Türkiye’nin gündeminde Ankara’da gerçekleşen saldırı var.
Ruşen Çakır konukları Eyüp Burç, Sezgin Tanrıkulu, Ferit Aslan ve Özgecan Özgenç. ile gündemde son yaşananları değerlendirdi.
- Eyüp Burç ve Sezgin Tanrıkulu TUSAŞ saldırısını, Öcalan ile yıllar.sonra gerçekleşen ilk teması ve yeni çözüm süreci tartışmalarını değerlendiriyor
- Ömer Öcalan, İmralı Adası’na gittiğini ve amcası Abdullah Öcalan’ı ziyaret ettiğini açıkladı. Ferit Aslan Ömer Öcalan’ın amcası Abdullah Öcalan ile görüşmesini anlattı.
- TUSAŞ saldırısının ardından Özgür Özel Güneydoğu programını iptal etti. Özgecan Özgenç gelişmeleri aktardı.
Ankara’nın Kahramankazan ilçesinde bulunan Türk Havacılık ve Uzay Sanayii A.Ş. (TUSAŞ) tesisine düzenlenen saldırıda 5 kişi yaşamını yitirdi, 22 kişi yara aldı.
Öcalan ile yıllar sonra ilk temas
Ömer Öcalan, İmralı Adası’na gittiğini ve amcası Abdullah Öcalan’ı ziyaret ettiğini açıkladı. Ömer Öcalan, Abdullah Öcalan’ın, “Tecrit devam ediyor. Koşullar oluşursa bu süreci çatışma ve şiddet zemininden hukuki ve siyasi zemine çekecek teorik ve pratik güce sahibim” dediği mesajı paylaştı.
Hürriyet yazarı Abdulkadir Selvi, Ömer Öcalan’ın 23 Ekim Çarşamba günü saat 11:00’de İmralı’ya giderek Abdullah Öcalan ile görüştüğünü yazdı.
Selvi’nin iddiasına göre bu görüşme iki saat sürdü.
Selvi’nin iddiasını DEM Partili Ömer Öcalan doğruladı. Ömer Öcalan, X hesabından paylaşım yaptı ve aile olarak görüştüklerini söyledi.
Özel, Güneydoğu programını iptal etti
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, TUSAŞ’a yönelik terör saldırısının ardından güneydoğu programını iptal etti. Özel, “Ankara’ya gidiyoruz. Ankara’da Merkez Yönetim Kurulumuz toplantı halinde. O toplantıya da katılacağız. Konuyu tüm yönleriyle irdeleyeceğiz ve yarın da yine Ankara’daki meslektaşlarınızla görüşlerimizi, düşüncelerimizi paylaşacağız” dedi.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Sert günlerden geçiyoruz. Zor demek istemiyorum; zor tabiî, ama esas sert. Ama bir şeyler oluyor, olacağa benziyor. Meselâ dün, aynı günde iki olay peş peşe yaşandı. Ankara’da TUSAŞ’a saldırı; ama öncesinde öğrendik ki yeğeni Ömer Öcalan, aylar sonra amcası Abdullah Öcalan’ı İmralı’da ziyâret etmiş ve 2 saate yakın konuşmuşlar. Bunları peş peşe öğrendik. Ama tabiî önce saldırıyı öğrendik, sonra ziyâreti öğrendik. Böyle bir durum oldu. Bir gün önce de Devlet Bahçeli’nin Öcalan için, “Gel burada DEM Parti grubunda konuş” çağrısı vardı. Peş peşe yaşanan şeyler var; neler oluyor, neler olabilir? Bunları konuşmaya çalışacağız. Stüdyoda gazeteci arkadaşım Eyüp Burç var. Merhaba Eyüp.
Eyüp Burç: Merhaba.
Ruşen Çakır: Eyüp, bu hareketi, Kürt hareketini en iyi bilen gazetecilerden birisidir. Onunla tartışacağız. Ama ayrıca Cumhuriyet Halk Partisi Diyarbakır Milletvekili Sezgin Tanrıkulu da konuğumuz olacak. Mâlûm, Özgür Özel’in Güneydoğu gezisinin ilk gününde bu olaylar yaşandı dün ve gezi iptal edildi. Bunları da konuşacağız. Ve tabiî ki Sezgin Tanrıkulu da Kürt meselesini yıllardır tâkip eden hukukçu ve şimdi siyâsetçi kimliğiyle, neler olduğu konusunda bize bir şeyler söyleyecek. Şimdi Eyüp’le konuşalım: O zaman tecrit bitti sanki.
Eyüp Burç: Benim kanaatime göre bitme yolunda. Yani çünkü âile görüşmesi olarak formüle edildi bu.
Ruşen Çakır: Ama âile, yeğen, aynı zamanda DEM Partili, DEM Parti milletvekili.
Eyüp Burç: Ama yeğenin kendisinin de tweet’inde “âile görüşmesi” diyor ve ben gelmeden de PKK’ya yakın televizyonlara baktım, onlarda da “âile görüşmesi” biçiminde haber veriliyordu, altyazılar öyle geçiyordu. Yani bu zâten bu görüşmenin içinde de var, Ömer Öcalan’ın paylaştığı notta; “Tecrit devam ediyor” biçiminde, Öcalan’ın ağzından aktardığı söz var. Yani, “Seninle görüşmem, tecrîdin kalkması anlamına gelmiyor” diyor. Burada şunu anlıyoruz: Tecrit ancak siyâsî müzâkereler başlarsa kalkar. Yani böyle bir şeyle eksenlenmiş gibi duruyor. Hani tamam, âile geldi, gitti, tamam, sağlığı yerinde; ama Öcalan’ın istediği, politik tecrîdin kalkmasıdır. Dolayısıyla süreç de zâten bu şekilde böyle işliyor. Bizim buna âile görüşmesi gibi bakmamız gerekiyor; çünkü tarafların… daha doğrusu hem âileden gelen açıklama bu yönde hem de PKK kaynaklarından gelen açıklama bu yönde; “Bu bir âile görüşmesiydi, tecrit devam ediyor” biçiminde.
