Ruşen Çakır konukları ile Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer gözaltına alınmasını CHP’ye PKK operasyonu yayınında yorumladı.
- Vahap Coşkun son yaşananları yorumladı.
- Ayşegül Karagöz, Esenyurt Belediyesi’nin önünde son gelişmeleri aktardı.
- Edanur Tanış,İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde yaşananları bildirdi.
- Mahir Bağış Erdoğan’ın grup toplantısında yaptığı açıklamayı anlattı.
Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer gözaltına alındı
CHP’li Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer, “terör” soruşturması kapsamında gözaltına alındı. CHP Genel Başkanı Özgür Özel, konuyla ilgili açıklamasında “Muamele haksız, iddialar temelsiz. Size teslim olmayız” dedi. Özer’in gözaltına alınmasına tepki gösteren İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu ise gelişmeleri titizlikle takip ettiklerini bildirdi.
Ruşen Çakır konukları Vahap Coşkun, Edanur Tanış, Ayşegül Karagöz ve Mahir Bağış ile CHP’ye PKK operasyonu yayınında yorumladı.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Ruşen Çakır: Evet, Vahap Coşkun stüdyoda. Vahap, hoş geldin.
Vahap Coşkun: Hoş bulduk.
Ruşen Çakır: Güzel oldu, sürpriz oldu, İstanbul’da yakaladık seni. Şimdi çok şey var. Erdoğan Ahmet Özer’in gözaltına alınmasına da açıkça destek verdi. Zâten ondan habersiz olması herhalde söz konusu olamazdı. Önce sana şunu sorayım: Herhalde Ahmet Hoca’yı tanıyorsun.
Vahap Coşkun: Evet, Ahmet Hoca’yı tanırım.
Ruşen Çakır: Evet. Nasıl birisidir?
Vahap Coşkun: Ahmet Hoca zâten Türkiye kamuoyunda da bilinen birisi. Ahmet Hoca daha önce GABB-Belediyeler Birliği’nin genel sekreterliğini yaptı, akademik hayâtında da birçok üniversitede dekanlık, kurucu dekanlık yaptı. En son Toros Üniversitesi’nin Rektör Yardımcısı’ydı. Dolayısıyla dün ortaya çıkmış, kimsenin bilmediği birinden bahsetmiyoruz. Sayın Erdoğan’ın grup toplantısında yaptığı konuşma ile Emniyet Müdürlüğü’nün yaptığı açıklama arasında da doğrusu ben herhangi bir irtibat kuramadım. Sayın Erdoğan grup toplantısında, “Esenyurt’ta bölücü terör örgütleri ortalığı kasıp kavururken” gibi bir ifâde kullanıyor; ama Emniyet Müdürlüğü’nün yapmış olduğu açıklamada buna dâir herhangi bir ifâde yok. Sâdece üç tâne gerekçe sunuyorlar Ahmet Hoca’nın gözaltına alınmasına dâir. Bir tânesi, bir dokümanda Ahmet Özer’in demokratik yönetimde, demokratik özerklikte görevlendirilmesine dâir bir ibârenin olduğu. Bu, Ahmet Hoca’nın dışında gerçekleşen bir şey. Bir kere bu var. İkincisi, Emniyet’te kaydı bulunan kişilerle 10 yıllık süreç içerisinde yapmış oldukları görüşmelerin sayısı. Zannediyorum biz de dâhil olmak üzere Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının büyük bir kısmının Emniyet’te kaydı vardır. Eğer Emniyet kaydı üzerinden insanları gözaltına alacaksak, herhalde AK Partili belediye başkanlarının ve AK Partili milletvekillerinin de çok büyük bir kısmının gözaltına alınması gerekir. Bir de en çok üzerinde durulan hususlardan bir tânesi, Remzi Kartal ile yapmış olduğu görüşmeler. Burada iki husus var: Bir tânesi, zâten Ahmet Hoca da Vanlı, Remzi Kartal da Vanlı, eski milletvekili. Dolayısıyla oradan bir tanışıklıkları olabilir. İkincisi, görüşmenin kendisi bir anlam ifâde etmez; görüşmenin içerikleri önemlidir. Dolayısıyla hal hatır sormak için yapılmış bir görüşmeden de bir üyelik çıkmaz. O nedenle ben yapılmış olan bu gözaltının, bu gözaltına sunulan gerekçelerin hukukî olarak bunu haklı kıldığını düşünmüyorum. Dolayısıyla burada bir hukukî süreç yok, çok açık ve çok net söylemek gerekiyor; burada siyâsî bir süreç var.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Ruşen Çakır: Şimdi burada tam da bunu söyleyeceğim. Konuşmasında Erdoğan ilk başta Özgür Özel’e acâyip övgüler düzdü, “Doğru yerde duruyor” vs. dedi ve belli ki CHP’yi yapmak istediği şeye dâhil etmek istiyor. Ama tam da böyle bir zamanda CHP’li bir belediye başkanının böyle tam ne olduğu anlaşılmayan gerekçelerle, herkesin tanıdığı ettiği, üstelik belediye başkan adayı olmasına yasal hiçbir engel çıkmamış birisinin de içeri atılmasına, gözaltına alınmasına belli ki onay vermiş ve destekliyor. Bu nasıl oluyor? Yani bir de Özgür Özel’e, “Bunu destekleme, belediye başkanını destekleme, bizi destekle” diyor. Şimdi burada, yani CHP’yi hakîkaten istiyorlar mı, istemiyorlar mı?
