40 ile gerçek kayıp saatinin örtüşmediğini belirtti. Çocuğun en son görüntüsü 15:15’te, ancak şüpheliler jandarmaya Güran’ın 17:40’ta kaybolduğunu söyledi. Yetkililer de buradan hareketle kaybolma saatinin 17:40 ve sonrası olduğunu belirtti. Öte yandan, Narin Güran’dan alınan 91 numûneden cinâyeti kimin işlediğine dâir delil elde edilemedi. Adlî Tıp Kurumu, Narin Güran’ın boğazı sıkılarak öldürüldüğünü tespit etti. Yetkililer, amca Salim ve Hüseyin Güran’ın evlerindeki kamera görüntülerinde çocuğun cansız bedeninin bulunduğu 8 Eylül’e âit 8 günlük bir boşluk belirledi. Bu arada, Âile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı psikososyal destek ekipleri, Narin Güran’ın öldürüldüğü köyde yaşayan 18 yaş altı 14 kuzeniyle görüştü. Ön raporda bakanlık, çocuğun kuzenlerinde korku ve kaygı belirlendiğini, bâzılarınınsa okula devamsızlık yaptığını tespit etti.

Ruşen Çakır: Evet, Diyarbakır’dayız, temsilcimiz Ferit Aslan’la konuşuyoruz. Ferit, merhaba.

Ferit Aslan: Merhaba. 

Ruşen Çakır: Evet, videoda da vardı; Baro şikâyetçi, birtakım suç duyurularında bulunuyor. Toparlayacak olursak Ferit, en son Baro Başkanı Nahit Eren’le yaptığımız yayında da umutlu olduğunu söylemişti. Yani daha böyle kendileri de dâhil oldular dâvâya, ağabeyinin verdiği vekâletle berâber ve sanki bu dâvânın hızlı bir şekilde, çok uzamayacak  şekilde sonuçlanacağı ve fâillerin de ortaya çıkacağı konusunda bir beklentisi vardı Nahit Bey’in, yanılmıyorsam. Sen de izledin. Ama şimdi çok da fazla zaman geçmedi, ama sanki bir hayal kırıklığı mı yaşanıyor?

