Ruşen Çakır ile Hafta Başı’nın yeni bölümü yayında. Bu haftanın konukları gündemi anlattı.
- Arzu Yılmaz ve Roj Girasun “çözüm” süreci tartışmalarını değerlendirdi.
- Ferit Aslan, Şenyaşar ve Yıldız aileleri barışmasını aktardı.
- İYİ Parti 7. yılı dün kutladı. Bugün Yavuz Ağıralioğlu Anahtar Partisi’ni kurdu. Yayında daha sonra Mahir Bağış aktardı.
- Anagold Madencilik, facianın yaşandığı Çöpler Altın Madeni’nde 255 gün sonra sunum yaptı. Gülseven Özkan aktardı.
Çözüm süreci tartışmalarında son durum
“Cübbeli Ahmet” olarak bilinen Ahmet Mahmut Ünlü, organize suç örgütü lideri Alaattin Çakıcı’yı ziyaret etti.
Devlet Bahçeli’nin Öcalan çağrısını “Önce ‘Son teröriste kadar öldüreceğim’ dedin, şimdi ilk. teröriste ‘Gel de başıma geç’ diyorsun” sözleriyle eleştiren Cübbeli Ahmet, bu ziyaretin ardından görüşlerini değiştirdi.
Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum, Devlet Bahçeli’nin Abdullah Öcalan çağrısına ilişkin görüşlerini yazdı.
Uçum, “Sayın Bahçeli’nin, Öcalan’ın Meclis’te DEM Parti Grubu’nda konuşması önerisi bir uç nokta benzetmesidir. Zaten Sayın Bahçeli bunu ve ‘umut hakkını’ terörün bitmesi, terör örgütünün lağvedilmesi, teröristlerin devlete teslim olması şartına bağladı” dedi.
CHP lideri Özgür Özel ise Erdoğan’ın “Öcalan” tartışmasıyla hiçbir şey söylememesini eleştirdi, “Erdoğan, Bahçeli söyleyeceğini söyledi. Bahçeli’yi sözcü kılma, ne diyorsan sen söyle” dedi.
İYİ Parti 7. yılı kutladı
İYİ Parti kuruluşunun 7. yıldönümünü kutladı. Kutlama esnasında Kurucu Genel Başkan Meral Akşener ile İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu salonda kucaklaştı. Daha sonra salonda MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’ye yoğun tepki dikkat çekerken İYİ Parti’nin ideolojik çizgisi “milliyetçi-demokrat ve kalkınmacı” olarak yeniden tarif edildi.
Şenyaşar ve Yıldız aileleri barıştı
Şenyaşar ve Yıldız aileleri barıştı. Daha sonra Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz, AKP ve DEM Partili milletvekillerinin katılımıyla iki aile arasında barış töreni düzenlendi. Programda konuşan Cumhurbaşkanı Yardımcısı, barışın önemini vurguladı. İnsani bir amaçla bir araya geldiklerini söyledi.
İliç maden faciası: Anagold Madencilik bilirkişi raporuna rağmen “yeniden hazırız” dedi
Anagold Madencilik, 13 Şubat’ta meydana gelen. faciadan sekiz ay sonra Erzincan – İliç Çöpler Altın Madeni’nde sunum yaptı. Bilirkişi raporuna göre 10 milyon metreküp. siyanürlü toprağın. kaydığı ve dokuz işçinin hayatını kaybettiği maden kazasında asli kusurlu bulundu. Ardından. Türkiye Müdürü Cengiz Yalçın Demirci gazetecilerin sorularını yanıtladı. Maden sahasının faaliyete hazır olduğunu savunan Demirci, bilirkişi raporundaki bulgulara karşı çıktı.
Ruşen Çakır konukları ile “çözüm” tartışmalarında. son durumu, İYİ Parti’nin 7.yılını, Yavuz Ağıralioğlu’nın kurduğu Anahtar Parti’yi, Şenyaşar. ve Yıldız ailelerinin barışmasını yorumladı.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler, iyi haftalar. Bu “Hafta Başı” da çok yoğun olacak. Öncelikle Devlet Bahçeli’nin çıkışlarıyla başlayan bu yeni dönemi konuşacağız; önce Erbil’de Arzu Yılmaz’la, sonra Ankara’da Roj Girasun’la görüşüp, ardından Diyarbakır’a bağlanacağız. Şanlıurfa’da bir kan dâvâsının sonlandırılması olayını bize arkadaşımız Ferit Aslan anlatacak. Daha sonra Ankara’da dün yapılan İYİ Parti’nin 7. yılı kutlamaları ve bugünkü Yavuz Ağıralioğlu’nun Anahtar Partisi’nin kuruluşunu konuşacağız. En son olarak da arkadaşımız Gülseven Özkan, İliç mâdeninde şirketin yaptığı açıklamaları bize detaylarıyla anlatacak. Evet, yorucu bir “Hafta Başı” başlıyor ve hemen Erbil’deki Arzu Yılmaz’la konuşuyoruz. Kürdistan Erbil Üniversitesi öğretim üyesi, siyâsetbilimci Arzu Yılmaz. Arzu, seninle yaptığımız yayınların hemen ardından hep acâyip şeyler oluyor. Yine en son konuştuktan sonra çok şey oldu. Bahçeli doğrudan “Gelsin, Öcalan DEM Parti kürsüsünden konuşsun” dedi. Ardından Ankara’da TUSAŞ’a çok büyük bir saldırı oldu. Çok çarpıcı, çok ürkütücü bir saldırı. Ama öğrendik ki TUSAŞ saldırısından birkaç saat önce de yeğen Öcalan, yani DEM Parti Şanlıurfa Milletvekili Ömer Öcalan, Abdullah Öcalan’la görüşmüş. Aylar sonra tecrit kalkmış ve Abdullah Öcalan da net bir şekilde demiş ki: “Silâhların susturulması için teorik ve pratik olarak hazırım. Bende bu yetkinlik var” demiş. Böyle bir gündemle karşınızdayız ve bugünün en sıcak gelişmesi Devlet Bahçeli’nin biraz önce, “Türkiye’de Kürt sorunu yoké demesi oldu, biliyorsunuz. Şaşırmadık. Şimdi bu hengâmenin içerisinde çok önemli, ilginç bir detay var. Saldırının olduğu gün Erdoğan Kazan’daydı. Daha sonra uçakta dönüşte hiçbir Allah’ın kulu gazeteci kendisine Bahçeli’yi sormadı. Daha doğrusu sormamaları için kendilerine tâlîmat verilmiş, sormadılar. Erdoğan konuşmuyor sanki. Yani genelgeçer “Terörün bitmesi” falan gibi şeyler söylüyor; ama meselâl Bahçeli’nin “Gelsin Öcalan konuşsun” demesi… işte, affa kadar gidebilecek bir kapı araladı Bahçeli. Erdoğan bu toplara hiç girmiyor. Sence neden böyle oluyor?
Arzu Yılmaz: Hatırlarsan Ruşen, bundan 3-4 hafta önce bu konulara ilişkin ilk görüşmeyi yaptığımızda, o zaman yine Erdoğan bir uçakla bir yerden geliyordu, nereden geliyordu hatırlamıyorum ama, çözüm süreciyle ilgili ya da daha doğrusu Bahçeli’nin “DEM Partililerle el sıkışması çözüm sürecine evrilir mi?” falan gibi sorular sorulduğunda, o seyâhat sırasında Anadolu Ajansı muhâbirine, “O söylesin” demişti. Bunun altını çizmiştim ve bunun son derece garip bir şey olduğunu ve nihâyetinde bir sonraki programda artık Devlet Bahçeli elinden bir çözüm sürecinin duyurulduğu aşamada da burada Erdoğan’ın açık bir şekilde geride durduğunu ve Devlet Bahçeli eliyle ve devlet adına bir projenin başlatıldığına dâir, bir diyaloğun başlatıldığına dâir gözlemlerimi paylaşmıştım. Dolayısıyla işin açıkçası, bu hafta, özellikle son birkaç gündür Erdoğan’ın bu konuda sessizliğine dikkat çekiliyor; ama bu arka planı vermemin nedeni, aslında Erdoğan’ın en başından beri bu işlerde, bu gelişmeler konusunda bir adım geride duruyor olması. Şimdi, kişisel olarak bu soruyu bundan 4 hafta önce sormuş biri olarak, bunun ne anlama geldiğini ben de çözmeye çalıştım. Bu arada şunu da hatırlatayım; çünkü o programda, son birkaç ayda kotarılan bir diyalog süreci değil, bunun bir arka planı olduğunu da söylemiştim. Ve bugün geldiğimiz aşamada, benim en azından anladığım şu: Aslında İmralı, Kandil ve Ankara arasında genel bir mutâbakata varılmış. Bu genel mutâbakatı ayrıca bir açarız. Ama şu geldiğimiz aşamada, spesifik olarak Erdoğan’ın neden arkada durduğunun cevâbı ise benim açımdan bugün îtibâriyle şöyle açıklanabilir gibi görünüyor: Çünkü bu genel mutâbakat içerisinde usûle ve yol haritasına dâir de belli ki birtakım ayrıntılar konuşulmuş ve bu konuda uzlaşılmış. Bunlardan bir tânesi, usûlden kastım: 1) Öcalan’la avukatlar görüşecek; 2) avukatlardan sonra siyâsî bir heyet görüşecek. Aslında bu usul bağlamında bu ikisinden daha da önce, Öcalan İmralı’dan çıkarılacak, yani tutsaklığına son verilecek. Yol haritası açısındansa ilk aşamada ateşkes îlânı yapılacak. Ama ondan sonra, bütün çatışmasızlık çözümü modellerinde olduğu gibi, silâhların bırakılması ya da nüanslı olarak Türkiye’ye karşı silâhlı mücâdelenin sona erdirilmesi ise bu ateşkes îlânından sonra anayasa çerçevesinde atılacak adımların nihâyetinde ve bir anlamda son aşama olarak gelecek. Şimdi, öyle görünüyor ki bu genel mutâbakat çerçevesinde Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli, bu usûller ve yol haritası konusunda –en azından şu son 3 haftadır yaşadıklarımız bunu düşündürüyor– bir görüş ayrılığına düşmüş görünüyorlar. Ve örneğin önce ateşkesin îlân edilmesi, biraz önce târif ettiğim gibi, ya da önce Öcalan’ın İmralı’dan çıkarılması gibi, üç aşağı beş yukarı anladığım kadarıyla mutâbık kalınan konularda Devlet Bahçeli iknâ edilemediği durumda ve fakat bu diyaloğun bir barış sürecine ya da çözüm sürecine ya da benim kendi târifimle “çözümsüzlüğün şiddetten arındırılması” sürecine evrilebilmesi için de bölgedeki gelişmeler bir âciliyet arz ettiğinde ise, Erdoğan ve Bahçeli arasında bu konudaki anlaşmazlıkta, “Mâdem öyle, buyurun, siz yapın” deme hâli söz konusu. Ben tamâmen bir senaryo yazıyorum burada bu arada. Senaryodan kastım, “Buyurun, siz önden buyurun” deme hâlini kastediyorum. Devlet Bahçeli öne çıktı ve Devlet Bahçeli’nin öne çıktığında söylediği şey de neydi? Bir Öcalan vurgusu. Yani burada Devlet Bahçeli mevzûyu öyle bir ortaya koyuyor ki, sanki Öcalan bir taraf değil, sanki Kandil ile Ankara arasında bir arabulucu gibi konumlandırıyor — ki bu işin doğasına aykırı bir durum, açıkça aykırı bir durum. Bir ikincisi ise, dediğim gibi daha ilk ağzını açtığından beri, hattâ işte el yükseltip, “Öcalan Meclis’te konuşsun” demesinin arka planında bu var. Öyle anlaşılıyor ki yol haritasında en son gündeme gelebilecek olan silâhların bırakılmasını en başta… Mehmet Uçum’un açıklamalarına da bu bağlamda dikkatini çekmek isterim, çünkü Uçum da ısrarla, “Bir müzâkere yok, biz müzâkere yapmayız” diyor. Dolayısıyla da bunların hepsini bir araya getirdiğimizde, Devlet Bahçeli eliyle daha önceki süreçlerden farklı olacağı konusunda farklı aktörler de, hatırladığım kadarıyla Efkan Âlâ da zâten açıklama yapmıştı. Dolayısıyla da demem o ki, benim anladığım, tabiî ki yanılıyor olabilirim ama dediğim gibi bu mevzûyu ilk fark ettiğimden bu yana, “Arkasında ne olabilir ki?” sorusunun cevâbını bulmaya çalıştığımda benim vardığım sonuç bu şekilde. Böyle olduğunu düşünüyorum.