Vahap Coşkun: Bence CHP’nin çözüm sürecine ilişkin yapmış olduğu açıklamalar ve göstermiş olduğu duruş biraz beklenmedik bir duruştu. Yani daha önceki, 2013-2015’teki gibi mütereddit duran, süreci kolaylaştırmayan, sürecin daha çok îtirazlarını öne getiren bir dil kullanmalarını bekliyordu. Ama CHP tam tersini yaptı. Herhangi bir şekilde bu sürecin önünde durmayacağını, kanın durması için atılan bütün adımları sonuna kadar destekleyeceğini söyledi ve dolayısıyla burada CHP’ye yönelik, sürece karşıtlığı üzerinden bir propaganda yapmak, bunun üzerinden CHP’yi vurmanın imkânı kalmadı. Şimdi bir belediye başkanlığı aracılığıyla, bir belediye başkanlığına yapılan operasyon aracılığıyla bu yapılmaya çalışılıyor; ama teklifin kabul edilebilme ihtimâli yok. Yani CHP’nin kendi belediyesini savunmaması veya bunu yapan iktidârın doğru olduğunu söylemesinin imkân ve ihtimâli yok. Bence bu sâdece CHP ile ilgili bir problem de değil. Eğer gerçekten iktidârın bir süreç niyeti varsa, bu tür adımlardan uzak durması gerekiyor. Bunların siyâsî adımlar olduğunu biliyoruz. Abi, sen de çok yakından tâkip etmiştin o 2011’deki süreci. Yani onu zehirleyen en önemli olaylardan bir tânesi KCK operasyonlarıydı. Sivil Kürt siyâsetçilerin gözaltına alınması ve bunun üzerinden…
Ruşen Çakır: Fethullahçılar yaptı.
Vahap Coşkun: Evet, onlar yapmışlardı bunu ve oradaki kurgu çok açık bir kurguydu. Yani işte, ellerinin kelepçelenmesi, fotoğraflanması, bunların servis edilmesi ve benzeri. Dolayısıyla sürecin ciddî mânâda yara almasına sebebiyet vermişti. Ben de bu tür siyâsî atraksiyonların, yani siyâsî alanda rakibiniz olduğunu düşündüğünüz partilere yönelik bu tür hukukî bağı son derece zayıf, hattâ bence hiç iknâ edici olmayan gerekçelerle yapmış olduğunuz eylemler, süreci zâfiyete uğratır. Buradan herhangi bir sonuç çıkmaz.
