İzmirliler hayatlarından memnun mu? | Serkan Turgut ve Ruşen Çakır yorumladı

İzmirliler hayatlarından memnun mu? İzmirlilerin kaygıları neler? Ekonominin geleceğini nasıl görüyorlar?

Bayetav; yılda dört kez yayınlayacağı ve her mevsimsel geçişte İzmir’in sosyolojik araştırmayı. kamuoyu ile paylaşacağı İzmir Barometresi araştırmalarının ilkini tamamladı.

İzmirliler hayatlarından memnun mu? | Serkan Turgut ve Ruşen Çakır yorumladı

İzmir’de yaşam memnuniyetini en fazla düşüren faktörler ise, yerel hizmetlerde yaşanan. aksaklıklar ve iş olanaklarının yetersizliği. Her 10 kişiden sadece 3’ü, İzmir’deki. altyapı hizmetleri, yerel hizmetler ve iş imkanlarının yeterliliği konularında olumlu görüşe sahip. Araştırma raporuna buradan ulaşabilirsiniz

Bayetav’ın İzmir raporunda yaşam memnuniyeti, yerel hizmetlerden. mutluluk, kent içi ulaşım, kültür sanat hayatı, eğtim için yapılan aylık harcama miktarı gibi sorular soruldu.

Ruşen Çakır‘ın konuğu Serkan Turgut İzmirlilerin hayatlarından memnun olup olmadığını anlattı.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. İlginç bir araştırma üzerine bir yayın yapıyoruz: İzmir Barometresi. BAYETAV, yani Bir Arada Yaşarız Vakfı tarafından “İzmirliler hayatlarından memnun mu?” araştırması yapılmış ve araştırmanın yürütücülerinden Dr. Serkan Turgut’la bu araştırmayı konuşacağız. Bakalım İzmirliler hakîkaten hayatlarından memnun mu? Merhaba Serkan.

Serkan Turgut: Merhaba Ruşen Bey.

Ruşen Çakır: Şimdi, yayına geçmeden önce senin kitabının bir reklâmını yapayım. Hatay kitabı yeni geldi: Yıkımdan Umut Çıkarmak: Deprem, Hatay, Dayanışma kitabı İletişim’den yeni çıktı. Onu bir kere söyleyelim. Hatay’daki bu çalışmanın ardından İzmir’de bir çalışmaya giriştiniz ve mevsimlik bir araştırma yapıyorsunuz İzmir’de. Nedir mevsimlik araştırma?

Serkan Turgut: Hocam, çok teşekkürler. Konuk ettiğiniz için de çok teşekkürler. Kitap da elinize ulaşmış, umarım beğenirsiniz. Umarım Hatay üzerine yapmış olduğumuz bu çalışma, en azından deprem sonrası hâlen enkaz hâlinde bulunan şehirlerimize dikkati çeker diye söyleyerek başlayayım. İzmir Barometresi’nden bahsettik; biz Bir Arada Yaşarız Eğitim ve Toplumsal Araştırmalar Vakfı olarak İzmir’in gündemini sürekli olarak tâkip edebilmek için üç ayda bir –bunu da mevsimlerle tasarladık; Güz Barometresi dedik, sonra Kış Barometresi, Bahar ve Yaz Barometresi olarak– İzmir’in gündemini belirli periyotlarla, çoğu ortak olan sorularla ölçmeye ve trendi anlamaya çalışacağız.

Ruşen Çakır: Şimdi burada tabiî şöyle bir şey var: Biz genellikle genel kamuoyu yoklamalarını biliyoruz, Türkiye çapında ve daha çok da siyâsetle ilgili. Yerelde özellikle belediyeler birtakım araştırmalar yapıyorlardır; ama bunları kamuyla pek paylaşmıyorlar. Böyle bir şeye pek rastlamadığım için çok ilgimi çekti; ama aynı zamanda BAYETAV’ı bir kurum olarak bilip takdir ettiğim için daha fazla ilgimi çekti. Burada insanlara, telefonla yapılan ankette, “Hayâtınızdan memnun musunuz?” diye bir soru sormuşsunuz. Bu bir kere başlı başına çok ilginç bir şey: İnsanlara bunu sormak. Ve burada değişik başlıklar var; yani insanların ruh hâlini anlatmak için açtığınız başlıklar var. Onu bir kere sormak istiyorum: Ne sordunuz insanlara? Stres çok çıkıyor karşıma, ama memnun olanlar da var.