Ruşen Çakır: Peki, ortada şöyle bir mesele var, mesele tabiî ki. Şimdi taraflara, buradaki aktörlere bakalım. Erdoğan daha önce zâten değişik vesîlelerle Abdullah Öcalan’ı referans göstermişti. Meselâ Selahattin Demirtaş için, “Bir gün İmralı Edirne’nin haddini bildirecek” gibi lâflar etmişti biliyorsun. 2019 yerel seçimlerinde Öcalan’ı kullanmak istemişlerdi, vs.. DEM Parti zâten “Öcalan” diyor, “Sayın Öcalan” diyor. İşte, tecrîdin kalkması, vs.. “Bahçeli” diyor, “Kandil” diyor. Kandil’den yapılan açıklamalarda da “Başkan Apo” diye kurulan cümleler var. Avrupa da “KCK” diyor. Herkes Öcalan’da mutâbık. Dolayısıyla bakıldığı zaman, ortada bir sorun yokmuş gibi gözüküyor. Yani, Öcalan gelecek…
Arzu Yılmaz: Hayır, çok affedersin Ruşen, ben tam da bunu açıklamaya çalışıyorum. Benim anladığım kadarıyla Kürt siyâsal hareketi bu sürecin… Bakın, Murat Karayılan açıklama yapıyor: “Yaş tahtaya basmayız” diye. Zübeyir Aydar açıklama yapıyor.
Ruşen Çakır: Tabiî. İşte bunu açmanı istiyorum zâten. Ben de onu söylüyorum. Yani burada, herkesin Öcalan dediği bir yerde, herkesin Öcalan’a yüklediği anlam ya da Öcalan’dan beklentisi farklı.
Arzu Yılmaz: Hayır, hayır, ben farkı orada görmüyorum. Öcalan’dan beklenti farklı değil; sâdece Öcalan’ın bu süreçte konumunu nasıl yürüteceği. Yani Kürt siyâsal hareketinin bir muhâtap olarak Öcalan’ın işlevini görmesi için belli şartların yerine getirilmesini önkoşul olarak ortaya koyuyor. Bu net yani. Bakın, Ömer Öcalan buluşmaya gitti, ısrarla yapılan bütün açıklamalarda bir vurgu var: “Bu bir âile görüşmesi”. Yani Kürt siyâsal hareketi, benim anladığım kadarıyla, bu sürecin şeffaf ve Öcalan’ın konumunun tanındığı, resmiyet kazandığı bir pozisyonda yürütülmesi konusunda, “Bir daha yaş tahtaya basmayız” derken bir kere bunu önkoşul olarak koyuyor. Eğer Öcalan böyle bir rol oynayacaksa, bu âile görüşmesi olmaz, avukatlar görüşecek. Avukatların görüşmesi yetmez, siyâsî heyetler Öcalan’la buluşmalı. Çünkü dediğim gibi, uzlaşmazlık çözümünde, eğer bu formel ve literatürde yer aldığı biçimle ve şeffaf yürütülecekse, Öcalan’ın bir müzâkereci olarak muhâtap alınması kadar, hangi konumda, hangi koşullarda bu müzâkereyi yürüteceğinin de belli şartları ve bu konuda belli beklentiler olduğu benim açımdan net. Dolayısıyla da Öcalan isminde, evet, bir mutâbakat var. Ama mutâbık olunmayan, Öcalan’ın bu süreci devletin kafasındaki biçimle yönetmesi. Usûlden kastım o. Bir de Kürt siyâsal hareketinin beklentilerine uygun yönetilmesi. Bir ikincisi ise, tekrar altını çizmek isterim: Mutâbık olunmayan ikinci bir konu ise, bu yol haritasında hangi adımların hangi sırayla atılacağı. Ve çok açık ki, dediğim gibi, Erdoğan’la anladığım kadarıyla Bahçeli’nin anlaşamadığı konu, o noktada tasfiye ya da silâhların bırakılmasının en başa çekilmesi ve gerekirse, Bahçeli’nin ya da Uçum ağzından anladığımız kadarıyla, Öcalan üzerinde tektaraflı bir silâhların bırakılması îlânı konusunda baskı yaratılması.
Ruşen Çakır: Şimdi şöyle bir şey dikkatimi çekiyor. PKK’nın yayın organlarında ya da PKK sözcülerinden Murat Karayılan ya da başkası ya da KCK’nın sözcülerinin de şeylerini gördüm, Zübeyir Aydar’ın, Remzi Kartal’ın ve birtakım yayın organları var biliyorsun Avrupa’da çıkan, oralarda ve en son DEM Parti’nin parti meclisinin bildirgesinde çok güçlü bir şekilde Ortadoğu’daki dengeler, İran, Kürtlerin yeni dengelerde önemli bir rol oynayabileceği ve buralarda birtakım saflaşmalar olduğu yolunda çok açık göndermeler var. Ve şöyle bir hava çıkıyor anladığım kadarıyla — ki bu tür metinleri yıllardır okuyup anlamaya çalışan birisi olarak, şunu söylüyorlar anladığım kadarıyla Ankara’ya: “Sizin bize ihtiyâcınız var, bizim istemediğiniz kişilerle yan yana durmamızı istemiyorsunuz, yanınıza çekmek istiyorsunuz; ama bunun bir karşılığı var” gibi, olayı bölgesel bir bağlama oturtma ısrarı var. Sence olay ne kadar bölgesel, ne kadar ulusal?
Arzu Yılmaz: Ben olayın baştan, en baştan zâten iç dinamikleri dışlamamakla birlikte belirleyici faktörün bölgesel gelişmeler olduğunu zâten söylemiştim. Onun için onu tekrarlamaya gerek yok. Ama burada senin söylediklerine biraz nüanslı yaklaştığımı söylemek durumundayım. Aynı metinleri ben de okuyorum; ama o metinlerde, evet, Kürt tarafı bölgesel olana vurgu yaparken aynı zamanda bunun sâdece “Bize ihtiyâcınız var” değil, Türkiye’nin de karşılıklı… Yani Zübeyir Aydar çok açık söylüyor: “Ne siz bizi bitirebildiniz, ne biz bir şey yapabildik, dolayısıyla da her iki durumda da eğer buna niyetiniz varsa, biz sizinle, başkalarından önce sizinle hareket etmeye hazırız” diyor. Dolayısıyla da bu sâdece Kürt tarafının söylediği bir şey değil ;ama aynı zamanda Türkiye tarafının da buna böyle baktığı açık. Zâten Ruşen, dediğim gibi, arka planda konuşulanla ilgili ayrıntılar yavaş yavaş çıkıyor. Açık söyleyeyim, geçen gün bir arkadaşımla paylaştım hattâ, bu mevzû gide gide “iki millet bir devlet” nihâî sonucuna doğru gidiyormuş ya da en azından bu müzâkereler yürütülürken akılda böyle bir nihâî nokta varmış izlenimi veriyor bana. Çünkü anlaşılan o ki, zâten bu bir tek PKK ile değil. PKK ile bir kez anlaşma yapıldıktan sonra ya da bu diyalog belli bir aşamaya evrildikten sonra, farklı Kürt gruplarının da Ortadoğu’da denkleme ya da bu diyalog sürecine dâhil edileceği çok daha ütopik… Evet, ben de bunu söylerken, ağzımdan “iki millet bir devlet” lâfı çıkarken ne söylediğimi benim de kulağım duyuyor; ama günün sonunda Bahçeli’nin çıkıp da, “Öcalan gelsin de Meclis kürsüsünden konuşsun” demesi de bundan 15 gün önce hepimize son derece ütopik, inanılması güç geliyordu. Onun için gelişmeler belli ki çok hızlı ve bunun arka planı çalışılmış. Tekrar ediyorum, detaylarına vâkıf olmamakla birlikte bu diyalog sürecinin çoktandır yürütüldüğünün altını zâten çizmiştim. Bugün açığa çıkan bilgileri toparladığım zaman da, dediğim gibi, sâdece Kürtlerin Türkiye ile işbirliğini Ortadoğu kontekstine yerleştirme ısrârı ya da tercihi değil, zâten Türkiye’nin bu mevzûya yaklaşımının da böyle olduğu net. Kaldı ki İmralı sürecinde de hatırlarsan, o süreçte motto neydi? “Kürtler Türkiye’yi bölmeyecek, Türkiye Kürtlerle büyüyecek”. Şimdi geldiğimiz noktada ise, bunu daha ileri bir aşamaya, bir sonraki aşamasına ya da daha ileri bir aşamasında, biraz önce târif etmeye çalıştığım gibi –yanılıyor olabilirim ama okumalarımdan anladığım–, bu hazırlıkların bugünden yarına değil, fakat onun da tekrar altını çizeyim; yani bu süreç, eğer işleyebilecekse içeriden dışarı bir planlamayla işleyecek gibi görünüyor. Dolayısıyla da öncelikli değil ama süreç eğer murâd edildiği şekilde işleyecek olursa, Ortadoğu’da herhangi bir sürpriz gelişmeye, örneğin İsrail-İran arasında doğrudan bir savaşın vuku bulduğu bir anda, sınırların değişmesinin dahi bugün artık yeniden, tıpkı 2010’ların başında olduğu gibi daha yoğun tartışıldığı bir aşamada, “iki millet bir devlet”le nihâî bir sonuca varabilecek bir yol üzerinde taraflar hareket ediyor gibi görünüyor. Onun için bunu sâdece Kürt tarafı üzerinden değil, Türkiye üzerinden de okumanın faydası olduğunu düşünüyorum.
