Ümit Metin Yıldız futbolculuk ve teknik direktörlük kariyerini İletişim Yayınları’ndan çıkan Soyunma Odası kitabında yazdı.
Yıldız, Ruşen Çakır‘a Soyunma Odası’nı yazma sürecini, neden kitap yazdığını, kariyerinde neler yaşadığını, sakatlık sürecini, teknik direktörlüğe geçişini ve Türkiye’deki futbolu kitabını ele alarak anlattı.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Biraz futbol konuşalım; az yaptığım bir şey. Hiç yapmadığım söylenemez; ama fırsatı değerlendiriyorum, yani ortayı görünce kafayı vuruyorum ya da golü atıyorum diyelim. Bir kitap var, Ümit Metin Yıldız’ın Soyunma Odası kitabı (İletişim Yayınları, Ağustos 2024). Ümit Metin Yıldız çok erken yaşlarda futbola başlıyor, sonra teknik direktörlük ve şimdi de yorumculuk yapıyor ve bütün bunları gerçekten çok tatlı bir şekilde bu kitapta anlatmış. Hoş geldiniz.
Ümit Metin Yıldız: Merhaba, hoş bulduk.
Ruşen Çakır: Ama bu bir hâtıra kitabının ötesinde bir şey. Zâten Tanıl Bora da bir önsöz yazmış. İletişim Yayınları’ndan çıktığını da bu arada söyleyelim. Bayağı bir edebiyat da var işin içinde.
Ümit Metin Yıldız: Ya, ben tabiî onu değerlendiremiyorum açıkçası; yani mahcup oluyorum bu tür şeyleri duyduğumda. Ama mutlu da oluyorum bir taraftan. Şöyle oldu: Bu okuma yazma serüveni bende biraz erken başladı, biraz dayımlardan kaynaklanan bir şey. Yani ben 12 Eylül dönemini yaşadım; o ara biraz dünyayı kurtarmak gibi bir derdimiz vardı bizim. Kendimizi kurtarmadan dünyayı nasıl kurtaracaktık bilmiyordum; ama etkileniyorsunuz tabiî çevrenizden. Bu edebiyat okuma işleri bayağı bende bir tutkuya dönüştü. O esnâda futbol devam ediyordu. Bu kitabın ortaya çıkacağına ben çok fazla ihtimal vermiyordum açıkçası. Çünkü çok güç bir iş, onu biliyorum; ama Tanıl Bora sağ olsun, çok cesâretlendirdi beni. Adana futbolu ile ilgili bir yazı istemişti benden. Ben Adanaspor’da antrenörlük yaptım 2001 yılında.
Ruşen Çakır: Bu, kitapta da var zâten.
Ümit Metin Yıldız: Orada evet, var. “Yazamam ben Tanıl” dedim. “Yazarsın hocam” dedi. Sonra ben bir şeyler yazıp gönderdim ona. “Bu yetmez. Gayet güzel, buna biraz daha bir şeyler ekle” dedi. Ondan sonra ben, kendi kendime, anılarımla ilgili ufak tefek notlar almaya başlamıştım. Sürekli beni teşvik ediyordu, “Ne âlemde? Ne yapıyorsun?” diye. Bir süre sonra, artık epey bir şey birikince bir araya getirdim. Ender Özkahraman sağ olsun; yani en son ona gönderdim yazdıklarımı, o üzerinde epey bir çalıştı, insan arasına çıkacak hâle getirdi. Sonra Kıvanç Koçak’la da… yani editörüm benim aynı zamanda; ama çok yakın bir dostluğumuz da var. Futbolun bana kattığı çok kıymetli insanlar bunlar, yani futbola o yüzden şükran borçluyum. Hattâ bir sanatçı takımıyla ilgili de bir antrenörlük dönemim var benim, hârika insanlarla tanıştım orada. Sonuçta işte böyle bir şey oldu, çok mutlu oldum tabiî ki.
Ruşen Çakır: Şimdi şöyle bir bakınca görüyoruz; tam böyle istim üzerinde bir gençken, Fenerbahçe’ye gol atmış bir Konyasporlu iken, birden bir sakatlık oluyor ve ondan sonra sanki…
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Ümit Metin Yıldız: Baş aşağı indim aşağıya, net öyle oldu. Çünkü Millî Takım’a çağrıldım ben o dönem. Piontek, Fatih Terim Hoca… Fatih Hoca yardımcıydı. Gerçekten çok iyi bir maçtı. Onu da kitapta anlatıyorum aslında; ama bir uğursuz 11 numara hikâyesi vardı takımda o dönem. O zaman numaralar 1’den 11’e kadar, şimdiki gibi serbestlik yok. 11 numarayı giyen oyuncu bir hafta sonra bir şekilde oynayamıyordu. Ya çok kötü oynuyordu, oyundan çıkıyordu, bir sıkıntı yaşıyordu. Mehmet Ekşi yardımcı hocamızdı. Teknik direktör ayrılmıştı, o kalmıştı takımın başında. Kadroyu kurarken beni oynatmaya karar veriyor. Beni çok iyi tanırdı, ben de onu çok iyi tanıyorum. Şöyle diyor kendi kendine: “Bir tek Metin 11 numarayı kafaya takmaz” diyor; çünkü mevki olarak aslında 11 oynamıyorum, orta saha oynuyorum. Bana giydirdiler, hârika bir top oynadım, ben gol attım, Millî Takım’a çağırıldım. O zaman herkes şunu dedi: “Ya, 11 numarada bir uğursuzluk yok. Siz oynayamıyorsunuz” gibi bir şey oluştu. İlk antrenmanda ayağım kırıldı benim.
Ruşen Çakır: Demek ki uğursuzmuş.
Ümit Metin Yıldız: Tam uğursuzmuş. Bırakın hafta sonunu, ben sezonu kapadım ve ondan sonra Süper Lig’den aşağıya böyle dolu dizgin indim.
Ruşen Çakır: Futbolcunun kaderinde bu çok olan bir şey mi?