Ruşen Çakır: Peki, burada şimdi Erdoğan’ın konuşmasını dinlediğimizde, CHP’ye hem havuç hem sopa gösteriyor. DEM Parti’ye, en son yaptıkları parti meclisi toplantısı nedeniyle çok sert çıktı. PKK’ya, Kandil’e ve YPG’ye, Suriye’ye net bir şekilde karşı durdu. Geride bir tek Öcalan kaldı. Bu nasıl bir şey? Çünkü Bahçeli’nin konuşmasında, biliyorsun, Öcalan+DEM Parti bir yanda, Kandil+Edirne yani Selahattin Demirtaş bir yandaydı. Şimdi DEM Parti bekledikleri açıklamayı yapmadı. Nasıl olacak? Öcalan tek başına…
Vahap Coşkun: Daha önce de bu denenmişti. Sürecin içerisinde yer alan aktörleri birbirine vurarak veya birbirlerinin karşısına getirerek ilerlemenin imkânı yok. Bu bir yerde patlak verir. Şimdi de eğer sâdece Öcalan üzerinden bir kurgu yapılmak isteniyorsa ve diğer aktörlerin bu sürece herhangi bir şekilde dâhil olmayacağı, hattâ onların dövülmesine devam edileceğine dâir bir kurgu yapılmak isteniyorsa, bu kurgudan da sonuç çıkmaz. Nedir temel iddia? Temel iddia şu: Öcalan gelsin, PKK’nin silâhlarını bıraktığını, hattâ kendini lağvettiğini açıklasın. Peki, eğer Öcalan’dan böyle bir çağrı yapmasını bekliyorsanız, bunun altyapısını kurmanız gerekmez mi? Şunu çok net söyleyebilirim: Öcalan, PKK’nin silâh bırakacağına dâir bir garantisi olmadan, PKK’nin kendi sözünü boşa çıkarmayacağına dâir bir altyapı hazırlanmadan böyle bir çağrıyı yapmaz. Yani bunu gerçekleştirmez. Dolayısıyla bu yönde, Öcalan’ın gerçekten merkezde olduğu ama işleyen bir süreci yürütmeniz gerekiyorsa, hem Kandil’le konuşmanız hem DEM Parti’yle konuşmanız ve sürecin toplumsallaştırılması açısından da Selahattin Demirtaş’la da konuşmanız gerekiyor. Ama “Salt Öcalan gelsin, bir açıklama yapsın”… Bunun olabilirliği, işleyebilme ihtimâli yok. Eğer bu açıklamaların büyük bir kısmı kamuya yönelik olarak yapılan açıklamalar değilse, yani toplumda, “Bu çözüm süreci nereden çıktı?” diyenleri teskin etmeye yönelik bir açıklama değilse, bu tür bir kurgu üzerinden sürecin ilerlemeyeceğini çok net, çok rahatlıkla söyleyebiliriz.
Ruşen Çakır: Yani şunu diyorsun: Öcalan tek başına hareket etmez.
Vahap Coşkun: Etmez tabiî.
Ruşen Çakır: Karşı taraftan bir olumlu tepki alacağını bilmeden hareket etmez.
Vahap Coşkun: Gelen haberler de öyle. Şimdi ben, devletin de aslında PKK ile bir şekilde konuştuğunu düşünüyorum. Aslında bizim açık kaynaklardan da öğrendiklerimiz bu. Yani PKK yöneticilerinin çeşitli târihlerde yaptıkları açıklamalar var ve yalanlanmayan açıklamalar bunlar. Devletin kendilerine heyet gönderdiklerini, kabul etmeleri mümkün olmayan birtakım tekliflerde bulunduklarını söylüyorlar. Dolayısıyla devlet ile PKK arasında bir iletişim var. İletişimin kuvveti konusunda tartışılabilir, ama bir iletişim var. Öcalan zâten İmralı’da, onunla da sürekli görüşülüyor. Şimdi bu sürecin ilerleyebilmesi için Öcalan’ın bir çağrıda bulunması ve PKK’nin bunu kabul etmesi lâzım. Bunu yapabilmeniz için de hem Öcalan’la hem PKK ile bunu konuşmanız lâzım. Bunun hangi şartlar altında, hangi koşullar altında gerçekleşeceğini açık ve net bir şekilde ortaya koymanız lâzım. Yoksa salt Öcalan’ın bir çağrısıyla bunun olmayacağını devlet de gayet iyi biliyor, Öcalan da daha iyi biliyor.
Ruşen Çakır: Şimdi Özgür Özel bir açıklama yapmış, Ahmet Özer’e sâhip çıkmış. Ona bir kısaca bakalım, sonra devam edelim. Demiş ki: “Ahmet Hoca akademisyendir. O seyyar giyotini oradan kaldırın. Erdoğan bana da teşekkür etmiş, ben de etmek isterdim. Beni bir kişi anladı, o da yanlış anladı” demiş. “Bir kişinin meselesini o kişinin özgürlüğüyle ilişkilendirip, onu da Meclis’te konuşturma önerisi yanlış bir önermedir”, –Öcalan’la ilgili söylüyor–, “Hiçbir parti dışlanmadan konuşulmalı, o da Meclis’te olmalı. Tutumum şu: Toplumsal mutâbakata dayalı çözümden yanayız” diyor. Aslında geçen sürecin en önemli eksiği Meclis ayağıydı, çok zayıftı. Şimdi Meclis temelli bir süreçten bahsediyoruz.