Ruşen Çakır: Erdoğan’ın demin bahsettiğim uçaktaki sorulara verdiği cevaplarda çok önemli bir yeri Suriye işgal ediyordu farkındaysan. Erdoğan, Esad’la görüşemediği için biraz bozulmuş anladığım kadarıyla. Esad’la doğrudan temas kuramayıp Putin üzerinden onu iknâ etmeye çalışıyor, öyle anlaşılıyor. Çünkü bayağı anlatmış onları biliyorsun orada. Ve şunu da sürekli söylüyor: “Amerika sonra bunları satacak” diyor. Yani iki beklentisi var: Esad’la anlaşıp bir şeyleri yapabilmek ya da en kötü ihtimalle ABD’nin “Artık işimiz kalmadı” diyerek YPG’yi falan bırakması gibi bir beklenti. Burada da gözüküyor ki bütün bu olayların içerisinde, Öcalan olayında diyelim, Suriye meselesi iktidârın kafasındaki bayağı temel sorunlardan birisi. Şimdi Amberin Zaman, Mazlum Kobani ile bir röportaj yaptı, yeni bir röportaj. Ha, bu arada Erdoğan şunu da söyledi, biliyorsun: “TUSAŞ saldırısını yapanların Suriye’den sızdığını tespit ettik” dedi. Bir de böyle bir önemli bir vurgu. Bunun doğru olmadığını söylüyor Kobani. Ve bir de şöyle bir soruya çok net cevap veriyor: “Öcalan size şöyle şöyle derse ne yaparsınız?” diye sorulduğunda, “Öcalan öyle bir şey demez” diyor, o kadar. Yani tartışmayı hiç açmıyor bile. Şunu sormak istiyorum: YPG, PYD ya da Suriye Demokratik Güçleri, adı her neyse, temel meselelerden birisi, en öne çıkan meselelerden birisi herhalde bu: Bütün bu süreç orada Ankara’nın râzı olacağı bir duruma evrilebilir mi Suriye’de?
Arzu Yılmaz: Bu ilk aşamada değil; ama hiç şüphesiz aşamalardan bir tânesi olduğu benim nazarımda en azından net. Bakın, Brüksel’de birkaç gündür Suriye konulu bir konferans devam ediyor. Orada Suriye Demokratik Meclisi üyesi bir temsilcinin yaptığı bir açıklama var: “2021’de, biz Fırat’ın doğusu ve batısı…” –yani Fırat’ın batısı dediğimiz zaman Türkiye’nin kontrolü altındaki Suriye muhâlefeti ya da cihadcı güçler, doğusu dediğimiz zamansa Rojava yönetimi– “…bu iki yönetimin birleştirilip Türkiye’nin garantörlüğünde birlikte çalışmasını önerdiğimizde, Fırat’ın batısındaki yönetim bunu kabul etmedi” diyor. Ben bunu nasıl anlıyorum? Çünkü aynı dönemde yaşanan başka gelişmeleri de düşündüğümüz zaman, bunun Rojava yönetiminin kendiliğinden geliştirdiği bir inisiyatif olduğunu düşünmek bana biraz naiflik gibi geliyor. Ya da Fırat’ın batısındakilerin bu teklifi reddetmesini Türkiye’den bağımsız düşünmek yine aynı naiflik. Burada asıl mesele, örneğin o dönemde ben çok yakından tâkip etmeye çalışmıştım; James Jeffrey’nin yoğun temasları vardı. Aslında Amerika’nın ideal planı, Suriye iç savaşı çıktığından bu yana ısrarla bu. Orada işbirliği yaptığı NATO üyesi, sözde müttefîki diyelim –Blinken da sanıyorum böyle târif eder– Türkiye ile sâhadaki stratejik ortağımız dediği Kürtlerin birlikte çalışmasını sağlamak. Şimdi dolayısıyla da bu işin böyle bir arka planı var. Ve bugün geldiğimiz aşamada da, eğer sözünü ettiğim gibi bütün o DEM’in parti meclisinin yaptığı açıklama ya da Türkiye tarafında ya da Kürt siyâsal hareketi tarafında farklı aktörlerin yaptığı açıklamalarda ve senin de altını çizdiğin gibi bu bölgesel vurgu, ucu açık neyin olabileceği, her türlü ihtimâlin masada olduğu bir durumda, örneğin eğer İsrail Lübnan’daki operasyonlarını, tampon bölge kurma çabasını, örneğin Dürzilerle Suriye’nin güneyinde, zâten Amerika’nın Tanif’te bir üssü varken, Suriye’nin Irak ve Ürdün sınırlarını da içine alacak bir tampon bölge kurduğunda, anlaşılan o ki Amerika’nın kafasında tıpkı 1990’larda Irak’ın kuzeyinde ve güneyinde uçuşa yasak bölge, tampon bölge oluşturmaya çalıştığı gibi, eğer işler dediğim gibi bütün ihtimallerin masada olduğu bir duruma gelirse, güneyde hal böyleyken kuzeyde de Türkiye’nin desteklediği bu iki grubun birlikte, Türkiye’nin garantörlüğünde bir tampon bölge oluşturulmasını, ben Amerika’nın bu planı kafasında en azından B ya da C planı olarak tuttuğunu tahmin edebiliyorum. Tekrar ediyorum, çünkü bu yönlü çalışmalara biz geçtiğimiz yıllarda sıklıkla tanıklık etmiştik. Onun için, birincisi şunu söylemekte fayda var: Her ne kadar bu emperyalizm vurgusu falan yapılsa da ya da İsrail vurgusu, bakın eğer böyle bir Kürt ve Türk ortaklığı söz konusu ya da PKK ile bir anlaşma bölgesel ölçekte olacaksa, bu ilk önce İsrail’e karşı değil, İran’a karşı bir pozisyon almadır. Hükûmet çok ısrarla, ciddî bir şekilde, artık algı yönetiminde profesyonelleştiği için bizim aklımızla dalga geçiyor sanıyorum zaman zaman… Söylemek istediğim şu: Eğer böyle bir pozisyon alınacaksa, bu, “Anadolu’yu işgal etme ihtimâli olan” İsrail’e karşı değil, İran’a karşı bir pozisyona tekabül eder. Bunun da ötesinde zâten böyle bir pozisyon alması Türkiye’nin İsrail’in bölgedeki en önemli müttefîki, uluslararası alanda da Amerika’nın istediği bir proje ise eğer, böyle bir hikâyede Türkiye, İsrail’e karşı ön alıcı bir hamle değil, bilâkis İsrail ve Amerika’nın hâlihazırda muhtemel planları çerçevesinde onlarla aynı tarafa düştüğü bir pozisyon alması anlamına gelir. Neyse, dediğim gibi, hangisinin olacağı ya da olmayacağı, bunların ucu açık; ama hâlihazırda geldiğimiz aşamada bu mevzûda anlaşılamayan belli başlı temel parametrelerde, benim anladığım kadarıyla mutâbık kalınmış. Fakat bunun yol haritası, hangi sıralamayla hangi adımların atılacağı ve bu çerçevede Öcalan’ın muhâtaplık pozisyonunun hangi usûller esâsına göre yürütüleceğine ilişkin varılan bir mutâbakatın yürütülmemesi mi, yoksa bu konuda henüz mutâbakat sağlanmaması mı, onu bilmiyorum. Ama benim anladığım, Erdoğan ve Bahçeli arasındaki ayrımdan buna ilişkin en azından bir anlayış birliği sağlanmasına rağmen, bundan farklı bir şekilde Bahçeli eliyle sürecin yürütüldüğünü görüyoruz. Bir üçüncüsü ise, eğer bu süreç içeride bu usûl ve yol haritası handikaplarını aşarak içeride bir zemin bulacaksa, bunun nihâî aşamasının bölgede Kürtlerin ve Türklerin ortaklaştığı, bu yönüyle İmralı’ya benzeyen; ama İmralı’yı da aşan bir nitelikte, bölgedeki her ihtimâle karşı en ütopik olanı; “iki millet bir devlet”li bir çözümü bile ihtimal dâhiline alan bir projeksiyonla hareket ettiklerine dâir en azından, dediğim gibi benim ulaşabildiğim, okumalarımdan anlayabildiğim, ulaşabildiğim bilgiler çerçevesinde gördüğüm bu.
Ruşen Çakır: Son olarak bir şey sormak istiyorum. Kısaca cevaplarsan sevinirim, çünkü diğer konuklarımız da var. Sizin orada, Erbil’de, yani bu Türkiye’de yaşananlar nedeniyle Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ndeki seçimleri konuşamadık. Orada bir şeyler oldu, hükûmet kurulamadı herhalde bildiğim kadarıyla. Neyse, bunlar bir yana, şunu sormak istiyorum: Irak Kürtleri’nin, parça parça ya da bir bütün olarak, bütün bu olayların içerisinde, Türkiye’de yaşanan bu olayların içerisinde bir etkisi, bir rolü olabilir mi? En son seçimden hemen önce Neçirvan Barzani Türkiye’deydi, Ankara’daydı, Erdoğan’la buluşmuştu. Daha önceki dönemlerde Mesud Barzani’nin Erdoğan’la çok yakın ilişki içerisinde olduğunu biliyoruz, çözüm sürecinde vs.. Irak Kürtlerini burada bir rol bekler mi?