Ruşen Çakır: Ama yani ben diyorum ki: Artık cin şişeden çıktı, bu devam edeceğe benziyor.
Eyüp Burç: Bence de, bence de…
Ruşen Çakır: Tabiî burada Ömer Öcalan’ın hem âile bireyi olup hem de milletvekili olması, olaya aynı zamanda siyâsî nitelik katıyor. Daha sonra bunlar gelişeceğe benziyor. Tabiî burada şöyle bir şey var, demin söylemeye çalıştım: Önce Öcalan görüşüyor, sonra Ankara saldırısı oluyor; ama biz Ankara saldırısını önce öğrenip Öcalan görüşmesini sonra öğrendik. Bunlar… yani yıllardır bu işler yaşanıyor ediyor… bu kadar tesâdüf olmaz herhalde, değil mi?
Eyüp Burç: Ben şöyle bir kanaat sâhibiyim: PKK’nın silâhlı kanadının –deyim yerindeyse– Öcalan’ın özgürlüğü –öyle şeyler tartışılıyor çünkü– ya da Öcalan’la ilgili sürecin başlaması gündemdeyken, onu provoke edecek bir harekete girebileceğine ihtimal vermiyorum. Ama sonuçları itibariyle baktığımda –yani eylem gerçekleşti– aslında bu da bir taktik eylem gibi görünüyor. Yani dağdan, oradan buradan vuruyorsun; en son, işte, “Sonunu getirdik, ezdik, bitirdik” biçiminde yapılan kamuoyu açıklamaları akabinde, durumun öyle olmadığını göstermek. İşte, aslında sorun, silâhların bırakılması sorunudur. Tümüyle savaş, bugüne kadar 40 yıldır süren savaş, güvenlikçi politikalarla bu sorunun çözülemeyeceği… Başka türlü bir gerilla hareketi… Yani deyim yerindeyse bizim dün izlediklerimiz, şehir gerillası tarzında fedâî bir eylem gibi göründü. Kendilerini imhâ etmek üzere yola çıkmışlar ve tümüyle teçhizatlı, üniformalı vb.. Yani bir şehir gerillası gücünün de olduğunu bir şekilde deklare etmiş oldu. Şimdiye kadar bu düzeyde, böyle medyatik –yani fotoğrafı çekilecek anlamında söylüyorum– bir eylem tarzına tanık olmadık. Bu da şunu gösteriyor: “Bu meseleler, barış masasında silâhların bırakılması koşulları tartışılarak çözülür” biçiminde görüyorum ben.
Ruşen Çakır: Ben bugün yaptığım yayında şunu söyledim: “Eyvallah, ama biz varız…”
Eyüp Burç: Yani, “Biz bitmedik, bitmedik, sizin iddia ettiğiniz gibi”. Şöyle bir şey de var ya: “Ne gereği var barışın ve benzeri şeyin? Bu süreci niye başlatıyorsunuz?” Çok yoğun bir şekilde birkaç taraftan öyle tartışmalar da var. Yani, “Şimdi biten bir şeyi, varmış gibi niye gündeme tekrar getiriyorsunuz?” biçiminde. İşte bu da aslında bitmeyen bir şey ve bunu, mutlaka müzâkerelerle, barış süreçleriyle, çözüm süreçleriyle bitirilmesi gerektiğinin de işâreti gibi görmek lâzım.
Ruşen Çakır: Şimdi, geçmişteki örneklere baktığımızda, Türkiye örneğine ama dünyada da böyle: En sert savaş hallerinde bile birtakım müzâkerelerin olduğunu görüyoruz. Meselâ Oslo’nun olduğu târihte silâhlar susmamıştı.
Eyüp Burç: Hattâ birinci Oslo’da, Filistin-İsrail arasındaki Oslo’da, aynı durumda çatışmalar sâhada vardı.
Ruşen Çakır: Evet. Şimdi medyada tek tük haberler çıkmaya başladı; bir süredir Suriye’nin kuzeyinde ya da Irak’ın kuzeyinde süren birtakım temaslar olduğu, devlet adına istihbârat birimleri, hattâ siyâsî kimlikli bâzı kişilerin görüştükleri, ettikleri… Amberin Zaman’ın yazdığı haber yalanlanmıştı; ama sanki doğru gibi gözüküyor artık; Öcalan’ın Kandil’le görüştürüldüğü, hattâ tartıştıkları ve telefonu suratlarına kapattığı falan gibi haberler. Belli ki bir şeyler bir zamandır pişiyor gibi sanki.
Eyüp Burç: Benim de edindiğim izlenim ve duyumlar bu yönlü. Özellikle Hakan Fidan’ın başını çektiği ya da organize ettiği heyetlerin, iki tarafla da, yani hem Rojava dediğimiz Kuzey Suriye’deki PYD güçlerinin temsilcileriyle görüşmeler yürüttüğü, hem de Kandil’le görüşmeler yürütüldüğü söyleniyor. Bunun yanında aynı zamanda Irak Federal Kürt Bölgesi’nde de Kürdistan Bölgesi’nin yönetimiyle de görüşmeleri, bu bağlamda, yani üç sacayağı olarak düşünsek, bir yılı aşkındır, Suriye’nin geleceği, Türkiye’de Kürt meselesinin çözüm biçimleri ve PKK’nın silâhsızlanması çerçevesinde gizli görüşmelerin olduğu duyumlarını doğrusunu isterseniz ben de bir yıldır alıyorum. Bir şekilde kulağımıza da geliyor. Yani böyle birdenbire olan bir şey değil. Benim kanaatim de o yönlü. Bu görüşmeler, Hamas saldırısından sonra ortaya çıkan, ortadaki kartların tekrar dağıtılması ya da yeni bir dizayn çabasından sonra bu işler oldu. Belki bu hızlandırdı; ama ondan önce de bu görüşmelerin olduğu ortada gibi görüyorum ben.