Ümit Metin Yıldız: Şöyle, olan bir şey tabiî ki. Meselâ benim en verimli olduğum maçtan sonra başıma gelmesi benim için trajik oldu aslında. Ama tabiî o esnâda kendi hatâlarınız da çok fazla var. Belli bir havaya giriyorsunuz, işte, “Metin yine oynamıyor”, “Metin ne zaman dönecek?” falan. Kendinizi bir şey zannetmeye başlıyorsunuz ve ben düzeldikten sonra, hep o algıyla, yani “Ben hazırım, hemen beni oynatsınlar” algısıyla futbola baktım; ama öyle olmadığını gördüm.
Ruşen Çakır: Şunu merak ediyorum, o çok ilginç, kitapta da var: Bir futbolcu Ümit Metin var, bir de yardımcı teknik direktör ya da teknik direktör Ümit Metin var. Şimdi futbolcunun teknik direktörle sorunları var, teknik direktörün futbolcuyla sorunları var. İkisini de yaşamış, iki tarafta da bulunmuş birisi olarak, kim haklı?
Ümit Metin Yıldız: Hiç kimse haklı değil ya da herkes haklı. Yani Nasrettin Hoca hikâyesi gibi oluyor biraz; herkes haklı ya da kimse haklı değil. Şöyle: Futbolculuk ve teknik direktörlüğün aslında uzaktan yakından ilgisi yok. Ben teknik direktör olunca bunu anladım. Yani bizim şu an yaşadığımız ciddî problemlerden bir tânesidir. Şöhretli oyuncuların, iyi oyuncuların, medyatik oyuncuların futbolu bırakır bırakmaz hemen takım bulmaları, bizim Türk futbolunda şu an ciddî problemlere yol açıyor ve bunun son derece sakıncalı olduğunu biliyorum; ama anlatamıyoruz tabiî. Çünkü oyunculukta çok klasik bir şey var: Kendinden sorumlusun. Ama teknik direktörlük sâdece futbolla beslenebilen bir şey de değil. Yani psikoloji lâzım, sosyoloji lâzım, çok fazla kaynaktan beslenmeniz lâzım. Maalesef biz o konuda biraz eksik kalıyoruz.
Ruşen Çakır: Yöneticilerle doğrudan muhâtap oluyorsunuz, onun çok öyküleri var öyle; para pul işleri vs..
Ümit Metin Yıldız: Çok büyük sıkıntılar tabiî ki. Sâdece kendi başınıza bunların hepsinin üstesinden gelme şansınız yok; ama teknik direktörlerde de şöyle bir şey var: Hepsini kendisi halletmeye çalışıyor, yani çok fazla yardımcıya alan açmıyor. İşte, “Psikolog” diyorsun, “Benden iyi psikolog mu var?” diyor. Değil, aslında öyle değil yani o iş. Çünkü teknik direktörlerin davranışlarında da, onların da psikoloğa ihtiyâcının olduğunu çok net görüyoruz. Yani en ufak bir hakem hatâsında dudak okumalarla hakeme edilen küfürlere tanık oluyoruz falan.Çok zor bir iş, onu söyleyebilirim; ama bir o kadar da keyifli bir iş, ben çok severek yaptım.
Ruşen Çakır: Yıldız futbolcularda teknik direktör meselesi önemli bir husus; ama bizde meselâ çok iyi örnekler var. İstikrarlı olmasa bile, mesela Rıdvan fenâ değildi, Sergen bayağı başarılara imzâ attı. Şimdi meselâ Arda, daha başlar başlamaz…
Ümit Metin Yıldız: Çok erken, evet.
Ruşen Çakır: Ama fenâ gitmiyor.
Ümit Metin Yıldız: Yok, gayet iyi gidiyor. Yani şimdi Burak, Emre Belözoğlu ile Arda’yı kıyasladığımızda, Arda onların önünde epey bir mesâfe katetti.
Ruşen Çakır: Okan meselâ.
Ümit Metin Yıldız: Okan Hoca, tabiî. Ciddî imkânlar buluyorlar, bunu da dolayısıyla kullanıyorlar. Ama şunu söylemeye çalışıyorum: Çok birikim isteyen bir iş. “Ya, ben artık bunu öğrendim” dediğiniz anda geriye düşmeye başladığınız bir iş. Biz o konuda biraz kendimizi yenilemekten, gelişmekten çabuk vazgeçiyoruz. Hele biraz başarı yakaladığımızda, yani ondan sonraki dönemde bizi taşıyabileceğini düşünüyoruz. Ama işte benim Konya-Fenerbahçe maçında başıma gelenler, şu anki teknik direktörlerin de başına geliyor. Yani her gün her şey değişiyor Ruşen Bey.
Ruşen Çakır: Şimdi, yabancı oyuncu ve teknik direktör konusuna gelelim. Bir zamanlar çok yabancı teknik direktör, az yabancı futbolcu vardı; şimdi sanki durum değişti gibi. Şu anda Süper Lig’e baktığımız zaman, genellikle Türk teknik direktörler var, ama takımların artık son düzenlemeyle berâber ilk 11’leri bile silme yabancı olabiliyor. Eskiden yabancı oyuncuların adlarını bilirdik. Şimdi çoğunun adını bilmiyoruz, öğrenemeden gidiyorlar vs..
Ümit Metin Yıldız: Söyleyemiyoruz, telaffuz dahi edemiyoruz.
Ruşen Çakır: Sizin zamânınızda pek yabancı futbolcu yoktu galiba.
Ümit Metin Yıldız: Yoktu tabiî, bu kadar yoktu. Yani ben Süper Lig’de 4 sene oynadım Konyaspor’da; yabancı oyuncular vardı, ama bir elin parmağını geçmiyordu. Zâten kısıtlama da vardı o dönemde.
Ruşen Çakır: Evet, kısıtlama da vardı.