Arzu Yılmaz: Rol bekliyor, bunu konuşmuştuk sanıyorum seninle zâten. Ben söylemiştim, hatta Kamışlı vurgusuyla bunu söylemiştim. Yani, Erbil’in Kandil’den çok Kamışlı’yla kurulacak ilişkilerde bir arabuluculuk rolü oynamasının ihtimal dâhilinde olduğunu. Ama burada özellikle altını çizmek istediğim şey şu: Eğer illâ târif etmek gerekirse, bu kontekstte ortaya çıkan çerçevede, Erbil’in pozisyonunu arabulucu olarak değil, bir taraf olarak, bu bölgesel ölçekte Türkiye’nin Kürtlerle birlikte yeni konumlanışında bir taraf olarak târif etmek daha doğru olur gibi geliyor bana. Çünkü dediğim gibi, bir kez bu mevzû PKK ve Ankara ve İmralı arasında PKK üzerinden bir uzlaşmaya varıldığında ya da belli bir aşamaya gelindiğinde, dediğim gibi, bu sâdece Türkiye Kürtlerini değil, Ortadoğu ölçeğinde farklı Kürt aktörlerin de bu diyalog ya da çözüm sürecinin tarafları olarak konumlanmasını öngörüyor ya da öngörülmüş gibi görünüyor. Onun için böyle, başlangıçta arabulucu olabilir; ama nihâyetinde, eğer her şey yolunda giderse, bu işin bir tarafı olarak konumlanması muhtemeldir.
Ruşen Çakır: Çok teşekkürler Arzu, değerlendirmelerin için. Çok önemli şeyler söyledin, çok sağ ol. Seni daha sık rahatsız edeceğiz, onun farkındasın anladığım kadarıyla. Çok teşekkürler.
Arzu Yılmaz: İyi günler.
Ruşen Çakır: Evet, Erbil’den Arzu Yılmaz’la konuştuk. Birazdan Ankara’da Rawest Araştırma’nın Direktörü Roj Girasun’la konuşacağız. Evet, Roj Girasun’a bağlanıyoruz, ama öncesinde bir not düşeyim. Roj, orada mısın?
Roj Girasun: Evet, buradayım.
Ruşen Çakır: Seni de tanık kılayım. Cübbeli, yaptığı açıklamada, “Cemil Bayık ve adamlarının…” diyor. Ben bu süreçte Cemil Bayık’tan yapılmış hiç açıklama görmedim. Yani, Cübbeli’ye mâlum mu olmuş? Çünkü Murat Karayılan’ın açıklaması var, Remzi Kartal’ın açıklaması var, Duran Kalkan’ın açıklaması var; ama Cemil Bayık açıklaması görmedim. Herhalde o şeye geldi… ne denir ona? “İstihâreye yattı” deniyor. Gördün mü sen, Cemil Bayık’tan herhangi bir açıklama var mı? Yok, değil mi?
Roj Girasun: Yok, teknik olarak henüz bir açıklaması yok; ama biliyorsunuz, en son KCK adına yapılan bir açıklama yayınlandı. Orada, “Öcalan’ın çizgisinin, tutunduğu pozisyonun arkasındayız” gibi bir ifâde kullanılmıştı. Muhtemelen bir sürç-i lisan olmuş gibi görünüyor en azından.
Ruşen Çakır: Evet. Şimdi, Roj, seninle ne diye konuşmuştuk? Özgür Özel’in Güneydoğu gezisini izleyecektin ve sonra gelecektin burada seninle o geziyi değerlendirecektik; ama Ankara’daki terör saldırısı üzerine, gezi başladığı gibi bitti. Ama yine de bir gün Diyarbakır’da bir şeyler oldu, gece oradan döndü. Onu kısaca bir değerlendir de, ondan sonra bu son yaşananları konuşalım. CHP iyi hazırlanmış mıydı? İnsanların CHP’ye bakışları nasıldı? Olağanüstü bir durum var mıydı, yoksa sıradan bir olay mıydı?
Roj Girasun: Evet, şöyle söyleyeyim: Aslında Özgür Özel’in bu programı çok önceden kurgulanmış bir programdı; ama devâmında, Bahçeli’nin yaptığı çıkış, yani “Öcalan gelsin, Meclis’te konuşsun” çıkışı ve sonrasında Özel’in Demirtaş’ı ziyâreti, bölgede bir beklenti yarattı. En azından çıta çok yukarıdan açılmış oldu. Bu sebeple de aslında Özgür Özel’in Diyarbakır’dan vereceği mesajlar ciddâ bir beklenti yarattı. Ama tabiî yani, Özgür Özel’in geldiği gün TUSAŞ’a yapılan saldırı bir anda aslında bu çözüm sürecine dâir, yeni bir sürece dâir tartışmaları, Özgür Özel’in konuşmalarının başlığının gerisinde bıraktı. Şunu söylemek mümkün; yani bölgede aslında heyecan ve umuttan ziyâde şu an görünen şey, kaygı ve temkin hâli. Zâten TUSAŞ saldırısı, sonra devâmında yapılan başka açıklamalar bu kaygının zinde kalmasına, sürekli canlı olmasına sebebiyet veriyor. Ama, Özgür Özel’in Diyarbakır’da başlayan ziyâreti, en azından ilk mesajları açısından oldukça olumluydu. Şunu söylemekte fayda var: Aslında bir süredir normalleşme tartışmaları yapılıyor. Bu normalleşme tartışmalarıyla süreç tartışmaları biraz Kürt toplumunda aynı izlekte okunuyor. O yüzden de Özgür Özel’in Diyarbakır ziyâreti, bir açıdan CHP’yi de bu sürecin içerisine katan bir yeni anlam içeriyordu.
Ruşen Çakır: Seninle en son yayın yaptıktan sonra peş peşe acâyip gelişmeler yaşandı, biliyorsun. Bahçeli’nin “Gelsin, DEM Parti grubunda konuşsun” sözü çok çarpıcıydı. Hâlâ bunun tartışması yapılıyor. Bir diğer husus, tabiî ki Ankara’daki TUSAŞ saldırısı; o da çok çarpıcıydı. Ve bu arada öğrendik ki –daha sonra öğrendik ama– TUSAŞ saldırısından birkaç saat önce yeğen Ömer Öcalan, aynı zamanda DEM Parti Şanlıurfa Milletvekili Ömer Öcalan amcasını ziyârete gitmiş ve 2 saatlik görüşmede özetle, Öcalan ne demiş? “Silâhların susturulmasını ben teorik ve pratik açıdan hallederim, bu güce sâhibim” demiş. Hepsi peş peşe oldu. Hepsi üst üste geldi. Burada en önemli sorulardan birisi, TUSAŞ saldırısının zamanlamasıydı. PKK’dan da, “Bunun süreçle hiçbir alâkası yok” diye bir açıklama yapıldı, biliyorsun. Ama yoksa da var, değil mi?
Roj Girasun: Yani şöyle: En azından sürecin bağlamını eğer sâdece Bahçeli’nin açıklaması üzerinden değerlendirmiyorsak, hemen bir gün sonrasına geldi ama, eğer değerlendirmiyorsak, en azından görünen o ki taraflar arasında henüz güven verici bir noktaya gelinmiş değil. Ve aslında örgütün açıklaması bir başka şeye işâret ediyor. Bu, “Henüz aramızda bir ateşkes hâli yok, sürecin getirdiği bir anlaşma yok. O sebeple de burayla bağlantılandırılamaz” diyor. Diğer taraftan da ciddî şekilde, yani bu saldırının zamanlaması, Kürt toplumunda da genel anlamda Türkiye toplumunda da ciddî bir kaygı hâli yarattı. O yüzden yani bu saldırıyı oradan kesmek, çok analitik bir değerlendirme yapmak, politik zemininden uzaklaştırmak mümkün görünmüyor.
Ruşen Çakır: Peki, orada aslında çok husus var konuşacak; ama şunu gördüm: Zübeyir Aydar Avrupa’da örgütün bir kanalına çıkmış ve orada uzun uzun TUSAŞ’taki saldırıda sivillerin ölmüş olmasının çok da önemli olmadığını, buna misillemede Suriye’nin kuzeyinde Rojava dedikleri bölgede de sivillerin öldüğünü vs. anlatmaya çalışıyor. Orada gördüğüm, anladığım kadarıyla kendi içlerinde de bir rahatsızlık var. Yani ben böyle okudum açıkçası. Bu benim okumam zorlama mı sence?
Roj Girasun: Yani orayı bilmiyorum tabiî ki. Ama şunu ifâde etmekte fayda var: Örgütün tabanında, DEM Partisi seçmenlerinde vs., yani ne derseniz, periferisinde, aktörlerden tutun DEM Parti’nin yaptığı açıklamaya kadar, bu saldırıdan bir rahatsızlık duyulduğuydu ve anlamlı bulunduğuydu bu saldırının zamanlamasının. Bunun bir sabotaj gibi değerlendirilmesi güçlüydü. O sebeple de yani bunu îzah etme girişimi diye anlaşılabilir diyebilirim.
Ruşen Çakır: Peki, Mehmet Uçum’un yaptığı, onun meşhur pazar yazıları var, böyle destan gibi yazıyor. O meâlen şöyle dedi: “Bu saldırı başlayan şeyi engellemez”. Sen ne dersin? Sanki ben de öyle bir şey gördüm açıkçası. Yani normalde saldırı çok büyük bir saldırı, çok net. Hedef alınan yer stratejik olarak çok önemli. Çok acı insan hikâyeleri var. Taksi şoförü, kadın güvenlik görevlisi, hayâtını kaybedenler… Normalde bu olay çok daha, nasıl diyeyim, gündemi çok…
Roj Girasun: İnfial yaratır.
Ruşen Çakır: Evet, ama sanki çok fazla devâmı gelmedi gibi.
Roj Girasun: Ben bu saldırı sonrasında gelişen ilk tutumların, reflekslerin aslında süreci güçlendirdiği kanaatindeyim. Yani hem Bahçeli’nin bundan geri adım atmaması, yani saldırı sonrasında yaptığı ilk açıklama, millî birlik kardeşlik vurgusu ve başlatılan sürece bir saldırı olduğu okumasıydı. DEM Parti’nin yaptığı açıklama bunun zamanlamasının mânîdarlığıydı. Yine Demirtaş uzun zaman sonra bu saldırı vesîlesiyle konuşmuş oldu ve Öcalan’ın muhtemel bir silâhsızlanma çağrısının, bir barış çağrısının tam olarak arkasında duracağını ifâde etti. Yani aslında bu süreci güçlendiren bir tutum olarak ortaya çıktı. Öyle ki taban baskısı ve gelişen bu açıklamalar, KCK’nin de aslında “Biz Öcalan’ın pozisyonunun arkasındayız” gibi bir açıklama yapmasına sebebiyet verdi, bu saldırının hemen sonrasındaki gün. Ama bence burada bu saldırıdan ziyâde tarafların karşılıklı açıklamaları ve bu sürecin uzaması, bu açıklamaların cımbızlanması ve sürecin başka aktör ve yeni olaylarla doldurulması ihtimâli sürece zarar verebilir.