Ruşen Çakır: Şimdi, geçen seferki silâh bırakma değil de silâhlı güçlerini geri çekme karârı vardı. Kandil’deki basın toplantısında sen de vardın, değil mi?
Eyüp Burç: Vardım, evet.
Ruşen Çakır: Evet, hep berâber izlemiştik. Orada da şöyle bir şey vardı, hatırlayacaksın: Öcalan geri çekilme tâlîmâtı verdi, onlar da kabul etti; ama çok rezervliydiler.
Eyüp Burç: Evet.
Ruşen Çakır: Ve sonra da hattâ devletten gelen birtakım operasyonları falan da gerekçe ya da bahâne göstererek süreci durdurup tekrardan güçlerini Türkiye topraklarına geri yolladılar gibi bir durum var. Yani bu işlerin en normal gittiği zamanda bile çok zor bir süreç. Bu silâh bırakma vs…. yani böyle kolay olabilecek bir şey değil.
Eyüp Burç: Yani bence de. Biz berâber izledik o süreçleri. İşte onların gerekçeleri, karakolların yapılmış olması, kısmî operasyonların olduğu yönünde şeyler, Millî Güvenlik Kurulu’nda başka politikaların planlandığı biçiminde basında bir şekilde görüşler çıkıyordu: Çökertme planları vb.. Yani burada, bu çözüm sürecinde Türkiye Devleti tarafının samîmî olmadığı yönünde iddialar vardı ve bir şekliyle çekilmeyi bile temkinli yapıyorlardı. Gerçekten çok zor bir durum. Eğer böyle Ortadoğu bağlamında, bütün o güç dengeleri bağlamında düşünüldüğünde, bir silâhlı hareketin ve özellikle de etki ve nüfuz alanı büyük bir silâhlı hareketin –yani Irak’ta bir etki alanı var, Suriye’de neredeyse bir özerk bölgeyi kontrol ediyor, potansiyel olarak İran’da geleceğin Suriye modeli biçiminde bir örgüt duruyor–; yani bu kadar yerde ve Türkiye’de de 40 yıllık bir mücâdele, hattâ 40 yılı da geçmiş bir mücâdele geleneği olan, deneyimi olan koca bir hareketten bahsediyoruz ve bütün bunları silâh üzerinden bir şekilde örgütleyen bir askerî örgütlenmeden de bahsediyoruz. Birdenbire, “Al silâhı ve tamam, bu sorun çözüldü” demelerinin çok zor olduğunu düşünüyorum. Ama benim gördüğüm, Öcalan’ın Nevruz açıklaması mektubundan sonra, yani içine girilen o çözüm sürecinin doruğu sayılan Nevruz açıklaması mektubu, Kuzey Kürtleri için, Kuzey Kürt mücâdelesi için silâhlı mücâdelenin devrinin mutlak bir şekilde bittiğini îlân etmişti. Peki bundan sonra neden bunlar oldu? Öcalan’la Kandil arasında ne tür bir diyalogsuzluk ya da anlaşmazlık oldu? Doğrusu ben birebir böyle Öcalan’ı karşılarına alacaklarını ve ona rağmen bir şey yapacaklarını düşünmüyorum. Ama Öcalan’ın da onların Ortadoğu’daki uluslararası dengeler içerisinde ve süregelen o durumlardan birdenbire “Hadi silâhı bırakın” biçiminde bir dayatmasının da olacağını düşünmüyorum. Böyle enteresan bir durum. Ancak şunu söylemek kolay, yani şuradan yola çıkmak kolay: Öcalan yarın çıktığında, bu yeğeninden sonra yeni görüşmeler, yeni işte heyetler giderse, gelirse ya da çıkıp diyelim ki Meclis kürsüsünde DEM grubunda konuşursa –bunun için de “29 Ekim” söyleniliyor ya; öyle enteresan bir öneri de var– farz edelim ki öyle oldu, söyleyeceği tek şey, “Bu sorunun çözümü silâhla değil, olmaz” biçiminde olacaktır.
Ruşen Çakır: Şenyaşar Âilesi meselesine gelmek istiyorum. Gerçekten o Şenyaşar Âilesi meselesinde, bakıyoruz: AK Partili âileye DEM Partililer, DEM Partili âileye AK Partililer gidiyor. Ve galiba bu hafta sonu…
Eyüp Burç: Bir tarafta Bozdağ, diğer tarafta Ahmet Türk ve Sırrı Süreyya Önder.
Ruşen Çakır: Evet, şimdi de galiba bu hafta sonu Cevdet Yılmaz falan da bayağı gidecekmiş, yemek yenecekmiş, barışılacakmış. Sembolik, ama bir de Ferit’in söylediği, bir yıldır süren bir şey bu.