Ümit Metin Yıldız: Paralar bu kadar değildi. Şimdi paralar aldı başını gitti. Tabiî şimdi 125 milyon Euro, bu dönemde transfere, bonservise ödenen para var, Süper Lig’den bahsediyorum, sâdece bonservise ödenen para. Ve bu paranın 100 milyona yakınını “Dört Büyükler” dediğimiz takımlar harcıyorlar. Yani Anadolu kulüpleri ancak kalan 25 milyonu harcayabiliyor. Burada tabiî çok ciddî sûiistimaller var; bu artık bilinen bir şey, ama denetlemede biraz sıkıntı var. Yani burada halledebileceğimiz işleri dışarıdaki oyuncuyla halletme gibi sakat bir düşüncemiz var ve bunu çok ciddî anlamda talep eden de büyük kalabalıklar var. Yani işte ben, hattâ geçen gün şöyle bir şey söylemiştim, epey bir tepki de çektim: Gelen yabancı oyuncuları özel uçakla gelip karşılıyoruz ya, havaalanlarında falan, Kerem Aktürkoğlu için de, “Bu çocuğu da özel uçakla gönderelim, yani bir onurlandıralım. Bak şimdi hârika bir takıma gitti ve müthiş işler yapıyor” dedim. “Ya, sen ne anlatıyorsun, neyin peşindesin” diye Galatasaraylılar’dan bir sürü tepki çektim. Ama bu algıyı kırmak maalesef çok zor oluyor.
Ruşen Çakır: Bir de meselâ Kerem Aktürkoğlu demişken, orada çok ilginç bir örnek var. Giderken taraftarların da büyük bir kısmı, “İyi ki gitti, kurtulduk” dedi. Ama öteki tarafta, Benfica’da… Yani o zaman ne oluyor? İnat mı ediyor, yoksa burada önünü kesen bir şey mi vardı?
Ümit Metin Yıldız: Kesiyor, kesinlikle kesiyor. Yani biraz daha geçmişine baktığımızda, biraz daha 5-6 sene önceye gittiğimizde, yaşadığı ilişkiler bizim buradaki, yani bu coğrafyadaki çocukların kaderini de anlatıyor aslında. Yani biz maalesef, hani çok klasik bir hikâyedir; cehennemde herkesin başında zebânîler dururken, Türkler’in başında kimse yokmuş. “Niye?” diye sorduklarında, “Ya, onlar çıkmaya çalışırken zâten aşağıdakiler çekiyor” diye. Boşuna çıkmıyor aslında bu lâflar. O anlamda çok zorlukları aşarak bir yerlere gelmeye çalışıyoruz biz; teknik direktör olarak da öyle, oyuncu olarak da öyle. Ama genel yapımız bu. Sâdece futbola özgü bir şey değil ki bu yani. Aynı şey siyâsette de geçerli, aynı şey hukukta da geçerli, tıpta da geçerli. Böyle bir yapımız var, bunu kıramıyoruz maalesef.
Ruşen Çakır: Peki, şunu sormak istiyorum. Şimdi sizin girdiğiniz zamanlar, yani futbola başladığınız zamanlar herhalde sokaktan futbolcunun geldiği son zamanlardı. Şimdi işler sanki daha değişmiş gibi. Bir kere, sokaklarda oynamak… Yani halı sâha diye bir şey çıktı meselâ. Eskiden böyle bir şey yoktu. Toprak sâha ya da okulların bahçeleri falan vardı. Bir de futbol okulları, şunlar bunlar. Şu anda nerede yetişiyor futbolcular?
Ümit Metin Yıldız: Dediğiniz koşullarda yetişiyor, yani halı sâhalarda yetişiyor. Bizim en büyük zenginliğimizdi o ve çok doğru bir tespit. Ya, bizimle berâber o şey bitti; çünkü benim annemler 51 göçmeni, Gaziosmanpaşa’ya gelmişiz. Bizim başka bir şansımız da yoktu. Tek katlı evler, bahçeli evler, meyve ağaçlarının olduğu evler ve bir sokağımız vardı. Okuldan gelir gelmez, biz hava kararana kadar futbol oynardık ve sokaktan bir ya da iki araba geçerdi o dönemlerde. O geçenler de biraz mahcup olurdu yani bizim oyunumuzu bozdukları için. Bizimle berâber tabiî o evler artık 6-7 katlı olmaya başladı, ağaçlar kesildi falan, o kaynak kurudu. Mahalle takımları vardı, nefis hikâyelerdi onlar meselâ. Önce meselâ mahalle takımına seçerlerdi seni, sonra semtin amatör takımı görürdü, eğer gelişmen devam ederse oraya girerdin falan. Şimdi iş tamâmen endüstriye döndü. Şöyle bir şey de var: Biz meselâ dayak yerdik demeyeyim, anneme babama haksızlık etmeyeyim, ama gerçekten top oynadığı için dayak yiyen arkadaşlarım vardı benim; yani ayakkabı eskir, pantolon eskir, ekonomik sıkıntılar var. Şimdi, “Niye oynayamıyorsun?” diye çocuklar dayak yiyorlar; çünkü çocuğu şey olarak görmeye başladı âileler; kendisini kurtaracak bir araç olarak görmeye başladı ve son derece sağlıksız bir yapı bu. O ağırlığı zâten çocuk kaldıramıyor; onu hissettiği anda, olacağı varsa da olamıyor.
Ruşen Çakır: Peki, bu endüstriyel futbolda altyapı imkânlarına erişmede sınıfsal bir fark var mı? Yani şimdi, sizin zamanlarınız, ki ben de birkaç yaş büyüğüm ve ben futbolcu olmadım; ama biliyorum nasıl olunduğunu. Meselâ ben Çağlayan’da büyüdüm, orada top sâhası vardı, şimdi Adliye’nin olduğu yerde filan. Orada insanlar kendilerini göstermeye çalışırdı falan. Ama şimdi bu iş endüstriyelleşince, alt sınıf çocuklarının, yoksul âilelerin çocuklarının o endüstriyel futbol çarkına girmesi sanki biraz zorlaştı gibi mi?