Ferit Aslan: Gönderilen görüntüler var; bu görüntüler de büyük ihtimalle bölgenin kamerasından, o gün yaşananlarla ilgili alınan genel görüntüler. Bugün görüntülerin çözülmesine çalışılıyor. Bu görüntüler geldikten sonra belki de Narin’in en son kameralara yakalandığı 15:15’ten sonra o köydeki hareketliliğin aşağı yukarı bir ipucu vermesi bekleniyor. Ama şu saat îtibâriyle şunu net söyleyebiliyoruz, maalesef biz hâlâ Narin’in kim tarafından ve ne için öldürüldüğünü bilmiyoruz. Olayla ilgili 12 tutuklama var. İşte, Baro’nun suç duyurusu var. Bir kardeşin, Baro’nun diğer tarafta taraf olma durumu var. Baro’nun, Başsavcılık tarafından müştekî olarak kabul edilme durumu var. Neredeyse iki günde bir Adâlet Bakanlığı’nın Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcısı’yla görüşüp olayı yakından tâkip etmesi durumu var. Diğer taraftan da tutuklu olan 12 kişinin ve köyde bulunan, yani adlî kontrolle serbest bırakılan 3 kişi daha vardı, bugüne kadar bir beklenti vardı; yani cezâevinde birilerinin çözülebileceği, gidip bu konuyu anlatabileceği, yaşananları anlatabileceği beklentisi var.Ama bu saat îtibâriyle henüz bu konuyla ilgili bir gelişme yok. Ha, şöyle bir durum var: Âile bireylerinin, özellikle babanın son dönemde televizyonda yaptığı açıklamalara bakıldığında, o îtirafçı diye adlandırılan ve Narin’in cesedini muhtardan alıp götürüp dereye gömdüğünü söyleyen Nevzat Bahtiyar’a yönelik, suçu onun üzerine yıkmaya yönelik böyle bir çalışma var sanki. Böyle bir algı yaratma durumu söz konusu. Diğer taraftan, Nevzat Bahtiyar’ın son olarak verdiği ifâdeyi siz de biliyorsunuz. O da Salim Güran ile Narin’in annesinin arasındaki bir ilişkiden söz etti ve bunun Narin tarafından görüldüğünü, bu nedenle Narin’in öldürüldüğünü söyledi. Şimdi bunların hepsini üst üste koyduğumuzda, şu anda iddianâmeyi hazırlamak için bekleyen cumhuriyet savcıları –ki 3 cumhuriyet savcısı var, bir de cumhuriyet başsavcıvekili var–, bunlar şu anda gelecek olan, yeni elde edildiği söylenen, Adalet Bakanı’nın söylediği bu görüntüleri bekliyorlar, bu görüntülerle ilgili raporu bekliyorlar. Çünkü dediğiniz gibi ceset üzerinden alınan 91 numûneden herhangi bir sonuç çıkmadı. Yine Diyarbakır’daki Adlî Tıp’ta Narin’in vücûdu üzerinde yapılan DNA araştırmasında kendisi dışında başka bir DNA bulunmadı — ki uzmanlar bunun da normal olduğunu söylüyorlar; çünkü 19 gün boyunca cesedin su altında bırakılarak âdeta üzerindeki bütün delillerin, örnek alınabilecek her şeyin yok edildiğini ifâde ediyorlar. Ama dediğim gibi diğer tarafta da bu soruşturma işi devam ediyor. Soruşturmaya Baro taraf oldu. Bir de bunun dışında Diyarbakır Barosu, daha önce de sizinle yayında söylemiştim, 10 kişiden oluşan bir komisyon kurdu. Bu komisyona hem çıkan haberleri hem dosyaya giren belgeleri gizli îlân etmeyecek şekilde elde ederek bu işi bir şekilde kendileri yorumlayacak ve çözecekler. Ha, şunu söyleyebiliriz: Diyarbakır Barosu bu işin peşini bırakmayacak. Ama yani bu iş böyle Türkiye’de 85 milyon insanın gönlünü, vicdânını tatmin edecek bir sonuca ulaşacak mı? Onu da hep birlikte göreceğiz. Ama dediğim gibi şu an îtibâriyle özellikle TÜBİTAK’tan gelecek görüntü çözümü bekleniyor.

Ruşen Çakır: Ferit, senin internetinde biraz sorun var. Maalesef Türkiye internetin pahalı ama çok kötü olduğu bir ülke olmaya devam ediyor. Çok teşekkürler, bu olayı tâkip etmeye devam edeceğiz. Narin olayı bir ara Türkiye’nin çok gündemindeydi, ama zamanla insanlar unuttular ve hâlâ kimin ya da kimlerin cinâyeti işlediği konusunda bir netlik yok. Kamuoyu da sormayı, ısrarla sormayı eskisi kadar önemsemiyor ya da ihmal ediyor diyelim. Bir an önce olayın aydınlanması ve fâillerin hak ettikleri cezâyı almasını dileyelim. Şimdi Gülseven Özkan stüdyoda. Merhaba Gülseven.

Gülseven Özkan: Merhaba.

Ruşen Çakır: Şu taşımalı eğitim diye bir olay var, ama artık yok galiba.

Gülseven Özkan: Yani ona yeni bir düzenleme getirdiler.

Ruşen Çakır: Ne oldu bununla berâber?

Gülseven Özkan: 1 Ağustos’ta Millî Eğitim Bakanlığı bir yönetmelik değişikliği yaptı. Uzaklığı okula 30 kilometreden fazla olan yerleşim yerlerinde yaşayan öğrencilerin servisleri kaldırıldı. Dolayısıyla bu öğrenciler artık kendi imkânlarıyla okula gidiyorlar. Bunlara pansiyon seçeneği sunuldu. Ama pansiyonda da çeşitli sorunlar var; velilerin pansiyona yaklaşımıyla ilgili problemler var. Biraz onlardan bahsedeceğim birazdan. Şimdi bu servislerin kaldırılmasıyla berâber, özellikle Doğu’da ve Güneydoğu’da öğrenciler okuldan koptu. Millî Eğitim Bakanlığı aslında kendi eliyle çocukları okuldan koparıyor diyebiliriz. Biz de bölgeye gittik.