Eyüp Burç: Evet. Benim bildiğim bir yıldır bu anne, Emine Şenyaşar, özellikle bu oğlunun tahliye edilmesinden sonra, ama bir yıl dediği şey doğru, kadının dile getirdiği bir şey var yakınlarına: “Ben ölmeden barışı sağlayın”. Yani işte, “İki oğlum kaldı, iki tânesini kaybettim. Ben bu oğullarımın hayatta kalması için benden iki tâne fazla da almış olsalar…” Yani hani bizde Urfa’da, biliyorsun böyle bir sayı yapılır; kaç tâne hangi taraftan gitti gibi. Buna rağmen bu kadın bir yıldır, “Bu sorunu çözün ve ben barışın sağlanmasını istiyorum. Ölürken gözümün açık gitmesini istemiyorum” biçiminde vasiyeti var. Israrla, “Ben ölmeden bu barışı sağlayın. Bu iki oğlum sağ kalsın” demiş. Yani bu tür intikam meselelerinde bu savaşın –deyim yerindeyse– devam etmesi… Aslında enteresan, ilginç bir sembolik anlamı olan, yani neredeyse işte, bu tarafların bu kadar… kan revan, şehitlik… taraflar, on binlerce kişiden bahsediliyor. Şimdi bütün bunlar Emine Şenyaşar’la, yani işte barış böyle sağlanır gibi geliyor bana, sembolik olarak. Diyor ki: “Ben ölmeden bu barışı sağlayın da rahat öleyim, diğer çocuklarımın yaşayabileceği umûduyla gideyim diğer tarafa”. Şimdi aynı şekilde bu ölçeği büyütelim, Türkiye ölçeğine getirelim. Bütün bu kan meseleleri, kan ve bilmem işte intikamlar üzerinden bir sonuca gidilemeyeceği anlaşılarak, daha çok gözyaşı, daha çok kan üreteceği gerçeğiyle yola çıkarak, ben bu sürecin çok daha sağlam ilerleyeceğini, artık çok daha barışçıl, demokratik siyâsetle bu sorunun çözüleceğini, PKK’nın da silâhları bir şekilde siyâsal amaçlı olmaktan çıkaracağını düşünüyorum, yani şiddetsiz. Kuzey için söylüyorum. PKK hiçbir zaman, benim görebildiğim, tanıdığım bu hareket hiçbir zaman diğer parçalarda varlığı söz konusu durdukça bu işlerden vazgeçmez; ama Türkiye için bu süreci başlatabilir. Ve çok daha önce de bunun dediğim gibi deneyimleri oldu, ama kısmen oldu. Şimdi Öcalan’ın da başından beri istediği şey bu zâten: “Türkiye için demokratik siyâsetin önünü açın”. Çünkü paradigma değiştirdi. Bağımsız Kürdistan kurulacaksa bir ordu lâzım o zaman; eğer demokratik bir cumhuriyette birlikte yaşanacaksa, barış sağlanacaksa, eşit vatandaşlık olacaksa aslında bir orduya gerek yok, anlatabiliyor muyum? İşte şimdi de tartışıyorlar ya; “Eşit vatandaşlık ne anlama geliyor? Bu ne zırva?” diyorlar, işte böyle bu kanın sürekli akmasını isteyenler, bu tür savaş taraftarları diyelim, Emine Şenyaşar rûhunun uzağında olanlar. Böyle şeyleri televizyonlarda izlerken gerçekten hayretler içinde kalıyorum. Ancak görebildiğim çok önemli bir şey var. Meselâ bu Ankara’daki saldırıdan sonra genel beklenti şeydi: Şimdi nasıl savunulacak barış? Benim gördüğüm, MHP ve özellikle Bahçeli sağlam durdu, sağlam duruyor. Biraz kaçak duran, bu süreçte bir türlü topa girmeyen bir AKP ve Erdoğan var. Yani bütün meseleyi MHP ve Bahçeli’ye, daha doğrusu da MHP’den çok Bahçeli’ye yüklemiş. Yani benim görebildiğim, barışta ısrar devam ediyor ve önümüzdeki süreçte yani yarın öbür gün daha başka şeylerle, daha enteresan sürpriz şeylerle karşılaşabiliriz diye düşünüyorum.
Ruşen Çakır: Peki, şöyle bir mesele var: Bahçeli ne dedi? Bir tarafa Öcalan’ı ve DEM Parti’yi koydu, diğer tarafa Edirne yani Selahattin Demirtaş’ı ve Kandil’i koydu. Selahattin Demirtaş’a yönelik iktidârın böyle çok bâriz bir alerjisi olduğunu biliyoruz; ama Selahattin Demirtaş bir süredir çok istikrarlı bir şekilde ve dünkü saldırının ardından yaptığı açıklamada da çok net bir şekilde, Öcalan’ın yanında, onun liderliğini teyit eden açıklamalar yapıyor. Ama şöyle de bir şey var — ben böyle düşünüyorum, katılıyor musun bilmiyorum: Eğer bir süreç olacaksa ve DEM Parti burada bayağı kilit bir rol oynayacaksa, DEM Parti’nin Selahattin Demirtaş’ın aktif desteğine ihtiyâcı olacaktır. Bu zorlu süreçte Selahattin Demirtaş’a muhakkak ihtiyaç olacaktır diye düşünüyorum. Bir, buna katılıyor musun? İkincisi, bu nasıl gerçekleşebilir?