Vahap Coşkun: Aslında 2013-2015 ile oranladığımızda veya onunla kıyasladığımızda, şu andaki tablonun daha iyi olduğunu teslim etmemiz lâzım. Çünkü o süreçte, ilk süreçte, MHP’nin çok katı bir muhâlefeti vardı, CHP’nin çok gönüllü olmayan bir duruşu vardı. Oysa şimdi, MHP sürecin üstlenicisi konumunda. Kamuoyuna süreci duyuran MHP. Dolayısıyla süreç içerisinde yer alacak; bu, hem Meclis’te hem sokakta milliyetçi kesimden gelecek olan muhâlefetin önemli bir kısmının absorbe edilmesi anlamına gelir. Diğer taraftan CHP de sürece her türlü desteğini sunacağını belirtiyor. Saadet Partisi, Gelecek Partisi, DEVA Partisi’nin de bu sürece herhangi bir îtirazları yok. Dolayısıyla Meclis’te baktığınızda, aslında İYİ Parti dışında bu sürece muhâlefet edecek bir unsur yok. Eğer Meclis’te yürütmek istiyorsanız, bu sürecin gerektirdiği yasal ve anayasal düzenlemeleri Meclis’te yapmak istiyorsanız, buyurun, Meclis’in kompozisyonu buna gayet uygun. Bunu devam ettirebilirsiniz. Ama önemli olan, gerçekten bu irâdeyi ortaya koymak, yani bunu gerçekleştirmek. Yoksa demin de söyledim: Öcalan önemli bir faktör, merkezî bir faktör, bunu kimse yadsımıyor; ama diğer aktörleri Öcalan’a karşı konumlandırmak, Öcalan’la diğerlerini karşı karşıya getirmek üzerinden bir siyâset 2013’te de işlemedi, şimdi de işlemez. Bir şey daha söyleyeyim: Devlet açısından da bu bence doğru bir tercih olmaz. Neden? Şu anda devletin elindeki en önemli kartlardan bir tânesi Öcalan; eğer Öcalan bir çağrı yapacaksa, bu çağrının PKK tarafından kabul edilmesi devlet açısından da önemli. Ama çağrı yaptı ve bu çağrı kabul görmedi. Çağrı yaptı, çağrı boşa çıktı. O zaman hem Öcalan’ın liderliği artık çok ciddî mânâda sorgulanır hem de devletin elindeki en önemli kartlardan biri işlemez hâle gelir. Dolayısıyla eğer iki taraf da bu ellerindeki imkânı kullanmak istiyorlarsa, yapılması gereken bu müzâkereyi bütün taraflarla, bütün aktörlerle birlikte yapmak.
Ruşen Çakır: Şimdi bu olay başladığından beri bir tartışma var. Kimisi diyor ki: “Bu tamâmen iç siyâset; Erdoğan tekrar seçilmek için manevra yapıyor”. Kimisi de diyor ki: “Bu olay esas olarak Ortadoğu ile alâkalı; özellikle İran-İsrail çatışması ile alâkalı ve PKK’nın kötü ellere geçmesini engellemek için”. Bugünkü duruma bakıyoruz: Zâten Erdoğan’ın konuşmasında çok ciddî bir İsrail vurgusu da vardı. Sen ne düşünüyorsun? Ayrıca, Diyarbakır’da yaşayan birisi olarak sana sorayım: Senin dışında, oradaki insanlar hep bunu tartışıyorsunuz herhalde günlerdir.
Vahap Coşkun: Evet.
Ruşen Çakır: Genel eğilim nasıl? Yani orada insanlar ne diyor? “Erdoğan yine bizi oyuna getirecek, seçilmek istiyor” mu diyor? Yoksa, “İran var işin ucunda, orada PKK’nın yan kolu olan PJAK var” falan gibi, böyle daha bölgesel senaryolar mı konuşuluyor?