Serkan Turgut: Evet, evet. Ruşen Bey, önce şunu söylemek isterim: Aslında bizi bu çalışmaya motive eden en temel unsur, İzmir Türkiye’nin üçüncü büyük şehri, ama bu büyüklüğüne kıyasla entelektüel anlamda ya da ne düşündüğünü anlamak anlamında çok ciddî araştırmalarla karşı karşıya olmadığımız bir şehir. İzmir’le ilgili bilgilerimiz çoğunlukla böyle neredeyse mitleşmiş stereotiplere dâir. İzmir, bir şekilde Türkiye gündeminde konuşulan bir yer. Kimileri için İzmir, savunulacak müthiş bir şehir, özgürlükler şehri; kimi içinse pek de öyle olmayan bir şehir. O yüzden, bir şekilde, aslında siyâsal ve kültürel kutuplaşmanın da bir şehri İzmir. Ama İzmir’i farklı bir yerden okumamız gerekiyor. Bunun yolu da sürekli ve güvenilir bir dataya ulaşmak. Biz BAYETAV olarak buna tâlibiz aslında, üç ayda bir yapmamızın nedeni bu. Ve İzmir’i aslında Türkiye ile konuşmaya ve Türkiye’yi de İzmir’le konuşmaya dâvet ettiğimiz bir çalışma. O yüzden çok kıymet veriyoruz. Özel olarak bu Ekim datasında –tabiî bundan sonra da soracağız‑ İzmir’le ilgili belirli duygu durumlarını kendilerine sunuyoruz ve 1 ile 10 üzerinden puanlamalarını istiyoruz. Ne hissediyorsunuz? Mutlu mu, güvensiz mi, kaygılı mı, öfkeli mi, ilgisiz mi? Bunu anlamaya çalışıyoruz. Ve İzmir’de kaygı ve stres en yüksek çıktı. 10 üzerinden 7’ye yakın bir puanla İzmir’in aslında stres ve kaygıyı çok yoğun yaşayan bir yer olduğunu duymuş olduk. Yani çoğunlukla böyle, İzmir rahat bir şehir, herkesin mutlu olduğu bir şehir olarak dile getirilir; ama Türkiye’deki bütün meselelerin aynı zamanda İzmir’in de meselesi olduğunu biliyoruz. Stres ve kaygı meselesinin neredeyse sınıfları, etnik mensûbiyeti, siyâsal mensûbiyeti aşan bir noktada olduğunu da tespit etmekle birlikte, sınıfsal olarak altta olan, yani “derin yoksul” diyebileceğimiz, “alt sınıf” diyebileceğimiz kesimlerde bu stres ve kaygının oldukça yüksek olduğunu da belirtmek isterim.

Ruşen Çakır: Şimdi burada önümde bir tablo var. “İzmir’de yaşamaktan memnun musunuz?” sorusuna cevaben, çok memnun olan %40, memnun olan %30’un üstünde, yani %73,5’in memnun olduğu görülüyor. Yani hayatla ilgili sıkıntılar olsa bile, İzmir’de yaşamaktan memnun olunduğu görülüyor ve bir İzmirlilik kimliği var herhalde insanlarda, onu görüyorum. Yanlış mı okuyorum?