Ruşen Çakır: Nereye gittiniz?

Gülseven Özkan: Van’a gittik. Van’da farklı köyleri gezdik. Van’ın Tuşba ilçesinde şöyle bir durum var: Tuşba ilçesinde şehirler arası bir otoyol var. Burada kamyon, tanker, tır geçen bir yolun üzerinde 3 lise var: Spor Lisesi, Meslek Lisesi ve Anadolu Lisesi. Burada yaklaşık 2000 civârında öğrenci eğitim görüyor. Bu öğrenciler sabah geliyor, saat 15:30 gibi çıkıyorlar. Çıktıklarında yoldan karşıya geçiyorlar, ama bir üst geçit yok. Buradan yaya geçidi var; ama araçlar durmuyor ve çok hızlı gidiyorlar. Geçtiğimiz yıllarda, yaklaşık 2 yıl önce de bir çocuk hayâtını kaybetti orada. Oradan geçip yol boyunca ilerliyorlar. Otobüs durağı var; ama otobüs çok az geliyor, çok sıklıkla gelmiyor, birkaç otobüs var. Oradan devam edip otostop çekiyorlar. İleriye gidip çocuklar, lise öğrencileri otostop çekiyorlar. Bizler de gittik, bunları gördük, çocuklarla konuştuk. Çok endîşe verici bir görüntü var orada aslında gerçekten. Çünkü özellikle kız çocukları çok tedirginler. Örneğin, otostop çekmek zorunda kaldıklarını söylüyorlar; otobüs gelmediği için, kendilerini bekleyen araçların olduğundan bahsediyorlar. Yani, “Araçlar geliyor, önümüzde duruyor, bize teklif ediyorlar, ‘Gelin’ diye. ‘İstemiyoruz’ diyoruz; sonra tekrar geri dönüyorlar, tekrar geliyorlar” diyorlar. Bir kızı, bir kız arkadaşlarını zorla bindirmeye çalışmışlar duran bir araçtan. Duran bir şoförün belinde silâh varmış, işte… bıçak. Bu şekilde olaylarla karşılaşıyorlar. Ve erkek öğrenciler de yine aynı şekilde.

Ruşen Çakır: Eskiden ne yapıyorlarmış onlar meselâ?

Gülseven Özkan: Servisle gidiyorlar. 30 kilometreden fazla olan yerlerde yaşayan çocuklar için de servisler vardı. Onların da kendi problemleri varmış açıkçası; güvenlik, nitelikli şoförlerin olmaması veya kalabalık gibi. Ama sonuçta onlar tamâmen kaldırılınca, çocuklar kendi imkânlarıyla gelmeye çalışıyor. Ama şöyle bir problem var: Oradaki insanların çoğunun maddî durumu iyi değil; inşaat işçisi, asgarî ücretle geçinen âilelerin çocukları bunlar. Ve bunlar aslında okula devam edemiyorlar. En büyük problemlerden biri bu. Birincisi, oradaki okula özel böyle bir durum var, o çok çarpıcı. Ama bunun yanında çocuklar bize şey anlatıyor: “Benim arkadaşlarım artık evlendiriliyor, okula gelmiyorlar. Çok fazla kız arkadaşım artık gelmiyor, âilesi göndermiyor” diyorlar. Örneğin, bir kız öğrenci dedi ki — bunları da paylaşacağız yine kanallarımızda: “Bir arkadaşımız geldi, 10. sınıftaydı. ‘Ben nişanlanıyorum, evleniyorum. Artık okula gelmeyeceğim’ dedi.” Bu yeni bir şey, yani birkaç hafta içinde olan bir şey. Bu şekilde çevresinden çok fazla okula gelmeyen ve evlendirilen öğrenciler var.

Ruşen Çakır: Peki, taşımalı eğitimin kaldırılmasıyla bunların doğrudan bağlantısı var mı?