Ruşen Çakır: Şimdi burada çok ilginç bir husus var. Demin izleyicilerimize de aktardık onu. DEM Parti’nin parti meclisinden uzun bir bildirge yayınlandı, biliyorsun. O bildirgedeki bâzı bölümler, özellikle Bahçeli’nin yaptığı, örgütün kendini tasfiye etmesi çağrısı çok net bir şekilde reddediliyor. Ve ilginç olan şu ki: Bahçeli bir tarafa Öcalan ve DEM Parti’yi, bir tarafa Selahattin Demirtaş ve Kandil’i koymuştu. Öyle değil mi? Yani yaptığı açıklamada böyle bir kategorizasyon yaptı. Yani bir tarafta işbirliği yapacağı Öcalan ve DEM Parti var, öteki tarafta Selahattin Demirtaş ve Kandil var. Ama şimdi baktığımda, DEM Parti’nin son yaptığı açıklamaya bakıldığında, Öcalan ve Selahattin Demirtaş bir yanda, DEM Parti ve Kandil bir yanda gibi duruyor, katılır mısın?
Roj Girasun: Evet, ilk görüntü bu oluyor. Yani, çünkü şu âna kadar, aslında bu DEM Parti’nin yaptığı açıklama, ben kendi içlerine daha çok konuştukları, biraz orada bileşenleri gözettikleri ve büyük bir anlatıyı ifâde etmediği kanaatindeyim. Ama diğer taraftan da sürecin hassâsiyetini gözettiğiniz zaman, ortaya çıkan metnin fazlasıyla “ama”lı olduğu, fazlasıyla temkinli olduğu, diğer taraftan da karşı taraftan yapılan açıklamaları dikkate aldığımız zaman, aynı netlikte olmadığını söyleyebiliyoruz. Bu da aslında biraz bugün bâzı köşe yazılarına da yansıdı, yine hükûmet çevresinden başka isimlerin açıklamalarına da yansıdı; Kandil’le aynı pozisyonda olmak gibi nitelendirildi. Bence bir parti meclisi açıklaması üzerinden, hele ki böyle bir sol gelenekten gelmiş, bu tür açıklamalara çok alışık bir siyâsî partinin açıklamasını değerlendirdiğimiz zaman, bir açıklama üzerinden böyle bir büyük anlatıya girişmek, böyle bir büyük resim okumak hatâlı olabilir. Ama diğer taraftan da, evet, görünen ilk durum, en azından bugün îtibâriyle Öcalan’la Demirtaş’ın aslında benzer pozisyonlarda olduğunu en azından tescilliyor.
Ruşen Çakır: O zaman şöyle bir şeyi de devâmen sorayım. Tabiî senin söylediğin husus önemli. Parti meclisinin bildirgesini ne kadar önemsemeliyiz meselesinde söylediğin önemli. Şu da önemli: Bahsettiğin o köşe yazarları da büyük bir fırsat yakalamış gibi hemen DEM Parti’nin üzerine üşüşmüşler, onu da not etmek lâzım. Mesela bugün de Bahçeli ne dedi? “Kürt meselesi diye bir şey yok” dedi. Yani, çok karışık bir dönemden geçiyoruz. Şimdi, bu son durumdan hareketle Erdoğan’ın ve Bahçeli’nin yok saymaya çalıştıkları, dışarıda tutmaya çalıştıkları Selahattin Demirtaş herhalde bir şekilde tekrar gündeme gelecek gibi geliyor bana, katılır mısın? Yani, gerek Bahçeli gerekse de Erdoğan için, çok istenmese de, Selahattin Demirtaş’a bir anlamda Öcalan’ı merkeze alan bir sürecin kamuoyuna anlatılması için ihtiyaç duyacaklarını düşünüyorum. Ne dersin?
Roj Girasun: Buna kesinlikle katılıyorum. İki açıdan önemli bu. Eğer bir yeni süreçten bahsediyorsak, bunun topluma aktarılmasından bahsediyorsak, bir defa inandırıcılığını sağlamak için konuşacak olursak, birincisi, Demirtaş’ın serbest bırakılması, tahliyesi bunun ilk adımlarından birisi olabilir. Yani, bir süreci inandırıcı kılacak gelişmelerin başında geliyor. İkinci mesele de, evet, Öcalan örgüt kadroları, örgütün kurucu kadrosu, militanları üzerinde ciddî etkisi olan bir aktör, târihsel bir lider. Ancak, eğer bir silâhsızlanma sürecinden bahsedeceksek, Kürt meselesinin yeni bir evreye geçişinden bahsedeceksek ve bu Bahçeli’nin bahsettiği, zaman zaman Kürt siyâsetiyle de örtüşen Kürt-Türk birlikteliğinin yeni bir târihsel evreye geçişinden bahsedeceksek, bunun hem farklı toplumsal kesimlere aktarılması hem de inandırıcılığının, gücünün artırılması gerekiyor. O yüzden Öcalan’ın târihsel liderliğinin yanında Demirtaş’ın toplumsal liderliği de katılarak bir sürecin ortaya konulması zarûrî bir durum olarak karşımıza çıkacak gibi düşünüyorum. Aksi durumda bu sürecin hem etkisi hem de inandırıcılığı zayıf olacaktır.
Ruşen Çakır: Son olarak şunu sormak istiyorum: Kimileri Erdoğan’la Bahçeli arasında farklılık, hattâ çelişki, en azından uyumsuzluk olduğunu düşünüyor. En son Erdoğan, biliyorsun, uçakta Bahçeli’yle ilgili soru sordurtmadı. Hattâ birileri, “Bahçeli’nin yaptığı çıkıştan Erdoğan’ın haberi yoktu” vs. dedi. Böyle bir ihtimâle sen önem atfediyor musun, yoksa ikisi ne yapıyorlarsa birlikte mi yapıyorlardır?
Roj Girasun: Bir sürece berâber karar verildiği kanaatindeyim, yani Kürt meselesiyle ilgili bâzı adımların atılması gerektiğiyle alâkalı. Ancak Bahçeli’nin yaptığı bâzı çağrıların herkes için şaşırtıcı olduğunu biliyoruz. O yüzden genel bağlam noktasında bir mutâbakat olsa bile, kavram setlerini, bu araçları kullanma noktasında Bahçeli’nin özerkleştiğini, zaman zaman Erdoğan’ı bundan habersiz kıldığını düşünüyorum. Ve bâzen Bahçeli, yaptığı çağrılarla iktidârı bu kez Kürt meselesinde başka bir sınıra davet ediyor. Ve aslında şunu da unutmamak lâzım: Bugün Milliyetçi Hareket Partisi, yani nihâyetinde %10’luk bir siyâsal parti, iktidâra bir siyâsal alan açabilir, bir siyâset imkânı sağlayabilir; ama bunun mâliyetini ödeyecek olan nihâyetinde Erdoğan ve AK Parti olacak. O yüzden AK Parti’nin ve Erdoğan’ın Bahçeli’nin bu çıkışlarından habersiz olabileceği ihtimâlini çok göz ardı etmemek gerektiğini düşünüyorum.
Ruşen Çakır: Roj, çok teşekkürler. Bu süreç devam edecek ve seninle yayınlarımız da devam edecek. Öyle kolay kolay kurtulamayacaksın benden diyeyim. Çok sağ ol. Bakalım nereye doğru evrilecek? Evet, şimdi bambaşka, ama aslında olayla ilgili denebilecek bir konu. Güneydoğu’da çok önemli bir olay yaşandı, bunun haberini ilk olarak biz Medyascope’ta vermiştik. Şenyaşar ve Yıldız âileleri barıştı. Kim Şenyaşar ve Yıldız âileleri? Yıllar önce yaşanan bir silâhlı saldırı var. Şenyaşar Âilesi DEM Parti’ye yakın olarak biliniyor, Yıldız Âilesi ise AKP’ye yakın olarak biliniyor. Özellikle anne Emine Şenyaşar’ın direnişini biliyorsunuz. Sonuçta AKP’nin ve DEM Parti’nin önde gelen isimleri âileleri barıştırdı. Evet, Diyarbakır temsilcimiz Ferit Aslan’la konuşacağız. Bu olayın içinde çok önemli isimler var. En sonuncusunda Cevdet Yılmaz doğrudan dâhil oldu. Sırrı Süreyya Önder var, Ahmet Türk var, Bekir Bozdağ var. Gerçekten karşılıklı ağır toplar var. En son, Şanlıurfa Büyükşehir Belediye Başkanı Kasım Gülpınar da bizzat olaya dâhil oldu. Fer’t’te bir sorun varmış. Onun için Mahir’le konuşalım, Mahir Bağış’la konuşalım. Mahir Bağış Ankara’da. En son bugün îlân edilen Anahtar Parti’yi izledi, dün ise İYİ Parti’nin 7. yılını izlemişti. Bakalım neler görmüş. Mahir, merhaba.
Mahir Bağış: Merhaba Ruşen Çakır, iyi yayınlar.
Ruşen Çakır: Evet, şu anda Anahtar Parti’nin lansmanındasın değil mi? Sürüyor mu hâlâ?
Mahir Bağış: Evet, an îtibâriyle Yavuz Ağıralioğlu’nun konuşması sona erdi. Muhtemelen yavaş yavaş bitirmek üzereler.
Ruşen Çakır: Ona geleceğim. Esas olay orada da, dünküne bir bakalım; çünkü İYİ Parti’nin 7. yaşı ve Yavuz Ağıralioğlu da İYİ Parti’nin ağır topuydu. İYİ Parti’nin çıkarttığı kaçıncı parti bu? Zafer Partisi de oradan çıktı, Anahtar Parti de çıktı. Arada çıkan başka bir şey varsa kaçırmış olabiliriz. Var mı?