Vahap Coşkun: Evet, şimdi bütün iktidarların birincil hedefi kendi konumlarını korumak. Dolayısıyla bu tür adımların iç politikaya dönük birtakım hedefleri gözetmesi de son derece doğal. Erdoğan’ın tekrardan aday olması, anayasa değişikliği, 2028 seçimleri için hesapların şu anda yapılması da bu adımın arkasındaki motiflerden olabilir. Ama ben, salt iç politikaya bakarak veya salt Erdoğan’ın adaylığı üzerinden bu süreci okumaya çalışmanın doğru olmadığını düşünüyorum. Bence burada asıl belirleyici olan bölgesel dinamikler. İsrail’in Filistin’e saldırısıyla başlayan ve bütün bir Ortadoğu’yu istikrarsızlaştırma temâyülü gösteren durum, devletin kendisine yeniden bir pozisyon alma ihtiyâcını hissettirdi. Burada da en önemli husus, eğer gerçekten iç cephe güçlenecekse en önemli husus Kürt meselesi ve Kürt meselesini çözmeye yönelik bir durum ortaya çıktı. Bence Bahçeli’nin belirttiği bu. Bu sâdece bir retorik değil, yani sâdece topluma kabul ettirmek için yapılan bir retorik değil; bence devlet meseleyi bu şekilde okuyor. Haksız da değil. Çünkü Ortadoğu’nun yakın târihine baktığımızda, Ortadoğu’da ne zaman kazanlar kaynamaya başlamışsa, bu, Kürt meselesini bir şekilde etkilemiştir. 1991 Körfez Krizi, 2002 Amerika’nın Irak’ı işgali, 2011 Suriye İç Savaşı’na baktığınızda, hepsinde, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin ortaya çıkması, Suriye’de bir Kürt yapısının ortaya çıkması gibi durumlar görüyoruz. Dolayısıyla devlet burada kendisine bir pozisyon almayı gözetebilir. Yine bana göre burada en önemli husus Ruşen abi, Suriye’dir. Yani Suriye meselesinde, eğer devlet ile PKK arasında bir mutâbakat, bir asgarî müşterek oluşabilirse, içeride süreci yürütmek çok daha rahat olur. Yani ben burada Öcalan’ın hukukî konumunun da, diğer PKK mensupları için yapılacak hukukî düzenlemelerin de çok büyük bir sorun olmayacağı kanaatindeyim. Asıl hikâye bence Suriye’de düğümleniyor. Yani Suriye’deki yapılanmayı Türkiye kabul edebilir mi veya hangi koşullar altında kabul edebilir, hangi koşullar altında onunla ilişki kurabilir? Temel mesele bu. Olmayacak bir şey mi? Bence olmayacak bir şey değil. Bugün Suriye için kullanılan argümanların çok büyük bir kısmının, hattâ daha fazlasının biz daha önce Irak Kürdistanı için kullanıldığına şâhidiz. Yani bugün Mazlum Abdi için kullanılan sıfatlar, daha önce Mesud Barzani ve Celal Talabani için kullanılıyordu. Ama orada durum değişti. Türkiye oradaki durumu da bu şekilde formüle edebilir.
Ruşen Çakır: Burada şimdi tam da Erdoğan’ın Kazan dönüşü uçakta anlattıkları vardı, hatırlarsan. Öncelikle Esad’la görüşememekten duyduğu rahatsızlık belliydi. Putin’i zorluyor, belli ki orada Esad’la konuşup o meseleyi çözme gibi bir arayışı var, ama ondan cevap alamıyor. Bir diğer husus da, ısrarla Amerikalıların oradaki YPG’yi bir gün satacağı, yani kendi hâline bırakacağıydı. Orada esas meselenin Suriye olduğu anlaşılıyordu. Hattâ ben pazartesi günü Amberin Zaman’la da bunu konuştum, o da bunun olduğunu söyledi. Biliyorsun Mazlum Kobani ile röportaj yaptı. Oradaki en kritik soru şuydu bence: “Öcalan size bir şey söylerse, böyle böyle tâlîmat verirse ne yaparsınız?” sorusu üzerine,”Böyle bir tâlîmat vermez” dedi. Aslında, demin senin Kandil-Öcalan ilişkisi için söylediğinin bir teyidi.
Vahap Coşkun: Öcalan da bunu söylemez. Bence devlet eğer bir sürece başlayacaksa, bu süreci şu şekilde düşünmeli: “2013-2015 Suriye’de bitti. Eğer şimdi bir çözüm süreci başlayacaksa, bu Suriye’de başlayabilir”. Yani Suriye’deki yapı ile bir ilişki kurulup, Türkiye’deki silâhların tamâmıyla susturulması sağlanabilir. Bunun için devletin birçok enstrümanı var ve daha önce bu enstrümanları kullanmıştı. Yani Asya Abdullah’tan tutun Salih Müslim’e kadar, bütün Suriye’deki yapının içerisindeki yerel yöneticiler Türkiye’ye gelmişlerdi, konuşmuşlardı. Bunu bu şekilde formüle edebilir Türkiye. Ama şu varsa, yani temel hissiyat şuysa: “PKK kendini lağvetsin, Suriye’deki yapı kendisini lağvetsin, onun herhangi bir şekilde statü kazanılmasına imkân ve izin verilmesin. Ancak ondan sonra bir çözüm süreci başlatırız” denilirse, bunun imkânı yok. Reel politik buna izin vermiyor. Esad ile görüşmeden bahsettin abi. Esad ile görüşmede, yani Türkiye Esad ile birlikte Suriye’deki Kürt yapılanmasının üzerine gitmeyi düşünebilir; ama bu iki açıdan mümkün değil. Birincisi, Esad kendisi için yeni bir cephe açmayı doğru bulmaz. İkincisi, Esad Türkiye şu anda Suriye topraklarından çıkmadığı müddetçe Türkiye ile herhangi bir şekilde ilişki kurmayı kabul etmez. Dolayısıyla, sizin Esad ile ilişkilerinizi normalleştirmenizin bir yolu da bu Kürt meselesini Suriye bağlamı içerisinde düşünmek ve buna bir çözüm üretmekten geçiyor. Yine en başa dönelim; o nedenle bu meseleye bütüncül bakmak lâzım. Tek aktör üzerinden bakılması doğru olmaz, süreci ilerletmez. Yani, DEM Parti’yi bir şekilde dışlayarak, Demirtaş’ı dışlayarak, Kandil’i mutlak mânâda dışlayarak olmaz.