Ümit Metin Yıldız: Çok zorlaştı. Geçenlerde bir istatistik okumuştum: Dünyanın en iyi tıp doktoru olma ihtimâliyle Messi olma ihtimâli arasında dehşet bir fark var. Yani tıp doktoru olma ihtimâliniz, yani bütün dünyanın tanıdığı tıp doktoru olma ihtimâliniz, Messi olma ihtimâlinden daha yüksek. Düşünebiliyor musunuz artık işin ne kadar güçleştiğini, insanların oraya ne kadar çok fazla kanalize olduğunu? Ama işte biz meselâ oyunu para kazanmak için falan oynamıyorduk. Oyunun büyüsüne kapılmıştık biz. Hani para mı kazanacağız? Bir yerlere mi geleceğiz? Öyle bir düşüncemiz yoktu. Şimdi iş tamâmen o noktaya evrildi ve o çok büyük sıkıntı yaşatıyor. Şimdi ekonomi bu kadar büyümüşken, aslında oraların çok da sağlıklı olması gerekir diye düşünüyoruz; ama öyle değil maalesef. Yani o altyapılardaki ilişkiler, hocalar, teknik adamlar, oradaki eğitim… Meselâ Beşiktaş’ın şu anda altyapısı… ki Beşiktaş bu konuda ülkenin en verimli takımlarından bir tânesidir: 13 kategoride mücâdele ediyor, öz kaynakları var ve tek bir sâhada antrenman yapıyor, düşünebiliyor musunuz yani? Tek bir sâhada antrenman yapıyor ve ona rağmen işte, Semih’ler, Demir Ege’ler, Mustafa Hekimoğlu’lar… Hâlâ oradan, o şartlarda dahi insanlar çıkıyor; ama bunu iktidar sâhiplerine, yani kulüp yöneticilerine maalesef anlatamıyoruz. “Altyapı üstyapıyı belirler” hikâyesi vardır ya? Siz benden çok daha iyi bilirsiniz. Ama bu gerçekten böyle. Hayâtın her alanında böyle. Ama hiç oralara girilmiyor; çünkü insanlar Icardi’yle, Osimhen’le ilgileniyorlar. Ve meselâ şimdi formalara baktığımızda, Metin Oktay’lar, Metin Kurt’lar, Lefter’ler, Can Bartu’lardan… şimdi artık çocukların sırtındaki formalarda Icardi var. Ya bunu tabiî şoven bir milliyetçilikle söylemiyorum; gerçekten gelsin, o insanlar da gelsin; ama öyle korkunç bir transfer çılgınlığı ülkede aldı başını gidiyor.
Ruşen Çakır: Biraz da yorumculuğa bakalım. Ben ne zamandır izlemiyorum, ama izlediğim zamanlar hep şuna bakardım meselâ, özellikle teknik direktörlere: Bakalım ne kadar yorumculuk yapacak diye. Çünkü öyle oluyor, değil mi? Bir teknik direktör câzip bir teklif alıyor, yorumculuğu bırakıyor, açıkta kaldığı zaman teknik direktör oluyor gibi bir şey var. Bâzı eski futbolcular var, hiç teknik direktörlük yapmamış. Onlar zâten oluyor da… Orada yani her iki şeyi de yapmış birisi olarak, yani futbolculuğu ve teknik direktörlüğü yapmış birisi olarak yorumculuk — ki şu anda YouTube yayınlarıyla berâber herhalde çok mecrâ var.
Ümit Metin Yıldız: Çok, çok fazla.
Ruşen Çakır: Çok fazla mecrâ var. Siz Habertürk Spor’da başladınız.
Ümit Metin Yıldız: HT Spor’da, evet.
Ruşen Çakır: O da yeni başladı.
Ümit Metin Yıldız: Yeni başladı, evet.
Ruşen Çakır: Hayırlı olsun diyelim.
Ümit Metin Yıldız: Çok sağ olun.
Ruşen Çakır: Nedir bu, bir piyasa var değil mi? Orada da bir endüstri var.
Ümit Metin Yıldız: Mutlaka mutlaka. Şöyle, ben kişisel olarak… Hani ben de iş bulamadığım için oraya çıktım da bir iş bulayım falan diyeyim de biraz şey olsun… Değil öyle, yani ben kendi adıma konuşuyorum. Tabiî ki orada görünürlük, bildiklerinizi anlatma şansınız biraz daha fazla oluyor. Ben Lig Radyo’da da yorumculuk yapıyorum, öyle başladım zâten. Salı ve cuma günleri yapıyordum, şimdi belki her gün yapacağım. İnsanlara ulaşmak güzel bir şey aslında, kendinizi ifâde edebilmek. Ben o konuda çok böyle çaba sarf eden bir insan değildim. Ama benim yakın çevrem… Meselâ ben kitapla ilgili de… yani kitabım çıktı, şu oldu bu, öyle bir yapım yok benim. Yani o beni mutlu ediyor, o da çok kıymetli. Ben kendiyle baş başa kalabilen bir insanım. Ama yakın çevrem çok sağ olsunlar –ciddî de bir çevrem var o anlamda– bende bu potansiyeli görünce, “Ya, niye sende kalsın? Bunu sâdece kendi aramızda konuşmayalım, kitlelere de bu ulaşsın” gibi bir çaba içine girdiler. Sağ olsun Mehmet Ayan bu konuda, bizim özel bir dostluğumuz da oluşmuştu, beni iknâ etti demeyeyim ama, “Hocam, konuş burada, bir şey yok ki bunda” falan dedi. Çünkü ben ona karşı çıkan bir insandım. Yani şimdi teknik direktörsün, işin yok, medyaya çıkıyorsun, televizyona çıkıyorsun ve bir süre sonra iş buluyorsun. Ama tamâmen o düşünceyle çıkıyordu teknik adamların birçoğu; yani “Ben orada görünür olunca yöneticiler beni dinler ve iş bulmam kolaylaşır” diye. Benim öyle bir kaygım olmadığı için çok da rahat konuşuyorum. Ha, o esnâda bir iş falan gelirse de hayır demem belki de; ama öyle bir derdim yok, gerçekten bütün samîmiyetimle onu söyleyebilirim.