Eyüp Burç: Yani Selahattin Demirtaş’ın bizzat kendisi dünkü açıklamada bu işi çözecek güce sâhip tek kişinin de Öcalan olduğunu söyledi ve “Onun açtığı bütün kapılarda ben varım, arkasındayım” diye yazdı. Şimdi bir ikilik yaratma çabası var, Selahattin-Öcalan karşıtlığı üzerinden. Özellikle CHP içinde bir kanat, AKP içinde önemli bir kanat bunu sürekli gündeme getirdi. Yani Kürt demokratik hareketini parçalı gösterme çabasına girdiler. Şimdi benim görebildiğim kadarıyla, özellikle bu süreçte yapılan açıklamalar, sorduğum sorulara aldığım cevaplar, Selahattin’in bu açıklaması, DEM Parti eş başkanlarının bu açıklamalardan sonra Edirne ziyâreti… Hepsi şunu gösteriyor: Bütünlüklü bir siyâset yapacakları ortada, bu çok net. Ama bu Selahattin’i, Edirne ve Kandil’i bir hatta sokup, İmralı ve DEM Parti’yi de bir hatta almak anlayışı, bunu tipik AKP anlayışı olarak görmek lâzım. Yani çünkü Selahattin çıkmayacak. Zâten ne demişti? “Kobani Dâvâsı hukukî olarak bitmiştir, hukuk karârını vermiştir”. Yani “Bu süreç başladı; ama bunlarla bana gelmeyin” biçiminde bir tavırdı o. Bahçeli de şu anda onu koruyor. Erdoğan’ı rahatsız edecek bir söylem içine girmek istemiyor gibi görmek gerekiyor. Ama Kürtlerin görebildiğim kadarıyla bütün talebi; bu işin bütün aktörlerinin bu süreçte yer alması, demokratik aktörlerin bu süreçte barış için yer alması ve çatışan tarafların da mutlak sûrette bir masada ya da bir müzâkere sürecinde barışa doğru evrilmesinin sağlanması; yani bu sürecin bütün aktörlerini. Siz PKK’yı dışında tutarak silâhı bitiremezsiniz, barış sağlayamazsınız doğal olarak, Selahattin’i dışında tutarak demokratik siyâsetin ve Kürtlerin istediği demokratik siyâsetin önünü açmamış olacaksınız. Öcalan, hem demokratik siyâsette bir numarada yer alıyor hem silâhlı mücâdele kanadında bir numarada yer alıyor. Onu dışlamanızın imkânı yok. Bence doğru bir yerde odaklanmış, “Bu gücüm var” diyor, “Bunu çözebilirim” diyor, “Yeter ki önümü açın, ben çözeyim bu meseleyi”. Ve şöyle eleştiriler de var: Öcalan acaba anlaştı mı devletle? Çünkü arada bir, “Mâdem ki hizmet etmek istiyordun, buyurun” biçimindeki lâflar üzerinden bâzı milliyetçi Kürt çevreleri de Öcalan’ı eleştiriyor: “Hareketi satmak istiyor. O yüzden öne çıkarılıyor” vs. şeklinde. Benim söyleyebileceğim tek şey, benim tanıdığım, 35 yıldır tâkip ettiğim, resmen tâkip ettiğim Abdullah Öcalan’ı biraz biliyorsam bir gazeteci olarak, o demokratik cumhuriyet ve demokratik ulus perspektifinden 1 santim geri adım atmaz. Çünkü iki tarafın da ortak kazancı olduğunu çok iyi biliyor bu işin ve buna inanmış biri olarak çıkıyor sahneye. O yüzden gerçekten kuzeyde, yani “kuzeyde” derken Kürtlerin kuzey bölgesinde, Türkiye’nin doğu ve güneydoğusunda bu çatışmaların ilelebet bitmesinin yolu Öcalan’ın bu paradigmasından geçiyor zâten. Öcalan, burada iki tarafa da kazandıran bir politikayı üreten, bir paradigmayı oluşturan siyâsetçilerden biridir şu anda. Bütün bunlarla birlikte şunu da söylemek lâzım: Dünkü eylem bir başka şeyi daha ortaya çıkardı, onu da ekleyerek söyleyeyim: Bu iş silâhla çözülmez hakîkaten, bu ortada. O zaman demokratik siyâsetin önü ne kadar açılıyor? Ve Öcalan, “Ben burada varım” diyor; o zaman açın önünü, işte Bahçeli’nin dediği gibi. Bana sorarsanız Bahçeli, devletin ihtiyâcını dile getiriyor. Devletin içine girdiği, 1 yıl mıdır, 1,5 yıl mıdır artık bilmem, içine girdiği beka sorununa Ortadoğu çapında bir çözümün peşinde. Erdoğan da bu süreçte kendini yeniden seçtirip yeniden güç kazanarak tekrar birinci parti hâline getirecek bir sürece evirebilir miyim yaklaşımı içindedir. O yüzden çok öne çıkmıyor, kendisine yakın fal bakan gazetecileri öne sürmüş. Kimisi “Bu süreçte Erdoğan’dan bağımsız söyledi” biçiminde, kimisi “MHP zâten yakında bu süreçten çekilecek” biçiminde. İki tâne böyle manipülatör gazeteciyi dün berâber izledim, aynı anda. O da çok enteresandı. Biri diyor ki: “Erdoğan’ın hiç haberi yok bu süreçten”. Şimdi şunu anlıyoruz: Yani AKP ve Erdoğan topa girmiyorlar; karşı da çıkmıyorlar, topa da girmiyorlar. Çünkü sonuçlarına göre ya da günlük gelen analizlere bakarak ve derdi kendi bekası olduğu için şey demiyor, yani De Gaulle gibi şunu demiyor: “Ben bir cumhuriyet îlân edeceğim, sonum da o olsun”. Dördüncü Cumhuriyet’i îlân ederken, Cezayir’le meseleyi bitirirken böyle davrandı De Gaulle. “Târih beni böyle yazsın” dedi ve öyle yaptı. Böyle bakmıyor. Ama Bahçeli’nin bana göre tutumu… Yani bir eski komünist olarak bunları nasıl söylüyorum ben de gerçekten şaşıyorum. Zâten kanlılar masaya otururlar, değil mi?
Ruşen Çakır: Evet.
Eyüp Burç: Yani böyle ne bileyim… Hiçbir sorunu olmayanlar zâten barış içindedirler. Dolayısıyla aslında doğru taraf Bahçeli’dir. Devletin bu güvenlikçi politikalarının da siyâsî partisidir. Şu anda doğru muhâtap o; ama siyâsal güç, arkasındaki siyâsal güç AKP’dedir. AKP bir türlü oyuna girmiyor, topa girmiyor, bekliyor. Bence CHP ve DEM ne yapıp edip AKP’nin oyuna girmesini sağlamalı.
Ruşen Çakır: Birazdan onu Sezgin Tanrıkulu’ya sormaya çalışacağım.
Eyüp Burç: Ve burada rol DEM’den çok CHP’ye düşüyor gibi geliyor bana.
Ruşen Çakır: Şu anda arkadaşlar diyor ki, acâyip izleniyormuşuz. Eyüp, senin sâyende bunlar.
Eyüp Burç: İnanmıyorum ben.
Ruşen Çakır: Seni biliyorsun burada Ezidî olarak meşhur ettik. Sokakta seni çevirip “Aa, Ezidî arkadaş” diyorlarmış, öyle mi?
Eyüp Burç: Yok, etrâfımda dönüp “Gel, Müslüman ol” diyenler çok oldu.
Ruşen Çakır: Oldu mu?