Serkan Turgut: Evet evet, çok haklısınız. Aslında böyle yüzeye sorduğunuz zaman, “İzmir’de yaşamaktan memnun musunuz?” sorusunu yönelttiğiniz zaman, %70’in üstünde bir memnûniyet çıkıyor. Ve kararsızları da devredışı bırakırsak, hiç memnun olmayan ve memnun olmayanlar %13 boyutunda. Bu, bir şehir için aslında övünülebilecek bir veri. Ama tabiî işi biraz böyle sorularla çoğaltmaya başladığınız zaman, memnûniyetsizlikler peşi sıra ortaya çıkmaya başlıyor. Ama genel anlamda, İzmir’de yaşayan insanlar İzmir’den memnun olduğunu ifâde ediyor. Bu, İzmir’de yaşayan Kürtler için de dindarlar için de geçerli; genel bir memnûniyetten bahsedebiliriz. Ama dediğim gibi, yüzeyin altına indiğimiz anda, memnûniyetsizlik şeyini görmeye başlıyoruz.

Ruşen Çakır: Şimdi, İstanbul’dan çok gidenler olduğunu, özellikle orta sınıf, üst orta sınıf ve orta sınıftan gidenler olduğunu duyuyorduk. Hattâ kendi aralarında düzenli bir araya geldiklerini vs… Yani İstanbul’dan kaçan, kaçmak isteyenlerin, bir sâhil kasabasına falan gitmenin dışında, yine bir metropol olarak İzmir’i tercih ettikleri gibi bir trend vardı. Birincisi, bunu sormak istiyorum. Bu trend hâlâ sürüyor mu?

Serkan Turgut: Evet, çok güzel bir nokta. Aslında İzmirlilere sorduğumuz zaman, son zamanlarda sıkça duyuyorum: “İzmir’in bir İstanbullu sorunu var” diye şakalaşan insanlar da var. Gerçekten, belki de Gezi sürecini bir baz alabiliriz. Ondan sonra böyle, metropolden, İstanbul’dan İzmir’e bir göç başladı. Bu trend biraz düşmekle birlikte hâlen İzmir’e bir göç söz konusu. Bu, İzmirli ile İstanbulluların karşılaşmalarını da sağlıyor. Bunun çeşitli alanlarda İzmir’e faydasının da olduğunu söyleyebiliriz. Daha fazla kültür ve sanat aktiviteleri yapılan bir şehir oluyor; ama şehrin içerisinde aktif bir İzmir ve İstanbul tartışmasının da yürüdüğünü söylemem mümkün. Yani, kendileri gelmiş olmalarına rağmen, İstanbul’dan gelenler için İzmir, pek de övülesi bir yer olmaktan ziyâde bir taşra şehri eleştirileri de yapılıyor. Ya da işte, “İzmirliler çok rahat” gibi şeyler ön planda olabiliyor. İzmirliler cephesinden bakarsak da, “Bu İstanbullular hiçbir şeyi beğenmiyorlar, geldiler şehri ele geçiriyorlar” gibi… böyle yine yüzeyde olan tartışmalar diyebilirim. Ama İstanbullunun buraya göçü devam ediyor.

Ruşen Çakır: Vallahi ben evdekileri iknâ edebilsem, ben de yapabilirim yani. Çünkü İstanbul hakîkaten, her şey bir yana, çok yorucu. İzmir’i epey bildiğimi düşünüyorum. O yoruculuk anlamında İzmir, İstanbul’a göre çok avantajlı. Şimdi İzmir hakkında görüşler sorulduğunda, evet, bâzı sorular var. En çok “Evet” olan cevap şu: “İzmir’de kadınlar kamusal hayâta katılmak açısından eşit fırsatlara sâhiptir” önermesi %65 oranında “Evet” cevâbı almış. Bu gerçekten, aslında Ege ve Akdeniz’de de bayağı yaygın olan, ama İzmir’de zirveye çıkan bir olay herhalde, değil mi?