Ruşen Çakır: Şimdi iş deyince, meselâ hep şöyle bir şey oluyor: Özellikle Süper Lig’de biliyoruz ki… 6. haftaya girdik, kaç teknik direktör gitti? Şu anda giden var değil mi?
Ümit Metin Yıldız: Olmaz olur mu? Abdullah Hoca gitti yani. Abdullah Hoca gitti.
Ruşen Çakır: Adana Demirspor gitti.
Ümit Metin Yıldız: Adana Demir’in hocası gitti, Hatay’ın hocası gitti. Bir hoca daha ayrıldı.
Ruşen Çakır: Daha dün bir bugün iki.
Ümit Metin Yıldız: Tabiî tabiî. Ama biz Avrupa’nın en fazla teknik direktör kıyımı yaşanan ülkesiyiz, uzak arayız yani.
Ruşen Çakır: Uzak ara.
Ümit Metin Yıldız: Tabiî tabiî. Trafik kazâlarında nasıl en öndeysek, teknik direktör kıyımında da öyleyiz. Ama şöyle bir şey de var Ruşen Bey: Liyâkat olmadığı için, yani teknik direktörleri seçerken liyâkat denilen kelimeyi tamâmen unuttukları için, ikili ilişkiler ve yukarıdan gelen önerilerle teknik direktörler seçildiği için, bu kıyım da çok normal. Aslında öyle olmasa, teknik direktörü seçerken… Meselâ şimdi Beşiktaş’ın teknik direktörüne bakıyorsun; bu kadar öğretici, bu kadar ilham verici bir adam olabilir mi?
Ruşen Çakır: Ama şimdi onun da Avrupa’daki başarısızlıklarına…
Ümit Metin Yıldız: Ama tamam, bıçağa soktular, şimdi kanırtıyoruz yani; işte, Semih üzerinden, Mustafa Hekimoğlu üzerinden falan; ama görebiliyorsunuz onu yani, oyuncunun gelişimini görüyorsunuz, maç önü ve maç sonu konuşmalarını görebiliyorsunuz. Hiçbir bahâne üretmeden… Meselâ en son biz bu haftaki maçlardan önce program yapmıştık HT Spor’da. Maç kadroları geldi ve hocaların maç önü konuşmaları başladı. Ahmet Selim Kul’du moderatör. Ben dedim ki: “Şimdi hoca Van Bronckhorst için söylüyorum: Bakın, asla, ‘3 günde bir maç yaptık, yorgunuz, deplasmana çıkıyoruz…’ demeden, buralara girmeden oyunla ilgili düşüncelerini söyleyecek” dedim. O da bana dedi ki: “Hocam, tersini söylerse?” “Ya, bir şey yapamam. Ben şimdi ondan öyle bir şey beklemiyorum” dedim. Okan Hoca’nın maç önü açıklaması geldi. Biz başladık gülmeye; çünkü “3 günde şu kadar maç yaptık, Barış Alper Yılmaz…” filan. Yani biz hemen işin…
Ruşen Çakır: Mâzeret…
Ümit Metin Yıldız: Yani cebimize hemen onu koyuyoruz. O ise hiç o toplara girmeden, o oyunla ilgili, Antep’le ilgili, kendi yapacaklarıyla ilgili değerlendirmelerde bulundu; ama onu biz kendimize çevireceğiz yani, bırakmayacağız. Ya da göndereceğiz… Gerçekten, yani bu yeni olan bir şey değil. Jesus’un başına gelenleri unutmadık yani: Üçlü mü oynanır, beşli mi oynanır? Yani o kadar böyle enteresan bir toplumuz ki…
Ruşen Çakır: Geçen gördüm, çok alâkasız gibi gelecek ama: Galatasaray maçından sonra, adını anmayalım, uyduruk bir kanaldan birisi Mourinho’ya Google Translate’ten bakıp soru soruyor, bir şey soruyor falan. O da diyor ki: “Siz gerçekten gazeteci misiniz?” Çok acâyip bir şeydi yani. Spor medyası diye de bir sorun var tabiî.
Ümit Metin Yıldız: Vallahi ben genelde bir sorunumuzun olduğunu düşünüyorum. Tabiî o çok içinde olduğumuz için çok belirleyici. Soru sormasını bilmiyoruz, çünkü soru sorarken biz yorum yapıyoruz; yani soruyu sorarsın, çekilirsin. Yarım saatte soru soruluyor bizde, çünkü orada bu işi ne kadar iyi bildiğini anlatmaya çalışıyor aslında insanlar ve bir şeyimiz var bizim, bir aşağılık kompleksimiz var, maalesef var. Yani onu da halledemiyoruz; çünkü çok az okuyoruz. Şimdi bana diyorlar ki: “Ya, futbolla okumanın ne ilgisi var?” Diyorum ki çok ilgisi var. Yani siz şimdi, nasıl söyleyeyim… Meselâ en son çalıştığım takımdaki oyunculara şunu anlatıyordum: “Ya, dişini fırçalarken o suyu açık bırakıp o esnâda o suyu boşa akıtıyorsan, buradaki pası düzeltemeyeceksin” diyordum. Böyle bakıyordu bana, “Ne anlatıyor bu adam?” diye. Diyordum ki: “Bak, tesisten çıkıyorsun, klima çalışıyor, elektrikler açık ve faturayı sen ödemiyorsun. Sen ödemediğin için onu antrenman boyunca orada çalıştırıyorsan ve o ışığı açık bırakıyorsan, pasını düzeltemeyeceksin” diyordum. Anlamıyor insanlar yani. Bir süre sonra, evet, “Ne oluyor?” filan demeye başlıyorlar ama. Yani dışarıdaki hayâtı düzeltmeden içerideki hayâtı düzeltmeye çalışıyoruz; olmuyor, bu gerçekten olmuyor, başaramıyoruz yani bunu.
Ruşen Çakır: Şimdi bir hayırla analım, kitapta en etkileyici bölümlerden birisi: Merhum Sedat Balkanlı. Kötü bir hastalık sonucu kaybettik. Hepimiz gördük zâten hastalık sürecinde. Onunla berâber başlıyorsunuz birçok şeye.