Ruşen Çakır: Tam onunla ilgili bir şey soracaktım. Şimdi şöyle bir husus var.
Vahap Coşkun: Şunu da söyleyeyim abi: Meselâ DEM’in bildirisinin de son derece yanlış olduğunu düşünüyorum. Yani o üslûp, o dil bir çözüm dili, bir müzâkere dili değil. Yani başlamış olan bir süreç veya başlaması beklenen bir süreci daha başından îtibâren mahkûm eden bir tarzda konuşmak doğru değil. Her ne kadar Bahçeli’nin “Kürt meselesi yoktur” demesi doğru değilse, aynı şekilde uzatılmış olan bir eli baştan îtibâren reddetmek de doğru değil. Nitekim, bence DEM bunun farkına vardı. Daha sonra Tuncer Bakırhan katıldığı bir toplantıda, DEM’in bu bildirisinin açtığı hasarı bir nevi telâfî eden, bir nevi onaran bir siyâsal dil kurmaya başladı. İşte, “Hiçbir şekilde bu süreci akamete uğratacak bir üslûp, bir dil kullanmayız; uzatılan eli de hiçbir zaman geri çevirmeyiz” şeklinde bir ifâde kullandı. O nedenle bence, DEM’in de süreç içerisinde muhâtaplığını güçlendirmek istiyorsa, siyâsal dilini daha bir gözden geçirmesi gerekiyor, daha politik bir dil kurması gerekiyor.
Ruşen Çakır: Evet, tam da bu noktada Demirtaş’a geliyoruz. Şimdi, Demirtaş’tan hoşlanmıyorlar, biliyoruz; Bahçeli de Erdoğan da hoşlanmıyor, ama Demirtaş’ın Öcalan konusunda ısrarla, özellikle son saldırının ardından yaptığı açıklamada da net bir duruşu var. Öcalan’ın merkez alınmasını talep ediyor ve Demirtaş’ın çok büyük bir… yani DEM Parti’de kimsede olmayan, hattâ toplasan olmayacak bir popülaritesi ve karizması var Kürtler nezdinde. Bir de şöyle de bir husus var tabiî: Gerçekten bir şey yapılacaksa, yapılacak olduğu gösteriliyorsa, Demirtaş ve arkadaşlarının serbest bırakılması gerekiyor. Yani bu en pratik ve en hızlı çözüm olmaz mı? Demirtaş’ın oyuna dâhil edilmesi?