Eyüp Burç: Hayır hayır, benim cehennemde yanmamam için, benim yarârıma söylüyorlar yani.
Ruşen Çakır: Eyvallah. Eyüp, çok teşekkür ediyorum.
Eyüp Burç: Ben teşekkür ederim.
Ruşen Çakır: Çok önemli şeyler konuştuk. Yani şöyle bir şey var: Bu olay başladığından beri, “Ya, burada bir şeyler oluyor sanki” dediğimde çok dayak yedim, dayak yemeye de devam ediyorum. Böyle, “Ya, bir şeyler oluyor” diyen meslektaşlar görünce biraz da mutlu oluyorum yani.
Eyüp Burç: Ben bu işin içindeyim. Vallahi bir şeyler oluyor kardeşim.
Ruşen Çakır: Çok teşekkür ederim.
Eyüp Burç: Umarım barış ve demokrasi kazanır burada, halklar eşit ve kardeşlik düzeni içinde yaşamaya devam ederler. Bütün temennîmiz barış içindir. Bir kez daha bu toplumun barışa ihtiyâcı olduğu ortada; ama en ibretlik, en iyi ders alınacak şey de Emine Şenyaşar’ın tavrıdır. “Ben ölmeden barışı sağlayın” demesi çok önemli.
Ruşen Çakır: Evet, gazeteci Eyüp Burç’la konuştuk. Güzel bir söyleşi oldu, özellikle Kürt hareketini tüm yönleriyle yıllardır yakından tâkip eden bir isim olarak yaptığı değerlendirmeler çok değerli.
Birazdan Cumhuriyet Halk Partisi Diyarbakır milletvekili Sezgin Tanrıkulu’na bağlanacağız. Evet, Diyarbakır’a bağlanıyoruz ve Diyarbakır’da Cumhuriyet Halk Partisi Diyarbakır Milletvekili Sezgin Tanrıkulu’yla konuşuyoruz. Sezgin, merhaba.
Sezgin Tanrıkulu: Diyarbakır’dan selâmlar, sevgiler.
Ruşen Çakır: Evet, Sezgin, sen CHP milletvekilisin, ama yıllardır bölgede Kürt sorununu içinde yaşayan, bu konuda yıllarca yer almış bir isimsin; hukukçusun, insan hakları savunucususun. Uzun bir süredir de Cumhuriyet Halk Partisi milletvekilisin. Şimdi seninle konuşacak çok şey var; ama önce şu Cumhuriyet Halk Partisi’nin, Genel Başkan Özgür Özel’in bir türlü gerçekleşemeyen Güneydoğu gezisiyle başlayalım. Daha önce bir açıklandı, sonra Özgür Özel’in ayağının sakatlanması nedeniyle ertelendi, sonra nihâyet yapıldı. Salı gecesi Diyarbakır’a geldiniz hep berâber, çarşamba günü siftah yaptınız. Yoğun bir Diyarbakır faaliyetinin ortasında, Ankara’daki saldırı haberi geldi, bütün işler değişti ve akşam dönme karârı aldınız. İyi olmadı sanki, yani karârın yanlış olduğunu söylemiyorum da… Yani bu gezi çok önemliydi sizin için galiba, değil mi?
Sezgin Tanrıkulu: Evet, ben öncelikle dün saldırıda, eylemde, terör saldırısında yaşamını yitirenler için rahmet diliyorum, saldırıyı da kınıyorum. Yaralılara da âcil şifâlar diliyorum. Evet, bunu gerçekten de bu süreçlerden falan bağımsız tasarlamıştık. Sonuçta Türkiye’nin en temel sorunu Kürt meselesi. Geçtiğimiz yüzyıldan bu yüzyıla kalan bir sorun, çözülmeyen bir sorun ve daha karmaşık, daha uluslararası, daha bölgesel hâle gelen bir sorun. Cumhuriyet Halk Partisi, 31 Mart’ta büyük başarı elde etti, Türkiye’nin birinci partisi oldu. Türkiye’nin bütün sorun alanları konusunda da bu sorunları yönetebileceği, çözebileceği konusunda bir algı yaratması lâzım. Yani bu temel sorunlardan bir tânesi de Kürt meselesi. O nedenle bugüne kadar hiçbir siyâsî liderin yapmadığı bir tarzda, sâdece bir gün, iki gün falan değil, 6 günlük, hattâ Edirne’yi de sayarsanız 7 günlük bir planlama yapmıştık. İşte onun ikinci günü salı günü grup toplantısından sonra Genel Başkanımız Diyarbakır’a geldi. Bir dahaki pazartesi gününe kadar da en kritik yerlerde, işte, Şırnak’ta, Mardin’de, ondan sonra Hakkâri’de, Van’da, en kritik illerde, Diyarbakır’da toplumun her kesimiyle buluşacaktı. Diyarbakır’da gerçekten dün sabahtan îtibâren önemli temaslarda bulundu. Çok önemli mesajlar verdi. Hem kadın sivil toplum önderleriyle hem akşam Ticaret ve Sanayi Odası’nda, onların ev sâhipliğinde, Kent Konseyi’nin üyesi olan sivil toplum üyeleriyle tam 3 saat boyunca bir tartışma ortamından geçti. Sabırla dinledi ve kendi görüşlerini de samîmî bir biçimde ortaya koydu ve sokakta insanlardan ilgi gördü. Kendisinin bir söyleminin ne kadar gerçekçi olduğunu çok spontane bir biçimde gördük yani. Bunu işte dün ajanslar da paylaştılar. Gazi Caddesi’ndeydik, otobüste… Sen bilirsin, yani böyle tepside çay satarlar oradaki esnafa, seyyar satıcılara falan. Tepside çay satan bir esnaf, çaycı, bardağa çayı doldurmuş ve işâret ediyor otobüse. Genel Başkan da otobüsü durdurdu, planlanmamış bir biçimde. Sonuçta aşağıya indi, işte, çay içip orada duranlarla sohbet etmeye başladı. Hareket edince otobüs arkasından bağırdı, yani isteğini dile getirdi: “Biz