Ümit Metin Yıldız: Müthiş bir hikâyedir o; sonu tabiî çok kötü biten bir hikâye ama. Biz genç takımla birlikte başladık, Gaziosmanpaşa genç takımında. İşte, darbe sonrası 3. Lig kuruldu. Çok büyük bir enerji var tabiî, o enerjiyi bir yerlere kanalize etmek için… 3. Lig’e biz şöyle çıkmadık; hani oynayarak, alttan başararak çıkmadık. Tesisi olan, belli maddî imkânları olan takımları 3. Lig’e aldılar 1984 yılında. Biz de 3. Lig’le profesyonel olduk. 4 sene Gaziosmanpaşa’da oynadık. Ama bizim gerçekten, hani gecemiz gündüzümüz berâber geçerdi. Yani o kadar acâyip bir birlikteliğimiz vardı. Sonra Konyaspor’a transfer teklifi geldiğinde, Sedat’ı çok isteyen takımlar vardı; yani Konya’nın dışında Antep, Denizli vardı. Sırf Konya’yı berâber istiyoruz diye, Sedat meselâ ondan Konyaspor’a geldi, ayrılmayalım diye. 4 sene de orada birlikte oynadık. Sonra ben, işte o bahsettiğimiz maçtan sonra bir sakatlık geçirdim, Gaziosmanpaşa’ya geri döndüm. O Bursa’ya gitti, Bursa’da bir sene oynadı sanırım. Galatasaray’a geldi, Galatasaray’dan Fenerbahçe’ye geldi. İşte o mel’un hastalığa yakalandı.
Ruşen Çakır: Oynarken mi hastalandı?
Ümit Metin Yıldız: Tabiî. Galatasaray’da müthiş bir performansı vardı.
Ruşen Çakır: Yani hastalığının ortaya çıkması daha futbolcuyken…
Ümit Metin Yıldız: Tabiî canım. Galatasaray’dan Fenerbahçe’ye transfer oldu, o teşhis kondu ve ondan sonra zâten Fenerbahçe’de oynayamadan o iyileşme sürecine girdi ve maalesef… Tabiî, normalde bu kadar uzun yaşaması da beklenen bir hastalık değildi o. Ama en başta tabiî sevgili eşi Şükran, yani insanüstü bir dayanışma ve bakım gösterdi, sağ olsun. O esnâda bir sürü kulüp ve insanlar destek oldular; ama maalesef işte kaybettik yani.
Ruşen Çakır: Evet, Allah rahmet eylesin tekrar. Şeyi sormak istiyorum, İslâmî hareketler benim özel ilgi alanım olduğu için… Şimdi, en son Bilgin Gökberk yazılarını kitap yaptı, biliyorsun.
Ümit Metin Yıldız: Evet.
Ruşen Çakır: Adını da Top Tarikatı (Kırmızı Kedi Yayınevi, Eylül 2024) koydu. Şimdi bir zamanlar Fethullahçılar’ın çok ciddî örgütlendiğini biliyoruz. Hapis yatanlar, kaçanlar… Meselâ Arif hâlâ kaçak, değil mi? Nerede olduğunu bile bilmiyoruz.
Ümit Metin Yıldız: Evet.
Ruşen Çakır: Hakan Şükür’ün Amerika’da olduğunu biliyoruz ama. Bu gerçekten bir olgu muydu futbolcu câmiasında?
Ümit Metin Yıldız: Çok, çok net, çok belirleyiciydi o dönemde. Ve oyuncular arasında bu müthiş… Şöyle söyleyeyim: Antrenörlerin iş bulmasında, oyuncuların transfer yapmasında, transfer yapılan oyuncuların o yapının içinde yaşaması… eğer girmiyorsan, yani oraya girmiyorsan orada senin yaşaman mümkün değildi. Çok belirleyiciydi. Ve o esnâda bir sürü insan, yani çok iyi yerlere gelebilecek bir sürü insan maalesef yok oldu gitti. Öyle bir baskı da oluşturuyorlardı. Yani ben teknik direktörlüğümde bunu bizzat yaşadım. Tespitim var; ama çok fazla bir şey yapamıyorsun. Çünkü o dönem o kadar güçlüler ve o kadar normalleşmişti ki o iş.
Ruşen Çakır: Hangi yıllar bu arada?
Ümit Metin Yıldız: Yani ben meselâ antrenörlüğe 97-98 sezonunda başladım; Gaziosmanpaşa’da yardımcı antrenör olarak başlamıştım. O dönemde yavaş yavaş yükselmeye başlamıştı. Yani büyük takımların oyuncuları, yöneticileri çok ciddî bir güç oluşturmuştu. Sonradan sürecin nereye geldiğini zâten hepimiz biliyoruz.
Ruşen Çakır: Kendi içlerinde dayanışma…
Ümit Metin Yıldız: Korkunç bir dayanışma vardı.
Ruşen Çakır: Ve diğerlerini de dışlama…
Ümit Metin Yıldız: Kesinlikle, kesinlikle. Eğer orada teknik direktör biraz irâde koyamıyorsa, çok ziyan olup giden oyuncular oldu o dönemde. Benim bâzı tanıklıklarım da oldu. Rıdvan Hoca’dan sonra biz Adanaspor’a gitmiştik, Uzanlar dönemiydi. Orada biz bir şampiyonluk yaşadık. Orada meselâ benim Gaziosmanpaşa’dan tanıdığım oyuncularla o gücü oluşturan oyuncular arasında çatışma çıktığında, biz meselâ biraz orada diğer taraftan yana olsaydık, o oyuncu –daha sonra Galatasaray’a falan geldi yani bahsettiğim oyuncu– yok olup gidebilirdi; bunun örnekleri çok fazla oldu.
Ruşen Çakır: Bu Fethullahçıları mı kastediyorsun?
Ümit Metin Yıldız: Tabiî tabiî, direkt onları.