Vahap Coşkun: Şöyle söyleyeyim, hani “Demirtaş’ı sevmiyorlar” dedin ya abi; bir çözüm masasına oturuyorsanız, bir müzâkere başlatıyorsanız, muhâtabınızı seçme özgürlüğünüz yoktur. Yani, “Şununla birlikte ben barış yapmak istemiyorum” deme şansınız yoktur. Böyle olsaydı herhalde Frederik de Klerk de Mandela’yla oturmak istemezdi veya İrlanda’dakiler de Gerry Adams’la oturmak istemezlerdi vs.. Burada yapılması gereken şey, sürecin hem bu askerî boyutunu hem de siyâsî boyutunu yürütecek olan aktörlerle en optimum ilişkiyi nasıl kurabileceğiniz. Askerî olarak –yani bu çatışma silâh meselesi–, bunun muhâtabı, hiç kuşkusuz birincil derecedeki muhâtabı PKK ve Abdullah Öcalan; siyâsal muhâtapları da DEM Parti ve Demirtaş. Bu süreçlerin bir şekilde toplum nezdinde kabul görmesi, onlara daha fazla umut bağlanması, yapılan işin ciddî olduğunun gösterilebilmesi için birtakım adımların atılması gerekiyor. Bu adımlardan birincisi, demin sizin de söylediğiniz gibi, özellikle bu siyâsî tutukluların bir şekilde serbest bırakılması; Ahmet Özer örneğinde olduğu gibi yeni siyâsî tutuklular yaratılması değil, bunların bir şekilde serbest bırakılması gerekiyor. Bence bu TUSAŞ saldırısından sonra Selahattin Demirtaş’ın yapmış olduğu açıklama son derece önemli bir açıklamaydı. Ben 1 Ekim’den bugüne kadar gelen süreç içerisinde Bahçeli’nin yaptığı açıklamalar kadar kritik bir değerinin olduğunu düşünüyorum. Çünkü orada Demirtaş doğrudan iki aktöre çağrıda bulundu ve pozisyon belirlemelerini istedi. Birisi Abdullah Öcalan’dı. “Siyâsal bir süreç al, bir inisiyatif al, biz senin arkanda dururuz” dedi. Diğeri ise Kandil’di. “Eğer bir siyâsal süreç açılır ve siz bunu sabote ederseniz, bu kez size karşı dururuz” dedi. Metindeki en önemli ifâdelerden bir tânesi buydu; “Bu defa barış çalışmalarının boşa çıkarılmasına izin vermeyeceğiz” meâlinde bir cümle kurmuştu. Şimdi, dolayısıyla çok açık bir şekilde bir siyâset savunusu var burada, siyâsetin savunusu var. Eğer siz süreci ilerletmek, bu süreci başarıya ulaştırmak istiyorsanız, siyâsal alanı güçlendirmeniz gerekiyor. Burada da yapacağınız iş, Demirtaş’ı oyuna monte etmektir yani.
Ruşen Çakır: Son olarak, insanlarda hep şu vardı: Temkinli bir umut.
Vahap Coşkun: Evet.
Ruşen Çakır: Bunu böyle tanımlıyorduk. Şu anda an îtibâriyle temkini azaltan bir durum var mı? Yok sanki.
Vahap Coşkun: Bence yok. Yani insanlar hâlen umutlular, çünkü gerçekten barış bir ihtiyaç, çok ciddî bir ihtiyaç. Özellikle bu 2015’ten bugüne kadar tecrübe ettiğimiz, bölgede tecrübe ettiklerimiz bütün insanların çok ciddî mânâda hırpalanmasına sebebiyet verdi. Yani ekonomik, sosyal, siyâsal, hukukî açıdan hırpalanmasına sebebiyet verdi. O nedenle bir barış umudu varsa, bir kapı varsa, bunu elden geldiğince zorlamak gerektiğini düşünüyorlar benim kanaatim. Tabiî partilere bağlı olarak insanların fikirleri değişebilir. AK Partililer bu süreçten daha memnun olabilirler; HDP’liler, DEM Partililer daha temkinli olabilirler; CHP’liler sürecin arkasında iç politik manevraların çok etkili olduğunu düşünebilirler; ama sürdürülmesi konusunda veya bunun daha somuta erdirilmesi, daha da ciddî bir şekilde içeriklendirilmesi konusunda insanların bence bir beklentisi var. O nedenle de süreci çok yakından ve çok merakla tâkip ediyorlar.
Ruşen Çakır: Şimdi ben bugün Erdoğan’ı dinlediğimde, tabiî çok sert çıkışları var: Kandil’e kesinlikle hayır, şuna hayır, buna hayır; Cumhuriyet kısmını saymazsak –ki orada da Kürt vurgusu çok vardı biliyorsun, Alevî de vardı, yani “Herkesin cumhuriyeti…” falan– ama baştan sona bu meseleyi konuştu aslında. “Terör” dedi, ama “Kürt” dedi ve en sonda da meselâ “Kürtler kardeşlerimizdir” dedi. Yani, nasıl söyleyeyim? Bana şöyle bir duygu geldi: Artık bu olay, hani var ya, cin şişeden çıktı.
Vahap Coşkun: Çıktı, evet.
Ruşen Çakır: Bir şeyler yapmak zorundalar, öyle gözüküyor. Ama bir sonuç alınıp alınmayacağını bilemiyorum, ama bu işe kendini bayağı bir angaje etmiş gördüm.