sizin gibi eşit olmak istiyoruz. Ne sizden eksik ne sizden fazla”. Bakın, Türkiye’nin Kürt meselesinde de bence en kritik cümleyi CHP Genel Başkanı olarak bugüne kadar Özgür Özel kurdu. O da şu, dedi ki: “Türkiye’nin Kürt meselesi bir eşitlik meselesidir, eşit yurttaşlık meselesidir. Türkiye’de Kürtler ve Alevîler kendilerini eşit hissetmiyorlar. Onlar, ‘Bizim böyle bir sorunumuz yok’ diyene kadar bu sorun vardır. Yani Kürt sorununun varlığına Ankara’daki otoriter liderler karar veremez, sokaktaki halk karar verebilir. Biz bunun için buradayız ve bu sorunun Parlamento çatısı altında çözülmesi için de kimden, hangi aktörden, hangi adım gelirse, eğer samîmîyse arkasında durmaya, adım atmaya da hazırız” dedi çok açık bir biçimde. Bir de Özgür Bey, Genel Başkanımız sivil ortamdan geliyor ve 12 yıllık bir Parlamento deneyimi var. Bunun 8 yılı grup başkanvekilliğinde geçmiş. Dolayısıyla çatışma çözümü konusunda dünya deneyimlerini doğrudan doğruya biliyor. Şimdi dün sivil toplum örgütleriyle konuşurken çatışma çözümünde hangi aşamadan hangi aşamaya geçileceğini, nasıl yapılabileceğini çok net bir biçimde, bu işin uzmanı olarak anlattı aynı zamanda. Dolayısıyla hangi adımın doğru, hangi adımın yanlış olduğu konusunda da kendisinin ayrıca bir fikri var; yani kendisinin oluşturduğu bir fikir var, bizler gibi. Bizler yıllarca Diyarbakır’da avukatlık yaparken, baroda baro başkanlığı yaparken, siyâsette… Yani siyâsette de şunu ihmal etmeyelim: Biz 2013 ve 2014 yıllarında bir kısım milletvekilleri bu çatışma alanlarının yaşandığı dünya ülkelerine gittik, deneyim paylaştık, kendi deneyimlerimizi anlattık, oradan bir sürü bilgiyle döndük. AK Partili milletvekilleri, şimdiki DEM Parti milletvekilleri diyelim ve bizler. Güney Afrika’ya, İskoçya’ya, İrlanda’ya, İspanya’ya, Filipinler’e, Kolombiya’ya falan gidildi. Bütün bu birikim var; ama bu birikimi samîmî bir biçimde Parlamento’da hayâta geçirecek bir zemin lâzım.
Ruşen Çakır: Şimdi, İçişleri Bakanı biraz önce bir açıklama yaptı. Kadın saldırganın Mine Sevjin Alçiçek olduğunu söyledi. Daha önce de erkek saldırganın kimliği belli olmuştu ve PKK’lı olduğunun kesinleştiğini söylüyor. Galiba yıllar önce bu kadın Hakkâri’de HDP’de siyâset de yapmış 2014’te, yani 10 yıl önce falan. Olay iyice netleşmiş durumda. Şunu sormak istiyorum: Şimdi, Bahçeli’nin Öcalan realitesini tanıması diyelim, ardından gelen şeyler, Öcalan’la ilgili tecrit tam kaldırılmaya başlandı ve yeğeni Ömer Öcalan gitti biliyorsun, aynı zamanda DEM Parti Şanlıurfa Milletvekili. Tam böyle bir anda bu saldırının olması sana ne düşündürüyor?
Sezgin Tanrıkulu: Tabiî birçok örnek aklıma geliyor. Yani şunu ifâde edeyim: Meselâ 1999-2004 sürecinde örgütün bütün silâhlı unsurları Türkiye’den çekilmişti. Hattâ travmatik bir çekilme olmuştu. 900’e yakın örgüt militanı bu çekilme sırasında yaşamını yitirmişti. O dönemin nasıl bozulduğunu biliyoruz. 1 Haziran’da, işte Kandil’de –sen de gitmiştin, öyle hatırlıyorum– nasıl bozulduğunu, nasıl o aşamaya gelindiğini biliyoruz. Habur’dan sonraki sürecin nasıl bozulduğunu biliyoruz. Son yaşadığımız süreçte, yani 2011’de başlayan süreçte, seçimden önce başlayan süreçte, sanırım Temmuz 2012’de Diyarbakır Silvan’da 8 askerin yaşamını yitirdiği bir saldırıdan sonra sürecin nasıl daha kanlı bir hâle geldiğini biliyoruz. Ve yine 2015’te Ceylanpınar’da iki polisin şehit edilmesinden sonra hangi hâle geldiğini biliyoruz süreçlerin. Yani hem başlarken hem de sona ererken bu tür eylemler sürekli olmuştur. Hâfızamızı tazeleyelim; karakol baskınları olmuştur meselâ. O zamâna kadar olmayan yoğunlukta karakol baskınları olmuştur. Tam bir süreç başlarken veya süreç devam ederken, o şekilde bitmiştir. Şimdi tabiî 1 Ekim’den îtibâren gerçekten de kimsenin beklemediği olaylar ve gelişmeler yaşandı. Türkiye’de Kürt karşıtlığı, demokratik siyâset karşıtlığı, kutuplaşma üzerinden siyâset yapan ve milliyetçi kesimleri konsolide eden Milliyetçi Hareket Partisi ve liderliği, işte bir hafta önce, bir ay önce, beş ay önce “Kapatılmalıdır, yurtdışına gitmeliler, hapse atılmalılar, bu dâvâ niye bitmiyor? Hazîne yardımı kesilsin” dediği siyâsetçilere el uzattı. Ama sâdece el uzatmadı, aynı zamanda şunu söyledi: “Etraf karışık, bizim toplumsal barışa ihtiyâcımız var”. Yani bu cümle kritik aslında. El uzatmadan daha öte, bir tespit yaptı aynı zamanda. Türkiye’nin kendi toplumsal