Ruşen Çakır: Çünkü başka yerlerden de biliyorum. Hattâ tarîkatın birisiyle konuşurken, şöyle söylemişti: “Bizim futbolcularla ilgilenen arkadaşımız şu” diye genç bir arkadaşı göstermişti. Her tarîkatın…
Ümit Metin Yıldız: Yani ben şöyle bir şey anlatayım: Yılı tam hatırlamıyorum, ama 2. Lig’deydi, Ankara Demirspor Kulübü ile ben transfer görüşmesi yaptım. Her şeyde anlaştık, hiçbir sıkıntı yoktu. İstanbul’a geldim, artık planlama yapılıyor, transferler belirlenecek falan. O esnâda ekibimde bana yardımcı olacak, benimle birlikte çalışacak olan arkadaşım da Gaziosmanpaşa’da görevdeydi. Sezon bitmek üzereydi bu anlattığım şeyde. Onların bir Play Off maçı vardı. Ben bunu söyledim; “Ankara Demir’le anlaştık, sezona orayla başlayacağız” falan diye. O gün, onları ziyârete gelen ekipten birisi geliyor ve Ankara Demir’le bir antrenörün anlaştığını söylüyor. Şimdi benim anlaştığımı bildiği için hemen bana telefon açtı. “Ya, sen böyle böyle diyorsun; ama buraya şu isim geldi, Ankara Demir’le şu hoca anlaşmış” falan. Dedim: “Saçmalama. Bak bugün geldim ben Ankara’dan” falan. Sabahı bana telefon geldi ve gerçekten büyük bir samîmiyetle ve bir mahcûbiyetle, “Hocam, çok özür diliyoruz, böyle böyle. Bizim halledebileceğimiz bir iş değil ama…”
Ruşen Çakır: Birisi atanmış yani.
Ümit Metin Yıldız: Evet, evet. Yani birebir yaşadığım bir olaydır bu — ki bunlar, benim yaşadıklarım, 2. Lig boyutunda olan şeylerdi. Süper Lig’de ve 1. Lig’de falan neler olduğunu…
Ruşen Çakır: Bir şike konuşmadan olmaz, kitapta var bir şey.
Ümit Metin Yıldız: O da birebir yaşadığım bir anıdır benim.
Ruşen Çakır: O çok acâyip. Onu bir kısaca özetler misin?
Ümit Metin Yıldız: Şöyle: Gaziosmanpaşa’da oynuyorduk, çok kritik bir maça hazırlanıyoruz. Şampiyonluğa oynuyoruz artık, o duruma gelmiştik. Kritik bir deplasmandı. Bana söyledi yöneticiler. Ben takım kaptanıydım. Dedim ki: “Tamam, bu iş olacak da; yani bunu nasıl anlayacağız?” Bana dediler ki: “Seremoniye çıkınca, o iki oyuncu orta sâhada kalacak ve ayakkabılarını bağlayacak” dediler.
Ruşen Çakır: Numaralarını söylediler.
Ümit Metin Yıldız: Tabiî tabiî, numaralarını söylediler: 4 ve 9’du sanırım. Şimdi biz önce çıktık, ben artık… Yani tüylerim diken diken bekliyorum. O çıkanları gidip öpeceğim neredeyse orta sâhada. 3-4 oyuncu kaldı, “Ne oluyor?” falan dedim ben. O ikisi de çıktı. Herkes çıktıktan sonra bunlar kaldılar, bir süre ayakkabılarını bağladılar.
Ruşen Çakır: Peki maçta ne yaptılar?
Ümit Metin Yıldız: Hani vatan kurtaran kahramanlar olur ya? Yalancı kahramanlar. Yani 9 oyuncuya maç sattı diyebilirsin. Bir tek onlara…
Ruşen Çakır: En gayretli onlar…
Ümit Metin Yıldız: Nasıl bağırıyorlar, arkadaşlarını çağırıyorlar falan. Bizim rahmetli Sedat atmıştı golü; 1-0 yendik. Yani onların bir şey yapmasına gerek kalmadı aslında, ama gerek kalsaydı…
Ruşen Çakır: Bu çok yaygın mı hakîkaten?
Ümit Metin Yıldız: Şimdi o dönemde çok fazla yaygındı. Hani şimdi diyorlar ya? “Hayat önceden çok temizdi” falan filan diye. Ben onu şey yapmıyorum. Her dönemin kendi, affedersiniz, pisliği oluyor. O dönemde çok fazla doping vardı, kontroller olmuyordu. Meselâ doping yüzünden çok hastalanan, hayâtı çok kötü etkilenenler oldu.
Ruşen Çakır: Ne yapıyorlardı meselâ?
Ümit Metin Yıldız: Meselâ, oynadığımız dönemde ben hemen hemen hiç tercih etmedim; ama, böyle hani aspirin alır gibi… masörler getiriyorlardı. Atlara vurulan iğneleri vurdukları oluyordu. Pervitin diye bir iğne vardı, çok net hatırlıyorum, çok yaygındı ve hiçbir kontrol yoktu. Şimdi tabiî artık iş epey profesyonelleşti ve iyi ki de öyle oldu. Çünkü gerçekten sağlığınızı kaybediyorsunuz yani.
Ruşen Çakır: Bu teşvik primi denen olay… Şimdi şike değil, teşvik primi, böyle bir lâf var. O da ayrı bir şey, değil mi?
Ümit Metin Yıldız: Farkı yok aslında. Yani ahlâksızca bir şey bence. Hani onu iyileştirmeye çalışan bir kesim de var. “Ne var ki? Yani işte para alıyorsun, zâten oynaman gerekiyor. O parayı almakta ne var?” falan diye düşünen bir kesim de var. Ama ben ikisinin de aynı olduğunu düşünen bir insanım. Yani şikeyle teşvik priminin arasında bir fark olduğunu düşünmüyorum; çünkü gayri ahlâkî bir şey.
Ruşen Çakır: Son olarak taraftardan bir bahsedelim. Bir tâne kahraman var, tek başına amigo mu? Hangi takımındı o?