Serkan Turgut: İzmir bu konuda Türkiye’den gerçekten farklı bir şehir, onu söyleyebiliriz. En azından kadınların kamusal yaşama katılma açısından oransal anlamda en yüksek olan şehirlerden biri. Bu da İzmirli tarafından en çok öne sürülen argümanlardan biri. İzmir’in o modern, Batılı, Avrupalı şehir olma iddiasını en çok desteklediği alanlardan biri. Bir de İzmir, İstanbul’dan farklı olarak, insanların bir araya gelebileceği kamusal alanlar açısından da zengin bir yer. Yani İstanbul’da yürüdüğünüz zaman, deniz kıyısında çok küçük bir alan yürüdükten sonra kesintiye uğrar; ama İzmir’in en azından kıyı alanı, rekreasyon alanlarıyla birçok İzmirlinin yan yana; iç içe demiyorum, bu anlamda sınıfsal, etnik, politik bir sürü değişkenler var, ama en azından yan yana parklarını, yeşil alanlarını, deniz kıyısını kullanabildiği bir alan. O yüzden daha çok görünüyor aslında; kadın, şehrin bir parçası. Bunu da sorduğunuz zaman, en çok üstünde uzlaşılan, grupları kesen bir veri olarak ortaya koymak mümkün.

Ruşen Çakır: Demin bir ara bahsettin, burada ikinci sırada kültür ve sanat olanaklarının zenginliği meselesi var. Yani şimdi normal şartlarda İstanbul İzmir’den çok daha ileridir diye düşünüyorum. Yani burada nüfusla orantılı bir şeyden mi bahsediyoruz, yoksa insanlar gerçekten kültür sanat anlamında… Çünkü %56’nın üzerinde “evet” diyen var, ortada olanlarla berâber %70 gibi. Yani insanlar kültür sanat ihtiyaçlarını giderme konusunda bayağı memnunlar. Bu sayının çokluğu mu, yoksa neyle îzah ediyorsunuz bunu?

Serkan Turgut: Ruşen Bey, aslında o kadar da oransal açıdan bakarsanız, yani Türkiye’nin üçüncü büyük şehri, ama kültürel faaliyetlerin sayısına bakarsanız ya da kültürel faaliyetlerin yapıldığı mekânların sayısına bakarsanız üçüncü sırada bulamazsınız İzmir’i. Altıncı, yedinci sıradadır aslında. Ama soruları bu şekilde sorduğunuz zaman, yani işte, “Kültür sanat açısından İzmir’i yeterli buluyor musunuz?” ya da “Ne düşünüyorsunuz?” dediğiniz zaman böyle İzmirli kimliği yüksek bir kimlik. Bir taraftan bunun içerisinde onu koruma alanı da var. Biraz derinine indiğiniz zaman aslında kültür sanat alanlarının tüketicisinin çok fazla olmadığı da bir şehirdir İstanbul ile kıyaslarsanız. Evet, son 5 yılda, 10 yılda gittikçe ilerliyor kültür sanat faaliyetleri. Belki bu son yıllardaki artış, insanların bu şekilde olumlu görüş beyan etmesini sağlıyor; ama İzmir bu anlamda çok da gelişkin bir şehir değil. Fakat İzmirli böyle biraz bâzı değersel soruları kendilerine yönelttiğimiz zaman, bu sorularda olumlu yanıt verme açısından öne çıkıyor diyebilirim.

Ruşen Çakır: Şimdi burada, “Farklı etnik kökenlerden bireyler eşit muamele görür” diye bir önerme var, yarıdan fazla kişi böyle düşünmüş. Ama geçmişten, benim hayal meyal hatırladığım, çok da uzak geçmiş değil, kamusal alanda özellikle Kürt karşıtı birtakım protestolar falan da yaşanmıştı İzmir’de. Bu konu, bir de sizin özellikle vakıf olarak en temel konularınızdan biri olduğu için, bir arada yaşama meselesi; bu anlamda İzmir’i biraz daha deşecek olursak neler çıkıyor karşımıza?