Mahir Bağış: Var, var Ruşen Çakır, Kutlu Parti var. Yusuf Halaçoğlu, hatırlarsınız, o da bir parti kurdu. Bu sene içinde kurdu aslında o partiyi. Üç parti çıktı İYİ Parti içerisinden. Dün İYİ Parti’nin 7. yılıydı, 7. yaşını doldurdu. Aslında İYİ Parti, Müsavat Dervişoğlu genel başkan olduktan sonra ilk defa toplu bir etkinlik yaptı. Onu söylemek önemli bence. Çünkü bu etkinliğin de şuna denk gelmesi biraz enteresandı; MHP Genel Başkanı Bahçeli’nin Öcalan çağrısı sonrası başlattığı tartışmanın üzerine gelen etkinlikti ve aslında bir birliktelik havası vardı Ruşen Çakır, benim kendi izlenimlerime göre. Orada önemli bir görüntü ise, Meral Akşener genel başkanlıktan ayrıldıktan sonra ilk defa İYİ Parti’nin bir etkinliğine katıldı. O da biraz üstünde durulması gereken bir şeydi. Çünkü Akşener, genel başkanlığı bıraktıktan sonra iki defa kameralar karşısına çıkmıştı. Mâlûm, biliyoruz ki birincisi Tansu Çiller’in eşi Özer Çiller’in cenâzesindeydi. Hemen o cenâze töreninin ertesi günü Cumhurbaşkanı Erdoğan’la Külliye’de görüştü Akşener. Akşener’in orada olması, Müsavat Dervişoğlu ile sarılması bir birlik mesajı verilmeye çalışıldığına dâir yorumlar yapılmasına sebep oldu.
Ruşen Çakır: Evet, şimdi orada Müsavat Dervişoğlu’nun söylediği husus çok önemli. “Tehdit ediyorlar beni” dedi, değil mi? Bu Öcalan meselesinden dolayı tehdit ediliyormuş ve şu anda Bahçeli’nin Öcalan açılımına en sert tepkiyi de herhalde İYİ Parti veriyor.
Mahir Bağış: Evet, şu an tek tepki gösteren sanki İYİ Parti gibi görünüyor. Muhtemelen arkamda gördüğünüz A Parti de böyle bir çizgi izleyecek. Müsavat Dervişoğlu şunu söyledi: “Bebek katilini hapisten çıkartmak için bebek katiline güzel mesajlar veriliyor; ama Dervişoğlu tehdit ediliyor” gibi bir şey söyledi. Bunun aslında arka planında şu vardı Ruşen Çakır: Hatırlıyorsunuz bir urgan vardı, İYİ Parti grup toplantısında urganı fırlatmıştı Müsavat Dervişoğlu. Bu urganı Bahçeli aldı, kendi odasına, İYİ Parti poşeti içerisinde, İYİ Parti’den gelen poşetle birlikte bir askılığa astı. Burada biraz yorumlanıyor aslında, parti içerisinde, kulislerde de böyle bir şey yorumlanıyor. MHP kendini zâten böyle anlattı: “Biz İYİ Parti’yi astık kardeşim, bitti bu iş” diye anlattı. Bu tehdit üzerinde durmaya çalıştı Müsavat Dervişoğlu. Ama İYİ Parti’de dün gerçekten uzun zamandır görülmeyen bir birliktelik havası, bir coşku, bir heyecan vardı. Bu da dediğim gibi, bu süreçteki tartışmalarda, evet, CHP bir tarafta, AKP bir tarafta, DEM bir tarafta. Burada karşı gelen bir çizgi üzerine, milliyetçi bir çizgi üzerine kendisini kuran İYİ Parti, hani alıp götürmek denir ya, bazı kitleleri bu hususta bir konsolide etme hâlini göreceğiz gibi geliyor bana. Yıllardır İYİ Parti’yi tâkip ediyorum, biraz daha milliyetçi tabana mesajlarla devam edecek İYİ Parti’nin politikaları bence, en azından benim gördüğüm o.
Ruşen Çakır: Evet, o zaman bugüne gelelim. Bugün yeni bir parti doğdu: Anahtar Parti, A Parti. Kısaca A Parti’ymiş. A Haber gibi, A Spor gibi, A Partimiz de oldu. Hayırlı olsun. Nasıl orası? Bir coşku, kalabalık var mı? Bir de şu tabiî ki: Yavuz Ağıralioğlu dışında ne var?
Mahir Bağış: Ruşen Çakır, burada ciddî anlamda bir coşkudan bahsedebilirim. Türkiye’nin dört bir yanından gelmişler, salona sığmadı insanlar. Kongre Salonu 3000 kişilik aslında, partinin kaynaklarına göre rakamlar 14-15 bin kişilik bir toplamdan bahsediyor; hem salonun içerisinde hem salonun etrafında toplanmış bir kitleden bahsediyor partinin kaynakları. Adına A Parti deniyor. Biz Anahtar Parti diye yorumladık, ama Yavuz Ağıralioğlu bunu konuşurken şöyle söyledi: “Sadece ‘A’ diyoruz, milletimiz ‘A’sını tamamlasın. Adâletse, ahlâksa, bunları kendisi milletimiz tamamlasın. Biz ‘A Parti’ diyoruz, simge olarak da amblem olarak da anahtar koyuyoruz”. Hatırlarsınız, Milli Selâmet Partisi’nin de 70’li yıllardaki sembolü anahtardı. Belki biraz oraya da bir vurgu var. Çünkü Yavuz Ağıralioğlu siyâsal olarak da biraz milliyetçi tabandan da ayrılır, daha çok Türk-İslâm çizgisinde ilerleyen bir tabanda siyâsetini yürütmüştür. Büyük Birlik Partisi’nde yetişmiştir, Alperen Ocakları’nda yetişmiştir. Yani ülkücü hareketten kısmen de olsa o şekliyle ideolojik olarak ayrılır. Buradaki Yavuz Ağıralioğlu’nun duruşu da şöyle: Bir kurucular kurulu îlân etti. Bu kurucular kurulunda çok tanıdık sîmâlar yok açıkçası. Yavuz Ağıralioğlu’nun şu an sağ kolu diyebileceğimiz Ayhan Erel diye bir isim var. Ayhan Erel, bir önceki dönem İYİ Parti’nin Aksaray milletvekiliydi. Birkaç da geçmiş partilerde siyâset yürütmüş insanlar var; ama çok tanıdık, bildik isimler yok. Bunu bilerek yaptıklarını söylüyor A Partililer. “Şöhretsiz liyâkatliler” diye bir şey söylüyorlar. Bunların üzerine bir parti kuracaklarını söylüyorlar.
Ruşen Çakır: Ama ben şunu hatırlıyorum, senin haberindi değil mi? Neydi? Koray Aydın’ı almak istediğini haberleştirmiştik zamânında. Belli ki birilerini kazanmak istemişler, olmamış. Yoksa, “Biz zâten meşhur isim aramadık” demek, belki varılan sonuçtan hareketledir. Yani şimdi Koray Aydın partiye girecek olsaydı, herhalde orada olurdu.
Mahir Bağış: Evet, olurdu. Yavuz Ağıralioğlu’nun Koray Aydın’la görüştüğünü de biliyoruz, sık sık görüştüğünü biliyoruz. Parti kurulmadan önce dâvet ettiğini biliyoruz Koray Aydın’ı. Evet, bizim haberlerimizde de bu vardı. Ama Koray Aydın ısrarla bir türlü bu dâveti kabul etmedi ve sıcak da bakmadığını düşündü yeni bir partiye, yeni bir oluşuma. Koray Aydın, siyâsî tecrübe bakımından çok gelişmiştir; ne yapacağına dâir de çok yorum yapmak mümkün değildir. Bakarsınız üç ay sonra A Parti’ye de katılabilir. Evet, A Parti onu diyor. “Kimseyi bulamadık” demiyorlar tabiî ki, “Elimizdeki tanınmamış ama liyâkatli insanlarla yeni bir kadro hareketini kullanacağız” şeklinde bir şey söylüyor. Yavuz Ağıralioğlu, siz daha iyi bilirsiniz Ruşen Çakır, belâgati yüksek bir insandır.
Ruşen Çakır: Biliyorum, çok iyi biliyorum. Çok yayın yaptım kendisiyle. Biliyorum.
Mahir Bağış: Evet, entelektüel birikimi de yüksek bir insandır. Bir buçuk saate yakın konuştu, az önce bitirdi konuşmasını. Biz gazeteciler açısından da şöyle bir şey vardır: Uzun konuşan siyâsî liderleri tâkip etmekte biraz da zorluk çekeriz. Yavuz Ağıralioğlu da muhtemelen o siyâsî liderler arasına katılacak. Çok uzun bir konuşma yaptı; ama konuşmanın sonunda nihâyet beklediğimiz yere, aslında tahmin ettiğimiz yere, MHP’nin başlattığı “yeni çözüm süreci” tartışmalarına değindi. Öcalan’ın asla muhâtap alınamayacağını, Kürtlerle Öcalan’ın yan yana bile getirilemeyeceğini söyledi Yavuz Ağıralioğlu. Biraz şunu okumak mümkün; bu dönem, eğer bu “yeni çözüm süreci” dediğimiz şey daha da genişlerse, bir kutup, milliyetçi bir çizgi içerisinde ilerleyecek. A Parti de o çizgi içerisinde kendini var etmeye çalışacak. Hem iktidar karşıtlığı üzerinden hem de milliyetçi bir taban üzerinden kendi siyâsetini inşâ edecek bir parti olabileceğine dâir benim izlenimim var açıkçası.
Ruşen Çakır: Şimdi son olarak şunu söylemek istiyorum ve sana da yorumunu soracağım. Yani sonuçta hepsi MHP’den türedi ve MHP sapasağlam ayakta duruyor. Bahçeli bu son olaydan sonra… Şimdi kamuoyu araştırmaları çıkıyor biliyorsun. Öcalan çıkışına %70-80 rahatsız olmuş, ama ortada böyle çok büyük bir rahatsızlık yok. Üyelikten istifâ eden MHP’liler, akın akın İYİ Parti’ye ya da başka yere giden insanlar yok. Bir de onu soracağım: Herhalde bir merkez vurgusu yaptı, değil mi Ağıralioğlu? Çünkü onların, “Biz milliyetçi değil, merkez parti olacağız” gibi bir iddiası var. Son olarak bunu sormuş olayım. Merkez partisi olma iddiasının altını çizdi mi?