Vahap Coşkun: Evet, şimdi aslında Erdoğan açısından düşündüğünüzde, yani önünüzde iki hedef olabilir. Bir tânesi gelecek seçimlerde tekrar aday olabilmek, bu kısa vâdeli bir politik hedef. Diğerinde ise, diyelim ki târihe bir şekilde geçmek.
Ruşen Çakır: Onu söyledi zâten.
Vahap Coşkun: Evet, târihe bir şekilde geçmek. Şimdi benim kanaatim, Erdoğan ister gelecek seçimlerde aday olmak istiyorsa ve ister târihe Türkiye’de Kürt meselesini bitiren, Kürt savaşını bitiren birisi olarak geçmek istiyorsa, bu önünde çok önemli bir fırsat. Yani hele bir de devletin sâhibi olduğu veya devletin özellikle karar alıcı mekanizmalarına doğrudan etki ettiği düşünülen Devlet Bahçeli gibi bir aktörü de yanına almışken, bu çok önemli bir fırsat. Bu fırsatı kullanmak lâzım. Yani Erdoğan’ın söylediği, “Bahçeli’nin bu sürecin içerisinde olması hepimiz için çok büyük bir fırsat yaratmıştır” ifâdesi gerçekten de doğru bir ifâde. Yani bunu değerlendirmek gerekiyor. Bir de orada şu var: Erdoğan doğrudan, “Bizim muhâtabımız Kürtlerdir, Kürt kardeşlerimizdir” dedi. Şimdi bu süreçte gerçekten devlet de Kürtlerin muhâtabı ve devlet eğer bir şey yapmak istiyorsa, hiç kimseyle herhangi bir şekilde müzâkere yapmadan da adım atabilir. Meselâ bugün diyelim ki iktidar, dil konusunda daha özgürlükçü bir perspektif ortaya koyar, yasal düzenleme yaparsa, kim ona yapma diyecek? Yani eğer Kürtler, sizin Kürt kardeşleriniz muhâtapsa, buyurun yapın zâten. Burada elinizi tutan bir husus yok. Veya işte siyâsal alanı daha da genişletmek, siyâsal tutukluları serbest bırakmak, kayyum kanununu değiştirmek… bu konuda eğer gerçekten bir muhâtaplık hissediyorsanız, buyurun yapın. Meclis’te de size burada muhâlefet edecek herhangi bir unsur da yok. Muhâtaplık ancak o zaman ortaya çıkar. Dolayısıyla muhâtaplığınızı hukukî olarak da göstermeniz gerekiyor devlet açısından. O zaman gerçekten de muhâtap olursunuz. Velhasıl, bu işi çözmek istiyorsanız iki temel parametre var Kürt meselesi konusunda: Bir tânesi, bu işin silâh külâh kısmıdır. Yani bu nasıl bırakılacak? Ne ile bırakılacak? Yasal düzenlemeler ne olacak? Vs.. Burada işte Öcalan’la, PKK ile, Kandil’le görüşürsünüz, görüşme yapmanız gerekir, görüşmeniz doğrudur. Bunu derinleştirmeniz de lâzım. Ama bir de işin hak hukuk boyutu var. “Onu da siyâsetin içerisinde, buyurun çözün, siyâset alanını genişleterek çözün” demek gerekiyor iktidar sâhiplerine.
Ruşen Çakır: Evet Vahap, çok teşekkürler. Şimdi bakıyorum: Böyle somut olaylar olduğu zaman insanlar bayağı bir izliyor. Artık sosyal medya zamânında bunlar çok kolay ölçülür oldu biliyorsun, insanların tepkisinden. Şu anda bayağı sayıda izleyicimiz bizi tâkip ediyor, hepsine çok teşekkür edelim. Bu akşam Cengiz Çandar’la saat 20:00’de Kürt meselesini Ortadoğu’nun yeniden şekillenmesi bağlamında değerlendireceğiz, onu özellikle vurgulayayım. Saat 20:00’de olacak o yayın. Bu olayları konuşmaya devam edeceğiz. İzleyicilerimizin desteklerini de sürdürmelerini ricâ ediyoruz. Vahap’a da tekrar çok teşekkürler. Güzel oldu, stüdyoda yaptık. Hep uzaktan yapıyorduk, yakından oldu, çok güzel oldu. Çok teşekkürler Vahap.
Vahap Coşkun: Ben de çok teşekkür ederim, sağ olun.
Ruşen Çakır: Evet, stüdyoda Prof. Vahap Coşkun’la “Neler oluyor, neler olabilir?” bunları konuştuk. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de teşekkürler. Söyleyeceklerimiz bu kadar, iyi günler.