Serkan Turgut: Bu datadan bağımsız olarak şunu söylemek isterim, ben zâten akademik olarak metropollerdeki Kürt nüfûsa ilişkin daha önceden de çalışmalar yürüttüm. Doktora tezim aslında tamâmen İzmir özelinde, gençlerin kendi kimliklerini nasıl algıladıklarını ve bununla nasıl başa çıktıklarını analiz ettiğim bir çalışmaydı. O anlamda diğer şehirlerden en azından olumlu anlamda çok farklı olduğunu söyleyemeyiz İzmir’in. En azından Kürtler özelinde bunu söyleyemeyiz ya da son zamanlarda mülteciler üzerinden bunu söyleyemeyiz. Bizim bugün yapmış olduğumuz barometre çalışması da aslında bize şunu gösteriyor: İzmir’deki Kürtlerin, yoksulluk açısından bakarsanız, raporu biraz daha böyle analiz ederseniz, detaylarında şunlar var: Neredeyse farklı etnik mensûbiyet –yani burada Kürt olmayı algılayalım–, şehri yaşamak, şehre ilişkin değerlendirmeler ve birçok konuda bir değişkene dönüşmüş de durumda. Bunun nedenlerini biraz incelediğinizde şunu görüyorsunuz, mesela bizim sâha verileri şunu gösteriyor: Alt grupta anadili Kürtçe olanların, yani Kürtler neredeyse üç katından daha fazla durumda. Yani sınıfsal bir duruma hapsolmuş bir Kürt grubundan da bahsediyoruz. Ve o insanlara sorduğunuz zaman, “İzmir etnik olarak sizin kendinizi özgür hissettiğiniz bir şehir mi?” diye sorduğunuzda, evet, olumlu yanıt veren bir grup var, oranı da azımsanmayacak bir derecede. Ama bunun tam tersini yaşayan insan sayısı da oldukça yüksek. Burada en azından ben diğer araştırmalarımdan şunu söyleyebilirim: Eğer siz belirli kimlikleri, yani mülteci olma hâli de bunlardan biridir ama Kürt olma özelinde söyleyecek olursam, insanların zihnindeki Kürt imajına denk düşen bir fenotipe, bir fiziğe sâhipseniz, şehir sizi çok da içine almayabiliyor ya da dışlandığınızı hissedebiliyorsunuz. Ayrımcılıkla karşılaşma oranınız artabiliyor. Yani böyle bu tür meselelerin daha koşullu olduğunu söyleyebilirim İzmir özelinde. Bu çalışma içerisinde de şeyi görüyoruz: Eğitimden tutun yerel yönetimlerle olan ilişkiye kadar, Kürt vatandaşların, tam anlamıyla memnûniyetsiz diyemem, ama en azından diğerlerinden farklı ve olumsuz anlamda farklı bir durumda olduğunu söylememiz gerekir.

Ruşen Çakır: Peki bu etnik meselenin ötesinde Türkiye’nin çok ciddî bir kutuplaşma meselesi var, daha çok siyâsî anlamda. Yani bunun bir yerinde Türk-Kürt var, ama bir yerinde laik ya da seküler, dindar ya da sağcı-solcu gibi birçok şey var ve özellikle son dönemde neredeyse yarı yarıya bölünmüş bir olay var. Bu sizin yaptığınız araştırmada siyâsî birtakım sorular da sorulmuş; ama bu araştırmanın bütününe baktığımız zaman, bu kutuplaşma diye adlandırdığımız olayı İzmir nasıl yaşıyor? Bununla ilgili birtakım ipuçları var herhalde, değil mi?