Gülseven Özkan: Şöyle: Tabiî ki biz bölgede köyleri de gezdik, velilerle de konuştuk, öğrencilerle de konuştuk. Yani bir öğrenci dedi ki: “Bu okullardan çocuklar kopuyor. Kız öğrenciler artık gelmiyordu. Bizim sınıfımız 25 kişiydi, 5’e düştü bundan dolayı. Çünkü âilelerin maddî durumu yok ve çocuklarını göndermiyorlar. Evlenen, nişanlanan arkadaşlarımızı duyuyoruz; dolayısıyla bu bizi de etkiliyor. Çünkü burada bir algı var zâten, bizim âilelerimizi de etkiliyor, bizim psikolojimizi de bozuyor burada” şeklinde bir kız öğrencinin görüşü var örneğin. Biz burada âilelerle de görüştük. Âileler ayda 4.000 TL, bir çocuk için 3.000 TL veremeyeceklerinden bahsediyorlar ve gönderemiyorlar. Açık çağrıları var; hattâ köylerde, meselâ Bozyiğit köyünde, Gürpınar’da, İpekyolu’nda, Tuşba’da, bu tür yerlerde muhtarlar imzâ toplamışlar ve imzâları Millî Eğitim Müdürlüğü’ne vermişler, ama sonuç alamamışlar. Veliler CİMER’e başvurmuş. Bu sâdece Van’da olan bir şey değil; Bitlis’te de var, Şanlıurfa’da da var. Ve müdüre gidiyorlar. Veliler, çocuklar diyor ki: “Biz müdüre gittik. Biz okula gittik. Müdür, ‘Elimizden bir şey gelmiyor’ diyor. İlçeye gidiyoruz. İlçe Millî Eğitim Müdürlüğü, ‘Bakanlığın karârı, biz bir şey yapamıyoruz’ diyorlar.” Dolayısıyla orada tam olarak gerçekten de bir mağdûriyet söz konusu.

Ruşen Çakır: Peki, bakanlık bu karârı niye aldı, ekonomik nedenle mi?

Gülseven Özkan: Yani tasarruf gerekçesiyle alındığı söylendi, tasarruf edildiği. Ama öğrenciler de çok tepkili aslında burada. Konuştuğumuz öğrenciler bize diyor ki: “Eğitimden tasarruf mu olur? Bizim hayâtımızdan, geleceğimizden tasarruf mu olur?” Yani şu ifâdeleri kullandılar: “Cumhurbaşkanının, bakanların, vâlilerin korumaları, araçları bu kadar fazlayken neden eğitimden tasarruf ediliyor? Bir öğrenciden nasıl tasarruf edilebilir?” diye çok ciddî de bir tepkileri var.

Ruşen Çakır: Şimdi okullar yeni açıldı. Zamanla bu sorunun çözülme ihtimâli var mı, yoksa birtakım öğrencilerin sayısının iyice azalma ihtimâli mi var?

Gülseven Özkan: Yani şöyle: Burada bu uygulama olunca ilçe millî eğitim müdürlükleri çocukları pansiyonlara yönlendiriyorlar. Âileler de çocuklarını pansiyona vermek istemiyor. Oranın kendi problemleri var. Âileler şunu söylüyor: “Pansiyonlar güvenli değil. Biz özellikle tâciz, tarîkat, uyuşturucu madde bağımlılığı gibi nedenlerden dolayı çocuklarımızı göndermek istemiyoruz”. Ayrıca hasta olan çocuklar da var. Örneğin gittiğimiz bir köyde çocuk hastaydı ve bakıma ihtiyâcı vardı veya âilesinden bir birey hasta oluyor ve çocuk ona yardımcı olabiliyor ev işlerinde. Dolayısıyla da aslında âilelerle çocukların çok bağı olduğu için onları pansiyona göndermekte pek istekli olmuyorlar.

Ruşen Çakır: Bir de tabiî şöyle bir şey de var: Pansiyonda kaldığı zaman onun yeme içme konusu ayrı masraf olacak.