barışına, iç barışına ihtiyaç var dedi. Ve kimsenin beklemediği bir zamanda beklenmeyen bir çıkış daha yaptı, Öcalan’la ilgili olarak, “Gelsin konuşsun” dedi. Bunun onun üzerinden söylenmiş olması tabiî ki beklenmeyen bir şey. Mümkün mü? Bu aşamada mümkün değil. Ama mümkün olanı şu anda yaptılar. Ne yaptılar? İşte dün, bence en doğru bir biçimde, kendisi de siyâsetçi olan, âilenin bir parçası olan, hem âile görüşü hem siyâset görüşü gibi algılanacak bir görüşme gerçekleşti ve o görüşme üzerine bir mesaj paylaşıldı. Şimdi biz meselâ şunu diyebilir miyiz bir siyâsî parti olarak: “Öcalan’la niye görüştü?” Tecrîdin kendisi hukuka aykırı zâten. Yani bir hükümlüye özgü bir infaz rejimi olamaz. Dolayısıyla eğer bir disiplin suçu işlememişse ve o disiplin suçu infaz hâkiminden geçmemişse, her hükümlünün kendi bildirdiği yakınlarıyla açık ve her hafta görüşme hakkı var zâten. Ayrıca avukatlarıyla mesâî saatleri içerisinde her gün görüşme hakkı var. Artı, bir hükümlünün kendi düşünce ve ifâde özgürlüğü var; suç olmamak kaydıyla, suça teşvik etmemek kaydıyla. Şimdi bunlar konuşulsa, yapılsa kim ne diyebilir ki yani? Kimse bir şey söyleyemez. Yeter ki suça teşvik, teröre teşvik, şiddete teşvik olmasın. Tecrit kalkarsa, sonuçta 25 yıldır hükümlü olan bir siyâsal aktör, siyâsî etkisi olan bir hükümlü görüşlerini söyledi diye kim karşı çıkabilir? Yani kim, “Neden bunu söylüyor?” diyebilir? Dese ki işte, “Türkiye’de silâhın zamânı geçmiştir; silâhlı şiddetin, silâhlı yöntemin zamânı geçmiştir, olmaması lâzım” dese, üzerinde etkisi olduğu örgüte bu çağrıyı yapsa, “Hayır, nasıl sen bu çağrıyı yaparsın?” mı diyecekler meselâ buna karşı çıkan siyâsî partiler? Dolayısıyla normali bu zâten; normali, bir tecrit olmaması. İkincisi, her hükümlünün, bakın sâdece ben İmralı’da bulunan Öcalan için söylemiyorum, her hükümlünün ifâde ve düşünce özgürlüğü vardır, kendisini ifâde edecek araçlara sâhip olması gerekir. Bunu ben söylemiyorum, bizim infaz hukuku söylüyor aynı zamanda. Bundan sonraki gelişmeler nasıl olacak hep berâber bakacağız. Ama bu saldırı, gerçekten zamanlaması, ondan sonra hedef alınan yer, ortaya çıkardığı zâfiyetler… üzerinde çok konuşulması, tartışılması gereken işler aynı zamanda.
Ruşen Çakır: Peki Sezgin, en son olarak şunu sormak istiyorum. Bu olay, yani bu saldırı… bir irâde var belli ki, bir şeyler yapılmak isteniyor, bir şeyler değiştirilmek isteniyor. Engellemek, engellemenin dışında tam tersine bu süreci pozitif anlamda hızlandırma ihtimâli de var mı? Yani önümüzdeki süreci nasıl görüyorsun?
Sezgin Tanrıkulu: Bakın, terörün, bu tür eylemlerin hedefi insanlarda korku yaratmaktır, yıldırmaktır, siyâsetçilerin bir yerde durmasını sağlamaktır. Çünkü siyâsetçiler kamuoyu yoklamasından korkarlar, kendi tabanlarından tepki almaktan çekinirler ve bunu fırsata dönüştürecek siyâsî partiler var aynı zamanda. Nitekim dün Parlamento’da gördük. Yani Sayın Bahçeli’nin açıklamaları, bana göre aslında hazırlıksız yapıldığı için, kamuoyu hazırlanmadan yapıldığı için bu işe karşı olanları başta kenetlemiştir, yani bir yerde toplamıştır. Eğer toplum buna hazırlanarak adım adım gidilseydi, belki daha başka bir tablo ortaya çıkardı. Ama ben bu eylemin, bu saldırının, bu terör eyleminin, başlayan girişimleri durduracağına inanmıyorum, olmaması gerekir. Bir de temennîmi ortaya koyayım. Yani eğer hedef siyâsetçileri de korkutmaksa, adım atmalarını önlemekse, demek ki bu ortamdan, şiddetten, terörden, çatışmadan, bu meselenin çözülmemesinden yana olan Türkiye’de de bir çevre var, siyâsette de bir çevre var; demek ki bunu istemiyorlar diye anlamaya devam ederiz. Ama olması gereken, sonuçta Milliyetçi Hareket Partisi’nin bu tutumu, CHP’nin artık parti politikasına dönüşmüş olan Türkiye’nin Kürt meselesinin Parlamento’da çözümü, bir masa etrâfında çözümü konusundaki inancı ve talebi burada dururken, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin ve liderliğinin, Sayın Erdoğan’ın böyle sessiz kalması, futbol sâhasının dışında top çevirmesi veya işte ısınma hareketleri yapması, sâhaya girmek için çok doğru şeyler değil yani.
Ruşen Çakır: Sezgin, çok teşekkürler yayınımıza katıldığın için.
Sezgin Tanrıkulu: Ben teşekkür ederim.
Ruşen Çakır: Evet, Cumhuriyet Halk Partisi Diyarbakır Milletvekili Sezgin Tanrıkulu’yla konuştuk. Kendisine teşekkür ediyoruz. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.