Serkan Turgut: Ruşen Bey, biz geleneksel çalışmalardan farklı olarak yeni bir yol izledik: Açık uçlu sorduk kimlik sorularını katılımcılarımıza. Yani böyle zihnimizdeki kategoriler ya da diğer çalışmalardan elde etmiş olduğumuz kavramlarla, işte, “modern”, “endîşeli modern”, “dindar” vs. diye yönelmedik. İnsanlara açık uçlu sorularla, “Kendinizi en çok hangi kimlikle ifâde ediyorsunuz?”, “Sizin için, en önemli kimliğiniz nedir?” dedik. “İkinci kimliğiniz nedir?”, “Üçüncü kimliğiniz nedir?” — hattâ bunu sorduk. Ya da: “Size en uzak olduğunu düşündüğünüz kimlik hangisidir?” “Bir diğeri hangisidir?” gibi sorular sorduk. Bu bize önemli veriler sundu, açıkçası onu söyleyebilirim. Soruyu böyle sorduğumuz zaman, insanların %30’a yakını kendilerini bireysel kimlikleriyle tanımlamışlar meselâ: “İyi huyluyum, pragmatik bakarım, kavgacıyım, sinirliyim” — bunun gibi bireysel kimlikleriyle ifâde etmişler. Hattâ “Size en uzak kimlikler hangisi?” diye sorduğumuz zaman da genelde böyle bireysel kimlikleri ön plana koymuşlar. Yani biz burada farklı bir şeyi ortaya koymaya çalıştık. Bir de ikinci, üçüncü kimlikleri sorduğunuz zaman, bu kutuplaşmanın biraz altını eşelediğiniz zaman –kutuplaşma gerçeğini yadsımıyor tabiî bu söyleyeceklerim– onun içerisinde daha katmanlı bir gerçekliğin olduğunu da görüyorsunuz. Yani “Atatürkçüyüm” diyenin ikinci kimliğinin milliyetçi çıktığını ya da işte “Dindarım” diyenin %17 oranında ikinci kimlik olarak Atatürkçülüğü ifâde ettiğini ya da milliyetçiliği %17 oranında yine ifâde ettiğini görüyorsunuz. Yani bu kimlikler düşündüğümüzden daha devingen, daha karmaşık yapılar aslında. Biz biraz da böyle keşfetmeye yönelik bir çalışma yürütelim istedik. Ama haklısınız; şehrin ezici çoğunluğu biraz daha böyle en azından CHP seçmeninin olduğu bir şehir olarak öne çıkıyor. O yüzden genel bir şeyde soruları sorduğumuz zaman, ayrımcılık, kutuplaşmaya ilişkin daha düşük bir veriyle karşılaşabiliriz. Ama şehre dâir en negatif söylemleri açıkçası politik görüş olarak AK Parti taraftarlarında gördük. Yani bu, DEM Parti’den bile ötede, yerel yönetimleri değerlendirme. İzmir’in etnik olarak farklılıklara toleransı meselesi ya da yaklaşımına ilişkin bile, AK Parti seçmeninin daha sert yanıtlar verdiğini de görmüş olduk. Dolayısıyla İzmir’de AK Partili olmanın en azından bir şey olduğunu da görüyoruz. Yani kutuplaşmayla gündelik yaşamında karşı karşıya kaldığını da söyleyebiliyoruz. Ama İzmir’in o egemen yapısını, kültürel ortamını göz önünde bulundurduğumuzda, bu tür yüzdeler daha farklı çıkabiliyor.

Ruşen Çakır: Burada İzmir’in sorunları deyince, temizlik, ulaşım ve altyapıdan yana şikâyetler daha fazla çıkıyor ve devam ediyor. Bu normal olarak herhangi bir metropolde yapılsa da benzer sonuçlar mı çıkar? Yoksa İzmir’e özel şaşırtıcı bir bulgu gördünüz mü insanların sorun telaffuzunda?

Serkan Turgut: Çok temel belediyecilik hizmetlerinde ne yazık ki çok düşük puan aldı. Yani CHP seçmeni dâhil olmak üzere burada bir memnûniyetsizlik söz konusu. Bunun içerisinde temizlik var, ulaşım var, trafik var. Çok yoğun bir yüzdede çıktı. Yani neredeyse “İzmir’in en temel sorunları nedir?” dediğimizde şu çıkmıyor; meselâ, “Türkiye’nin en temel sorunları ne?” dediğimizde %10 mültecilik meselesinden bahsediliyor, ama “İzmir’in” dediğimiz zaman, ki “İzmir’de size en uzak kimlik olarak neyi işâret edersiniz?” dediğimizde %10 oranında mülteciler çıkmasına rağmen, mültecilik bir sorun olarak görülmüyor. Daha çok insanların odağı, özellikle son zamanlarda, Körfez’in kokmasından tutun, bu hızlı ve çarpık kentleşmeyi; çünkü son 10 yıl içerisinde bir nevi bir İstanbullulaşma yolunda da seyreden bir şehir var. O yüzden temel belediyecilik meselelerinde İzmir’in alacak çok yolu var gibi görülüyor bize. Bilmiyorum, bunları diğer şeylerle de kıyaslamak lâzım, İstanbul verileriyle de kıyaslamak lâzım. Aslında bu tür barometreler çok yok. Bir İstanbul barometresi var, bir de İzmir barometresi var. O yüzden kıyaslamalar yapmak için çok erken; ama ilerleyen zamanlarda sanırım bu minvalde de yanıtlar bulacağız. 