Gülseven Özkan: Pansiyonlarda yemek ücretsiz oluyor. Ama şöyle bir problem de var: Bu taşımalı öğrenciler, önceden taşımalı olduklarında pansiyonlarda yemek yiyebiliyorlardı, ücretsiz imkânı olabiliyordu. Artık babası ona 20 lira yol parası verse de okulda aç kalabiliyor. Yani şöyle bir veliyle karşılaştık: “Dört çocuğum var. Hepsi ağlıyor okula gitsin diye. Kura çekeceğim” dedi. “Çocukları aldım, dedim ki, ‘Kura çekeceğim.’ Hangisi çıkarsa.” Dolayısıyla da burada şöyle bir durum da var; pansiyona giden öğrenciler için de aslında problem var. Çünkü bâzı yerlerde pansiyonlar ile okullar uzak. Pansiyona giden bir çocuk eğitime devam ettiğinde öğle yemeği için pansiyona gitmesi gerekiyor tekrar. O süreçte gidemiyor uzak olduğunda ve orada aç kalabiliyor. Yani zâten eğitimin dışında resmî, yani bu alanda çalışan uzman kurumlara göre yaklaşık 242 bin çocuk eğitim dışında. Dolayısıyla bunun arttığını, artacağını kesinlikle söyleyebiliriz. Gittiğimizde, gördüğümüzde öğrenciler arkadaşlarının gelmediğini söylüyor. Bir köye gittik, “20 çocuk okula devam ediyor” dedi bir öğrenci, veli de aynı şekilde anlattı. Yani burada çok büyük bir problem var gerçekten de. Öğrenciler başka okullara nakil aldırmaya çalışıyorlar, kontenjanlar çok dolu. Ulaşım problemleri çok var. Onun dışında öğrenciler korktuklarından bahsediyorlar. Otobüslerin çok geç geldiğini söylüyorlar. Derse devam edemiyorlar. “Sabah 6.30’da çıkıyorum, 8.00’deki derse geç kalıyorum, yok yazılıyorum. Kalma sıkıntım da var” diyor. Akşam, öğrencilerin bir endîşesi de kış geliyor artık. Van’da kış koşulları daha fazla.

Ruşen Çakır: Her şey bir yana, bir de bunun tedirginliği var. Yani çocukların rahat bir şekilde okullarına konsantre olmaları da zor oluyor. Peki, bu Doğu ve Güneydoğu’ya özgü bir şey mi, yoksa ülkenin diğer yerlerinde de mi var? 

Gülseven Özkan: Evet, birçok yerinde var, birçok bölgede var. Bu taşımalı eğitim uygulaması olduğu için Türkiye’nin her yerini kapsıyor; ama Güneydoğu’da bu daha farklı ilerliyor. Oranın yapısından dolayı, kız çocuklarının çok erken yaşta evlenme problemleri daha fazla olduğu için bunu orada kesinlikle görebiliyoruz, çocukların endîşelerini yani. Konuştuğumuz kız çocukları, “Arkadaşlarımız evlendiriliyor, okuldan kopuyor” diyorlar. Duyuyoruz bunları, sınıfta örnekleri anlatıyorlar. Bu, Millî Eğitim adına çok endîşe verici gerçekten de.

Ruşen Çakır: Evet Gülseven, çok teşekkürler. Bunların dosyalarını, videolarını Medyascope’ta yayınlayacağız. İzleyicilerimize ve tâkipçilerimize şimdiden duyuralım. Çok ciddî bir sorun; tasarruf gerekçesiyle bunun yapılıyor olması ayrıca siyâsî bir sorun aslında. Ne diyelim, umarım âileler bir şekilde bu sorunları çözer. Devlet yardım etmeyeceğe benziyor. Kendi başlarına çözmenin belki yerel yönetimlerle yollarını bulurlar.

Gülseven Özkan: Kendi başlarına çözmeye çalışıyorlar. Kendileri servis bulmaya çalışıyorlar, bir araya gelmeye çalışıyorlar. Ama gerçekten, konuştuğumuz veliler, “Biz geçinmekte zorlanıyoruz, ekmek almakta zorlanıyoruz. Dolayısıyla ben çocuğumu nasıl göndereyim, nasıl ayda bu kadar yol parası vereyim?” diye sitem ediyorlar ve gerçekten de çözüm bekliyorlar. Ama şunu vurgulayalım: İlçe millî eğitim müdürü, okul müdürleri, il millî eğitim müdürlerine çok sayıda başvuru var, dilekçe var, CİMER’e yazılar var; ama maalesef olumlu sonuç yok.

Ruşen Çakır: Çünkü karar Ankara’dan verildiği için onlar da bir şey yapamıyor.