Mahir Bağış: Evet, bunun üzerinden geçmek de önemli. Merkez bir partinin aslında deklarasyonunu yaptı Yavuz Ağıralioğlu. “Ne meşrebi, ne mezhebi, ne kimliği… neresi olursa olsun bu partide birleşecektir. A Parti bu değerler üzerinde kurulacaktır” gibi bir şey söyledi. Bunu da evet, dediğiniz gibi… Türkiye’de şu tartışma var AKP döneminden beri, hattâ AKP’nin ilk kurulduğundan beri: Türkiye’de merkez yok oldu. Merkez partiler, merkez sağ partiler tasfiye edildi. AKP bunları tasfiye ederek kendine kattı. Numan Kurtulmuş gibi, Süleyman Soylu gibi örnekler veriliyor. Yavuz Ağıralioğlu ve ekibi de öyle düşünüyor: “Türkiye’de merkez sağ, mâkul sağ kayboldu. Biz buna önemli bir adayız” deniyor. Ama şöyle de bir yorum yapmak mümkün nâçizâne: Türkiye’de şu an için, son 22 yıllık siyâsî tabloya baktığımızda, merkez adına, merkez iddiasıyla kurulan partilerde tek ayakta kalabilmiş ve tutunabilmiş parti İYİ Parti var. İYİ Parti de Akşener liderliği üzerine şekillenmişti, bunun üzerine ayakta kalabilmişti. Türkiye’de artık merkez bir sağ partiye ihtiyaç var mı ben açıkçası buna emin değilim. Tam aksine, milliyetçi partilerin biraz daha büyüyeceğini, biraz daha gelişeceğini düşünmeden de edemiyorum Ruşen Çakır, bunu da söylemek isterim.
Ruşen Çakır: Evet, Mahir, çok teşekkürler. Ankara’da Mahir Bağış bize İYİ Parti’nin dünkü yıldönümü kutlamalarını ve bugün de Anahtar Parti, A Parti’nin kuruluş törenini aktardı. Demin bahsettiğimiz Şenyaşar ve Yıldız âilelerinin barışması konusuna şimdi girebiliriz. Diyarbakır temsilcimiz Ferit Aslan’la olayı konuşalım. Evet, çok çarpıcı görüntüler var, çok önemli bir gelişme. Bunların detayını Ferit’ten öğrenelim. Ferit, merhaba.
Ferit Aslan: Merhaba, Ruşen Çakır.
Ruşen Çakır: Evet, daha önce konuştuk bunu. İlk haberi de biz yaptık ve sonuçta sen bunu demiştin: “Pazar günü her şey bitiyor” demiştin ve oldu. Bir Cumhurbaşkanı Yardımcısı var doğrudan, AKP’nin çok önemli bir ismi, Bekir Bozdağ var. Sırrı Süreyya Önder var. Bekir Bozdağ ve Sırrı Süreyya Önder, Meclis başkanvekilleri. Ahmet Türk var. Şanlıurfa Belediye Başkanı var. Yok yok yani. Bir yerde Mithat Sancar’ı gördüm sanki, ama emin olamadım. O da vardı değil mi olayın içinde?
Ferit Aslan: Evet, Mithat Sancar da vardı. Doğrudur. Kamuoyu ilk Medyascope’tan duymuştu. 6 yıldır bir nevi AK Parti ile DEM Parti arasında sürekli gerilime yol açan bir konuydu. Adâletin sağlanmaması nedeniyle, biliyorsunuz, Emine Şenyaşar’ın yaptığı adâlet nöbeti vardı. 6 yıldır bu nöbet devam ediyordu. Şanlıurfa’da başlamıştı, Ankara’da devam ediyordu. Malatya’da bu olayla ilgili dâvâda Fadıl Şenyaşar vardı — ki Emine Şenyaşar onun serbest bırakılmasını istiyordu. Yıldız Âilesi’nden de üç kişi vardı. Bunlar son duruşmada tahliye edildi, ev hapsi verildi. Ev hapsi verilince de Emine Şenyaşar adâlet nöbetini bitirdi ve her iki âile de aslında 6 yıl sonra tâziye kurmaya başladılar. Yani bölgede bir olaydan sonra tâziye kurulmadığı zaman, bu aslında o işin, o husûmetin devam ettiği anlamına geliyor. Ama bu barış görüşmeleri içinse bir yıldır devam eden bir çalışma vardı. DEM Parti ayağında Meclis Başkanvekili Sırrı Süreyya Önder, Mardin Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanı Ahmet Türk ve HDP’nin eski Eş Genel Başkanı Pervin Buldan yürütüyordu bu barış görüşmelerini. Ama şunu da belirtelim özellikle, sosyal medyada bu konuyla ilgili çok tartışma yapılıyor: Her iki âilenin isteği doğrultusunda yapıldı bu görüşmeler. AK Parti tarafında ise eski Meclis Başkanı ve Adâlet Bakanı, şu anki Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanvekili Bekir Bozdağ vardı. Yine eski Adâlet Bakanı Abdülhamit Gül vardı. Ve dediğim gibi bir hafta önce DEM Partililer, AK Partili Yıldız’ın Suruç’taki evini ziyâret ettiler. AK Partililer ise DEM Partili Şenyaşar Âilesi’ni ziyâret ettiler. Dün için, barış törenini düzenleme konusunda aslında bir anlaşmaya varılmıştı. Ancak son 2-3 güne kadar, Ankara’da gerçekleşen saldırıdan sonra bu törenin de ertelenme olayı gündeme gelmişti. Ancak ertelenmedi ve dün bu tören yapıldı. Tabiî törende konuşmalar vardı. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz da vardı — ki bu süreçte onun da önemli rolü olduğunu söyleyebiliriz, bu barışın sağlanmasında. Törende Emine Şenyaşar yoktu. Urfa’da başlattığı, Ankara’da devam ettiği adâlet nöbetiyle bütün Türkiye’nin tanıdığı Emine Şenyaşar rahatsızlığından dolayı katılmadı. Fadıl Şenyaşar da gelemedi, çünkü onlara da ev hapsi verilmişti tahliye edildikten sonra. Dün Urfa’da, dediğim gibi bu âileler arasında, belki de bölge açısından çok önemli olan bu barış gerçekleştirildi. Ama hem orada yapılan konuşmalarda hem dışarıdaki konuşmalarda ve temennîlerde, belki de Türkiye’de Kürt meselesi bağlamında gerçekleşecek olan, gerçekleşmesi temennî edilen büyük bir barışın ilk adımı olarak da değerlendirildi. Bu yönde temennîler de dile getirildi Ruşen Çakır.
Ruşen Çakır: Peki buradan hareketle daha genel bir barışa geçilebilir beklentisi abartılı mı?
Ferit Aslan: Yani abartılı değil aslında. Biz de ilk haberi öyle yazmıştık, hatırlarsan, “İnşallah büyük barışın ilk adımı olur” diye. Bu konuşuluyor, bu temennî ediliyor. Ama dediğiniz gibi, 1 Ekim’de Meclis’in açılışında MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin o attığı ilk adım doğaçlama değildi. Bilerek attığı o adım, DEM Partililerle tokalaşma, ardından Öcalan’a Meclis’te DEM Parti grubunda konuşma çağrısı, ardından 4 yıldır İmralı’da devam eden tecrîdin âile görüşü kapsamında Ömer Öcalan’a açılması ve âilenin 4 yıl aradan sonra gidip konuşması, bununla ilgili gerçekten toplumda, insanlarda bir umut yarattı. Hani, “Acaba bir şey olabilir mi, yeniden bir süreç mi başlatılıyor?” tartışmaları… Gerçi bugün Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin Cumhuriyet’in kuruluş yıldönümü nedeniyle yaptığı açıklamada, “Kürt sorunu yoktur” demesi biraz kafaları karıştırdı; ama en azından insanlar bu konuda mutludur. Dediğim gibi, bu Şanlıurfa’da gerçekleşen ve 6 yıldır iki âile arasında devam eden, Şenyaşar ve Yıldız âileleri arasında devam eden bu husûmetin barışla noktalanmış olması, en azından bir nevi umutları artırdı diyebilirim Ruşen Çakır.
Ruşen Çakır: Bahçeli’nin açıklamasına ne şaşırıyorsun? Bahçeli yıllardır aynı şeyi söylüyor. “Kürt meselesi vardır” deseydi, bambaşka bir parti olurdu. Evet, umarız bu daha önemli birtakım gelişmelere bir basamak olur. Sonuçta barış iyi bir şey diyelim. Ferit, çok teşekkürler.
Ferit Aslan: Teşekkür ediyorum, iyi yayınlar.
Ruşen Çakır: Birazdan İliç’i ele alacağız. Arkadaşımız Gülseven Özkan gitti İliç’e, orada yetkililerle, altın madeninin yetkilileriyle görüştü, bize izlenimlerini anlatacak. Onun öncesinde Medyascope’a desteğinizi, abone olmanızı ricâ ediyorum. YouTube’da abone olabilirsiniz. Patreon’dan ve YouTube “Katıl”dan bize destek olabilirsiniz. Şimdi Gülseven’le gördüklerinin detayını konuşalım. Gülseven Özkan yanımızda, yayınımızda. Gülseven, hoş geldin.
Gülseven Özkan: Hoş bulduk.
Ruşen Çakır: İliç’e gittin. Anagold şirketi dâvet etti gazetecileri, değil mi?
Gülseven Özkan: Evet.
Ruşen Çakır: Niçin dâvet etmişler sizi?
Gülseven Özkan: Açıkçası şunu söylemek gerekiyor: Anagold, “Biz faaliyete hazırız, tekrar faaliyete geçmek istiyoruz” mesajını vermek istedi bizlere. Burada epey bir gazeteci vardı, gittik, sâhayı gezdik, bize bir sunum gerçekleştirdiler. Sunumda kazâ öncesi, kazâ sırasında ve kazâ sonrasında neler yapıldığını anlattılar. Biz de sorularımızı sormaya çalıştık.
Ruşen Çakır: Evet, yani kendilerini pazarlamaya çalışıyorlar.
Gülseven Özkan: Evet, neler yaptıklarını, ne kadar hazır olduklarını, şu an ne durumda olduklarını anlatmaya çalıştılar.
Ruşen Çakır: Peki, kazânın sorumluluğunu üstlenme konusunda… Meselâ demin gördüğümüz Genel Müdür Cengiz Demirci, değil mi?
Gülseven Özkan: Evet.
Ruşen Çakır: Ortalıkta yoktu kazâ olduğunda, değil mi? Sonra ortaya çıktı. Onu herhalde bayağı bir terletmişsinizdir.