Ruşen Çakır: Burada belediye memnûniyeti konusunda belediyenin performansı bayağı zayıf, hattâ CHP’li seçmende de zayıf. Yeni oldu belediyenin devri. Yani bu geçmişten gelen bir şey mi, bugüne dâir bir şey mi? Ve tabiî şunu da merak ediyorum: İzmir Büyükşehir Belediyesi ve diğer ilçe belediyeleri insanların bu duygularından ne derece haberdar?

Serkan Turgut: Haberdar olduğunu düşünüyorum. Bu yeni bir şey de değil. Bir taraftan şu da var: Şimdi bahsetmiş olduğumuz gibi İzmir bu kültürel ve siyâsal kutuplaşmanın da önemli olduğu, çok yoğun olduğu bir şehir. Dolayısıyla AK Parti seçmeni kesinlikle çok memnûniyetsiz bir şey çiziyor. MHP kitlesi için de bunu söyleyebiliriz. DEM’in de çok memnun olduğunu söyleyemeyiz seçmeni olarak. Yani şehir çok böyle CHP’li kimliğiyle ön planda olduğu için diğer yurttaşların bir şekilde olumsuz görüş belirttiklerini de söylemek mümkün. Ama İzmir’in CHP kitlesi de uzun yıllardır CHP’nin İzmir’deki performansından memnun değil. Bunu yeni yönetim için göreceğiz. Henüz yeni bir başkan değişikliği oldu. Tunç Soyer bir önceki başkandı ve CHP yeni bir başkan adayıyla geldi. Cemil Tugay şu anda belediye başkanı. Onlar da sanırım bunun farkındadırlar, veriyi topluyorlar, çalışmalar yürütüyorlar. İzmir’de böyle temel belediyecilik meseleleriyle ilgili ciddî bir rahatsızlık var. Ve biliyorsunuz politik olarak AK Parti, en genel düzeyde bile Türkiye meselelerini konuşurken şunu söyleyebiliyor: CHP’yi İzmir performansı üstünden kritik edebiliyor. O yüzden CHP açısından da önemli bir şehir aslında burası. Göreceğiz, yani bizim bu değerlendirmemiz belki de daha genel bir CHP değerlendirmesi gibi olacak, yeni başkanın performansını da zaman içerisindeki barometre verilerimiz gösterecek. Belki bir ilerleme kaydedecektir ya da geriye doğru gidecektir.

Ruşen Çakır: Son olarak eğitimle ilgili yaptığınız araştırmaya baktığımda şöyle bir şey ilgimi çekti: Konuştuğunuz kişilerin yaklaşık %90’ı çocuklarını devlet okuluna yollarken, %12 civârında bir kesim özel okula yolluyor ya da %10 özel okul, %2 hem özel okul hem devlet okulu — belli ki bir çocuğu özel okulda, bir çocuğu devlet okulunda. Bu sanki Türkiye ortalamasının üzerinde gibi geldi bana, çok emin değilim. Ama şu beni çok daha şaşırttı; özel okula yollayan âilelerin yarısı üniversite mezunu. Normalde özel okullar daha böyle orta sınıf, üst orta sınıfın tercih ettiği ve iyi eğitimli kesimlerin tercih ettiği bir şey olarak görünüyor, böyle bir algı var en azından. Ama burada bakıyorum ki ilkokul ve altı olan kesimlerden de çocuklarını özel okula yollayanlar var. Birinci olarak şunu soracağım: Yani %12 civârı özel okul ilgisi normalden fazla değil mi? İkincisi de, her eğitim düzeyinden âilelerin yolluyor olması da ilginç değil mi?