Ümit Metin Yıldız: Bruno, Şekerspor’un. Onun şu an yaşayıp yaşamadığını bilmiyorum. Ben Şekerspor’da da çalışmıştım — ki benim editörüm Kıvanç Koçak başka takım tutmaz meselâ. Kitapta ben o Şekerspor olayını da anlatıyorum. Her yere giden biri bu; gerçekten tek başına. Ondan sonra da zâten şu an Kıvanç Koçak var, ama takım ortada yok yani, takım ortada yok.
Ruşen Çakır: Peki taraftarlık nasıl bir şey? Burada şimdi hem futbolcu hem teknik direktör ve de yorumcu olarak muhakkak taraftarlarla hep muhâtap oldunuz. Yani bunlar tribünden de olabilir ya da kamp yaptığınız yere gelenler de olabilir.
Ümit Metin Yıldız: Şöyle: Benim hiç aram iyi olmadı. Yani kötü geçinmek gibi bir derdim zâten hiç olmadı; ama hep problem yaşadım. Şöyle problem yaşadım: Ben taraftarın, daha doğrusu taraftarı yönlendiren insanların dünyaya bakışını ve takımlara bakışlarını bildiğim için, ben o toplara hiç girmeyi tercih etmedim. Bunun bedelini de çok ağır ödediğim zamanlar oldu. Kocaelispor takımında meselâ ben çalıştığımda, amatörden çıkan bir takımdı, 3. Lig’e çıkmıştı. Ben o zaman teknik direktör olarak orada görevliydim. Hiç aram iyi olmadı. Ama şöyle, hani ben aram kötü olsun diye bir şey de yapmadım aslında; ama istediklerini biliyordum genel anlamda. Ben o toplara hiç girmedim. Dehşet bir yönetim vardı. Yani hayâtım boyunca hiç unutamayacağım bir yönetim ve başkan vardı, Bahri Yavuz diye.Sonuçlar da oldukça iyi gitti. Yani küme düşmesin denilen takım, finalde biz Altay’a penaltılarla kaybettik meselâ Play Off’ta. Ve o küme düşmesin denilen takımın çıkamamasını da, o sorumluluğu da bana verdiler sezonun sonunda. Taraftar aslında bu noktaya kolay gelmedi Ruşen Bey. Burada teknik direktörlerin ve yöneticilerin korkunç sorumluluğu var. Hâlâ her maçı taraftara hediye eden, her maçtan sonra taraftardan özür dileyen bir dil var ve taraftar grubu da kendini artık, “Ya, biz neyiz?” noktasına getirdi ve teknik direktör değiştirmeye başladı, yönetim değiştirmeye başladı. Ama taraftarların böyle bir sorumluluğu asla olmadı. Korkunç bir renktir. Yani ben bâzı maçlarda takım ısınmaya çıktığında, tribünlere bakıyordum, tüylerim diken diken oluyordu. O kadar önemli bir renktir; ama anlamı, mânâsı gerçekten değişti. Onları kullanan yöneticiler ve teknik adamlar türedi. Teknik adam ve yöneticileri belirleyen ve kullanan da bir, yani Karıncaezmez Şevki’lerden maalesef kötü bir noktaya evrildik biz.
Ruşen Çakır: Evet, nasıl toparlayalım?
Ümit Metin Yıldız: Vallahi ben çok konuştum. Teşekkür ederim, sağ olun.
Ruşen Çakır: Her şeyden bayağı birkonuştuk değil mi? Atladığımız bir şey yok; futbolcu, teknik direktör, yorumcu, taraftar dedik. Biraz da yönetimle bitirelim hadi. Yönetimler… Yani insan neden yönetici oluyor? Siz değişik takımlarda, Anadolu’da, büyük şehirlerde, çok yerde çalıştınız. Meselâ mahalle takımında da başkan var, başka yerde de başkan var. Yani meselâ şey mi yapıyorlar? Paraları var, bunu saçıyorlar mı? Yoksa başka bir şey mi?
Ümit Metin Yıldız: Bence tanınırlık, görünürlük yani. Biz kendi başımıza kalıp, kendi kıymetimizle hayat yaşayabilen insanlar olmaktan çıktık. Yani Avrupa’daki yönetici profiline bakıyorsunuz, bizdeki yönetici profiline bakıyorsunuz; bir maçtan sonra göremiyorsunuz Avrupa’da maç sonu bir başkan, bir yönetici çıksın, maçla ilgili konuşsun… İşlerini yapıyorlar. Ama bizdeki iş tamâmen görünür olmak ve çok ciddî paraları olan insanların da –nasıl söyleyeyim?– yani o parayla da tatmin duygusunu yaşayamıyorlar. Çok büyük kalabalıklar, onlardan aldıkları bir haz var. Bir süre sonra bu artık protestoya dönüşse de fark etmiyor. “Benimle ilgili konuşsunlar, benimle ilgili bağırsınlar da… Ona da râzıyım” noktasına geliyor yönetici.
Ruşen Çakır: Reklamın iyisi kötüsü…
Ümit Metin Yıldız: Şimdi iyi bir örnek olur mu bilmiyorum; ama meselâ Sayın Ali Koç… Tabiî çok ciddî katkıları da oluyor futbola, bunu da göz ardı edemeyiz. Ama bir tarafta bakıyorsunuz Ömer Koç’a; yani dünyanın en büyük koleksiyoneri, kitapla, sergiyle geçen bir ömür, o ona yetiyor. Ama meselâ bâzılarına da maalesef yetmiyor. Futbol bu anlamda sizi çok fazla görünür kıldığı için ve hani kulüp sevgisinden, kulübe bir destek olmaktan ziyâde, biraz kendileriyle ilgili de bir şey olduğunu düşünüyorum açıkçası.
Ruşen Çakır: Evet, çok teşekkürler. Ümit Metin Yıldız’la Soyunma Odası kitabını konuştuk; futbolcuları, teknik direktörleri, yorumcuları, seyircileri ve yöneticileri konuştuk. Kendisine çok teşekkür ediyoruz. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.