Gülseven Özkan: Yani evet, sorularımız oldu sorabildiğimiz kadar. Cengiz Demirci olay olduğunda Amerika’daydı ve savcılık ifâdesinde, kendisine gönderilen mail’i 3 gün sonra gördüğünü söyledi. Bu da o dönem çok tepkiye neden oldu kamuoyunda. Bizler bunu da kendisine sorduk. Kendisi bilirkişi raporunda aslî kusurlu olarak görülüyor ve süreci, mekanizmayı doğru yönetemediği burada vurgulanıyor. Ben de, “Aslî kusurlu olarak bir tespit var, mail’i de 3 gün sonra gördüğünüzü söylediniz. Nasıl oldu bu?” diye kendisine sordum. Kendisi de, mail’i sonra gördüğünü, ama daha önce telefon görüşmeleri yaptığını, bakanla konuştuğunu, kendilerine bilgiler geldiğini, gerekli önlemlerin alındığı konusunda bilgilerden bahsetti ve bir onayın gerekmediğini anlattı. Aslî kusurlu kısmında ise, “Türkiye, hukuk devleti” dedi. Burada şunu gördük açıkçası, rahatlıkla söyleyebilirim: Hem bu aslî kusurlu sorusunda hem de “Neredeydiniz?” sorusunu kendisine sorduğumuzda, daha çok kendisinden ziyâde hukuk direktörü araya girip biraz sorulara kendisi yanıt verdi.
Ruşen Çakır: Yani sonuçta Allah’ın işi mi olmuş kazâ?
Gülseven Özkan: Aslında bilirkişi raporlarına göre kazâdan firma sorumlu, sorumlu üst düzey kişiler de aslî kusurlu. Ama Cengiz Demirci’ye göre dizayn firması sorumlu. Uluslararası bir dizayn firmasıyla çalışıyorlar, onlar zâten denetleniyor. Ona göre dizayn firmasında sorun var, bilirkişi raporlarında bâzı tespitler var, bunlara katılmıyor Cengiz Demirci. Örneğin bunlardan biri, kayan toprakta bir kimyasal vardı ve bu havaya, suya, toprağa karıştı. Bu tespite katılmıyor, çünkü diyor ki: “Bilirkişi raporu kazâ öncesi ile kazâ sonrasını karşılaştırmıyor” diyor. Ama Yıldız Teknik Üniversitesi’nin, Ankara Üniversitesi’nin raporları var. Bu raporlara göre, ‘”Elimizde veri var ve herhangi bir sınırın üzerinde bir değer yok” diyor.
Ruşen Çakır: Kaç kişi ölmüştü?
Gülseven Özkan: 9 kişi ölmüştü, 9 işçi hayâtını kaybetti orada.
Ruşen Çakır: Yani sonuçta, ölenlere mi kesilecek fatura?
Gülseven Özkan: Şu anda planlıyorlar tekrar açmayı, hukukî süreç de devam ediyor. Şöyle ki, burada iptal edilen bir ÇED raporu var. O dönemde Murat Kurum Çevre Bakanı’ydı. Onun döneminde imzâlanan bir çevre etki değerlendirmesi, ÇED olumlu raporu var. Bu mahkemeye taşındı ve Erzincan İdâre Mahkemesi bunu iptal etti. Anagold da üst mahkemeye taşıdı. Şu anda bunu bekliyor Anagold ve aslında yol haritasını ÇED’e göre çizecekler ama “ÇED’in geri döneceğini düşünüyoruz” dedi Cengiz Demirci. Umutlular anladığım kadarıyla faaliyete geçmekte.
Ruşen Çakır: Yani dükkânı kapatma gibi bir niyetleri yok.
Gülseven Özkan: Hayır, hayır, böyle bir niyetleri yok.
Ruşen Çakır: Peki, siz orada gördünüz, gezdirdiler sizi. Ne gördün? Kayan toprağın ne kadarını taşımışlar?
Gülseven Özkan: Kayan toprağın büyük bölümünü taşımışlardı. Biz tesise gittik, radar merkezine gittik, maden sâhasına gittik, Sabırlı Deresi’nin olduğu yere gittik. Bir arka manganez ocağına toprak kaymıştı, bir de Sabırlı Deresi’ne. Biz gittiğimizde toprağın büyük bölümü taşınmıştı, birkaç kamyon vardı, onlar taşıma işlemine devam ediyordu. Çok sessizdi, işçiler yoktu. Yani çok üzücü bir görüntü vardı aslında orada. Oradaki yetkililerle konuştuk, durum nedir diye. Toprağın büyük bölümünün taşındığını söylediler. Geçici alana taşınıyor, daha sonra bu kalıcı alana taşınacak. Sordum: “Peki, bu toprağın içinde sonuçta altın da var, altını işleyecek misiniz?” “Böyle bir planımız yok” dediler. Şu âna kadar 90 ton altın çıkarılmış ve şu anda da onu işlemeyecekler, atık olarak kalacak kapalı bir alanda. Bu şekilde bilgi verdiler. Orada önlemleri de anlattılar bize biraz. Bu önlemlerden de hemen kısaca bahsedeyim size.
Ruşen Çakır: Bundan sonra alacakları önlemler…
Gülseven Özkan: Yok, olaydan sonra aldıkları önlemler var. Bir baraj seti kurulmuş, buradaki kayan malzemenin karışmaması için.
Ruşen Çakır: Bunların çok fazla bir anlamı yok, artık ölen ölmüş.
Gülseven Özkan: Yani olay oldu, olmadan önce yapılması çok daha anlamlı olurdu.
Ruşen Çakır: Sen daha önce, fâcia olduktan hemen sonra buraya gitmiştin gazeteci olarak, şimdi de bu dâvetle gittin. İlkinde kimse dâvet etmemişti, şimdi dâvetle gittin. İki ayrı gözlemin var. Ne diyorsun?
Gülseven Özkan: Yani şöyle: Benim iki ayrı gözlemim var; bir defa o dönem gittiğimde ben şirketle konuşmaya çalıştım; Çevre Bakanlığı’na, Enerji Bakanlığı’na, Anagold’a, tüm bunlara mikrofon uzatmak istedim, konuşmak istedim, konuşmadılar. O dönem sorulara yanıt vermediler. Burada bir süreç geçti, hukukî olarak da bu ilginçti. Oradaki halka baktığımızda da bölge halkının “Mâden kapansın diye bir şey diyemiyorum” yaklaşımı vardı, ben de onu gördüm. Sonuçta orada bir şekilde iş olanaklarından dolayı bir ihtiyaç. Orada işçiler çalışıyor.
Ruşen Çakır: Tabiî, ekonomiye katkısı var.
Gülseven Özkan: Bu arada unutmadan söyleyeyim, bu bilgi de önemli: Mâdende Anagold bünyesinde 187 işçi işten çıkarıldı. Ama oranın en büyük taşeron şirketi olan Çiftay’dan çıkarılan işçi sayısı ise 617’ye kadar çıkmış. Anagold onların haklarını verdiğini iddia ediyor, ama bana da ulaşan işçiler aslında mağdûriyetlerini de anlatıyorlar.
Ruşen Çakır: Peki, o çıkarılanların yerine işçi mi almışlar, nasıl olmuş?
Gülseven Özkan: “Şu anda öyle bir planlama yok, yeni bir işçi çıkarmayı planlamıyoruz” dediler. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Anagold şu anda ÇED sürecini bekliyor, ÇED dâvâsını bekliyor, ÇED’e göre adım atacaklar.
Ruşen Çakır: Yeniden faaliyete geçerse işçi alacaklar.
Gülseven Özkan: İşçi alınabilir, evet; sonuçta çıkarılan birçok insan var, ama şu an faaliyete geçmek istediklerini rahatlıkla söyleyebiliriz ve gözleri ÇED dâvâsında.
Ruşen Çakır: Evet, tabiî kolay kolay vazgeçmeyecekler; çünkü adı üstünde, altın yani. “Altın mâdeni bulmuş” diye lâf var. Altın mâdenini bulmuşlar, bırakmak istemeyecekler. Umarım yaptıkları, yani sorumluların yanına kâr kalmaz.
Gülseven Özkan: Şunu rahatlıkla söyleyebilirim, ben tekrar bunu vurgulamak isterim. Ben orada şunu gördüm. Yani ben bu süreci ilk günden beri tâkip ediyorum, ilk kazâ olduğundan bu yana işçilerle ilk geceden bu yana süreci tâkip ediyorum elimden geldiğince. Bilirkişi raporlarını da son sayfasına kadar okumuş biriyim. Burada üst düzey sorumlular, Cengiz Demirci sorumluluğu kabul etmiyor. Ve aslında şunu görüyorum ben okuduğumda tüm bunu: Oradaki daha alt seviyedeki personel, işte, birim müdürü, oksit müdürü; bir sâdece Kanadalı yetkili tutuklu, üst düzey, onun dışındakiler hep daha alt düzeydeki insanlar. Bunu görebiliyoruz.
Ruşen Çakır: Bu yeni bir şey değil, dünya târihi hep böyle olmuş zâten. Evet, Gülseven, çok sağ ol. Çok önemli bir olaydı, ama Türkiye’de o kadar çok önemli olay oluyor ki insanlar kısa bir süre sonra unutuyorlar. Umarım bunu unutturmayız. Ama şirket de unutturmak istemiyor. Şirket kazâyı unutturmak, ama varlığını sürdürmek istiyor, değil mi?
Gülseven Özkan: Şirket üretime devam etmek istiyor, evet.
Ruşen Çakır: Evet, para kazanmaya, altın üretmeye devam etmek istiyor. Çok sağ ol, Gülseven. Evet, “Hafta Başı”nı noktalıyoruz. Bayağı yoğun bir “Hafta Başı” oldu. O kadar çok şey konuştuk ki atlayabilirim diye korkuyorum, ama Roj Girasun ve Arzu Yılmaz’la şu son “süreç” dediğimiz olayı konuştuk. Mahir Bağış bize İYİ Parti’nin kuruluş yıldönümünü ve yeni kurulan Anahtar Parti’yi anlattı. Ferit Aslan’la Şanlıurfa’daki o büyük barışmayı konuştuk ve en son da Gülseven Özkan’la İliç’i konuştuk. Gördüğünüz gibi, Türkiye’nin dört bir yanına bağlandık. Hattâ bir yerde de, Arzu’yu da katarsak, Erbil’e kadar gittik. Medyascope böyle bir yer; her yere gidiyoruz, her yerde insanlarımız, arkadaşlarımız, muhâbirlerimiz, temsilcilerimiz çalışıyor ve size birbirinden farklı önemli konuları anlatmaya çalışıyoruz ve bütün bunları da sizlerin desteğiyle yapabiliyoruz. Meselâ Serra Tüzün Hanım’ın bu yayın sırasındaki desteğine teşekkür ederiz. Lütfen desteklerinizi ihmal etmeyin. YouTube’dan Medyascope’a abone olmayı ihmal etmeyin. Hepinize çok teşekkürler. Söyleyeceklerimiz bu kadar, iyi günler.