Serkan Turgut: Ruşen Bey, şunu söyleyeyim öncelikle, yani çok önemli bir noktanın altını çizdiniz. İzmir bir kere, yani Millî Eğitim performansı da ortada. Milli Eğitim, en çok üzerinde tartışmaların yürüdüğü alan. Ve orta sınıflar açısından, tabâî genellikle özel okullara gönderme eğiliminin olduğunu düşünüyoruz; ama İzmir’deki birçok insan, devlet okullarından, en azından burada Cumhuriyet Halk Partisi ve daha böyle muhâlif kesimi referans alarak söyleyebilirim, bir tedirginlik de duyuyorlar. Yani çocuklarının orada görmüş olduğu eğitimin çok dinî bir eğitim olabileceğine ilişkin kaygılar da buna eşlik ediyor. Yani özel okul fiyatları oldukça yüksek olmasına rağmen, bir şekilde insanlar, en azından dinî eğitim görmemesini ya da daha seküler, modern bir eğitim görmesi arzusuyla da özel eğitime yönelebiliyor. O yüzden İzmir’de bunun oranının yüksek olması normal diyorum, bu kaygıyla ilişkili olarak normal diyorum. Bir taraftan da en azından adrese dayalı bir eğitim sistemi var. Çocuklarınızı bulunduğunuz mahalledeki okullara gönderebiliyorsunuz. Buradaki okulların niteliğinden çok memnun olmadıkları için insanlar başka yerlerdeki, en azından karşılayabilecekleri bir ekonomik güçle çocuklarını bir özel okula göndermeye çalışıyorlar. Hele bu, orta öğretim seviyesine doğru gidildikçe proje okulları, imam-hatipler vs., okullara ilişkin ciddî bir kaygı var böyle. Yani İzmir’deki bir grup insan, ülkedeki Millî Eğitim’in gidişinden memnun olmadığı için kendini özel okullara atmaya çalışıyor, çocuklarını buraya göndermeye çalışıyor. Ama gönderdikleri okulun kalitesinden ne kadar memnunlar ya da bunu nelere rağmen, nasıl bir ekonomik ferâgatla yaptıklarını da tabiî araştırmak lâzım. Bunu da önemli bir soru işâreti olarak, neden İzmir bu kadar kamudan özel okula geçme konusunda istekli diye de düşünmek, dersler çıkarmak lâzım sanırım.

Ruşen Çakır: Çok teşekkürler Serkan. Bayağı ilginç bir araştırma. İzmirli olmayan biri olarak benim bile ilgimi çekti. Herhalde İzmirlilerin daha fazla ilgisini çekecektir. Umarım vaat ettiğiniz gibi mevsimsel olarak bunları yapar ve karşılaştırarak İzmir’in barometresini tutmaya devam edersiniz. Çok sağ ol yayınımıza katıldığın için.

Serkan Turgut: Çok teşekkürler Ruşen Bey. Biz de umarız üç ayda bir böyle, İzmir’e dâir çok şey söyleyeceğimiz araştırmalarla karşınızda oluruz. Çok teşekkürler fırsat verdiğiniz için.

Ruşen Çakır: Evet, Serkan Turgut’la BAYETAV’ın yaptığı İzmir Barometresi araştırmasını konuştuk. Değişik bir konu olduğunun farkındayım, benim özel olarak da ilgimi çekti. İzmir’e yönelik kişisel ilgimin de bunda payı olabilir, bunu da îtiraf edeyim. Ama gerçekten ilginç bir araştırma. Türkiye’nin üçüncü büyük şehri, bambaşka bir şehir ve orada insanların neyi nasıl hissettiğini, yaşadığını gördük. Serkan Turgut’a çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.