Gülseven Özkan: Bakanlığa çağrı yapıyorlar öğrenciler, “Bizim sesimizi duyun” diye. Onu da iletmiş olayım.

Ruşen Çakır: Tamam, işte duyurmaya çalışıyoruz. Çok teşekkürler Gülseven.

Gülseven Özkan: Ben teşekkür ederim

Ruşen Çakır: Evet, böylece yayınımızın sonuna geldik. Ama bugünün önemli bir kötü haberiyle kapatalım. Recai Kutan vefat etti, 94 yaşında vefat etti Recai Bey. Kendisiyle tanışmıştım, birçok kez sohbet etme imkânım oldu. Ve çok net bir şekilde söylüyorum: Bunca yıllık gazetecilik hayâtımda çok siyâsetçi tanıdım, yüzlerce diyeyim hadi, daha fazladır ama, gerçekten bunların içerisinde en çok sevdiğim ve saygı duyduğum isimlerden birisiydi Recai Bey. Hep güzel hatırlarım. Bir anımı anlatmak istiyorum burada, kapatmadan önce. Yıllar önce Refah Partisi kapatılmış ve Fazilet Partisi kurulmuştu. Necmettin Erbakan da Fazilet Partisi’nin başına Recai Bey’i atamıştı, öyle söyleyelim. Recai Bey, partide bir tür denge unsuruydu, gelenekçilerle yenilikçiler arasında. Ama daha sonraki kopuşu engelleyemedi, o ayrı. Hatırlıyorum, Trakya’da Fazilet Partisi’nin teşkîlâtları açılıyordu ve Recai Bey de bu açılışlara gidiyordu. Tekirdağ, Kırklareli, Edirne… Ben de gazeteci olarak izlemeye gittim; Recai Bey’le berâber buraları izlemeye gittik. Daha doğrusu o açılışları yapıyor, ben gazeteci olarak izliyorum. Şimdi, Refah Partisi’nde, daha doğrusu Millî Görüş hareketinde bir gelenek vardır; Erbakan geleneğidir bu. Erbakan her yere geç gider. Bir miting olur, miting saat diyelim ki 14:00’tedir ama Erbakan en erken 16:00’da gelir. O arada birileri miting alanını hazırlar, vs.. Böyle bir gelenek vardır. Şimdi Recai Bey’le, yanılmıyorsam Tekirdağ’a gireceğiz ve diyelim ki saat 13:00’te il binâsı açılacak ve küçük bir miting yapılacak. 13:00’e 10 kala Tekirdağ’a yakın bir yerde bir dinlenme tesisine arabaları çektiler. Recai Bey indi arabadan, ben de yanındayım: “Arkadaşlar niye durduk? Birazdan miting yapacağız” falan dedi. Dediler ki: “Recai Bey, siz oturun burada, bir çayınızı için, bir şeyler atıştırın”. “Ama olur mu? İnsanlar bizi 13:00’te bekliyor” dedi Recai Bey. Onlar da, “Recai Bey, sizin 13:00’te gitmeniz doğru olmaz” dediler. Ben de yanındaydım. Rahmetli önce anlamadı, sonra tabiî uyandı. Gittik, biz orada oturduk, sohbet ettik, bir saat falan. Ondan sonra “Hadi gidelim” dediler. Ama Recai Bey böyle birisiydi. Çok yumuşak birisiydi. Bir yanıyla da çok politik birisiydi. Siyâseti çok bilen birisiydi, ama siyâseti hep sâde bir şekilde, yumuşak bir şekilde yapmaya çalışan birisiydi. Allah rahmet eylesin diyorum; gerçekten kendisini hep sevgiyle ve saygıyla anacağım.

Evet, burada “Hafta Başı”na noktayı koyabiliriz. İran-İsrail gerginliğiyle başladık, Narin Güran cinâyetiyle devam ettik ve en son, taşımalı eğitimin tasarruf genelgesi gerekçesiyle ya da bahânesiyle sonlandırılmasının Güneydoğu’da, Van’da ne gibi kötü sonuçlara yol açtığını Gülseven Özkan bize anlattı. Bu hafta böyle nokta koyuyoruz. Haftaya tekrar buluşmak üzere. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.